1. #1
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734


    Japonya Türk-Tatar Diasporası
    Ali Merthan Dündar
    Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

    Ülkemizde Türk-Japon ilişkileri üzerine yapılan çalışmalarda incelenen konuları, genellikle Ertuğrul faciası, Meiji dönemi yapılanmaları ve Osmanlı yenileşme hareketlerinin karşılaştırmaları ya da Osmanlı döneminde Türkiye’de yaşamış olan Japonların hayat öyküleri oluşturmaktadır. En az bu konular kadar önemli olan Japonya’daki Türk varlığı konusu ne yazık ki fazla incelenmemiştir. Biz de bu konuya, Amerikan, İngiliz, Japon, Türk arşiv belgeleri ile dönemi iyi bilen tanıkların anlattıkları bilgiler ışığında eğilerek açıklık getirmeye çalışacağız. Bu incelememiz Uzak Doğu’da yaşamış olan Türk-Tatar toplulukları ile ilgili seri çalışmanın ilkidir.
    1450’lerin ortalarından itibaren kuzeydoğuda yayılmacı bir siyaset izlemeye başlayan Ruslar, Ekim 1552’de Kazan’ı işgal ederek Asya’daki Türk topraklarını yavaş yavaş ele geçirmeyi başarmışlardı. 19. yüzyılın sonlarında ise tüm Batı Türkistan Rusların eline geçmiş, Doğu Türkistan ise 1878’de Çin tarafından tamamen işgal edilmiş, böylece Asya’daki bütün Türk halkları esaret altına girmişti. Rusya’nın egemenliği altındaki Türkler zaman zaman isyan etmiş olsalar da, çeşitli imkânsızlıkların yanında, kendi aralarında da birlik olamamaları sebebiyle başarılı olamamışlardır. Bu durum 1905’teki Rus devrimine kadar devam etmiş, daha önce birlik hâlinde millî bir hareket başlatamamış olan Türkler arasında, plânlı bir mücadele kararı ortaya çıkarak gayrıresmî de olsa toplantılar yapılmaya başlanmıştır.
    Rusya Türkleri arasındaki bu yeni yaklaşımın mimarlarının büyük çoğunluğunu şüphesiz İdil-Ural Türkleri oluşturuyordu. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren reformcu Tatar aydınlarını, dinî, ekonomik ve siyasî konularda Rusya Türklerinin önderliğinde görmek mümkündür. Aydınlar içten gayretleriyle toplantılar düzenleyerek özgürlük için strateji belirlemeye çalıştılarsa da, tüm çabalara rağmen 1917 ihtilâli patlak verdiğinde Rusya Türkleri hazırlıksız yakalandılar. Bunun doğal sonucu olarak Rusya’da iç savaş çıktığında, Türk halkları ortada kalmıştır. Topluluğun bir kısmı Bolşeviklerin (Kızıllar) saflarına katılırken, diğer kısmı Çarlık taraftarlarının (Beyazlar) saflarına dâhil olmuştur. Çarlık taraftarlarının savaştan yenik çıkması sonucunda, Amiral Kolçak, General Semenov ve Yüzbaşı Kalmıkov gibi Sibirya bölgesinde savaşan komutanların ordularındaki İdil-Ural Türkleri, 1919’dan itibaren perişan bir hâlde Mançurya’ya ve Japonya’nın kontrolündeki bölgelere akın etmişlerdir.
    Bir başka göç dalgası da, 1920-1921 yıllarında ortaya çıkan büyük açlık döneminde gerçekleşmiş ve İdil-Ural Türklerin birçoğu vatanlarını terk ederek, Çin ve Mançurya’ya göç etmiştir. Göçmenlerin arasında fabrikatörler, zengin tüccarlar, imamlar, öğretmenler, kısaca toplumun her kesiminden birçok insan bulunmuş, şartların olumsuzluklarından ve sefaletten dolayı bu göçmenlerin birçoğu daha sonra geri dönmek zorunda kalmıştır. Geride kalanlar ise en büyük desteği şüphesiz daha önce bu bölgeye gelip yerleşen Türklerden almışlardır.
