Efe Kimdir?
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Efe, tarihte Batı Anadolu'da özellikle Aydın ve Muğla illeri ile Ödemiş ilçesinde yaşamış, silahlı ve mevcut düzene değişik nedenlerle başkaldırmış olan kişilere verilen isimdir.
Efe aynı zamanda günümüzde yiğit, cesur, mert ve sözünün eri olan kişileri tanımlamak için kullanılmaktadır.
Efe aynı zamanda bir erkek ismidir.
Efe, Zeybek ve Kızan arasındaki bağıntı: Bir Efe, Zeybek gruplarının başıdır. Zeybekler arasında kahramanlık yapmış cesur ve mert kişiler arasından efe seçilir. Zeybekler, efenin emriyle kızanları yetiştirirler. Zeybeklerden eğitim gören, silahlı onur adamlardan oluşan genç kişilere, kızan denir. Belirli bir zaman kızan olarak zeybeklerden eğitim gördükten sonra zeybek sınıfına alınırlar.
Efe ismi bir teoriye göre eski grekçe Ephebos isminden gelmektedir. Anlamı genç erkek, atlettir. Anadolu Medeniyetleri Müzesi (İstanbul)'nde yer alan Ephebos ismindeki heykel de yunanlı bir erkek atleti simgelemektedir.
Kelimenin Kökeni
Efe sözcüğünün kökeni hakkında değişik teoriler vardır. Bu sözcüğün kökeni kesin olarak bilinmemekle birlikte benzer bir kelime olan Zeybek hakkında en bilimsel görünen tez, Onur Akdoğu tarafından kaleme alınan "Bir Başkaldırı Öyküsü - Zeybekler Tarihi, Ezgileri, Dansları" adlı eserde belirtilen (2004) "zeybek kavramının eski Türkçe'de koruyucu zırh anlamına gelen say, sağlam ve sıkı anlamına gelen bek sözcüklerinin birleşiminden doğan bir kavram olduğu" ve "Saybek - Saybak - Zaybak - Zeybak - Zeybek değişim zinciri içinde oluştuğu" savıdır. Efe kelimesinin ise "büyük kardeş" anlamına gelen bir Türkçe sözcük (eke) olduğu düşünülmektedir.
Efe veya zeybek kurumu ilk defa 16'ncı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda otorite boşluğundan kaynaklanan Celali Ayaklanmaları sırasında görülür. Daha sonraları yerel baskılar ve haksızlıklara karşı ayaklanarak dağa çıkan kimselere efe veya zeybek dendiğini görüyoruz. Efelerin kendine özgü giysileri ve geleneksel yapılari bu dönemde ortaya çıkmaya başlar. Günlük giyimden ayrılan ve zeybek yaşamında rahat hareket etmeye yarayan giysi türü ve silahlar kabul görmüştür. Örneğin dönemine gore kısa sayılan bir tür pantolon olan potur ve yakın mesafe çatışmasında çok yararlı olan bir tarafı ve ucu keskin yatağan gibi.
19'uncu yüzyıl boyunca efelerin devlet otoritesi ile inişli çıkışlı bir ilişkileri olmuştur. 93 Harbi'nde cepheye gitmeleri karşılığında haklarında “umumi af” ilan edilen ve cephelerde büyük yararlıklar gösteren zeybekler döndüklerinde, af vaatlerinin tutulmadığını görerek dağlara geri dönmeye başlamışlardır. 1879’dan itibaren eşkıyalık Ege Bölgesi’nde tekrar salgın haline gelmiş ve hükümet bunlara karşı hiçbir şey yapamaz olmuştur.
Bu dönemde Yörük Osman, Çakırcalıoğlu Ahmet Efe (Çakırcalı Mehmet Efe'nin babası), Deli Memet, Büyük Cerit, Küçük Cerit, Çallı Veli, Koca Arap, Parmaksız Arap, Harputlu Ömer, Kürt Mustafa, Pic Osman ve Bakırlı çeteleri en tanınmış olanlardı. Öte yandan Karabacak, Karayotoğlu Nikola, Hambrikoğlu Panayot, Seyrekköylü Nikola, Kaptan Andreya, Kaptan Aleko, Kaptan Foti ve Kaptan Sokrat gibi Rum çeteleri de Ege dağlarında taşkınlıklar yapmaktaydılar. Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa, olağanüstü İzmir valiliği esnasında, yerli çeteleri düze indirip, bir tür koruculuk sistemi içinde kır serdarı olarak görevlendirerek, Rum çetelerini ortadan kaldırmaya çalışmış ve bunda da kısmen başarılı olmuştur. Efeler devletle uzlaştıklarında, çoğu Ege Adaları'ndan gelerek Ege Bölgesi'nde kan kusturan Yunanistan destekli Rum eşkiyanın hakkından gelebilen tek güç olarak kendilerini göstermişlerdir. Ancak bu çabalar sonradan İzmir valisi olan Hacı Naşit Paşa'nın efelere (Türk asilere) topyekun tuzak kurarak büyük kısmını imha etmesi üzerine sonuçsuz kalmıştır. Nail Moralı'nın 20'nci yüzyıl başı Ege Bölgesi ve İzmir'e ilişkin anılarında da, özellikle Çakırcalı Mehmet Efe'nin öldürülmesinden sonra Rum eşkiyanın bütünüyle azdığı kaydedilmektedir.
Efeler, Birinci Dünya Savaşından sonra Türkiye'nin işgalinde Yunan kuvvetleriyle karşı karşıya gelmiş ve dağdan inerek Milli Mücadeleye katılmışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra hizmetleri nedeniyle kendilerine ordu rütbesi ve İstiklal Madalyası verilen efeler, bu tarihten sonra yasadışı eylemlerini bırakarak tarihteki yerlerini almışlardır. En ünlü efeler arasında Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe, Demirci Mehmet Efe, Mestan Efe, Atçalı Kel Mehmet Efe, Molla Ahmet Efe, Saçlı Efe, Gökçen Efe, Çakırcalı Mehmet Efe gibi isimler yer almaktadır.
Zeybek Kimdir?
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Zeybek; Batı Anadolu Efesi.
Zeybek sözcüğünün kökeni konusunda bilim adamları ve araştırmacılar arasında birçok değişik, hatta karşı karşıya duran görüşler vardır. Bugün için eldeki verilerle sorunu çözümlemek doğrultusunda bir görüş birliğine varmak da olası görünmemektedir.

