1. #1
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462


    A. ORTADOĞU:
    1. Bölgenin Genel Durumu ve Gelişmeleri:
    Daha önceki konularda tanımı ve jeopolitik durumu açıklanmış bulunan Ortadoğu, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında, coğrafi konumundan doğan stratejik önemi ve sahip olduğu zengin petrol yatakları nedeniyle, dünya politikasında ağırlığı daha çok duyulan bir bölge haline gelmişti. Bu bakımdan Ortadoğu, savaştan sonra ekonomik, politik ve askeri yönlerden olağanüstü duyarlı bir bölge niteliğini almıştı.
    Bölgede bulunan devletler, Türkiye dışında, tam bağımsızlıklarına İkinci Dünya Savaşı'nın ya hemen öncesinde veya hemen sonrasında kavuşmuşlardı. Ekonomik yönden ise, kalkınmakta olan veya az gelişmiş ülkelerdi.
    İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Ortadoğu'daki siyasi gelişmeleri etkileyen başlıca faktörlerden biri de İsrail Devleti'nin kurulması olmuştur. 1945'ten itibaren şiddetlenen Arap-İsrail çatışması, gerek Arap devletleri arasında, gerekse bunların diğer devletlerle olan ilişkilerinde esas rolü oynamıştır.
    1945'te Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak, Suudi Arabistan ve Yemen, merkezi Kahire'de olmak üzere "Arap Birliği"ni kurdular. 1948'de Birleşmiş MiUetler'in karanyla İsrail Devleti'nin kurulmasıyla da, Arap devletleri bununla mücadeleye başladılar. Bunun sonucu olarak 1948, 1956, 1967, 1973 Arap-İsrail Savaşları oldu. Bu arada Arap devletleri arasında da İsrail'e karşı farklı davranışlardan doğan gruplaşmalar meydana geldi. Bununla beraber İsrail sorununun çözümü, Arap devletlerinin başlıca amacı olmakta devam etti.
    Ortadoğu'da bulunan Arap ülkeleri, 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında, İngiltere, Fransa ve İtalya'nın ya doğrudan egemenliği veya mandası altına düşmüşlerdi. Bu bakımdan, bağımsızlıklarını elde ettikten sonra bunu korumak için ulusçuluğu esas alarak, sömürgeci devletlere karşı
    92büyük bir tepki içinde bulunmaktaydılar. Özellikle, Batılı devletler tarafından İsrail Devleti'nin kurulması ve desteklenmesi, Ortadoğu'daki Arap devletlerinde Batı'ya karşı duyulan kızgınlığı daha da çoğaltmıştı.
    Nitekim, bölgede bulunan ulusların çoğunluğunu meydana getiren Araplar arasında dayanışmayı güçlendirmek için, "Büyük Arap Devleti" düşüncesi, bu koşullar altında yeniden ortaya çıktı. Bu ideolojinin önderliğini de, 23 Temmuz 1952'de Mısır'da krallığı yıkan Cemâl Abdül Nasır yapmaktaydı. Nasır, 1956 yılında Süveyş Kanalı'nı devletleştirerek, Batı devletleriyle, özellikle İngiltere ve Fransa ile aralarındaki köprüleri tamamen yıktı.
    Bunun üzerine, İngiltere ve Fransa, aynı yılda (1956) İsrail'i Mısır'a saldırttılar ve kendileri de buna katılarak Süveyş Harekâtı'nı başlattılar. Ancak bu saldırıyı, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği karşı çıkarak önlediler. Bu da, bu iki büyük devletin bölgedeki etkilerini çoğalttı ve bundan böyle Ortadoğu yeni gelişmelere sahne olmaya başladı.
    Ortadoğu'nun bu durumu, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra büyük devletlerin bölgede egemenlik kurmak veya etkinliklerini çoğaltmak için değişik, fakat aynı amaçlı politika gütmelerine ve girişimde bulunmalarına neden oldu. Büyük devletleri, bu bölgeye çekecek kendi durumlarına göre siyasi, ekonomik, askeri olmak üzere çok yönlü çıkar ve hedefleri vardı. İsrail Devleti'nin kurulması ise, bölgedeki siyasi gelişmeleri önemli ölçüde etkiledi.
    2. İsrail Devleti'nin Kurulması:
    Daha önceki bölümlerde, İkinci Dünya Savaşı'na kadar geçen süre içerisinde, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulması için yapılan çalışmalara değinilmişti. Yahudiler İkinci Dünya Savaşı sırasında da; daha önce olduğu gibi, Filistin'de bir İsrail devleti kurmak hedefine ulaşmak amacıyla çalışmalarını sürdürdüler ve bu konuda (Filistin'de manda yönetimini elinde bulunduran) İngiltere'den yardım görmekte devam ettiler. Nitekim İngiltere, bu sırada Filistin'e göçün kontrolünü Yahudi Ajansı'na bıraktı. Bu da, Filistin'e Yahudi göçünün giderek çoğalmasına neden oldu. Savaşın sonlarına doğru da, Filistin'deki Yahudiler girişimlere başladılar. Arap devletleri de Filistin'de bağımsız Arap devleti kurulması için çalışmalarını hızlandırdılar.