    Rusya’nın 19. yüzyılın sonlarında Çin’den, Doğu Çin Demiryolu’nun inşaat ve işletme haklarını almasıyla binlerce Rusyalı, inşaat bölgelerine akmaya başlamıştı. Demiryolu inşaatında çalışanların arasında çok sayıda Türk-Tatar da vardı. Ayrıca yine birçok Tatar Türkünün çalışma bölgelerinde bulunan ve çalışanlarla ailelerinin ihtiyaçlarını gidermek için kurulan dükkânlarda, işçi ya da patron olarak bulunmaktaydı. 1904 yılından itibaren, özellikle Harbin’de Türk-Tatar nüfusu artmaya başladı. Göçmenler bu yeni topraklarda dinî ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, 1906’da Harbin’de bir mescit açmış, aynı zamanda mescit binasını okul olarak da kullanmışlardır. Çocuk sayısı artmaya başlayınca, 1917-1918 yılları arasında yeni bir okul inşa edilmiştir. Uzakdoğu’daki Türklerin sosyal ve kültürel merkezi 1930 yılında Japonya’ya kayana kadar Harbin olmuştur. Uzak Doğu’daki ilk Türk-Tatar matbaası bu şehirde kurulmuş, Yırak Şark , Miñ (Bin) Yıl Mescidi, Beyrem Nurı, Çatkı gibi gazeteler ile bir çok kitap basılarak, Türk-Tatar toplulukları arasında bilgi ve haber akışı sağlanmıştır

    Vatanlarından uzakta kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışan İdil-Ural Türk-Tatarları, Harbin’den başka; Haylar, Mukden, Mançurya, Şanghay, Hun Hul Di, Dairen gibi şehirlere yerleşerek dernekler kurmuş, bu yerleşim birimleri Japonya’ya geçişte onlar için birer atlama noktası olmuştur. Özellikle ticaretle uğraşanlar bölgede kurdukları ticaret ağının kendilerine sağladığı avantajla Japonya ve Japon pazarında kendilerine önemli yer edinmişlerdir.
    İdil-Ural Türklerinin, Çin ve Kore’den Japonya’ya göç etmelerinin sebepleri arasında daha iyi bir hayat, daha kârlı ticaret gibi düşünceler yanında siyasî sebepler de bulunmaktaydı. Bu konu Japonya’nın Asya politikaları ile ilgilidir.
    1868’de Meiji döneminin başlaması ile birlikte Japonya’da güç feodal beylerden İmparator’a geçerek merkezî bir yönetim sağlanmıştır. Bu geçiş kanlı olmakla beraber, Japonya’nın dışa açılması sonucunu doğurarak bilim, teknik, ticaret ve askerlik konularında ileri Batılı devletler seviyesine ulaşmasını ve yeni bir güç olarak tarih sahnesine çıkmasını sağlamıştır. Özellikle ekonomik alanda gerçekleşen ilerleme, hammadde-pazar gibi yeni ihtiyaçlar doğurmuş, bu durum da Japonya’yı bölgesindeki diğer güçlerle, yani Rusya ve Çin ile karşı karşıya getirmiştir. Kaçınılmaz olarak önce 1894-1895 Çin-Japon savaşı patlak vermiş, ardından 1904-1905 Rus-Japon savaşı meydana gelmiştir. Japonya her iki savaştan da zaferle çıkarak tüm dünyanın ve özellikle de Rusya mağduru milletlerin -Müslümanlar ve Türklerin- dikkatini çekmiş, sempatisini kazanmıştır. Sadece sempati kazanmaktan öte Japonya, zaferleriyle Asya kıtasında yeni topraklar ve ekonomik ayrıcalıklar da elde etmiştir.
