BÜYÜK BULGAR DEVLETİ

Büyük Bulgar Devleti’nin siyasi tarihi kurucusu olan Kubrat’ın ölümü sona ermiştir. Kubrat’ın siyasi faaliyetleri muhakakki devletin kuruluşundan önce başlamıştı. Kubrat’ın hayatını ayrı bir başlık olarak ele almayaşımızın nedeni ise; bu konudan bahsederken doğal olarak tüm Büyük Bulgar Devleti tarihinden de bahsetmek zorunda kalışımızdır. Eğer bunu yapsaydık, asıl konumuz olan Büyük Bulgar Devleti arka plana düşebilirdi. Bu nedenle öncelikle Kubrat’ın devletini kurmadan önceki faaliyetlerini ayrı bir başlık altında ele aldık.

I. Kubrat’ın Kimliği ve Han Olmadan Önceki Faaliyetleri

a. Kubrat Han’ın Kimliği Sorunu

Kubrat kelimesinin hangi manaya geldiği hakkında araştırmacılara arasında hakim iki görüş vardır. Bunlardan birincisi: Karadeniz’in kuzeyindeki tüm Ogurlar’ı toplaması olayına nisbeten Eski Türkçe’de toplamak anlamına gelen ‘Kubrat’ olduğu (Kubrat: toplayan , birleştiren); diğeri ise ‘Kurt’ anlamına geldiğidir .

Kubrat, Doulo sülalesine mensuptu . Bu da Asya Tanhu sülalesi olan T’u-ko ile aynı idi. Yani Kurt doğrudan Asya Hunları Tanhu sülalesine bağlanıyordu. Eğer Kubrat Doulo sülalesine mensup bir şahıs ise, o zaman da iki ayrı görüş ortaya atılmaktadır. Bulgar Hakanlar Listesi’ nde verilen bilgilerin daha doğru olduğu kabul edildiği takdirde; Kubrat, Asya Tanhu Sülalesi’ne mensup olan Attila’nın soyundan gelmektedir . Eğer bu görüşü kabul edersek, Kubrat Attila’nın soyundan gelmesi nedeniyle karizmatik yönetici özelliklerine sahipti. Yani ‘kut’u olduğunu göstermesi, bölgede bulunan Türk topluluklarını gönüllü olarak hakimiyeti altına alması çok daha çabuk gerçekleşecek bir olgu idi. Fakat Kubrat’ın birliğini oluştururken, bazı boyların birliğe katılmakta ayak diremeleri akıllara bazı soru işaretleri getirmektedir. Fakat Doulo sülalesi mensupları Batı Gök-Türk Devleti içinde de önemli bir topluluklardan idi . Buna göre Kubrat, Batı Gök-Türk Devleti’nden ya bağlı birlikleri yönetmesi amacıyla gönderildi ya da kendisinde bu hakkı gördüğünden ortamdan da yararlanarak bağımsızlığını ilan etti. Fakat Artamonov ve Gumilev’e göre bu bağımsızlık hareketini başlatan Kubrat’ın dayısı olan Organa başlatmış, Kubrat’da bu hareketi devam ettirerek bağımsız hale gelmiştir . Eğer bu söylediğimiz şartlar geçerli ise, Kubrat’ın birliğini oluşturmak için çok çaba harcaması gerekmekte idi ve zaten bu da böyle olmuştur. Fakat bunları kabul edersek 619 tarihinde Bizans başkentine gittiği söylenen kişinin Kubrat olması hayli zorlaşmaktadır.

b. Han Olmadan Önceki Faaliyetleri

Kubrat’ın Han olmadan önceki faaliyetleri hakkında bilgilerin ne kadar yetersiz ve bir o kadar da yoruma açık olduğunu yukarıda gördük. Kubrat’ı han olmadan önceki faaliyetleri hakkındaki ilk bilgi 619 tarihinde Bizans başkentine gidip, orada kaldığıdır. Fakat Bulgarlar hakkındaki hemen hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da çeşitli görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Görüşlerden birine göre; 619 yılında İstanbul’a gelen kişi Kubrat iken, diğer görüşe göre; bu kişi onun amcası veya dayısı olan Organa ’dır. Artamonov’a göre de bu şahıs Organa olmalıdır. Çünkü zaten onun Batı Gök-Türk tahtında gözü vardı . Bu nedenle Bizans ile geliştirilecek ilişkiler onun için gerçekten önemli olmalıydı. Ostrogorsky’de Nikephoros ve Ioannes’e dayanarak, Kubrat’ın da İstanbul’a Organa’nın mahiyeti arasında gelenlerden biri olduğunu ve burada rehin bırakıldığını söyler . Fakat çoğu araştırmacı Kubrat’ın o tarihlerde İstanbul’a gelip vaftiz olduğunu görüşüne katılmazlar .

Bu olayın yani 619 tarihinde bir Bulgar yöneticisinin İstanbul’a gelmiş olması ihtimali gerçekten yüksektir. Çünkü bu dönemde hem Bizans’ın hem de Bulgarlar’ın bu ittifaka gerçekten ihtiyacı vardı. Bizans bu sıralarda, çok zor bir dönemi İmparator Herakleios önderliğinde aşma çabaları içindeydi. Batıdan sürekli devam eden Avarlar, doğuda da Sâsânî İmparatorluğu Bizans’ı yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştı. Sâsânîler’e karşı doğuda Hazarlar ile ittifak kurma yoluna giden Herakleios, Avarlar’a karşı da bunu Bulgarlar ile ittifak kurmaya çalışmıştır . Artamonov da gelen heyete pek çok hediye ve ünvanların verilmesini, Bizans’ın bu ittifaka ne kadar önem verdiğinin bir belirtisi olarak kabul eder . Herakleios’un yaptıkları aynı zamanda, Bizans İmparatorluğu’nun Karadeniz’in kuzeyi için uyguladığı politikaya da uyguladığı politikaydı. Buna göre; gerçekten çok önemli bir stratejik bölge olan Kırım’daki toprakların korunabilmesi ve Bizans’ın buradaki etkinliğini arttırabilmesi için bu bölgede Hristiyanlığı yayma faaliyetleri Bizans tarafından uygulanmıştır . İlk adım hangi taraftan gelmiş olursa olsun, bu ittifak her iki taraf içinde kaçırılmaz bir fırsattı. Taraflar da zaten kendilerine altın bir tepside sunulan bu fırsattan en büyük ölçüde yararlanmasını bilmişlerdir. Organa ile başlayan bu ittifak siyaseti daha sonra Kubrat tarafından devam ettirilmiştir.

