A- Bağımsızlık öncesi dönem
1917 yılında Çarlık Rusyası’nın yıkılması ve yerine sosyalist temellere dayalı yeni bir rejimin kurulması sadece Rusya’yı değil Baltıklardan Orta Asya’ya kadar 14 ülkeyi (Ukrayna, Beyaz Rusya, Moldova, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Gürcistan, Tacikistan, Ermenistan, Estonya, Letonya, Litvanya) daha köklü bir şekilde değişim sürecine sokmuş, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) adı altında önce 12 ülke toplanmış, 1940 yılından itibaren de bu sayı Baltık ülkelerinin (Estonya, Letonya ve Litvanya) ilhakı ile 15’e ulaşmıştır.
Yeni rejimin siyasi tercihleri ekonomik sistemi de doğrudan etkisi altına almış, önce büyük toprak sahiplerinin mülkiyet hakları kaldırılmış ve topraklar devletleştirilmiş, tüm özel bankalara el konmuş, ticari hayat devletin kontrolü altına alınmış ve kısaca ekonominin her alanında devlet tekeli kurularak özel sektör sözcüğü SSCB sınırları içinde karşılığı olmayan bir terim durumuna getirilmiştir. Kısa bir süre Lenin tarafından uygulamaya geçirilen Yeni Ekonomi Politikası çerçevesinde özel sektör tekrar canlandırılmaya çalışılmışsa da, 1924 yılında başlayan Stalin döneminde çok daha katı ve merkezi planlı bir ekonomik model uygulamaya konulmuştur.
Stalin dönemi aynı zamanda, SSCB sınırları içinde yaşayan değişik Türk boylarının – Azeri, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen – dillerinin de Azerice, Kazakça, Kırgız dili, Türkmence, Özbekçe olarak değiştirildiği, Ermenistan’ın, Türkiye ve Nahçıvan sınırlarına kadar genişletilerek, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki fiziki bağın koparıldığı bir dönem olmuştur.
SSCB döneminde siyasi kadroların yanısıra ekonomide de belirleyici unsuru Rusya ve Rus asıllılar oluşturmuş, yönetici sınıf ve kilit kadrolar bu kişilerden teşkil edilirken, Rusya’nın Batısından Güneydoğusuna kadar adeta bir güvenlik koridoru oluşturan Estonya’dan Kazakistan’a diğer 14 Cumhuriyet ise sahip oldukları yeraltı zenginlikleri ve ucuz insan kaynakları ile Rusya’nın bir süper devlet olarak kalkınmasında birer asker ve işçi rolüne büründürülmüşlerdir.
Eğitim dilinde de aynı asimilasyon politikası takip edilmiş, her Cumhuriyette Rusça ve o ülkenin dilinde olmak üzere iki dilde eğitim verilmiş, Rusça eğitim her bakımdan desteklenirken, ilgili ülke dilinde eğitim veren okullar kasıtlı olarak ihmal edilmiştir.
SSCB döneminde Türk Cumhuriyetlerinin yerini incelediğimizde karşımıza çarpıcı bir tablo çıkmaktadır; Bu ülkeler başta petrol ve doğal gaz olmak üzere çok büyük yeraltı kaynaklarına sahip olmalarına, geniş ve verimli tarım arazileri bulunmasına, işgücü problemi olmamasına ve Doğudan Batıya ticari ulaşım güzergahları üzerinde yer almalarına rağmen, SSCB döneminin “ekonomik ihtisaslaşma politikaları” sonucunda Birliğe işlenmemiş tarım ürünleri ve pamuk sağlayan, çıkarılan yeraltı zenginlikleri ve elde edilen hammaddeleri işleyecek tesisleri bulunmadığı için bu potansiyeli olduğu gibi Rusya’ya aktaran, rasyonel üretim politikalarına uygun olmayan tesislerinde ise kendi insan kaynaklarının sadece vasıfsız işgücü olarak değerlendirildiği, yönetim ve mühendislik kadrolarında Rus ve Rus asıllıların yer aldığı, kağıt üzerinde Birlik üyesi Cumhuriyetler olarak görülmekle birlikte, gerçekte sadece birer coğrafi birim olan toprak ve topluluk parçaları olmuşlardır. II. Dünya Savaşı ile birlikte Merkezi Avrupa ve Balkan ülkeleri de SSCB’nin etki alanına girmiş, bu bölgede de sosyalist rejime dayalı yönetimler işbaşına getirilmiştir.