Sözcüğün kökeni üzerine çeşitli görüşler

Onur Akdoğu'ya göre
Onur Akdoğu, zeybek kavramının Eski Türkçe'de koruyucu zırh anlamına gelen “say”; sağlam ve sıkı anlamına gelen “bek” sözcüklerinin birleşmesinden doğan bir kavram olduğunu söylemektedir. Zeybek sözcüğü için; “Güçlü, kuvvetli koruyucu anlamında kullanılmış saybek kelimesinin yüzyıllar içinde önce saybak, daha sonra seybek, seybak, zeybak ve Zeybek olarak değişim sonucu ortaya çıkmıştır.” demektedir.

Dr. Tahir Kutsi'ye göre
Dr. Tahir Kutsi; Bizanslı tarihçi Parhimeres’i tanık göstererek Zeybek sözcüğünün Türkçe kökenli olduğunu savunmaktadır. Bizanslı tarihçinin belirttiğine göre Aydın, Salmpakis Mantahias adındaki bir komutan eliyle Türklerin eline geçmiştir. Bu komutan da, Gazi Menteşe’dir, “Salmpakis” unvanıyla anılmaktadır. Salmpakis ise “Saybak”tır. Rum alfabesinde “B” harfi olmaması dolayısıyla aradaki “B” harfi “MP” harfleriyle gösterilmektedir ve yine aradaki “L” harfi de yumuşaktır, “Y” gibi söylenmektedir. Saybak sözcüğü de; yiğitlik, mertlik ifade eder. Bu sözcük, zamanla yumuşayıp incelerek “Zeybek” olmuştur. Ayrıca araştırmacı, Orta Asya’da ve Türkistan’da Zeybek, Saybak, Seybek adında köyler bulunduğunu, sözcüğün Ege Bölgesi’nde “yiğit”, özü sözü doğru, kişiliğine inanılan, sözüne güvenilen kişi” anlamı taşdığını belirtmektedir.