II. Büyük Bulgar Devleti’nin Kuruluşu

a. Devletin Kurulduğu Bölge

Büyük Bulgar Devleti’nin kurulduğu bölge konusu henüz tam bir açıklık kazanmamıştır. Bu konu üzerinde araştırmacılar çeşitli görüşlere sahiptirler. Moravcsik ve Togan,; devletin Kuzey Kafkasya’da: Don ve Kuban nehirleri arasındaki bölgede olduğunu ; Ahmetbeyoğlu, Golden, Grousset, Kafesoğlu ve Pritsak; Kuban ile Azak Denizi arasında, Karadeniz bozkırlarının doğusunda bulunduğunu düşünürler . Artamonov, Miftakov ve Ronâ- Tas devletin batıda daha geniş bir alana kadar yayıldığını düşünürler .

Bulgar Devleti’nin sınırlarının kesin bir şekilde bilinememesinin temel sebebi; ilk olarak kaynaklarda bu konu hakkında gerçekten az denilebilecek kadar bilgi olması ve ayrıca bu kaynaklarda Bulgarlar’ın yaşadığı yeri tarif ederken kullanılan nehir isimlerinin, gerçekte hangi nehir olduğu üzerinde mutabakata varılamamasıdır. VII. yy. sonlarından önce kaleme alındığı düşünülen ‘Ermeni Coğrafyasına Yeni Notlar’ adlı eserde şöyle bir tanımlama vardır: “ Sarmatya’da, Metoid Denizi’ne dökülen beş şehrin doğduğu Keraun ve Hippiya Dağları vardır. Kafkas Dağları’ndan iki nehir akar, ilki Kafkaslar’da başlayan Metoid’in kuzeybatısı ile Pontus arasına vaki Kraks dağlarından dökülen Vallanis’dir. Diğeri Pseuhros (Kuban’ın bir kolu) nehridir ve Bosphorus’u Nikops şehrinin bulunduğu yerden ayırır. Onların kuzeyinde Türk ve Bulgar halkları yaşar. Bunlara Kupi Bulgar, Duçi Bulgar nehirlerinin adlarına nisbetle Oghondor-Blkr mühacirleri ve Çdar-Bolkarlar denirdi.” . Theophanes Simokatta ve Nikephoros’ta da Büyük Bulgar Devleti’nin yeri hakkında bazı bilgiler bulunur. Theophanes: “Bulgarlar’ın balık avladıkları Kufis’in yukarılarında Eski Bulgarya bulunur ve orada Bulgarlar’ın akrabaları Kutrigurlar yaşarlar. ” demektedir. Nikephoros ise bu konu hakkında: “ Metoid Gölü civarında, Kafin nehri boyunca eskiden beri bilinen Büyük Bulgarya vardı ve orada Bulgarlar’ın akrabaları Kotroglar yaşıyorlardı. ” der .

Ermeni Coğrafyası’nda geçen Kupi, Theophanes’de geçen Kufis ve Nikephoros’da geçen Kafin’in Kuban olup olmadığı henüz tam bir açıklık kazanmamıştır. Bazı araştırmacılar bu nehri Kuban, bazıları da Bug ile özdeşleştirmişlerdir. Ayrıca Malaya Pereşçina adlı yerde Kubrat’a ait olduğu düşünülen bir mezarın bulunması devletin batıda daha geniş bir alana yayıldığını gösteriyor olabilir. Bu mezarda üzerinde Grek harfleri ile ‘Khobratoi Patrikoi’ yazılı bir mühür yüzük bulunmuştur . Bu buluntu sayesinde devletin, batıda sanıldığından daha uzak yerlere kadar ulaştığı anlaşılmıştır. Miftakov’a göre, Kubrat zamanında genişlemenin olduğunu ve bunun neticesinde sınırların Karadeniz Kuzeyi’nde İtil nehri ağzından Tuna nehri ağzına kadar genişlemesi söz konusudur .

Tüm bu verilere dayanarak, Büyük Bulgar Devleti’nin Kubrat zamanındaki genişlemeler sonucunda, sınırlarının Azak Denizi’nin kuzeybatısından, kuzeyde Donets Irmağı’na ve oradan batıda Güney Bug nehrinin batısına kadar uzandığı söylenebilir. Sınırların genişlemesi, çeşitli kabilelerin devletin bünyesine katılması ile olmuştur. Ayrıca bu sınırlar Kubrat Han’a ait olduğu söylenen mezarın bulunduğu bölgeyi de içine almaktadır.

b. Büyük Bulgar Devleti’nin Kuruluşu

Bulgarlar’ın bağımsız olarak bir devlet kurmalarının görünürde iki sebebi vardır. Brincisi Batı Gök-Türk Devleti’nin yıkılışı, ikincisi ise bölgedeki halklar üzerinde kısmî olarak hakimiyet süren Avarlar’ın bu hakimiyetlerini kaybetmeye başlamalarıdır.