    Sonuçta İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri'nin de yardımını sağladıktan sonra, 1947'de Filistin Sorunu'nun Birleşmiş Milletler Örgütü'ne götürdü. Birleşmiş Milletler, Ekim ve Kasım 1947'de bu konuyu görüştükten
    1) Geniş bilgi için bkz. Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap - İsrail Savaşları (1948-1988), Ankara 1991, s. 65 vd; Yılmaz Altuğ, Çin, Vietnam, Çekoslovakya ve Orta Doğu Sorunları, İstanbul 1970, s. 296-297; Ömer E. Kürkçüoğlu, Türkiye'nin Arap Orta Doğusu'na Karşı Politikası (1945-1970), Ankara 1972, s. 25-29; Fahri Çeliker, "Orta Doğu Devletlerinde Önemli Gelişmeler", Silahlı Kuvvetler Dergisi Eki, Ankara Ekim 1978, Sayı 265, s. 9-10.

    Savaştan Sonra Ortadoğu ve Büyük Devletler 69sonra, Filistin'in Arap ve Yahudiler arasında bölünmesine, Kudüs'e de tarafsız bir statü verilmesine karar verdi.
    Birleşmiş Milletler'in bu taksim kararı Arap ülkelerinde tepkiyle karşılandı. Bu ülkelerde Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ve Birleşmiş Milletler'e karşı aleyhte gösterilere yol açtı. 1947 yılı Aralık ayı başlarından itibaren, Filistin'de, Arap ve Yahudiler arasında çarpışmalar başladı. Güvenlik Konseyi konuyu ele alarak görüştü, fakat bir sonuç alamadı. Bu sırada da İngiltere, 14 Mayıs 1948'de, Filistin'deki manda yö etimini tek taraflı olarak kaldırdı. Aynı gün de, İsrail Devleti'nin kurulduğu ilan edildi.
    İngiliz kuvvetleri Filistin'den çekildikçe yerini Yahudilere terkediyordu. Bunun üzerine Arap devletleri, 17 Aralık 1947'de almış oldukları "taksime karşı savaşa gitmek" kararı uyarınca, İsrail'e savaş ilan ettiler ve 15 Mayıs 1948'de Filistin'e girdiler. 9 Temmuz 1948'de, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin etkisiyle, Araplar ile Yahudiler arasında ilk mütareke yapıldı. Fakat hemen arkasından savaş yeniden başladı. Bundan sonra, Birleşmiş Milletler arabulucuk görevini yüklendi ve çarpışmalar güçlükle durdurula-bildi. Bunun üzerine; 24 Şubat 1949'da İsrail-Mısır, 11 Mart'ta İsrail-Ürdün, 23 Mart'ta İsrail-Lübnan, 20 Temmuz 1949'da İsrail-Suriye Mütarekeleri imzalandı. Bundan sonra, Birleşmiş Milletler Filistin Uzlaştırma Komisyo-nu'nun girişimiyle Mayıs ve Temmuz 1949'da, Lozan da, İsrail ile dört Arap devletleri arasında iki dönem toplantı yapıldı. Burada, savaştan sonra ortaya çıkan Arap mültecilerinin durumu, Kudüs'e uluslararası statünün verilmesi ve sınırların çizilmesi sorunları görüşüldü. Fakat görüşmelerden bir sonuç almamadan toplantı sona erdi1.
    Böylece İsrail Devleti kurulmuş oldu. 1948 Savaşı sonunda meydana gelen mütareke hatları da İsrail'in sınırı oldu. Ancak Arap devletleri, bu devleti ve oldubitti sının kesinlikle tanımadılar. Bu tarihten itibaren de Arap-İsrail uyuşmazlığı devam etti. Bu da, büyük devletlerin, bölgeyle yakından ilgilenmelerinde ve girişimlerinde önemli bir etken oldu.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  2. #2
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    B. ORTADOĞU VE BÜYÜK DEVLETLER:
    1. Sovyetler Birliği ve Ortadoğu:
    Sovyetler Birliği, yukarıda belirtildiği üzere, İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra genel bir yayılma ve genişleme hareketine girişmişti. Bu arada da Ortadoğu'ya dikkatini çevirmişti.
    1) Geniş bilgi için bkz. Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap - İsrail Savaşları (1948-1988), Ankara 1991, s. 65 vd; Yılmaz Altuğ, Çin, Vietnam, Çekoslovakya ve Orta Doğu Sorunları, İstanbul 1970, s. 296-297; Ömer E. Kürkçüoğlu, Türkiye'nin Arap Orta Doğusu'na Karşı Politikası (1945 - 1970), Ankara 1972, s. 25-29; Fahri Çeliker, "Orta Doğu Devletlerinde Önemli Gelişmeler", 265 Sayılı Silahlı Kuvvetler Dergisi Eki, Ankara Ekim 1978, s. 9-10.
    94Daha savaşın sonlarında Müttefikler arasında yapılan konferanslarda Sovyetlerin; İtalyan sömürgelerinden pay istemesi, savaşın bitiminden hemen sonra, Türkiye ve İran'dan isteklerde ve bu amaçla girişimlerde bulunması, Yunanistan'daki iç savaşı körüklemesi; Sovyetler Birliği'nin Akdeniz'e ve sıcak denizlere çıkma konusunu, yani Ortadoğu politikasını da öncelikle ele aldığını, göstermişti.
    Sovyetlerin, bu politikaya öncelik vermesinin nedenleri özetle şöyle belirtilebilir: Birincisi, Sovyetler Birliği, Orta ve Doğu Avrupa'da işgal ettiği ve peyk devletlerlerle meydana getirdiği kuşaklarla, bu bölgelerde güvenliğini sağlamıştı. Ancak "Güneyi" açık kalmıştı. İşte, ülkesinin bu bölgesini de güvenlik içine alabilecek bir kuşağın meydana getirilmesi; ikincisi, sömürgeci büyük devletlerden İngiltere ve Fransa'nTn galip geldikleri halde yıpranmış bulunmaları, İtalya'nın ise yenilmiş olması nedeniyle Ortadoğu'daki etkisini yitirmesi ve bunun sonucunda bölgede meydana gelen boşluğu, fırsattan yararlanarak değerlendirmek istemesi; üçüncüsü, Akdeniz'e inerek bu yolla Avrupa, Afrika ve Amerika arasındaki Atlas Okyanusu'na kadar uzanabilmek; dördüncüsü de, ideolojik ve ekonomik yayılmasını sağlayacak alanlar ele geçirebilmekti.