Cemil Demirsipahi'ye göre
Cemil Demirsipahi ise “Türk Halk Oyunları” adlı eserinde, sözcüğün kaynağının bilinmediğini söyleyerek Dr. Tahir Kutsi’nin düşüncelerine katılmaktadır. Ayrıca Arapların da bu sözcüğü sahiplendiklerini belirtir. Yazara göre Araplar, Mısır’da oluşturulan askeri fırkalardan bazılarının Bursa yöresindeki Türklerden oluştuğuna; bu askerlere toplu davranışlarında atak olmaları nedeniyle “Civa gibi” anlamında “Zeybeki” dendiğine ve bu sözcüğün zamanla Zeybek şekliğini aldığına inandıklarını belirtmektedir.

İsmail özboyacı'ya göre
İsmail Özboyacı, Zeybek sözcüğünün Türkçe’den Yunanca’ya geçmiş öz Türkçe bir sözcük olduğunu belirtmektedir.

MahmutRagıp Gazimihal'e göre
Mahmut Ragıp Gazimihal’e göre, Zeybek sözcüğü “salbak” ya da bunun diğer bir söylenişi olan “saypak” sözcüklerinden türemiştir. Bununla bağlantılı olarak, kaynaklarda geçen “salmpakis” sözcüğünün aslında “salpak” ve dolayısıyla Zeybek olduğunu savunur. Zeybek sözcüğünün Türkçe bir sözcük ve aynı zamanda Kırgızlar arasında da bir oyun adı olduğunu; ayrıca Doğu Türkistan ve Afganistan’ın Badahşan kentinde “Zeybek” adında birer köy bulunduğunu belirtir.

Halil Oğultürk'e göre
Halil Oğultürk; Mahmut Ragıp Gazimihal’in düşüncelerini aktararak, bu düşüncelere katıldığını, ayrıca Hüseyin Hilmi Bayındır’ın Zeybek sözcüğü üzerindeki incelemesini de aktararak “Zeybek” sözcüğünün Oğuz Türkleri'ne ilişkin olduğunu belirtir.

Hüseyin Hilmi Bayındır'a göre
Hüseyin Hilmi Bayındır ise, bu sözün anlayışlılık anlamına gelen “sağ” ve sağlam anlamına gelen “bek” sözlerinin birleşiminden oluştuğunu iddia eder. Hüseyin Hilmi Bayındır’a göre; Divân-ı Lügati't-Türk’de “Bekneğ” sözcüğündeki “Bek” hecesinin “Sağlam” anlamında olduğu yazılmaktadır. Yine Divân-ı Lügati't-Türk’de “Sağ” sözcüğü Oğuzca’da “Zeybeklik, anlayışlılık” anlamına gelmektedir. Divân-ı Lügati't-Türk’de “S” harfinin kimi zaman Türk dilinde “Z” olarak okunduğu söylenmektedir. Zeybek sözünde “Sağlam” anlamında bir “Bek” sözünün bulunması “Zeybek” adının birleşik ad olduğunu anlatmaktadır. “Bek” anlamı olan sağlam sözünü doğrulayarak bir ek ad olması şarttır. “Bek” sözü bir insan için kullanıldığına göre de ek sözü, insanın niteliğini iyi yönünde anlatan söz olması gerekmektedir. Yani “Bek” sözü ile ancak “anlayışlılık, akıllılık” anlatan “Zağ” sözü ile birleşik ad olabilir ve Zağ-Bek şeklini alır. Bunu Türk dilinin yapısı zorunlu kılmaktadır. “Başta gelen kalın, anca yumuşak hece; sonda gelen ince, ancak sert heceye uydurularak okunur” kuralına göre “Zağ” hecesi kendisinden sonra gelen sert, ince “Bek” hecesine uydurularak “Zeğ” olmuş; “Bek”le birlikte “anlayışlı, akıllı, sağlam, anlayışlı adam anlamında” “Zeğbek” olarak Avrupa tarih kitaplarına geçmiş ve çağımıza değin Bozdağ, Dalgalı köylerinde yaşamıştır. Sonraları sözcüğün ortasındaki “Ğ” söylendiği gibi yazılma kuralına uyularak “Y”ye dönmüştür.