630 yılı Batı Gök-Türk Devleti’nin yıkılış yılıdır. Bundan sonra bu devlete bağlı olarak yaşayan bazı unsurlar, bağımsız hareket etmeye başlayarak sonunda da kendi devletlerini kurmuşlardır. Bunların arasında Hazarlar ve Bulgarlar bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir . Hazarlar 630 yılında bağımsız hareket etmeye başlarlarken, Bulgarlar ise 635 yılında Kuzey Kafkasya’da Büyük Bulgar Devleti’ni kurmuşlardır. Bu iki devlet kısa bir zaman sonra da Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyi için birbirleri ile mücadeleye girmişlerdir. Kafkaslar’ın ve Karadeniz’in kuzey bozkırlarının sahip olduğu önem bu mücadeleye şekil vermiştir. Bu konuya daha aşağıda değinilecektir.

Gök-Türkler’in yanında, zayıflayan ikinci bir devlet olan Avar Hakanlığı’da Büyük Bulgar Devleti’nin kurulmasında önemli rol oynamıştır. Avarlar’ın başarısız 618 Selanik ve 626 İstanbul kuşatmaları onların prestijlerini iyice sarsmıştı . Bunun yanında 623 yılında Slav Vendler Samo önderliğinde Avarlar’a karşı bağımsızlık mücadelesini kazanarak Avar hakimiyetinden çıkmıştı . Bu türden olaylar kabilelerin birbirine esnek bağlarla bağlı oldukları bozkırda hemen bir ayrışmaya sebep olabilirdi. Nitekim olaylar da bu yönde gelişmiştir. 630 yılında Avar kağanının ölümünden sonra Kutrigurlar da taht için bir aday göstermişlerdi. Bu adaylar taht için birbirleri ile mücadele etmişler ve bu mücadelen galip çıkan Avar aday olmuştur .

Kubrat aslında bölgeyi etkileyen iki büyük devletin gerilemesinden çok iyi bir şekilde yararlanmasını bilmiştir. Gök-Türkler’in Çin hakimiyetine girmesi ve Avarlar’ın gerileyişi Kubrat’ın işini kolaylaştırmıştır . Bölgede ki güç boşluğunu doldurmuş olan Kubrat’ın devleti çevredeki kabileler tarafından bir çekim merkezi olarak görülmüştür. Artamonov da zaten Kutrigurlar’ın Büyük Bulgar Devleti’ne bağlanışını Kubrat’ın bağımsız devletini kurmasından sonraya koyar . Bozkır’da gücü azalmaya başlayan devlet çok kısa bir süre de dağılırken, bunun yerine de yine çok kısa bir sürede başka bir devlet kurulabiliyordu. Bu kabilelerin geleceklerini teminat altına alma yöntemleri idi. Tabii bu ani güçlenme sadece Avar ve Gök-Türk hakimiyetinin bölgeden çekilmesi ile açıklanamaz. Daha önceden Oragana ile başlamış ve Kubrat tarafından devam ettirilen, Bizans İmparatoru Herakleios ile tahsis edilmiş iyi ilişkilerde devletin oluşumunda önemli bir rol oynamıştır .

III. Büyük Bulgar Devleti Siyasi Tarihi

a. Bizans İmparatorluğu İle Siyasi Münasebetler

Son olarak bölgeden Avarlar’ın da çekilmek zorunda kaldığından yukarıda bahsettik. Tüm bu elverişli koşullardan yararlanarak Kubrat Han 635 tarihinde Büyük Bulgar Devleti’ni kurmuştur. Kubrat ilk iş olarak Bizans imparatoru Herakleios’a elçi göndererek bir anlaşma yaptı. Avarlar’a karşı ortaya çıkan bu yeni güç doğal olarak İstanbul’da coşkuyla karşılandı. Bu nedenle Herakleios, Kubrat’a çeşitli hediyeler ve ayrıca ‘patrik’ ünvanı verdi . Bundan sonra Büyük Bulgar Devleti ve Bizans İmparatorluğu arasında sıkı münasebetler kuruldu. Bu iyi münasebetlerin daha çok Bizans yararına olduğu söylenebilir. Çünkü Bizans’ın izlemiş olduğu siyasetlerden biri de en yakın düşmana karşı koymak amacıyla Türkler’i yardıma çağırmak idi. Türkler’i yalnızca yabancı devlet veya topluluklara karşı değil aynı zamanda yine diğer Türk devlet veya toplumları içinde kullanmak siyasetinin bir parçası idi . Birkaç yıl öncesine kadar Bizans’ın batıda en güçlü düşmanı olan Avarlar’ın Bulgarlar tarafından güçsüz duruma getirilmesi ve Bulgarlar’ın Bizans ile iyi ilişkiler tahsis etmeye çalışması da Bizans için kaçırılmaz bir fırsattı. Ayrıca Bizans yine bu siyaset doğrultusunda, batı yönünde gelişmekte olan Hazarlar karşısında Büyük Bulgar Devleti’ni bir tampon olarak görüyordu .