    1917 Rus ihtilâli sonrasındaki iç savaş sırasında, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, İtalya, Fransa ile birlikte Sibirya’ya asker çıkaran Japonya, bölgedeki Beyaz Rus yöneticileri ile temaslar kurup, onları askerî ve ekonomik konularda destekleyerek kendine bağlı kukla yönetimler kurmaya çalışmıştır. Beyaz Rus orduları içerisinde bulunan Müslüman Türk-Tatar gruplarıyla ilişkilerin gelişmesi de bu döneme rastlamaktadır. Bu ilişki Batılı ülkelerin baskıları sonucunda Japonya’nın bölgeden askerlerini çekmesinden sonra da devam etmiştir. Bu dönem aynı zamanda Japon dış politikasını belirleyenlerce, Müslümanların potansiyel gücünün fark edildiği dönemdir.
    Aslında Japonya ile Rusya Müslümanları arasındaki ilişki daha eskilere uzanmaktadır. Bölgesinde güçlü bir devlet olmaya başlayan Japonya, dışa açılmaya başladıktan sonra Asya ana karasına bir çok gezginler ve gözlemciler göndermiş, çevresindeki ülkelerde olup bitenleri öğrenmeye ve anlamaya çalışmıştır. İlk seyahat ve gözlemlerin ardından, özellikle Çin topraklarında sözde kültürel amaçlı dernekler kurularak bölgeden sürekli ve sağlıklı istihbarat akışı sağlanmıştır. Çin’in etnik unsurları ve bu unsurların dinî yapılarının iyice anlaşılmasıyla, olası müttefikler içine Müslümanlar da katılmaya başlamıştır. Çünkü Çin Müslümanları, yani Tunganlar ve Türk (Uygur, Kırgız, Kazak) Müslümanları uzun süredir Çin yönetimleri ile sürtüşme hâlindeydi. Japonya elde ettiği veriler ışığında 19. yüzyıl sonlarına doğru İslâm politikalarını oluşturmaya başlamış ve doğal olarak bu politikanın içine Rusya Müslümanları da dâhil edilmişti. Bu yeni İslâm politikasını destekleyen ve hatta sponsor olan fanatik milliyetçi Japon dernekleri de Rusya Müslümanları ile resmî olmayan temaslar kurmuş, onlara Japon propagandası yapmakta oldukça başarılı olmuşlardır.
    Japonlarla temasa geçerek, onların Rusya Müslümanları ile ilişki kurmalarını sağlayan ilk İdil-Ural Türkü Abdürreşit İbrahim efendi olmuştur. Gerçek bir mücadele adamı olarak tüm hayatını Müslüman Türk halklarının bağımsızlığına adamış olan İbrahim, sadece Asya’daki Müslüman Türk halklarının bağımsızlık mücadelesi tarihi açısından değil, taşıdığı Osmanlı vatandaşlığından dolayı, Türkiye tarihi açısından da önemli bir kişidir. Onun Türk-Japon ilişkilerindeki yeri de önemini arttırmaktadır.Rusya’nın baskılarını arttırmasıyla mücadelesine dayanak arayan İbrahim, uzun bir süre Osmanlı Devletinin desteği ile faaliyetlerini sürdürmüş, ancak dönemin Osmanlı İmparatoru II. Abdülhamid’in izlediği politika sonucunda yeni müttefikler aramak zorunda kalmıştır. İşte bu sırada Asya’da yükselmeye başlayan Japonya, Rusya Türklerinin ve Müslümanların kurtuluşunda, İbrahim için yeni bir ümit olmuştur.