    Sovyet Rusya'nın Ortadoğu'da bu politikasını aktif olarak uygulayabileceği uygun koşullar da, yukarıda belirtildiği gibi, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ortaya çıkmış bulunuyordu.
    Sovyetler Birliği, 1956 Süveyş Harekâtı'na kadar geçen sürede, koşulları hazırlanan Ortadoğu politikasına, bundan sonra aktif bir yön vermiştir. Batı devletleri, Arap - İsrail mücadelesinde dolaylı veya açık olarak İsrail'i tutarlarken, Sovyetler Birliği de aynı şekilde Arapların yanını tutmaya ve onları desteklemeye başlamıştır. Yine Sovyet Rusya'da, bu devletin lideri Kruşçev tarafından 1956'da ortaya atılan "Barış İçinde Bir Arada Yaşama" ilkesi çerçevesinde, Ortadoğu'ya Sovyet ekonomik yardımı yapılmaya başlanmıştır. Bu arada, Arap devletleri arasında sosyalist düzene doğru bir kayma da görülmüştür.
    Sovyetlerin, Ortadoğu'da etkisinin daha da çoğalması, özellikle 5-10 Haziran 1967'de yapılan Arap-İsrail Savaşı (Altı Gün Savaşı)'ndan sonra olmuştur. Bu savaşta değişen Ortadoğu dengesi üzerine Sovyetler; Suriye, Mısır, Cezayir'de deniz üsleri kurmuşlar ve Akdeniz'de büyük bir donanma meydana getirmişlerdir. Bu tarihlerden sonra bölgeye yapılan Sovyet yardımları, ekonomik alanla birlikte, askeri alana da kaymıştır. Nitekim, 1969-1970 yıllarında, yayın organlarında belirtildiğine göre, Sovyet uzman ve askerleri, Birleşik Arap Cumhuriyeti (Mısır-Suriye)'nin İsrail 'e karşı savunmasında görev almışlardır. Bundan sonraki yıllarda, Sovyetlerin bölge devletleriyle, değişik görü-nümlerdeki ilişkileri gelişmeler göstererek devam etmiştir.

    Savaştan Sonra Ortadoğu ve Büyük Devletler 69Sovyetler Birliği, Arap devletleri ile ilişkilerini bu şekilde geliştirirken, diğer yandan da Türkiye ile, 1939'dan beri bozuk olan ilişikilerini, 1953'ten itibaren düzeltme çabalarına girişmiştir. Nitekim, aşağıda görüleceği' üzere, 1953'ten 1960 yılına kadar geçen dönemde Sovyetler Birliği'nin girişimleriyle iki devlet arasında iyi komşuluk ilişkilerinin kurulması veya hiç değilse normal hale gelmesi için çalışmalar yapılmıştır. Bundan sonra da ilişkilerde sıklaşma ve yumuşama görülmüştür. Ancak 1963 yılı sonlarında Kıbrıs sorununun çıkması üzerine, Sovyetlerin Türk tezine yakınlık göstermesi ve buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri'nin tutumu sonucunda, Türk-Sovyet ilişkilerinin düzelmesi daha çabuk gerçekleşmiştir.
    Bu suretle, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'da aktif bir politika izleyen Sovyetler Birliği, özellikle bazı Arap devletleri üzerinde etki sahibi olabilmiş, bu yolla da bölgeye sokulabilmiştir. Aynı zamanda, dolaylı da olsa, Akdeniz'e inebilme politikasını belli ölçüde gerçekleştirmiş ve bölgede savaş öncesinde egemen olan Batı devletlerinin yerini doldurmayı başarabilmiştir. Bundan böyle de Ortadoğu'da etkili bir devlet haline gelmiştir.
    2. Amerika Birleşik Devletleri ve Ortadoğu:
    İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin yeniden kıtasına çekilme eğiliminde bulunduğu, ancak 1947'de Truman Doktrini ile bundan vazgeçerek, bir dünya politikası gütmeye başladığı yukarıda belirtilmişti.
    Amerika Birleşik Devletleri'nin, Batı dünyasının liderliğini ve sorumluluğunu yüklenmesine gerekçe olarak gösterilen neden, Sovyetler Birliği'nin dünyaya yayılma girişimi ve buna karşı, kendi dışında kalan Batı devletlerinin güçsüzlüğüydü.
    Nitekim, önceki konularda belirtildiği gibi, Sovyetler Birliği'nin Türkiye, Yunanistan ve İran üzerinde artan baskı ve tehditleri üzerine, yüzyıllardan beri Rusya'nın güneye inmesine karşı dengeyi sağlayan ve andlaşmalarla bölgedeki devletlere karşı yükümlülükleri bulunan İngiltere, 1947 yılında, artık bu rolü oynayamayacağını Amerika Birleşik Devletleri'ne bildirerek, bölgedeki sorumluluklarını ona devretmek istemişti.