641 yılında Herakleios’un ölümünden sonra Bizans İmparatorluğu’nda taht kavgaları çıkmıştır. Herakleios vasiyetnamesinde, oğullarının ikisinin de müşterek imparator sıfatıyla ülkeyi yönetmesini ve Martina’nın da her ikisi tarafından anne ve imparatoriçe kabul edilmesini vasiyet etmişti . Kubrat’da Martina ve çocuklarını bu mücadelede destekledi. Fakat halk genel olarak Martina’ya karşıydı. Bu nedenle Kubrat’ın desteklediği taraf mücadeleyi kaybetti. Bundan sonra ilişkiler bozulmaya başlamıştır . Kubrat’ın devleti nasıl onun ölümü ile son bulmuşsa, Bizans ile dostane ilişkileri de Herakleios’un ölümü ile son bulmuştur.

b. Hazar Hakanlığı İle Siyasi Münasebetler

Hazarlar’da Gök-Türkler’in fetret devrine girmesi neticesi, 630 yılında bağımsız hareket etmeye başlamışlardı. Bulgarlar ile Hazarlar kısa bir zaman sonra da Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyi için birbirleri ile mücadeleye girdiler. Çünkü bu bölge pek çok ticaret yolunun kesime noktası idi. hem İpek yolu, hem de Kuzey Avrupa Ticaret Yolu’nun kesişme noktası olması , o zaman için bilinen tüm dünyanın birbiri ile kesiştiği ender yerlerden biri olması demekti. 642 tarihinde Kubrat’ın Bizans taht mücadeleleri ile meşgul olmasından yararlanan Hazarlar, Bulgarlar’a saldırmışlardır. Bazı Bulgar gruplarını da göçe zorlamışlardır. Böylece devlet ikiye bölünmüştür. İlerde Tuna Bulgarları’nı oluşturacak olan topluluğun göçü bu nedenle; Hazar baskısı neticesinde başlamıştı. Hazarlar’ın bu ilerleyişi 7. yüzyıl sonlarına doğru Kırım’ı topraklarına katmaları ve Kafkaslar’dan Oka’ya kadar olan bölgeye hakim olmaları ile neticelenmiştir .

IV. Büyük Bulgar Devleti’nin Dağılışı

Devletin ömrü de kurucusu olan Kubrat’ın 665 yılı civarındaki ölümü ile son bulmuştur . Kubrat’ın beş oğluna bıraktığı öğüt ilginçtir. Bu öğütte, oturdukları yerleri birbirlerinden kesinlikle ayırmamalarını, böylece uyum içinde yaşayarak güçlerinin serpileceğini söylemiştir . Fakat oğulları bunun tam aksini yaparak kısa bir süre sonra birbirleri ile mücadeleye giriştiler. Hazarlar daha 642 tarihinde, yani Kubrat hayatta iken, Büyük Bulgar Devleti’ni sıkıştırmaya başlamışlardı. Kubrat’ın ölümü ile artan iç karışıklıklardan dolayı, Hazalar daha da cesaretlenerek Büyük Bulgar Devleti üzerindeki baskılarını arttırmışlardır. Neticede Büyük Bulgar Devleti yaklaşık 665 tarihinde yıkılmıştır . Bunda Hazar baskısının mı yoksa bir iç savaşın mı daha etkili olduğu bilinmemektedir. Fakat asıl olan ise iç karışıklıklar neticesinde devlet gerçekten çok güçsüz bir duruma düşmüştü. Bu da Batı Gök-Türk Devleti’nin devamı olan; Hazar Hakanlığı için kaçınılmaz bir fırsattı. Hazar Hakanlığı, Büyük Bulgar Devleti’nin bu düştüğü durumdan faydalanıp, Bulgarlar’ı ya göç etmek ya da kendine bağlanmak zorunda bıraktı . Bölgede tek hakim güç olmak için kesinlikle Büyük Bulgar Devleti’ni yıkmak zorundaydılar ve onlar da bunu yaptılar.

Devletin parçalanması ile Bulgarlar Karadeniz’in Kuzeyi’nden göç etmeye başlamışlardır. Artık bu bölgede Hazarlar hakimiyet kurmaya başlamıştır. Kaynaklarda Kubrat’ın beş oğlu olduğu ve bunların devletin yıkılışından sonraki dağılışları anlatılmaktadır. Fakat Artamonov’a; bu Teophanes’in veya onun kullandığı kaynağın, daha eski bir tarihte Panonya ve İtalya’ya gitmiş olan Bulgar gruplarından haberdar olmaları ve bunları da efsaneye dahil etmeleri olarak görür . Bu nedenle isimleri anılmayan iki oğlunun varlığına şüphe ile yaklaşır.

En büyükleri olan Bat-Bayan ata yurdunda kalır ve beraberlerindeki Macalar ile birlikte Hazarlar’a tabii olurlar. İkincisi olan Kotrag, Don Irmağı’nı geçerek mahiyetindekiler ile oraya yerleşir. Üçüncü oğul olan Asparuh liderliğindeki Ogurlar Tuna Bölgesine giderek oraya yerleşirler. Dördüncü oğul Panonya’ya giderek Avar kağanı’nın hakimiyeti altına girer. Beşinci ve son oğul ise İtalya’ya giderek, Ravennalı Pentapolis’in topraklarına yerleşir ve Bizans’a vergi vermek zorunda kalır . Bu ayrılma sayesinde daha sonra tarih içinde önemli roller oynayacak olan iki Bulgar Devleti kurulmuştur. Biri Tuna Bulgar Devleti diğeri de İtil Bulgar Devleti’dir.