    Meiji Restorasyonu ile siyasî, ekonomik ve askerî alanlarda yenilikler yapmış olan Japonya, hızla güçlenmeye başlamış ve Rusya’nın rakibi hâline gelmiştir. Bu şartlar altında Abdürreşit İbrahim Japonya ile ilişkiye geçmiş, 1902 yılından itibaren birçok defa Japonya’ya giderek devlet adamları, üst rütbeli

    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  2. #2
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    subaylar ve aşırı milliyetçi grupların liderleri ile dostluklar kurmuş, davasına destek sağlamıştır. 1904-1905 Rus savaşından Japonya’nın zaferle çıkması İbrahim’in Japonya’ya olan inancını artırmıştır. Asya’nın Hıristiyan olmayan yeni gücü Japonya da, Rusya Müslümanları ve dünya Müslümanlarının lideri konumundaki Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kurabilmek için İbrahim’den yararlanmaya karar vermiştir. İbrahim de Türk ve Müslüman dünyasına yazıları ve sözleri ile Japonya’nın propagandasını yapmıştır. Abdürreşit İbrahim’in Japonya’da dostluk kurduğu en önemli şahsiyetlerden biri de hiç kuşkusuz Toyama Mitsuru’dur. Japon milliyetçiliğinin ve Asyacılığının fikir babalarından olan Mitsuru, Genyousha cemiyetini kurmuş, Kokuryuukai derneğinin de manevi liderliğini yapmıştır. Bu cemiyetler Mançurya’dan başlayarak tüm Asya’nın Batılılardan temizlenmesini ve Asyalıların Japonya liderliğinde birleşmesini amaçlamıştır. 1909 yılında Abdürreşit İbrahim ve Toyama Mitsuru, bazı ileri gelen Japonlarla beraber Tokyo’da, Ajia Gikai (Asya Meclisi) adlı bir cemiyet kurmuştur.
    Bazı üst düzey Japonların birdenbire Müslümanlığı seçerek üyesi oldukları bu cemiyet, Asya Müslümanlarının bağımsızlık hareketlerini yönlendirmek için faaliyet göstermeye başlamıştır. İbrahim’in çalışmaları sonucunda Japon yöneticiler Rusya’daki Müslüman Türklere biraz daha yaklaşmış ve onları potansiyel müttefik olarak kabul etmişlerdir. Japonya ile siyasî ilişkiye giren ilk Türk lideri olan Abdürreşit İbrahim, 1933’de eski dostlarının daveti ile Japonya’ya gitmiş yaşamının sonuna kadar burada kalmıştır.
    Abdürreşit İbrahim’in araladığı kapıdan daha sonra İdil-Ural Türkleri de geçerek Japonya’ya gelmiş ve buraya yerleşerek Türk- Japon ilişkilerinin fazlaca bilinmeyen bir yönünü oluşturmuşlardır. Özellikle ticaretle uğraşan bazı İdil-Urallı Türkler, aileleri ile beraber yetkililerden özel izinler alarak, 1920 yılından itibaren Japonya’ya ve Japonya kontrolündeki Kore’ye gelmeye başlamıştır. Japonya’ya gelenler Yokohama, Kobe ve Nagoya şehirlerine yerleşmişlerdir. Başlangıçta Yokohama’da diğer şehirlere göre daha kalabalık bir topluluk oluşmuş, ancak daha sonra Tokyo, Kobe ve Nagoya’da da Türk-Tatar nüfus artmaya başlamıştır.