    Bunun üzerine Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere'nin bıraktığı boşluğu doldurmak ve Sovyet yayılmasını önlemek üzere, Mayıs 1947'den itibaren Türkiye ve Yunanistan'a yardıma başlamış ve böylece de resmen Ortadoğu politikasına girmişti. Amerikan yetkililerine göre, Türkiye'nin Sovyet baskısı altında bulunması, Boğazlar'dan Çin'e kadar olan bütün Ortadoğu ve Asya'nın tehlikeye düşmesi demekti ve bunun önlenmesi gerekti.
    Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu'ya sokulması, Sovyetler Birliği'nin tepkisine yol açmıştır. Buna rağmen Amerika Birleşik Devletleri
    96Marshall Planı'nı kabul ederek, yardımlarını bir program çerçevesinde geliştirerek sürdürmüştür. Hatta bu planın kapsamı genişletilerek, 1948'de Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü kurulmuştur. Bu da, Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu politikasının, genel dünya politikası içerisinde düşünüldüğünü göstermiştir.
    Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu'ya verdiği önemin nedenlerini ve bölgenin durumunu Başkan Truman, o günlerde şöyle açıklamaktaydı:
    "Gözlerimizi Yakın ve Ortadoğu'ya çevirdiğimiz zaman çok tehlikeli sorunlar gösteren bir bölgeyle karşılaşıyoruz. Bu bölgede geniş doğal kaynaklar bulunmaktadır. En işlek kara, hava ve deniz yolları buradan geçmektedir. Bu bakımdan büyük ekonomik stratejik önemi vardır. Fakat bu bölgedeki ulusların hiçbiri ne yalnız, ne de beraberce, kendilerine yöneltilecek bir saldırıya karşı koyabilecek kadar güçlüdür. Böyle olunca da Yakın ve Ortadoğu'nun bu bölgenin dışındaki büyük devletler arasında bir rekabet alanı olacağını ve bu rekabetin birden bire bir çatışmaya yol açabileceğini kestirmek güç değildir"2.
    Bu nedenlerden dolayı Amerika, bölgede bir denge kurarak, hem bir çatışmayı önlemek, hem de bir dünya devleti olarak buralardaki çıkarlarını koruyacak bir politika gütmeye başlamıştır.
    Amerika Birleşik Devletleri, yaptığı yardımlarla bu bölgedeki devletleri kalkındırmaya çalışırken, ayrıca Doğu Bloku'nun yayılmasını bu yönde önlemek üzere, aynı zamanda Ortadoğu'nun savunması için askeri paktların yapılmasını istemeye başlamıştır. Bunun için de, özellikle Türkiye'nin üzerinde duruyordu. Nitekim bu nedenle, İngiltere'nin de etkisiyle, Türkiye'nin NATO'ya girme isteğine olumlu cevap vermiyordu. Ancak, Kore Savaşı'nın çıkması ve Türkiye'nin ileride Ortadoğu'nun savunulmasında aktif rol oynamaya söz vermesi üzerine, İngiltere itirazından vaz geçmiş ve Türkiye NATO'ya alınmıştır3. Bu tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu savunmasını Batı savunmasına bağlı olarak düzenlemek ve buna İsrail'i de katmak istiyordu. Ancak, böyle bir durum, İsrail'i tanımayan Arap devletlerinin kaybedilmesine yol açacağından, başlangıçta İsrail'in aktif olarak bir pakta sokulmasından vazgeçmiştir.
    Bu nedenle, Amerika Birleşik Devletleri diplomasisi ilk adım olarak İsrail dışarıda kalmak üzere, bölgedeki diğer devletler arasında Ortadoğu'nun güvenliği için bir işbirliği kurulması çalışmalarına girişmiştir. Bunun da bir sonucu olarak, aşağıda açıklanacağı üzere, 24 Şubat 1955'te Türkiye ile İrak arasında Bağdat Paktı kurulmuş ve buna, aynı yıl içinde İngiltere, Pakistan
    2) Mehmet Gönlübol, Halûk Ülman, "İkinci Dünya Savaşından Sonra Türk Dış Politi
    kası", Olaylarla Türk Dış Politikası, (İkinci Baskı), Ankara 1969, aynı eser, s. 217.
    3) Mehmet Gönlübol, Halûk Ülman, aynı eser, s. 269.

    Savaştan Sonra Ortadoğu ve Büyük Devletler 69ve İran resmen katılmıştır. Böylece, Batılıların desteğiyle Doğu Bloku'na karşı, bölgede bir "Kuzey Kuşağı" meydana getirilmiştir.
    Bağdat Paklı'nın kurulması ise, başta Mısır olmak üzere, Suriye ve diğer Arap devletleri tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Mısır'ın çalışmalarıyla da Pakt'a başka Arap devleti katılmamıştır. Hatta, Mısır-Suriye ve Suudi Arabistan, kendi aralarında örgütlenmeye başlamışlardır. Bu ise, aslında kendisine karşı kurulduğu için Ortadoğu'da yeni girişimlerde bulunmaya başlayan Sovyetler Birliği ile, bu Arap devletlerini aynı paralele sokmuştur. Bu tepkiler karşısında Amerika Birleşik Devletleri, Bağdat Paktı'na resmen üye olmayarak, ona dışarıdan desteklemiştir. Bu şekildeki hareketinin nedeni ise, Mısır ve Suudi Arabistan'ı kazanmak için pek az da olsa kalan şansını kaybetmek istememesi, ayrıca Sovyet Rusya'yı daha fazla kışkırtarak, ona Ortadoğu'da yeni hareketlere girişme fırsatı vermemek, diğer yandan da; İsrail'i dışarıda bırakan ve bu yüzden Telaviv'de iyi karşılanmayan bir pakta katılarak, bu devleti de daha fazla endişeye düşürmemekti.