Sabahattin Türkoğlu'na göre
Sabahattin Türkoğlu, Anadolu’ya gelen ilk Türklerde asker ve orduya “Sü” dendiğini, “Sü-Bek” sözcüğünün “Subay” anlamına geldiğini, “S” harfinin yumuşayarak “Z”ye dönüştüğünü ve “Zübek” biçimini aldığını; zamanla bu sözcüğün de “Ziybek-Zeybek” biçimini aldığını belirtmiştir.

Şeref Üsküp'e göre
Şeref Üsküp ise, bu sözcüğün, civa anlamına gelen Arapça “zibak” sözcüğünün “ziybak” sözcüğüne dönüşmesinden türediğini söyler.

Halikarnas Balıkçısı'na göre
Halikarnas Balıkçısı, Lydiaca “obekkos”, “to bekkos” ve “ibakhi” sözcüklerinin, zeybek sözcüğüne dönüştüğünü söylemektedir. Zeybek sözcüğünün kökeni ile ilgili iddialardan biri ise; İyonya dilinde Tanrı "Bakhüs'ün Askerleri" anlamına gelen Zai Bakhon kelimesinden türediğidir.

Enver Behnan Şapolyo'ya göre
Enver Behnan Şapolyo ise; bağlantısını nasıl kurabildiyse, zeybek sözcüğünün hudut bekçileri olduğunu söylediği, “sekban ve seymenden geldiği anlaşılmaktadır” demektedir.
Zeybek kavramının ortaya çıkışı, çobanlıkla ilgili görünmektedir:
"Zeybeklerin çoğunluğunun çobanlıktan yetişme..., çobanların yanlarında birkaç yakın arkadaşları olur, zeybek çetesi kuracakları zaman bu kişileri bulup konuşurlar. Bu kişiler de genellikle çobandırlar. Zeybeklerin ilk mesleği çobanlık... Çoban tipine bakıldığında; zeybeğin sosyal rolü ve taşıdığı özelliklerle büyük ölçüde örtüştüğü görülmektedir” gibi belirlemeler yapılmaktadır.

Haydar Avcı'ya göre
Haydar Avcı’ya göre; sorundaki tıkanma, halk diline uzak oluş ve yabancılıktan kaynaklanmaktadır. Bugün Anadolu’nun birçok yöresinde, halk dilinde halen kullanılan bir sözcük vardır. Bu sözcük “zağmak” sözcüğüdür ki çeşitli anlamlara gelmektedir.

Zağmak
Kaçmak, koşmak. (Söğüt, Çal, Denizli – Üçem, Bala, Ankara – Göl, Çubuk, Ankara – Güvenç, Konya.)
Düşmek. (Zile, Tokat – Bor, Niğde.)
Hızla fırlamak, akarcasına kayıp gitmek. (Eğridir köyleri, Isparta – Söğüt, Bilecik – Alaşehir, Manisa – Çankırı – Mersin köyleri, İçel – Afşin, Maraş – Çarşamba, Samsun – Şarkışla, Koyulhisar, Sivas – Bor, Niğde – Yozgat.)
Saldırmak. (Kumdanlı, Yalvaç, Isparta.)
Hareket etmek, hızla bir yere gitmek, gidiş, yerinde duramamak, kaçarak kurtulmak. (Ankara, Kalecik ilçesi, Alevi – Türkmen köyleri.)
Yaman, atik, çevik, bir şekilde hareket etmek. (Isparta, Keçiborlu, Kılıççı kasabası ve köyleri.)
Ayrıca Ankara yöresi köylerinde “zağ” sözcüğü hızla git, durma, seğirt, savuş, hareket et anlamında kullanılan bir sözcüktür.