    Tokyo’daki Türk-Tatar grubu 1921’den itibaren oluşmaya başlamıştır. Önceleri daha çok bekârlardan oluşan bu topluluk, Shinjiku semtindeki Tokyo otelinde odalar kiralayarak barınmış ve ticaret ile uğraşmıştır. İşlerini yoluna sokanlar yavaş yavaş ailelerini de yanlarına aldırarak ya da evlenerek Tokyo’daki az sayıda Müslüman ailenin yaşadığı yerlere taşınmışlardır. Japonya’daki Türklerin bazıları kasaplık, zahirecilik gibi daha çok Müslüman ailelerin ihtiyaçlarına yönelik işler yaparken, çoğunluğu kumaş ve hazır elbise ticareti ile uğraşmıştır. Zengin Türk-Tatar tüccarlar, mallarını yine Türk-Tatar olan seyyar satıcılara vererek sattırmışlar, seyyar satıcıların kimileri tek başlarına, kimileri de eşleriyle birlikte mallarını en uzak köylere kadar götürüp satmışlardır. Kumaş ve hazır giyim ticareti giderek kâr getiren bir iş olmaya başladıkça, pazarlama konusunda eleman sıkıntısı baş göstermiş, bu sıkıntının giderilmesinin de Mançurya ya da Kore’deki Türk-Tatar gençlerinin Japonya’ya getirilmeleriyle mümkün olabileceği düşünülmüştür. Japonya’ya gelen her Rusyalının, gümrükte ya nakit ya da yazılı garanti şeklinde 1.500 Japon yeni tutarındaki parayı yetkililere göstermek zorunda olması, yeni gelenlerin karşısına bir engel olarak çıkmış, sıkıntılar yaşanmaya başlanmıştır. Önceleri 400 Japon yeni olan bu miktar, 1917 Rus ihtilâli ile ülkelerini terk eden Rus göçmenlerin Japonya’ya akınını engellemek için, 1924 yılında çıkarılmış bir kanunla, 1.500 yen’e yükseltilmişti. Bu sorun da karşılıklı güvene dayanan bir işlem ile aşılmıştır. Gençleri Japonya’ya davet eden tüccarlar onlara gerekli miktarı hamiline yazılı bir çek ile vermiş, gençler de Japonya’ya geldiklerinde bu çekleri sahiplerine iade etmişlerdir. Japonya’da Avrupa tarzı giysilerin, kumaşların halk arasında sevilmesi ve yaygınlaşmasında buradaki Türk-Tatar satıcıların katkısı büyük olmuştur.
    Tokyo’da bulunan Türk aileler güç hayat şartlarına karşılık, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde bu zor şartları aşmaya çalışmıştır. Kimliklerini koruyabilmek için maddî imkânlarının da elverdiği ölçüde, dinî bayramlarda, millî günlerde Shinjuku semtinde bulunan Tokyo otelinde salon kiralayarak bir araya gelmeye özen göstermişlerdir.
    1924 yılı, Japonya’daki Türk-Tatarlar için bir dönüm noktası olmuş ve aslen Başkurt Türklerinden olan ünlü Kurbanali ailesinden, Muhammed Abdulhay Kurbanali Tokyo’ya gelmiştir. Kurbanali iç savaş günlerinde Beyaz kuvvetlerle işbirliği yapmış ve daha sonra onlarla beraber Uzak Doğu’ya Japonya kontrolündeki topraklara gelmiştir. Burada Japonlarla ilişkiye geçen Kurbanali, Dairen’de Japonlarca işletilen Güney Mançurya Demiryollarında tercüman olarak çalışmıştır. Amerikan istihbarat raporlarına göre Kurbanali Japonya hesabına çalışan bir ajandır ve Mançurya’da Japon istihbarat okulunda Rusça ve Türkçe dersler vermiştir. 1924 yılında kendine bağlı bir grupla Tokyo’ya gelen Kurbanali’nin buradaki faaliyetleri incelendiğinde, Japonların onu kendi İslâm politikalarını yürütmek için bir araç olarak kullandıklarını görmek mümkündür. Kurbanali ve yanındaki grubun Japonya’ya gelişi ile buradaki Türk-Tatar nüfusu da artmış ve kendi hâllerinde sürdürdükleri yaşamları değişmeye başlamıştır. Tatarlar eskiye göre daha organize ve birlik içinde hareket ederek her fırsatta bir araya gelmeye özen göstermişlerdir. 1925 Ocak ayından itibaren düzenli olarak birlikte Cuma namazları kılınmaya başlanmış, bu yıl aynı zamanda Mahalle-i İslâmiye’nin de kuruluş yılı olmuştur. Tokyo’nun ileri gelenlerinin yaşadıkları Shibuya’da kurulmuş olan Mahalle-i İslâmiye, Türk-Tatarların ve Müslümanların oturdukları semtin adı hâline gelmiştir. Kurbanali, başta Tokyo’dakiler olmak üzere tüm Japonya ve Japon denetimindeki topraklarda yaşayan Türk-Tatarları sistemli bir şekilde kontrolü altına almaya çalışmıştır. Onun bu konuda, en azından bir süre için oldukça başarılı olduğunu söylemek mümkündür.