BÜYÜK BULGAR DEVLETİ’NİN KÜLTÜRÜ

Büyük Bulgar Devleti ve onun kurucusu olan Kubrat hakkında en çok bilgi veren kaynaklar Bizans kaynaklarıdır. Fakat bunlardaki bilgilerde yok denilecek kadar azdır. Bunun başlıca sebebi, Bizans’ın VII. ve VIII. yüzyıllardaki, Ostrogorsky’nin deyimiyle edebi tükenme devresi yaşamış olmasıdır . Yani Bizans kaynakları hiçbir devre için bu kadar sessiz kalmamışlardı. Neredeyse tek kaynak grubu denilebilecek Bizans kaynaklarındaki bu sessizlik, Büyük Bulgar Devleti’nin kültürünü araştırmamızda bazı zorlukları yanında getirmektedir. Yani herhangi bir konuyu incelerken, kaynaklardan ve Büyük Bulgar Devleti’ne ait buluntulardan hiçbir bilgi çıkmadığı durumlar oluyor. Fakat bilindiği üzere Tuna Bulgarlar’ı 642 tarihinden itibaren, Hazarlar’ın sıkıştırması nedeniyle Büyük Bulgar Devleti’nden kopmaya başlamışlardı. Çok kısa bir süre sonra bunlar, Balkanlar’a yerleşmişler ve günümüze kadar gelen pek çok maddi unsur bıraktılar. Maddi unsurların yanı sıra Bizans kaynakları, Tuna Bulgar Devleti’nin çok büyük bir tehdit olması nedeniyle, onlar hakkında bilgi verirken cömert davrandılar. Ayrıca Tuna Bulgarları çağından, yazıt, kitabe, saray gibi pek çok maddi kalıntı kalmıştır. Bu nedenle Büyük Bulgar Devleti kültürünü anlamak için, Tuna Bulgarları’nın kültürünü çok iyi anlamak daha sonra da bunları Ortak Türk Kültürü ile karşılaştırmak gerekmektedir.

Tuna Bulgarları uzun süre eski adet ve geleneklerini korumuşlardı . Doğal olarak bu eski adete ve gelenekler Büyük Bulgar Devleti toplumunda da bulunuyordu. Zaten toplumlardaki kültür değişimleri için gerekli en kısa süre yüzyıla yakındır. Bunun istisnaları da olabileceği gibi, bu en makul süredir. İkinci olarak ise: Tuna Bulgarları’nda görülen herhangi bir maddi veya manevi bir unsurun benzeri veya aynısını eğer daha önce kurulmuş olan Türk devletlerinde de gözlemleyebiliyorsak çok doğal olarak bu unsurların Büyük Bulgar Devleti’nde de olduğunu düşünebiliriz. Kısaca bu bölümde yetersiz bilgi varlığı nedeniyle tüme varım ve tümden gelim yöntemlerini kullanmayı uygun gördük.

I. Büyük Bulgar Devleti’nin Toplumsal Yapısı

Miftakov, Büyük Bulgar Devleti’ni dört toplumsal yapıya bölmüştür . Biz ise bunu kendi araştırmamıza göre şekillendirdik. Çünkü Miftakov’un verdiği bazı bilgiler yazıtlar ile çelişir ve tahminimizce de biraz zorlama ile yapılmıştır. Biz ise Büyük Bulgar Devleti’nin toplumsal yapısını, daha çok yazıtları esas alarak sınıflandırma yoluna gittik. Fakat burada belirtmek gerekir bu sınıflandırma tamamen yapaydır. Yani Türk Devletleri’nde kasta dayalı bir yapı gözlemlenen bir olgu değildir. Bu sınıflandırma sadece konunun daha iyi anlaşılması amacı ile yapılmıştır. Zaten görüleceği üzere toplum sadece yöneticiler ve halktan oluşmaktaydı.

Yöneticiler : Han ve devlet görevlilerinin oluşturduğu gruptur.

Halk: zanaatkarlar, tüccarlar, tarım ve hayvancılık ile uğraşanlardan oluşmakta idi.

II. Hükümranlık ve İdare

Bulgar Devleti’nde siyasi gücü elinde bulunduran kişi ‘Han’ idi . Han ise bu yetkiyi Tanrı’dan almaktaydı . Bunu İslam öncesi tüm Türk devletlerinde kolayca görmekteyiz. Tuna Bulgar Hanı Omurtag adına dikilmiş olan Çatalar Yazıtı’nda: “Doğduğu yer yüzünde Tanrı tarafından tahta çıkarılmış Han Omurtag…Tanrı, bizzat Tanrı tarafından tahta çıkarılmış hükümdara inayette bulundukça…” ibareleri geçmektedir. Yine Omurtag Han’ın oğlu olan Melemir Han adına dikilen yazıtta ise: “…Tanrı tarafından tahta çıkarılmış bir Han…Tanrı, Tanrı tarafından tahta çıkarılmış hükümdara…” ve yine Melemir’e ait başka bir yazıtta “…ve hükümdarlar içinde Tanrı nimeti ile en fazla perverde olmuştu…” ibareleri geçmektedir. Diğer Türk devletlerinde de olduğu gibi hükümdarlık yetkisinin kaynağını ‘Tanrı Bağışı’ olarak açıklanabilecek olan ‘kut’ teşkil etmekte idi. Bu vasıfları ile hükümdarlık şekli karizmatik bir karakterde idi. Hanlar törenin emrettiği şekilde hareket etmek mecburiyetinde idiler. Kurum Han’ın yaptığı gibi; gerektiğinde bu törede değişiklik yapabilirlerdi. Devletle ilgili tüm işler ‘Toy’ denilen mecliste karara bağlanırdı. Han halka, dolayısı ile toya karşı sorumluydu .

Toy’a başkanlık eden kişi Han sülalesi dışından idi. Bu şahıs müzakereleri idare ederdi ve Han’a karşı sorumlu idi. Toy başkanı aynı zamanda başbakan idi. Diğer bir önemli devlet görevlisi ise Bolya idi. Bu görevli, diğer Türk Devletleri’ndeki Toygun ile aynı idi. Bunların dışında da devlet görevlileri vardı. Fakat çoğunun hangi görevi yerine getirdiği tam olarak tespit edilememiştir. Yazıtlarda geçen ünvanlar şunlardır: Ük-Boyla (Üge-Boyla?), İçirgü-boyla ( merkezdeki boyla) , Ak-boyla , Şu-biği ( Sü-Beği?), Üviği (Yabgu veya Üge), Bagan , Kavkan (kapgan=Fatih), Kanar?, Jupan , Sedit ve Tarkan dır .

