Duyun-u Umumiye ve Muharrem Kararnamesi

İlk borçlanma yapılmış, aradan sadece 21 yıl geçmiştir, tarih Ekim 1875...

Mâli bunalım yine doruk noktasındadır. Sadrazam Mahmut Nedim Paşa moratoryum ilan ediyor. 1876'da ise tüm dış borç geri ödemeleri durduruluyor.

1880 sonlarında başlayan görüşmeler; Eylül 1881'de Osmanlı Hükümeti temsilcilerinin, Avrupalı alacaklılarla masaya oturmaları sonucunu veriyor. Ve 20 Aralık 1881'de Muharrem Kararnamesi imzalanıyor. Zengin Avrupa, sonunda, müflis Osmanlı'yı ekonomik vesayet i altına almayı başarmıştır:

Kararname'nin 15. maddesi gereğince Düyun-u Umumiye İdaresi kuruluyor. Bu kurumla birlikte Avrupa artık yeni bir adım daha atıyor: Doğrudan yatırımlara başlıyor.

A) 1879 yılı uzlaşmasına sürekli bir yöntem olarak katılan Muharrem Kararnamesi'nin özü, Türkiye'yle Avrupa finans kapitali arasındaki ilişki bakımından yeni olup "devlet gelirini alacaklıların yönetimine bırakmak ya da onlara kiralamak" şeklinde özetlenebilir. Kamu gelirleri büyük devletlere dayanan Avrupa maliyecileri tarafından kiralanmaya ve yönetilmeye başlayınca, Osmanlı Devleti'in mâli ve siyasal bağımsızlığı da ipotek altına alınmış oluyordu.

Pavlus Efendi 'ye göre

" Türk devletiyle Avrupa bankaları arasında aracılık eden maliyeciler sadece daha fazla zengin olmaktan, milyonlarına milyonlar katmaktan başka bir şey düşünmemişlerdir. Onlar milyonlarına önce Türkiye hesabına, sonra Avrupa borsası hesabına kavuşmuşlardır ."

Muharrem Kararnamesi Osmanlı İmparatorluğu'nun mâli ve siyasal gelişiminde yeni bir dönem başlatmıştır.

Ülkede hükümetten ayrı, hükümete tâbi olmayan, fakat devletin gelir kaynaklarının büyük bir bölümünü ele geçiren yeni bir kurum çıkmıştır ortaya: Duyun-ı Umumiye ...,

Alacaklılar tarafından seçilmiş bir kurulca yönetilen Duyun-ı Umumiye...

Duyun-u Umumiye İdaresi görünüşte devletin bir dairesi gibiydi; oysa bunun tam tersine Osmanlı Devleti'nin egemenlik haklarını ortadan kaldıran bir nitelik taşımaktaydı.

Zira borçlara karşılık olmak üzere kimi devlet gelirlerini toplama yetkisinin Duyunu-u Umumiye İdaresi'ne verilmesi, bir egemenlik hakkı olarak vergi alma iktidarının Osmanlı Devleti'nin elinden alınması anlamına geliyordu.

Duyun-u Umumiye üyelerinden biri olan ve yabancı devletlerin yarı resmi temsilcisi olan Osmanlı Bankası'na Bütçe Komisyonu'nda veto hakkı verilmiştir ki bu; vergi ve bütçe haklarını hiçe saymak, yani devletin istiklali ni ayaklar altına alıp çiğnemek anlamını taşımaktaydı. Daha da kötüsü, Duyun-u Umumiye İdaresi, Osmanlı Devleti'nin zengin kaynaklarından topladığı fonları yalnız borç geri ödemelerinde kullanmıyordu; bulundurduğu bir ihtiyat fonundan karşılanmak üzere başka ülkelerin hazine tahvillerini alarak, bu ülkelerin finansman kaynağına kavuşmalarına da katkıda bulunuyordu:

Mesela, İtalya'nın Duyun-u Umumiye İdaresi'nden aldığı borcu Osmanlı Devleti'ne karşı Trablusgarp Savaşı'nın finansmanında kullanması, Duyun-u Umumiye İdaresi'nin faaliyetlerine trajik bir örnek teşkil etmiştir [Çakır, 2001].

B) Duyun-ı Umumiye siyasal bir kurum olarak değil, özel bir şirket olarak kurulmuştur.

Ancak, Avrupa diplomasisi, "Duyun-ı Umumiye özel bir şirket değil de kendi temsilcisiymiş" gibi hareket etmiştir. Dolayısıyla Osmanlı ülkesinde iki maliye yönetimi çıkmıştır ortaya:

Birincisi Avrupa tarafından açıkça korunan Duyun-ı Umumiye, öbürü Avrupa'nın sürekli olarak baskı altında tuttuğu ve sıkıştırdığı Osmanlı Maliye Nezareti...

Osmanlı ülkesinin her yanında şubeler açarak, binlerce memuruyla koskoca bir örgüt oluşturan Duyun-ı Umumiye İdaresi, bu geniş örgütüne dayanarak, devlet gelirinin büyük bir bölümüne tam anlamıyla el koymuştur; tabii Avrupa maliyecilerinin, Avrupa diplomasisinin adına ve yararına...
1882/1883 yılında, devlet gelirleri Duyun-ı Umumiye yönetimine girdiği zaman, örgütün yönetimi altındaki gelir 2,5 milyon Osmanlı lirasından ibaretken,
bu rakam 1911-1912 yıllarında 8,3 milyon liraya ulaşmıştır. Demek oluyor ki, geçen zaman içinde Duyun-ı Umumiye el koyduğu devlet gelirlerinde 5,8 lira yani yaklaşık üç kat artış sağlamıştır. Muharrem Kararnamesi ile teminat altına alınan dış borçların taksitlerini ödemek amacıyla geliştirilen yöntem, devlet gelirleri üç öbeğe ayrılarak açıklanabilir:

Dış gelirler,
İç gelirler,
Bağımsız gelirler.