    Böylece Amerika, Ortadoğu'daki dengenin kurulması ve bunun devamı için özel bir politika gütmeye başlamıştı. Ancak, Bağdat Paktı'na katılmama nedenlerine bakılacak olursa, bu devletin, bir yandan Arap devletlerini kazanmak, diğer yandan ise İsrail'i gücendirmemek istediği ve Sovyetler Bir-liği'ni de fazla kışkırtmama politikası izlediği görülmekteydi. Bununla birlikte Bağdat Paktı, bölgede umulan ilgi ve gelişmeyi sağlayamadı.
    Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu'da izlediği bu politikanın, bloklara ayrılmış bir dünyada sürekli olacağı şüpheliydi. Nitekim Washington Hükümeti, 29 Ekim 1956'da Mısır'a karşı yapılan ortak İsrail - İngiliz - Fransız saldırısında (Süveyş Harekâtı), bu devletlere karşı çıkarak, Mısır'ın boşaltılmasında önemli rol oynadı. Ancak, Süveyş bunalımından sonra meydana gelen gelişmeler, Ortadoğu'da Batılı devletlerin etkilerinin kaybolmasına, buna karşılık Sovyetler Birliği'nin itibarının yükselmesine neden oldu.
    Bu durum karşısında Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu'da bazı önlemler almak zorunluluğunu duymuş, "Kuzey Kuşağı"nın önemli bir bölümünü meydana getiren Bağdat Paktı üyelerine, toprak bütünlükleri ve siyasi bağımsızlıklarıyla ilgili olarak güvence vermiştir. Böylece Washington, Ortadoğu'da kesin yerini açıkça ortaya koymuş, Sovyetler Birliği ile Çin'i güneyden ve Avrupa'dan boydan boya çevreleyen NATO ile SEATO4 arasındaki (Kuzey Kuşağı'ndaki) boşluğu da doldurmuştur. Bu politikayı
    4) Manila Paktı veya SEATO (South East Asia Treaty Organization: Güney Doğu Asya İşbirliği Örgütü), 8 Eylül 1954'te Amerika Birleşik Devletleri, İngilere, Pakistan, Fransa, Yeni Zelanda, Avusturalya, Filipinler, Tayland arasında imzalanan koüektif bir savunma andlaşmasıdır. (Eylül 1975'te üye ülkelerin temsilcileri, New York'ta yaptıkları toplantıda, SEATO'nun kademeli olarak iki yıl içinde tasfiye edilmesine karar vermişlerdir. Bkz. Milliyet, 26 Eylül 1975, s. 3).
    98ayakta tutabilmek için de, Ocak 1957'de, "Eisenhower Doktrini" adıyla, Ortadoğu'da komünist saldırısını ve yayılmasını önleyecek yeni bir formül ortaya koymuştur. Böylece Amerika Birleşik Devletleri, Bağdat Paktı devletlerine karşı kesin sorumluluk yüklenmekle ve yaptığı diğer girişimlerle, bu bölge üzerinde de etki sahibi bir devlet haline gelmiştir.
    1957 yılından sonra ise, Ortadoğu'da olaylar hızlı bir gelişme göstermiştir. Bağdat Paktı'nın gelişmesi sırasında, Mısır'ın arkasından Suriye de Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurmuş ve Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanımıştır. Bu ise, Ortadoğu güvenliği açısından Batılı devletler tarafından kuşkuyla karşılanmıştır. Öte yandan, Irak petrol boru hattının Suriye'den geçmesi, konunun önemini daha da çoğaltmıştır. Bu ülkede ise, gittikçe artan Batı aleyhtarı bir politika izlenmeye başlanmıştır.
    Bu arada, 14 Temmuz 1958'de Irak'ta krallık rejimine karşı bir ihtilal yapılmış, ülkede cumhuriyet kurulmuştur. Bu olay, Ortadoğu'da yeni gelişmelere ve bunalımlara yol açmış, hatta dünyayı bir genel savaşın eşiğine kadar getirmiştir. Irak'ta kurulan Cumhuriyet yönetimi, hemen Sovyetler Birliği ile daha önce kesilmiş olan diplomatik ilişleri yeniden kurmuş ve Birleşik Arap Cumhuriyeti (1958'de Mısır ile Suriye'nin birleşmesinden meydana gelen devlet) ile de 18 Temmuz 1958'de Karşılıklı Savunma Andlaşması imzalamıştır.
    Asıl önemli gelişme ise, Irak ihtilalinden bir gün sonra, 15 Temmuz 1958'de Lübnan'a Amerika Birleşik Devletleri deniz piyadelerinin çıkması ve bunun arkasından da 17-18 Temmuz 1958'de İngiliz birliklerinin Ürdün'e yaptığı çıkartma olmuştur. Lübnan ve Ürdün'de, bu hareketlere neden olarak, Irak ihtilali örneğinin kendi ülkelerinde de tekrarlanmaması ve uluslararası komünizmden korunmak olduğu açıklanmış; ayrıca, bu kuvvetlerin Ürdün ve Lübnan hükümetlerinin isteği üzerine geldiği de belirtilmiştir. Gerçekte ise, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere bu harekete, Ortadoğu'daki statükonun korunması için girişmişlerdi. Buna karşılık Irak, 24 Mart 1959'da Bağdat Paktı'ndan resmen çekilmiştir. Böylece de, bölgede yeni bir durum meydana gelmiştir. Büyük ümitlerle kurulan bu Pakt'tan Irak'ın çekilmesi üzerine; Bağdat Paktı'na yeni bir şekil verilmiş, 21 Ağustos 1959'da adı Merkezi Andlaşma Teşkilatı (CENTO) yapılmış ve görevinin başlangıçtaki kuruluş nedenlerine göre sürdüğü açıklanmıştır.
    Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu'da bu politikayı izlerken, aşağıda belirtileceği üzere, Türkiye ile Amerika arasında da yakın ilişkiler sürüyordu. Ancak, iki devlet arasındaki bu yakınlık, 1963 Kıbrıs olayları ve özellikle 1964 tarihli Başkan Johnson'un mektubundan sonra değişmeye başlamıştır.
    Bu suretle, Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu'da devletlerin birçoğunu tamamen karşısına alırken, bir kısmı üzerindeki etkisini de zayıflatmış oldu. Diğer yandan bu devletin, Ortadoğu'da İsrail ve Yunanistan'a daima
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  3. #3
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    Savaştan Sonra Ortadoğu ve Büyük Devletler 69öncelik tanıması, bunların güçlenmesi ve yayılmasına yardım eden bir tutum içinde bulunması, Ortadoğu'da bulunan öteki devletlerin birçoğunun tarafsızlığa kaymasına veya karşı bloka daha yakın politika izlemesine yol açtı. Bu durum, özellikle 1960'lardan sonra daha belirgin hale geldi.
    Böylece Amerika Birleşik Devletleri, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasının getirdiği koşullar içinde, bir bakıma İngiltere'nin bıraktığı boşluktan da yararlanarak Ortadoğu'da etkili bir devlet haline gelmiş oldu.
    3. İngiltere ve Ortadoğu:
    İngiltere, İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, her ne kadar, eski gücünü kaybetmiş ise de, yine Ortadoğu'da büyük çıkarları ve etkinliği olan bir devletti. Kıbrıs, Süveyş Kanalı, Sudan, Güney Arabistan üzerinde egemenliği; Irak ve İran'da petrol şirketleri ve üsleri; kendisinden siyasi yönden ayrılmış olmakla beraber, İngiliz Uluslar Topluluğu'na dahil olan Hindistan ve Pakistan'a giden yolları, bu bölgede bulunuyordu.
    Savaş'tan sonra İngiltere'nin Ortadoğu'da karşılaştığı en önemli sorun, bu çıkarlannı ve bunlar için bölgedeki üslerini sürdürmekti. Ortadoğu politikası da buna göre düzenlenmişti. Ancak İngiltere, yukarıda belirtildiği gibi, 1947 yılında Ortadoğu'daki sorumluluklarını Amerika Birleşik Devletleri'ne devrettiğinden, bölgede ikinci, hatta üçüncü derecede etkinliği olan bir devlet olarak daha çok kendi çıkarlarını ön plana alan bir politika izlemeye başlamıştı.
    İngiltere'nin bu çıkarlarını ise, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bölgede gittikçe gelişen ulusçuluk akımı ile Sovyet etkisi tehdit etmeye başlamıştı. Diğer yandan, 1948'de İsrail'in kurulması, zaten gergin olan Arap-İngiliz ilişkilerini büsbütün bozmuştur. 1952'de Mısır'daki ihtilalden sonra ise, İngiltere'nin bu bölgedeki durumu daha da nazikleşmiştir.
    Mısır'ın yeni yönetimi, İngiltere'nin Süveyş bölgesinden ve Sudan'dan çekilmesini istemeye başlamıştı. Bunun üzerine İngiltere, buralarda durumunu koruyamayacağını anladığından, Şubat 1953'te Sudan'ın kendi geleceğini kendisinin tayin etmesini kabul etti. 19 Ekim 1954'te de, bazı koşullarla, Süveyş' teki üslerini boşaltarak Mısır'a devreden bir andlaşma imzaladı.
    İngiltere, Mısır ve Sudan'dan bu şekilde çekilmek zorunda kalırken, bu sıralarda kurulması için çalışmaları yapılan Bağdat Paktı ile, Ortadoğu'daki çıkarları yönünden ilgilenmeye başlamıştı. Gerçi başlangıçta, Türk-Pakistan andlaşması ve bir Amerikan buluşu olan "Kuzey Kuşağı" düşüncesine, bu gibi andlaşmaların, Hindistan'ın Batılı devletlerle olan ilişkilerini bozabileceği gerekçesiyle fazla yakınlık göstermemişti. Ancak, İngiltere'nin Ortadoğu'daki savunmasının esası da, Süveyş Kanalı'nın güvenliğiyle, bu bölgede andlaşmalarla elde ettiği üslerin korunması görüşüne dayanıyordu. Bu
    00bakımdan, Süveyş'ten çekileceği artık belli olmaya başlayan İngiltere, Bağdat Paktı içinde, topraklarında üslerinin bulunduğu Irak'ın önemli rol oyna-cağını anlayınca, "Kuzey Kuşağı" düşencesine duyduğu ilgiyi çoğalttı.
    İşte İngiltere, Ortadoğu'da bu şekilde zor durumda kaldığı sırada, kendisine yeni olanaklar sağlayacak olan Bağdat Paktı'na 4 Nisan 1955'te resmen üye oldu. Başlangıçta, Pakt'ın hazırlanmasında ve kurulmasında Amerika Birleşik Devletleri'nin liderliği önemli rol oynamıştı. Ancak, bu devletin resmi üye olmaması dolayısıyla, bundan böyle liderlik İngiltere'nin eline geçti.
    Böylece İngiltere, Süveyş'teki üslerini terk etmesinden sonra, Ortadoğu'daki özellikle Basra Körfezi'ndeki çıkarlarını ve ekonomisinin dayandığı temel olan petrolü, Bağdat Paktı ve Irak ile yaptığı iki andlaşmayla sağlamak ve korumak olanağına sahip olabildi.