Venedikof’a göre İçirgü-boylar (iç boylar); merkezde olan boyları ifade etmek amacı ile kullnılmıştı ve Proto-Bulgarlar arasında yüksek bir mevkiyi ifade etmekteydi. Perslav’da bulunan kitabede İçirgü-boyla’ya ait eşyaların sayısının Jupan’a ait olan eşyalardan çok fazla olmasını buna kanıt olarak ileri sürer .

III. Ekonomi

Büyük Bulgar Devleti ekonomisi büyük çoğunlukla tarım, hayvancılık, ve ticarete dayanmakta idi. Zaten devletin kurulduğu bölgede buna çok müsait idi. Ayrıca sanat kısmında anlattığımız gelişmiş zanaatın da ekonomide önemli pay sahibi olduğu düşünülebilir. Karadeniz’in kuzeyi bu saydıklarımıza ilave olarak, hem hayvancılık, hem de tarım ekonomisi için elverişli bir bölge idi. Kırım ve Kafkaslar’ın pek çok ticaret yolunun kesişme noktası olmasından dolayı; Büyük Bulgar Devleti’nin ekonomisinin gelişmiş olabileceğini düşünebiliriz.

Golden, Bulgarlar’ın bir devlet haline gelmeden önce bazı unsurların hala hayvancılık ile uğraşmalarına rağmen, çoğunluğun tarım ve zanaatla uğraşmaya başladıklarını söyler . Fakat bu tarım ve zanaatı Ogurlar’da çok eski tarihlere kadar götürebiliriz. M.S. III. ve IV. yüzyıllarda Ogurlar ile büyük etkileşime giren Macarlar’ın dilinde, Bulgarca’dan ödünç tarım ve bahçecilik terimleri dikkati çekecek kadar fazladır. Örneğin: Mac. Tarlo = Tarla, Mac. Tekno = Tekne, Mac. Buza = Buğday, Mac. Arpa = Arpa, Mac. Borşo = Burçak, Mac. Alma = Elma vs. gibi . Tarla, buğday ve arpa kelimelerinin Macarca’ya Ogurlar vasıtası ile geçmiş olması en kötü ihtimal ile tarım yapıldığını gösterir. Yukarıda Kubrat’ın Bizans başkentine gidiş tarihi olarak kaynaklarda 619 yılının zikredildiğini söylemiştik. Ostorgorsky ise, 619 yılında Bizans toprağı olan Mısır’ın, Sâsânîler tarafından işgali neticesinde, başkentte hububat ihtiyacının çoğaldığını söyler . Bu bilgilere dayanarak: beklide Bizans’ın Bulgarlar ile yakınlaşmasında bu etkeninde önemli bir payı olmuştur diyebiliriz. Yani Bizans artan hububat ihtiyacını Bulgarlar vasıtasıyla gidermiş olabilir.

Golden, Büyük Bulgar Devleti’nin kurulması ile Bulgarlar’ın kürk ticaretinde etkin olmaya başladıklarını söyler . Fakat yine birinci bölümde de gösterildiği üzere Bulgar Türkleri’ni Doğu Türkleri’nden ayıran başlıca özelliklerden biri de ticaret idi. Özellikle sincap derisi ticareti Bulgarlar arasında çok yaygındı. Ogurlar’ın da içinde bulunduğu Tin-Ling Boylar Birliği zaten kelime olarak sincaplı manasına gelmektedir. Yani kürk ticaretine bu bölgeye geldikten sonra girmemişler, aksine bu bölgeye kürk ticaretini de yanlarında getirmişlerdir.

Büyük Bulgar Devleti’nde, tarımın yanında hayvancılık da yapılmaktaydı. Ögel, Tuna Bulgarları ilk zamanlarda tam yerleşik olmadıklarını söyler . Bu da bozkır tarzı hayvancılığı zorunlu kılmaktadır. Tuna Bulgarları’nın ilk dönemlerinde rastlanması nedeniyle, hayvancılığın Büyük Bulgar Devleti’nde de olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Yine Macarca’da hayvancılık ile ilgili Türkçe kelimelere rastlamaktayız: Mac. Ökör = Öküz, Mac. Boryu = Buzağı vs. gibi . Ogurlar, diğer Türk boylarına nazaran daha çok tarım ve ticaret ile uğraşmışlardır. Fakat bunun yanında her zaman için çok büyük çapta olmasa da hayvancılık da yapmışlardır.

IV. Yazı ve Dil

Eski Bulgar dili Batı Türk Dil grubuna girer. Çok eski zamanda ana kütleden kopmalarından dolayı dillerinde belirgin değişiklikler meydana gelmiştir. En açık farklardan asıl Türkçe’deki Z sesinin Bulgarca’da R sesine dönüşmesidir. Bu nedenle Batı Türk Dili Grubu, R’li Türkçe olarak da adlandırılmıştır. Bunun yanında asıl Türkçe’deki Y sesi D sesine; Ş sesi L sesine; A sesi de İ sesine dönüşmüştür .

Ögel, Bulgarlar arasında kullanılan yazının Gök-Türk Alfabesi’ne çok benzemesi nedeniyle, Gök-Türk hakimiyeti altında kaldıkları zamanın bir hatırası olarak kabul eder . Kafesoğlu ise; Bulgar oyma yazısının, Orhun alfabesine oranla daha az gelişmiş olduğunu dikkate alarak, Asya Hunları’nın yazısının bir devamı idi . yani sonuç olarak Orhun ve Bulgar oyma yazısı alfabeleri aynı kökenden gelmişler ve gelişmeleri farklı olmuştur. Bu alfabe daha sonra İdil Bulgar Devleti’nde de kullanılmaya devam etmiştir .