    Nüfusun artmasıyla çocukların eğitim sorunu ortaya çıkmıştır. Yapılan toplantılar sonucunda bir okul kurulmasına karar verilerek Japon hükümetine başvuru yapılmış ve alınan izinle 2 Ekim 1927’de Shin-Okubo Hyakumin-chou 273 numaralı ev kiralanarak, Mekteb-i İslâmiye adıyla okul olarak kullanılmıştır. İlk okul seviyesinde eğitime başlayan bu okulda öğrenciler, okuma yazma derslerinden başka, dinî ve millî konularda da ders almaya başlamıştır. Kiralanan bina aynı zamanda mescit ve toplantı salonu olarak da kullanılmıştır. 3 Ekim 1928’de Tokyo Müslüman Derneği kurularak başkanlığına Kurbanali getirildi. Böylece hem okulun müdürlük ve öğretmenlik görevlerini üstlenen, hem de imamlığı kabul ederek dinî liderliği de eline geçirmiş olan Kurbanali büyük nüfuz kazanmıştır. Okul daha sonra ev sahibinin isteği üzerine kapatılmış ve Oukubo’ya, daha sonra da Kashiwagi semtine taşınmıştır. Okulun bu şekilde sık sık yer değiştirmek zorunda kalması hem eğitimin aksamasına sebep olmuş, hem de dinî-millî toplantıların yapılamaması sorununu ortaya çıkarmıştır. Bunun üzerine aileler para biriktirmeye başlamış ve dışarıdan da gelen yardım paraları ile 1931 yılında Yoyogi-Tomigaya semtindeki 1461 numarada kayıtlı binayı satın alarak okulu buraya taşımışlardır. Japon yetkililerin da yardımlarıyla bina, Kurbanali’nin adına tescil ettirilmiştir .
    Yeni okul binası, dönemin üst düzey devlet görevlileri ile zengin simalarının oturduğu, Tokyo’nun en iyi semtlerinden birindeydi. Açılış törenine aralarında önemli kişilerin de bulunduğu çok sayıda konuk katılmıştı. Öğrencilerin içinde Tokyo’da oturanlardan başka, Japonya’nın diğer şehirlerinde yaşayan ailelerin çocukları, hatta Kore’den gelen Türk-Tatar çocukları da bulunuyordu. Mekteb-i İslâmiye’nin açılışı gazete ve dergiler aracılığı ile Rusya ve Çin’de yaşayan Müslümanlara da duyurulmuş ve Japonya’nın İslâm politikaları için iyi bir propaganda malzemesi olmuştur.
    Mekteb-i İslâmiye’de öğrenciler Türk ve Japon öğretmenlerden Tatarca, Rusça, İngilizce öğreniyorlar ve Japonca olarak ilk okul müfredatındaki tüm dersleri de alıyorlardı. Molla Muhammed Abdülhay Kurbanali de din derslerine giriyordu. Ancak eğitimin başlamasıyla birlikte derslerde kullanılan kitapların yetersizliği büyük bir sorun teşkil etmeye başlamış, okuma yazma bilen aileler bu sorunu çözmek için fedâkarlık göstererek derslerde kullanılacak kitapları elleriyle yazıp çoğaltıp ihtiyaç sahiplerine vermişlerdir. Bu sorun 1928 yılına kadar devam etmiş, ardından yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde harf devrimi yapılınca kullanılamaz hâle gelen eski matbaa kalıpları ile Arapça harfler bir gazeteden satın alınarak Japonya’ya getirilmiş ve Mahalle-i İslâmiye matbaası kurulmuştur. Deneme baskılarının tamamlanmasından sonra 1930 yılı Ocak ayından itibaren arka arkaya çok sayıda kitap basılarak Çin’den Finlanda’ya kadar Türk-Tatar topluluklarının yaşadıkları tüm yerlere gönderilmiştir.Ders kitaplarının ve dinî içerikli yayınların dışında, Türk ve Müslüman dünyasına Japonya propagandası yapılması için 1932 yılından itibaren Yeni Yapon Muhbiri adlı bir dergi ile İlân-ı Hakikat adlı bir gazete basılmaya başlanmıştır. 1934 yılında ise Japon hükümetinin yaptığı yüklüce bir para yardımı ile Kur’an-ı Kerim basılarak Mısır, Afganistan, Irak gibi 33 Müslüman ülkeye gönderilmiştir.
