Hepimizin bildiği hikayelerden biride Arapların I. Dünya Savaşı sırasında bize ihanet ettiğidir. Bu yazımda bu cümlenin çokta doğru olmadığını ispatlamaya çalışacağım. Öncelikle şunun altını çizelim ki bize karşı isyan edenler Arapların tamamı değil, İngilizler tarafından kandırılan bir avuç araptır. (Özellikle Mekke Şerifi Emir Hüseyin) Mekke Şerifi Emir Hüseyin'in İsyanı'nda İngilizlerin teşviği ne kadar etkili olduysa İttihat ve Terakki'nin beceriksizliğide o kadar etkili olmuştur. Bu yargıya nerden vardığımıza gelince. İster istemez insanın aklına soru şu geliyor Araplar veya Emir Hüseyin neden II. Abdülhamid döneminde değilde İttihat ve Terakki döneminde isyan ediyor? İşte bu sorunun cevabı bizi II. Abdülhamid ile İ-T arasındaki farka götürecek.
Şimdi burada II. Abdülhamid hakkında uzun uzun açıklamalar yapmanın luzumunu görmüyorum ama Emir Hüseyin hakkında kısa bir bilgi verelim ve olayı isyana bağlıyalım.
Şerif Hüseyin Arap ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmasında önemli bir rol oynamış bir isimdir. İsmindeki “Şerif” Peygamberimizin (sav) soyundan geldiğini gösterir. Aynı zamanda Şerif Hüseyin Fatımî hanedenının da torunudur. Bu özellikleri, onun Arap dünyasında karizmatik bir kişiliği olmasına yol açar.
Sultan Abdulhamid, Şerif Hüseyin’in İngiliz ajanları ile irtibat halinde olduğunu haber alır almaz onu ailesiyle birlikte 1891′de İstanbul’a davet eder ve 18 yıl boyunca bir daha da bırakmaz. Şerif Hüseyin karizmatiktir; lakin zeki ve dirayetli bir devlet adamı değildir Sultan’a göre. Ve bu yüzden kullanılmaya müsaittir. Bu zorunlu ikametgah sayesinde de Şerif Hüseyin’in bu karizmasının, zaafları yüzünden Osmanlı aleyhine kullanılmasına da set çekmiş olur Sultan Abdulhamid.
İngiliz tarihçi Peter Mansfield’e göre, Osmanlı’daki Arap milliyetçiliğinin sınırlı kalmasının iki nedeni vardı: “Birincisi, bu Avrupa kökenli milliyetçilik fikirlerinin bu yerlere (henüz) işlememiş olması; ikincisi de, Sultan II. Abdülhamid’in İmparatorluğun elinde kalanını bir arada tutmak için uyguladığı başarılı ve kurnazca yöntemlerdi.”
Tarihçi Zekeriya Kurşun da “Abdülhamid’in saltanatı boyunca Arap milliyetçiliğinin… önceki hızını kaybettiğine” dikkat çeker ve “Abdülhamid, Arap milliyetçiliğinin harekete geçmesini geciktirmiştir” yorumunu yapar.
Sultan Abdülhamid’in politikasının temeli, 19. yüzyılda hâlâ devam eden dini bağlılık ve geleneksel siyasi sadakat faktörünü canlandırarak Osmanlı devletini ve ülke bütünlüğünü kurtarmaktı. Kürtler arasında kurulan Hamidiye Alayları bu büyük siyasetin uygulamalarından biriydi. Sultan, alaylar yoluyla “Kürtlerin babası” olarak anıldığı gibi, Arapların da hamisi oldu. Abdülhamid, uyruğundaki Arapların kalbini kazanmak için Arap ülkelerindeki dinsel kuruluşlara, tarihi camilerin onarım ve süsleme işlerine önemli bir fon ayırmış… çevresindeki danışmanları arasında Arap düşünürlerine her zaman iyi davranmış, değer vermişti. Bedevi Şeyhlerinin çocuklarını eğitmek için özel okullar açmış, bu yolla onlara Osmanlılık bilinci aşılamıştı. Bu politikanın siyasi meyvelerini de almıştı. Örneğin Peter Mansfield’a göre:
“1904′te Osmanlı Padişahı Sina üzerinde hak iddia ettiğinde, Mısırlı milliyetçi lider Mustafa Kamil, İslamcılık ruhu içinde, onun yanında ve Mısır’ın çıkarlarını savunan Lord Cromer’in karşısında yer almıştır.”
İTTİHAT VE TERAKKİ DÖNEMİ:
Ne kadar garip ki, Sultan Abdulhamid’i tahttan indiren ittihatçılar , Şerif Hüseyin ve iki oğlunu serbest bırakmakla kalmazlar bir de yeni kurulan Osmanlı Meclisine mebus olarak alırlar. Şerif Hüseyin ve oğulları da casus Lawrence’nin oyunlarıyla Osmanlı’ya karşı mücadeleyi örgütleyen, Osmanlı askeri trenlerine ve demiryollarına sabotaj düzenleyen çetelerin başında bulunurlar. Arap Krallığı havucuyla ve aldıkları İngiliz sterlinleriyle Osmanlı’nın Hicaz’daki egemenliğine son verirler. Ama özellikle belirteyim ki Şerif Hüseyin’in ihanetini tüm arap coğrafyasına mal etmek çok yanlış olur. Zaten tarihimizle ilgili dilimize “(Tüm) Araplar Osmanlı’ya ihanet etti” gibi yanlış bir söylem yerleşmiştir. Bu tamamıyla haksız bir genellemedir.
Tabii Şerif Hüseyin’e birtakım vaadlerde bulunulmuştu. Fransızlar bir oğluna Suriye’yi verecekler, öbür oğluna da Lübnan diye bir ülke icad edeceklerdi. Şimdiki Suudi Arabistan ise kendisine kalacaktı. Ve bir kral soyu hanedanlıklar şeklinde Arap coğrafyasını yönetecekti. Armağan’a göre Şerif Hüseyin bir süre sonra verilen sözlerin tutulmayacağını, İngilizlerin ve Fransızların kendisini kullandığını, ancak kukla yönetici olacağını anlayıp karşı çıkmak istediyse de Suudî Hanedanı karşı bir darbeyle Şerif’i tahttan indirmişti. Hasılı Şerif Hüseyin canını zor kurtarıp önce Malta’ya kaçtı, ardında da Kıbrıs’a yerleşti. Şerif Hüseyin’in İngilizlerin ve Fransızların kendisini kullandığını bu kadar geç farketmesi, Sultan Abdulhamid’in onun hakkındaki “zeki ve dirayetli bir devlet adamı değildir” öngörüsününde ne kadar haklı olduğunu ortaya koymaktadır.

Mekke Şerifi Emir Hüseyin ile ilgili bir anekdot okumak için tıkla