1) Dış Gelirler : Bu gelirler Osmanlı Devleti'ne tâbi devletlerce ödenmesi gereken vergilerden oluşuyordu. Duyun-u Umumiye bu vergi ve gelirlerin toplanmasında Osmanlı hükümetinin yerini almıştır. Fakat, en çürük olarak güvenceye alınan borçların, asıl bu borçlar olduğu kısa zamanda anlaşılmıştır.

Bunun nedeni şudur: Türkiye'den alacağına şahin olan Avrupa, Osmanlı'ya borçlu olan ülkelere karşı inanılmaz hoşgörüyle davranmıştır. Söz konusu Balkan devletlerinin, Osmanlı Devleti'nin bir kısım borcunu yüklenmesi yolundaki karar fiilen uygulanmamıştır. O zamanlar İngiltere'nin hazırlamış olduğu muhtıraya göre Balkan devletleri, Türkiye'nin borçlarının itfasına -Bulgaristan 9, 9 milyon Osmanlı Lirası, Sırbistan ve Yunanistan 2,1'er milyon Osmanlı Lirası, Karadağ 1,1 milyon Osmanlı Lirası ödeyerek katılacaktı.

Oysa bu kaynaklardan, Devlet'in kasasına tek kuruş girmemiştir.

Hükümetin adı geçen alacaklar için gösterdiği bütün çaba boşa gitmiştir. Çünkü Osmanlı'nın borcuna sadık kalmayan borçluları, Avrupa tarafından açıkça kollanıp korunmuşlardır.

Türkiye, alma hakkına sahip bulunduğu bu dış vergileri yitirmesi bir yana, üstelik geliri azaldığı için Duyun-u Umumiye'ye borç teminatı olarak yeni kaynaklar göstermek zorunda kalmıştır. Tarihimizin bu trajik sayfaları ancak şu deyişle en isabetli şekilde anlatılabilir: Vur abalıya!

2) İç Gelirler : Muharrem Kararnamesi uyarınca, Duyun-ı Umumiye yönetimine terk edilen yurt içi gelirlerin en önemlileri, tuz ve tütün tekelleri dir. Duyun-u Umumiye'nin başında bulunan finans grubunun baskısıyla "tütün vergisi" konularak, gerçek bir tekelciliğe gidilmişti. Bu çerçevede " Tütün Rejisi " adlı bir şirket kurulmuş, devlet söz konusu şirketle 30 yıllık bir sözleşme imzalamıştır. Sözleşme gereğince, tütün imal ve satışı Reji'ye ait olacaktır. Bir başka deyişle tütün üretimi monopolleştirilmiş oluyordu.

Tütün geliri Maliye Nezareti'nin elinden alınarak Duyun-u Umumiye'ye devrediliyordu. Hükümete sadece gelirden bir pay verilecekti. Ancak yıllık 750 000 lira olarak saptanan bu para hükümete değil, borçlara karşılık olmak üzere yine Duyun-u Umumiye'ye bırakılmıştır. Sonuç olarak devlet bir gelir kaynağını, tütün gelirini elden çıkarmakla, en önemli ve büyümeye en yatkın bir finansman kaynağından yoksun kaldı. Tütün rejisi ayrıcalığı verilmesi, Türkiye'ye çok pahalıya mal oldu. Ne var ki devletin elinden çekip alınan gelir kaynakları bunlardan ibaret değildi.

Muharrem Kararnamesi, Duyun-ı Umumiye'ye tuz ve tütün tekellerinden başka şu kaynakları da bırakmıştır:

Damga pulu resmi, alkollü içkiler resmi, İstanbul ve diğer birkaç bölgenin balık resmi, pek çok yerin ipek öşürü, tönbeki resmi.

3) Bağımsız Gelirler : Devletin en sağlam ve en zengin gelir kaynaklarına el koymakla yetinmeyen Duyun-u Umumiye, Osmanlı hükümetini, gelirin arttığı yıllara özgü bir takım kurallara da bağlamıştır.

Şöyle ki Hükümet Duyun-u Umumiye'nin rızası olmadıkça yukarıdaki gelirleri hiçbir şekilde değiştiremiyordu. Yani, söz konusu gelirleri ne artırabiliyor ne azaltabiliyordu. Kısacası, Devlet mâli politika bakımından bütünüyle yabancılara bağımlı hale gelmiştir. Muharrem Kararnamesi gereğince Duyun-u Umumiye, el koyduğu gelirlerin beşte dördünü faizlere, beşte birini ana paranın ödenmesine tahsis etmiştir.

Dolayısıyla gelir ne kadar artarsa, faiz ödemesine de o kadar fazla para ayrılmış oluyordu. Artık gümrük ve kazanç vergisi gelirlerinin artması devlete hiçbir yarar sağlamıyordu. Çünkü o yoldan doğacak olan para, Duyun-u Umumiye'nin dipsiz kasasına akıp kayboluyordu.

Sonuçta Duyun-u Umumiye ve devlet bir anlaşmanın iki tarafı olmaktan çıkıp birbirine düşman iki taraf haline gelmişti. Bundan da en büyük zararı Osmanlı devleti, ülke ekonomisi ve Osmanlı ahalisi görüyordu.