    İngiltere, bundan sonra Bağdat Paktı'na Ürdün'ü de katarak, Ortadoğu'daki etkisini sürdürmeyi düşünmüştür. Ancak Ürdün, Bağdat Paktı'na katılmadığı gibi, Aralık 1955'te Batı yanlısı hükümetini işbaşından uzaklaştırmış ve Ürdün Ordusu Komutanı olan İngiliz Glubb Paşa'yı da görevinden almıştır.
    Mısır ise, 26 Temmuz 1956'da, İngilizlerin büyük payı olan Süveyş Kanalı Kumpanyası'nı devletleştirerek, İngiltere'ye büyük bir darbe vurmuştur.
    İngilere, bu durum karşısında, Süveyş Kanalı'nın uluslararası bir yönetim altına sokulmasını önerdi. Bu amaçla da, Süveyş Kanalı'ndan geçişi düzenleyen 1888 tarihli İstanbul Sözleşmesi'nde imzası olanlarla birlikte, Kanal'dan en çok yararlanan 22 ülkenin katılmasıyla, 6 Ağustos 1956'da Londra'da bir konferans toplandı. Ancak, bundan ve sonradan yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamadı3. Mısır, İngiltere'nin önerilerini reddetti. Bu durumda, Kanal'ın işlemez hale geleceğinden, bununla da bütün ekonomisinin sarsılacağı kuşkusuna düşen İngiltere, sorunu aynı zamanda bir onur konusu yaparak, Mısır'a saldırmak için fırsat gözlemeye başladı. Bu fırsat da, kısa bir süre sonra, 29 Ekim 1956'da, İsrail'in Mısır'a saldırmasıyla ortaya çıktı.
    Gerçekte, İsrail'in Mısır'a saldırıya geçmesi, bu devletle İngiltere ve Fransa arasında Ekim ayında yapılan gizli görüşmelerde kararlaştırılmıştı6. İsrail'in bu hareketi üzerine İngiltere, yanına aldığı Fransa ile birlikte, sözde Kanal bölgesinin güvenliğini sağlamak üzere, Süveyş'e asker çıkartarak işgal etti.
    İngiltere ve Fransa'nın bu hareketi, Batı'da görüş ayrılıklarına neden olduğu gibi, Ba"dat Paktı'nın İngiltere dışındaki üyeleri tarafından da tepkiyle karşılandı. İşga» kuvvetlerinin Mısır' boşaltmaları, İsrail'in elde ettiği topraklardan çekilmesi ve bölgedeki anlaşmazlığın Birleşmiş Milletler Örgütü aracılığıyla çözümlenmesi istendi. Nitekim Birleşmiş Milletler Genel Kuru-
    5) Bkz. Ömer E. Kürkçüoğlu, aynı eser, Ankara 1972, s. 81 vd; Mehmet Gönlübol, Halûk
    Ülman, aynı eser, s. 300.
    6) Ömer E. Kürkçüoğlu, aynı eser, s. 86-87.

    Savaştan Sonra Ortadoğu ve Büyük Devletler 70lu, 1 Kasım 1956'da toplanarak, taraflara ateşkes çağrısında bulunmayı ve tarafların 1949 Mütareke Andlaşmaları'nda öngörülen hatların gerisine çekilmelerini isteyen bir karar aldı. Bu konuda İngiltere ile Fransa, Birleşmiş Milletlerde yalnız kaldıkları gibi, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin baskısıyla da karşılaştılar. Bunun üzerine İngiltere ile Fransa, kuvvetlerini Mısır'dan çekmek zorunda kaldılar.
    Süveyş saldırısı ve sonunda meydana gelen gelişmeler, İngiltere'nin bölgedeki etkisini iyice azalttı. Yine İngiltere'nin, yukarıda belirtildiği gibi, 16 Temmuz 1958'de Ürdün'e çıkartma yapması, Sovyetler Birliği'ne yakı,: olan Arap devletlerinin İngiltere'ye daha çok cephe almalarına neden oldu.
    Diğer yandan İngiltere, genel sömürge politikası ve gelişmelerin sonucunda, ilerideki konularda açıklanacağı üzere, 1960 yılında Kıbrıs'ın bağımsızlığını, burada Türk ve Rum toplumlarına dayalı bir Cumhuriyet'in kurulmasını kabul etti. Bu devletin bütünlüğünü ve sürekliliğini Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garanti ettiler. Bu suretle İngiltere, Kıbrıs üzerindeki egemenlik haklarından Vazgeçti. Ancak adada, üslerinin bulunduğu yerleri elinde tutmakta devam etti. Böylece Ortadoğu'nun bu stratejik önemi büyük olan yerinde, üslerini korudu.
    Fakat, Kıbrıs'taki bu durum fazla sürmedi. 1963'te Rumların Türklere saldırmasıyla başlayan olaylar hızla gelişerek, yeni bir Kıbrıs sorunu yarattı ve Türkiye ile Yunanistan arasında gerginliğe yol açtı. İngiltere, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin garantör devletlerinden olduğu halde bu sorunda aktif bir rol oynamadı. Görünüşte dengeyi sağlayıcı, gerçekte ise Yunanistan'ı destekleyen bir politika gütmeye başladı. Ancak Kıbrıs sorununa, kesin bir çözüm yolunun bulunamamasıyla, özellikle 1967 yılı olayları sonucunda İngiltere burada da etkisini kaybetti, yerini diğer büyük devletlere bıraktı.