    Tokyo’daki Türk-Tatar hanımları, doğumlarını Keio Üniversitesi hastanesinde ya da İmperial Üniversitesi hastanesinde yapıyor ve doğan çocukların adlarını imam hastaneye giderek kulaklarına söylüyordu. Erkek çocukların sünnetleri de önceleri Haylar’dan gelen Muhammed Şah Efendi Agiif tarafından yapılmaktaydı. Ancak onun vefatından sonra erkek çocukları 3-5 yaşlarına geldiklerinde Keio

    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  3. #3
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    Hastanesi doktorları tarafından sünnet edilmeye başlandı. Nikâh törenleri de Mekteb-i İslâmiye binasında Türk-Tatar geleneklerine uygun olarak imam tarafından kıyılıyordu. İkinci Dünya Savaşına kadar olan dönemde yabancılarla evlenenlerin sayısı yok denecek kadar azdır. Fakat Türk kökenlilerle yapılan evlilikler olmuştur. Millî duyguların kaybolmaması ve çocuklarla gençlere aşılanabilmesi için sık sık tiyatrolar tertip edilerek Ayaz İshakî gibi Türk milliyetçilerinin piyesleri sahneleniyor, okulda da Abdullah Tukay gibi millî şairlerin şiirleri ezberletiliyordu.
    Türk-Tatarların yaşamlarındaki bu organize hareketlerin Kurbanali’nin gelişi ile başladığını daha önce belirtmiştik. Ancak topluluk içindeki herkesin yeni lideri çok sevdiğini ve ona inandığını söylemek zordur. Ailelerin bir kısmı, Kurbanali’nin despot uygulamalarından ve daha da önemlisi geçmişinden dolayı onun varlığından rahatsızlık duyuyordu. 1931’de yaklaşık 10 aile Kurbanali ile ilişkilerini kesmiştir. Bu durum 1933 yılında Uzak Doğu’daki bütün Türk-Tatarları, İdil-Ural bayrağı altında toplamak ve tek merkezden idare etmek için çalışan Ayaz İshakî’nin Japonya’ya gelmesiyle su yüzüne çıkmıştır. Ekim 1933’de İshakî Kobe’ye ulaşmış ve buradan başlayarak Japonya’daki Türkleri İdil-Ural Türk-Tatar Kültür Derneği çatısı altında birleştirmeye başlamıştır. Aynı yıl Abdürreşit İbrahim de bir daha ayrılmamak üzere Tokyo’ya gelmiştir. Ülkelerini terk etmek zorunda kalmadan önce tanışmış olan, ancak birbirleri hakkında hiç de iyi şeyler düşünmeyen İshakî ve Kurbanali, ilk temasta -muhtemelen İbrahim’in telkinleri ile- doğrudan bir sürtüşmeye girmemişlerdir. Ancak daha sonra Ayaz İshakî’nin Tokyo’da İdil-Ural Türk-Tatar Kültür Derneği’ni kurmak istemesi ve toplantı için okul binasını talep etmesi ilk kıvılcım olmuş, İshakî’nin isteklerini reddeden Kurbanali onu engellemek için saldırgan bir şekilde harekete geçmiştir. İshakî ve onun Japonya’daki destekçisi Profesör Oukubo, 11 Şubatta Tokyo Izumibashi klüpte bir tanışma toplantısı düzenlemiş, ancak bu toplantı Kurbanali liderliğindeki Beyaz Rus subayları ve aşırı milliyetçi Japonlar tarafından basılmıştır. Ayaz İshakî ve profesör Oukubo saldırıya uğrayarak dövülmüştür.Tüm engelleme girişimlerine ve saldırılara rağmen İshakî, Japonya’dan başlayarak tüm Uzakdoğu’da yaşayan Türk-Tatarların büyük çoğunluğunu İdil-Ural bayrağı altında toplamayı başarmıştır. 1934 yılı içinde peş peşe Tokyo, Nagoya, Kobe, Kumamoto’da derneğin şubeleri açılmıştır.