Özetle
Şimdi bu açıklamaların “zeybek” kavramıyla ne ilgisi var denilebilir. Kısaca bunu açıklayalım. Bilindiği gibi “bek”, “bak”, “pek”, “pak” ekleri Türkçe'de kavram yaratmak amacıyla kullanılan eklerdir. Söz gelimi; kaymak fiilini ele alacak olursak, burada “kay” köküne “pak” eki eklenerek “kaypak” kavramı türetilmiştir ki, anlam olarak ikiyüzlülüğü, tutarsızlığı, dönekliği, güvenilmezliği anlatmaktadır. ”Zağ” köküne ise, “bek” ya da “bak” eki eklendiğinde ise “zağbek” veya “zağbak” kavramları ortaya çıkar ki, bu da sürekli kaçan, belli bir yerde kalıcı olarak durmayan, yeri geldiğinde saldırı durumunda olan; bir yere, özellikle sığınılacak ve savunulacak yerlere kaçarak kendini savunan gibi çeşitli anlamları içerir ki, bu anlamlar da, zeybekliğin yapısı ve konumuyla bütünüyle örtüşmektedir.
Bu kavramın yüzyıllar boyunca halk ağzında, yöresel söyleyişlere ve dilin akıcılığına uydurularak “zeğbek”, “zeybek” şekline dönüşmüş olabileceğini de rahatlıkla düşünebiliriz. Söz gelimi, Ege Bölgesi telaffuzuyla Orta Anadalu, Kuzeybatı Anadolu telaffuzuyla, Güneybatı Anadolu telaffuzunun aynı olduğunu söyleyebilir miyiz? Dolayısıyla bu kavramların da bölgeler arası konuşma dilinde böyle küçük değişikliğe uğraması bize göre doğal bir durumdur. Bu tür değişimleri, başka sözcük ve kavramların kullanımında da görebiliriz.
Zeybeklerin de bir yerde duramayan, belli ve kalıcı bir mekânı bulunmayan, barınmak ve korunmak amacıyla sürekli kaçış, yani hareket halinde olan, ulaşılması zor ve sarp yerlere, özellikle dağlara giden topluluklar olduğu düşünülürse, bu kavramın pekâlâ bu sözcükten açıkladığımız biçimde türetildiği neden söylenmesin?
Ayrıca kaynaklarda zeybek kavramının “ele avuca sığmaz kişi” anlamına geldiği de belirtilmektedir ki, bu da yukarıdaki düşüncelerimizi doğrular niteliktedir.
Biliyoruz ki, zeybeklik geleneği içinde dağa giden, dağlara çıkan kişiye “zeybek oldu” denilmektedir. Zağmak sözcüğünün anlamlarıyla bir arada düşünüldüğünde, bu anlam ve aktarım, savlarımızı bütünüyle desteklemektedir.
Ayrıca zağbek ve zeybek kavramlarında olduğu gibi, seymen kavramının da Ankara’nın çeşitli yörelerinde sağmen, samen, seymen, seyman şekilllerinde kullanıldığı görülmektedir. Yine buna benzer bir biçimde “bey” kavramı da halk dilinde beğ, bağ, ba, beg biçimlerinde kullanılabilmektedir. Çoğu zaman halk, “beyim” kavramının “beğim” biçiminde telaffuz eder ki, dildeki bu tür değişimler, yukarıdaki düşüncelerimizi önemli ölçüde onaylamaktadır. Halk dilinde “y” harfinin “ğ” ve “g” harflerine; “g” ve “ğ” harflerinin “y” harfine dönüştüğü çok sık görülen bir durumdur. Aynı durum “zağbek” kavramı için de geçerlidir.
Yine bu şekilde dildeki yöresel değişim sonucu zeybek bölgesi olan Ankara dolaylarında zeybek kavramının çeşitli şekillerde değişikliğe uğradığını, “zibek”, “ziybek” gibi söyleniş biçimlerine rastlanıldığını ve bu şekilde halk arasında kullanıldığını belirtmekte yarar görüyoruz.