V. Takvim

Eski Türkler kullanmış oldukları ‘On iki Hayvanlı Türk Takvimi’, Bulgarlar arasında da kullanılmaktaydı. Ortaçağ Grekçesi ile yazılmış, sonradan eski Slavca’ya tercüme edilmiş Bulgar Hakanları Listesi’nde, hükümdarların tahta geçiş tarihleri ve tahtta kalış süreleri on iki hayvanlı takvime göre verilmiştir .

VII. Mimari

Büyük Bulgar Devleti’nden kalmış bir mimari eser günümüze ulaşmamıştır. Fakat Sâsânî tarzından etkilenmiş bir mimarinin hem Hazarlar’da, hem İtil Bulgarları’nda hem de Tuna Bulgarları’nda görülmesi, bu tipin Büyük Bulgar Devleti sınırları içinde de kullanıldığını düşündürmektedir.

Ögel’e göre Tuna Bulgarları’nın mimarisi de Roma ve Bizans mimarisine yabancı idi. Plsika, Madara ve Preslav’daki saraylar tıpkı Sâsânî saray tipinde idi. Pliska Saray’ında ‘ayvan’ denilen büyük bir salon bulunmaktaydı. Ayrıca ayvanın her iki yanında da koridorlar mevcuttu. Çatılar genelde ince tuğladan yapılırdı. Taş ve tuğlaların arası kırmız renkte, kalın bir harç tabakası ile kaplanırdı. Bu taşlar Bulgar ustalar tarafından kesilip, hazırlanırdı. Yapıların içinde çiniler kullanılmaktaydı. Tuna Bulgarları’nda görülen çini tarzı, ne Bizans ne de İslam tarzına benzemediğini ve daha çok Sâsânî tarzına yakın olduğunu söyler. Bu çiniler yapıların iç kısımlarını kaplamak amacıyla kullanılıyordu. Çini’nin yanında mermer levhalar ile de kaplanabiliyordu.

Binaların tabanları ise Büyük döşeme salları ve tuğlalar ile döşeniyordu. Bina taşları üzerinde oyma yazısı ile yazılmış yazılar dikkati çeker. Bazen Doğu tarzı; büyük taşlar bina yapımında kullanılmıştır . Bu mimari tarzının Sâsânî ile büyük etkileşimde olamsı bize bu tip mimarinin Büyük Bulgar Devleti’nde de kullanıldığını düşündürmektedir.

Ögel Tuna Bulgarları’nın çok sık olarak yaptıklarını söylediği ‘Toprak Tabyalar’ın, Avarlar, İtil Bulgarlar’ı, Hunlar arasında çok yaygın olduğunu belirtir. Bu nedenle bu tabyalardan çok büyük olasılık ile Büyük Bulgar Devleti de yapmıştı. Eski Bulgarlar bu tabyalara ‘agul’ (avul) derlerdi .
Tuna Bulgar saraylarında tuğladan yapılmış su yolları bulunmakta idi. Su yollarının tuğlaları üzaerinde Bulgar oyma yazısı bulunmakta idi .

VIII. Sanat

Türk Kültürü’nün karakteristik bir özelliği olan mezara balbal dikme Tuna Bulgarları arasında da görülmekte idi. Bu nedenle Büyük Bulgar Devleti’nde de bu türden bir sanatın olmasını bekleyebiliriz. Tuna Bulgarları arasında, mezarlara dikilen ‘Balbal’ veya ‘Taş Nine’lere bolca rastlanmaktaydı .

Ögel, Güney Bulgaristan’da Stragona adlı yerde bulunan kabartmaları Asya kaynaklı olarak nitelendirir. Bunların tarihini de VII. veya VIII. yüzyıla koyar. Eğer bu kabul edilecek olursa, bu türden kabartmaların Büyük Bulgar Devleti’nde de kullanıldığını düşünebiliriz. Bu kabartmalar arasında: çift başlı kartal, karşılıklı duran sülünler, uzun kuyruklu aslan, tavus kuşu, tilki başı ve grifon betimlemeleri bulunmaktadır. Ögel, grifon betimlemelerinin kaynağının Sâsânî olabileceğini ekler . Kafesoğlu ve Feher, hükümdarlar için yapılan heykellerin, onların hatıralarını yaşatmak amacıyla yapıldığını söylerler . Feher’e göre bu heykeller Türkler arasında oldukça yaygındı ve hükümdarın anısına kabartma yapma fikrini Bulgarlar, Sâsânî’den alıp daha ileri bir seviyeye taşımışlardır. Feher ayrıca, Madara’da ki kabartmada süvarinin kadehi sol elinde tutmasını Türk hükümdarlık alameti olan kutsal kadehten şarap katılmış kanı içmesi olarak yorumlar. Bu türden kabartma heykellere Madara, Ence, Şumnu ve Preslav da rastlanır .

Ögel’e göre Yeni Pazar buluntuları, ilk Bulgar kültürü hakkında daha kesin deliller sunmaktadır. Burada bulunan buluntulara arasında; inci dizisi bordürlü eserler vardır. Ona göre bunlar Hazar ve Güney Rusya kuyumculuk tekniği ile yapılmıştı bu eserler . Yine benzer tarzda eserlere Madara, Sadoveç, Şumnu, Rusçuk ve Vidin çevresinde de rastlanmıştır. Feher’e göre bunlar Bulgarlar’ın Tuna boyuna yerleştikleri zaman aittir. Madara ve Sadoveçte altın kemerler bulunmuştur. Madara’da bulunan başka bir kemer ile Macar kuyumculuk eserleri çok benzemektedir. Feher’e göre bu benzerliğin sebebi ise; Macarlar’ın Kafkaslar’da, bu zanaatı Bulgarlar’dan öğrenmiş olmasıdır. Vidin’de benzer tipte kuyumculuk aletleri ve kalıpları ortaya çıkarılmıştır .