    1938 yılı Tokyo Türk-Tatar topluluğu için bir başka dönüm noktası olmuş ve Japon yetkililerin desteği ve yönlendirmesi ile Tokyo Camii açılmıştır. Kurbanali ise açılış törenine katılmak bir yana, tutuklanarak Japonya dışına sürgün edilmiştir. Onun ortadan kaybolması ile Japonya’daki Türk-Tatarlar arasındaki buzlar da yavaş yavaş erimeye başlamış ve özellikle Türk Büyükelçiliği’nin çabaları ile Türk-Tatar kimliğinin yerini sadece Türk kimliği almıştır. Derneğin adı da Tokyo Türk Cemiyeti olarak değiştirilmiştir.
    Kore savaşının başlamasıyla, Türk hükûmeti de Birleşmiş Milletler ordusuna tugay seviyesinde bir birlikle katkıda bulunmuştur. Yaralanan askerlerimiz Kobe ve Tokyo’daki hastanelere sevk edilerek tedavi edilmiştir. Tokyo ve Kobe’de bulunan Türk-Tatar aileleri büyük bir istek ve fedakârlıkla gazilerimizin yardımına koşmuş, her konuda onlara destek olmuşlardır. Bu dönemde Türkiyeli askerlerimizle evlenen Türk-Tatar kızları da vardır. 1953 yılında ise Japonya’daki Türk-Tatarların büyük çoğunluğu Türk vatandaşlığına geçmişlerdir.
    Japonya’daki Türk-Tatar toplumu, taşıdıkları Türk ve Müslüman kimliğini iyi bir şekilde temsil ederek, olumlu bir Türk imajı yaratmıştır Siyasî, ekonomik, kültürel alanlarda Türkiye ve Japonya arasında köprü olan Türk-Tatarlar, Türk vatandaşlığına geçince, Uzak Doğu’daki diğer Türk-Tatar toplulukları gibi, yavaş yavaş Türkiye’ye ve buradan da Finlandiya, Avusturalya gibi ülkelere göç etmeye başlamışlardır. Türkiye’ye gelenlerin bir kısmı ise daha sonra Amerika Birleşik Devletlerine göç etmiştir. Japonya’da ise hâlen 10-15 kadar aile bulunmakta ve Uzak Doğu’daki Türk-Tatarların tarihini yaşatmaktadır.
    Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 1, Sayı 1 (Kasım 2004)
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

Benzer Konular

  1. Osmanlı İmparatorluğu ve Japonya'daki Yenileşme Hareketleri Karşılaştırılması
    Konu Sahibi Evliya Çelebi Forum Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 26.Kasım.2008, 19:00
  2. Meiji Döneminde Japonya'da Yapılan Yenilikler
    Konu Sahibi ilteriş Forum 20. Yüzyıl Başlarında Dünya Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 06.Ekim.2008, 22:29
  3. Japonya'nın Mançurya'yi İşgal Etmesi
    Konu Sahibi ilteriş Forum 20. Yüzyıl Başlarında Dünya Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 18.Eylül.2008, 16:17
  4. Japonya'nın Dış Dünya'ya Açılması ve Meiji Dönemi
    Konu Sahibi ilteriş Forum 20. Yüzyıl Başlarında Dünya Araştırmalar
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 18.Eylül.2008, 15:52
  5. Kırım Tatar halkının ağlatan günü: 17 Nisan…
    Konu Sahibi erkut Forum Tarih Haberleri
    Cevap: 2
    Son Mesaj : 20.Nisan.2008, 12:44

Bu Konu için Etiketler

Giriş