    İngiltere, diğer yandan, içine düştüğü genel güçlükler dolayısıyla, Ortadoğu'da anlaşmalarla bağlı bulunduğu devletlere karşı yükümlülüklerini de yerine getiremez oldu. Bunun sonucu olarak, askeri bağlılıklarını da sınırladı. Nitekim 1966'da, Süveyş Kanalı'nın doğusundaki yükümlülüklerini kaldırdığını, yeni uçak gemisi yapımından vazgeçtiğini ve 1971 yılının sonlarına kadar Basra Körfezi'nden çekileceğini açıkladı.
    Böylece İngiltere, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Ortadoğu'da gün geçtikçe etkisini kaybeden bir devlet halini aldı.
    4. Fransa ve Ortadoğu:
    Fransa, bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı'ndan büyük yaralarla ve kayıplarla çıkmıştı. Bu nedenle savaştan sonra, ilk önce bu kayıplarını giderme çabasına girmişti. Diğer yandan da, başka sömürgeci devletler tarafından
    02işgal edilen ve savaştan sonra boşaltılan, ancak kendisiyle bağları kopan sömürgelerine yeniden yerleşmeye çalışmıştı.
    Ancak, yukarıda belirtildiği gibi, savaştan sonra bütün sömürgelerde olduğu gibi Fransız sömürgelerinde de bağımsızlık hareketleri başlamıştı. Bu nedenle Fransa, sömürgelerinde uzun ve kanlı savaşlar yapmak zorunda kaldı, sonuçta da başarısızlığa uğradı.
    İşte Fransa, bu iç ve dış sorunları nedeniyle, savaş öncesinde ve savaş sırasında etkisini kaybettiği Ortadoğu'da da, savaştan sonra yeniden aktif bir politika izleyemedi. Ancak, Cezayir bunalımını atlattıktan sonra, dış politikasında yeni girişimlere başladı. Bu arada da, 1967 Arap - İsrail Savaşı'nın bölgede meydana getirdiği denge bozukluğundan yararlanarak, Ortadoğu'da eski etkinliğini kazanma çabalarına girişti. İsrail'i saldırgan olarak tanımladı ve ona silah ambargosu koydu. Diğer yandan, özellikle tarihi ve dini bağlarla bağlı bulunduğunu belirttiği Lübnan başta olmak üzere, Irak ve Libya'ya, askeri ve ekonomik yardımlar yapmak isteğiyle, diğer Batılı devletlerden boşalan bu alanları doldurma girişimlerinde bulundu. Bunlarla birlikte, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'da eski etkinliğini sağlayamadı.
    5. Diğer Büyük Devletler ve Ortadoğu:
    İkinci Dünya Savaşı, İtalya ve Almanya'nın Ortadoğu'daki bütün çıkar ve etkilerini ortadan kaldırdı. Savaştan sonra da bu devletler, uzun süre iç sorunlarıyla uğraştılar. Ancak Almanya, ekonomik yönden kalkındıkça, bunun verdiği güçle ve özellikle ekonomik yollarla Ortadoğu'da yeniden etkili olabilmek için çalışmaya başladı.
    Ortadoğu'da, İkinci Dünya Savaşı'na kadar önemli rol oynayan devletler, sadece Batılı devletlerdi. Savaştan sonra ise, bu güçlere Uzakdoğu'dan Japonya ve Çin Halk Cumhuriyeti de katıldı. Japonya, güçlü ekonomisine yeni alanlar açmak için Ortadoğu'ya sokuldu. Çin Halk Cumhuriyeti bölgede ideolojik çalışması yanında, ekonomik yönden de Ortadoğu'ya sokulmaktan geri kalmadı. Özellikle 1970'lerde Çin'in Arap pazarlarına sokulması daha da hızlandı. Böylece, iki yeni büyük devlet daha, Ortadoğu'da etkili olmak girişiminde bulunmaya başladılar.
    Sonuç olarak; İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'da meydana gelen olaylar ve özellikle 1967'den sonraki gelişmeler, bölgeyi dünyanın en bunalımlı yerlerinden biri haline sokmuştur. Aynı zamanda da büyük devletleri, bölgedeki ekonomik, siyasi, askeri çıkarları dolayısıyla karşı karşıya getirmiştir. Bu şekilde gelişen Ortadoğu, dolayısıyla Doğu Akdeniz mücadelesi de, bu bölgenin, bloklar arasında ana cephe haline gelmesine neden olmuştur. Bu da, Ortadoğu'yu, dünyanın en duyarlı ve "sıcak" bölgelerinden biri durumuna getirmiştir.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

Benzer Konular

  1. Ortadoğu'da Manda Yönetimi
    Konu Sahibi esmer güzeli Forum Tarih Konuları Hususunda Soru(nu)m Var
    Cevap: 3
    Son Mesaj : 09.Ekim.2009, 14:50
  2. Osmanlı Sonrası Ortadoğu ve Ortadoğu Meselesi
    Konu Sahibi ziberkan Forum 20. Yüzyıl Başlarında Dünya Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 19.Eylül.2008, 00:37
  3. Fransa ve Ortadoğu
    Konu Sahibi ziberkan Forum 20. Yüzyıl Başlarında Dünya Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 12.Eylül.2008, 02:09
  4. Tarih Boyunca Ortadoğu
    Konu Sahibi ziberkan Forum Genel Tarih Belgeselleri
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 18.Ağustos.2008, 00:31
  5. büyük ortadoğu projesi
    Konu Sahibi ulubey Forum Serbest Kürsü
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 01.Mayıs.2007, 18:34

Bu Konu için Etiketler

Giriş