IX. Din ve İnanışlar

Bulgarlar’ın dini konusundaki en önemli yazılı kaynak “Responsa Nicolai papae I ad consulta Bulgarorum” adlı belgedir. Bu belge içerik olarak, Prens Boris’in 866 yılında Tuna Bulgar Devleti’nde Hristiyanlığı öğrenmek amacıyla, Papa I. Nikolay’a sorduğu soruların, Roma’dan gönderilmiş cevaplarıdır. Beşevliyev, burada bahsedilen dini inançların tamamının Bulgarlar’a ait olmadığını, bazı inanışların Slav ve Bizans inanışları olabileceğini söylemektedir . Bu nedenle biz bu belgedeki Eski Türk dinine uygun olan inanışların, Büyük Bulgar Devleti için de geçerli olduğunu düşünmekteyiz.

Bulgarlar arasında da, Eski Türkler’de olduğu gibi Gök-Tanrı inancının yaygın idi . Bulgarlar Tanrı’ya ‘Tanğra’ demekteydiler . Bulgarlar yalnızca Tanğra’ya tapmaktaydılar. Tanrı her şeyi bile, gören ve tayin edendi. Bu açıdan semavi dinlerdeki Allah inancına çok benzemektedir. Yazıtlarda bunlar ile ilgili örnekler çoktur. Hanın kutunun Tanrı tarafından verilmesinden, yine hanın yönetim zamanının ve ömrünün onun belirlediği zaman kadar olduğunu görmekteyiz. Kutun Tanrı tarafından verilmesi ile ilgili olarak yazıtlarda geçen ibareleri yukarıda vermiştik. Saltanat ve ömür ile ilgili olarak ise yazıtlarda şuna benzer ifadeler geçmektedir: “…Hanın adı, Tanrının yüz sene ihsan ettiği Omurtag Han’dır..”, “…Tanrı tarafından tahta çıkarılşmış hükümdara işbul Kavhan ile birlikte yüze sene yaşaması için ömür ihsan etti…” . Tanrı’nın vasıfları ile ilgili olarak ise; “…doğruyu, yalanı Tanğra ayırt eder…” örnek gösterilebilir .

Ögel ve Kafesoğlu, Tuna Bulgarları’nda ‘mağara tapınaklar’ olduğunu söylerler . Bu inanç Eski Türkler’de ki ‘mağara kültü’ ile aynıdır. Büyük olasılıkla Büyük Bulgar Devleti’nde bu inanç mevcuttu. Papa I. Nikolay’ın 62. cevabından anlaşıldığına göre; eskiden Proto-Bulgarlar’ın bir taşı varmış. Zayıf bir kimse bundan bir parça koparırsa bazen bedenine kuvvet gelir, bazen de hiç fayda etmezmiş. Bu bize Bulgarlar arasında sihirli taş inancının olduğunu göstermektedir .

Bulgarlar arasında Tanrı’ya kurban verilmesinin olup olmadığı konusu araştırmacılar arasında tam bir uzlaşmaya varılamamış konulardan biridir. X. Yüzyıl Bizans kaynağı olan Teophanes Continuatus, Tuna Bulgar Hanı ile Bizans İmparatoru Leon V. Arasında imzalanan 30 yıllık barış ve ticaret anlaşması töreninde bir köpek kurban edildiği yazmaktadır. Fakat bu münferit bir olay olmasından dolayı Büyük Bulgar Devleti’nde böyle bir inanışın var olup olmadığı hakkında pek bir şey söylenemez . Zaten Kafesoğlu da köpeğin Türkler tarafından ata ve yol gösterici olması sebebiyle böyle bir olayın varlığını şüphe ile karşılar. Ayrıca bunun Bizans ve Slav kültüründe bulunduğunu ekler. Yine ona göre kurban sadece ölmüş büyükleri ve kahramanları anmak amacıyla, erkek hayvanların kesimi ile yerine getirilmiştir .

Türk Kültürü’nün karakteristik bir özelliği olan mezara balbal dikme Tuna Bulgarları arasında da görülmekte idi. Bu nedenle Büyük Bulgar Devleti’nde de bu türden bir sanatın olmasını bekleyebiliriz. Tuna Bulgarları arasında, mezarlara dikilen ‘Balbal’ veya ‘Taş Nine’lere bolca rastlanmaktaydı .

Bulgarlar Han’ı Kurum’un ölümünden sonra “eşme-deme” ( yeme-içme) denilen bir ziyafet verilmişti. Bu onun adına diktirilmiş olan kitabe yazmaktadır . Bu ziyafet de Türkler arasında sıklıkla görülen bir şeydir.

Ögel, Bulgarlar arasında suyun saflaştıran bir fazilet sayılması nedeniyle, Eski Bulgar Dini’nde bir yer tutuğunu düşünür. Kurum Han’ın İstanbul kuşatması sırasında, bir dini seramoni olarak ayaklarını suya sokmasını da buna örnek olarak verir . Kılıç üzerine yemin etmelerini de bu inanç doğrultusunda sayar .

Tuna Bulgarlar’ı Hanı Kurum, Bizans İmparatoru Nikephoros’u öldürünce, onun kafatasından kadeh yaptırmıştı . Bu zaman zaman Türkler arasında da görülen bir olgudur. Feher ise, Madara’da ki kabartmada süvarinin kadehi sol elinde tutmasını Türk hükümdarlık alameti olan kutsal kadehten şarap katılmış kanı içmesi olarak yorumlar .