1980’li yıllarda sosyalist ekonomi yapısındaki tıkanmanın önlenemez bir duruma gelmesi, üretim kalitesinin dünya standartlarının oldukça altında kalması gibi ekonomik unsurlar sonucunda merkezi planlamanın ilk dönemde ekonomiye sağladığı ivme aksine dönmüş, başka bir deyişle “volontarist zihniyet” iflas etmiştir. Siyasi olarak gerekli görülen bir doğrultuda toplumu değiştirmek ve yönlendirmek, iradeye öncelik vererek ekonominin tabi olması gereken kuralları yok saymak olarak ifade edilebilecek volontarist sistemin çöküşü, 1985 yılından itibaren Gorbaçov tarafından uygulamaya konulan yeni ekonomik tedbirleri kaçınılmaz hale getirmiştir.
Ekonomik sistemde yaşanan önlenemez gerileme Birlik’i oluşturan Cumhuriyetlerde toplumsal bir uyanışın da başlangıcını teşkil etmiş, Perestroika ve Glasnost politikaları ile Birlik’i daha liberal ve gevşek bağlarla sürdürme çabaları da sonuç vermeyince iki kutuplu dünyanın bir ayağını oluşturan SSCB önce fiilen ve 1991 yılında da resmen dağılmıştır.
B- Bağımsızlık dönemi
Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarına oldukça hazırlıksız bir durumda kavuşmuşlardır. Azerbaycan’da, Kazakistan’da, Türkmenistan’da çeşitli halk hareketleri yaşanmış olsa da, gerek Çarlık döneminde, gerek komünist rejim döneminde milliyetçilik ve etnik unsurların yerine Sovyet vatandaşı bilincinin yerleştirilmesine yönelik yoğun çalışmaların doğal bir sonucu olarak, bu ülkelerde milliyetçilik bilinci tam olarak yerleşememiştir. İşte bu nedenle, bağımsızlık döneminin hemen ardından Türk Cumhuriyetlerinin Devlet Başkanları ve yönetim organları tarafından halka sürekli bir ulusal kimlik empoze edilmeye çalışılmış ve 1990’lı yılların sonuna gelindiğinde bu anlayış etkisini yavaş yavaş göstermiş, bölge insanları hâla kendilerini Türk soylu olarak görmekle birlikte, Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Azeri gibi etnik kimlikler daha ön plana çıkmaya başlamıştır.
Bağımsızlık sonrasında Türk Cumhuriyetlerindeki ekonomik yapıyı incelediğimizde karşımıza çarpıcı gelişmeler çıkmaktadır. Siyasi bağımsızlığın getirdiği coşku Türk Cumhuriyetlerinde kısa bir süre içinde yerini ekonomik bağımsızlığın elde edilmesi çabasına bırakmış, serbest piyasa ekonomisine geçiş yönünde hızlı adımlar atan bu ülkeler, büyük enerji ve tarımsal üretim potansiyeline sahip olmalarına rağmen bu potansiyeli hayata geçirebilmek için kısa ve orta vadede başta finansman olmak üzere, teknoloji, yönetici sınıf, kalifiye işgücü gibi ihtiyaçlarını karşılama sorunu ile yüz yüze gelmişler, özellikle enerji potansiyellerinin uluslararası piyasalara nakli konusunda Rusya Federasyonu'na bağımlı kalmışlardır.
SSCB döneminde tercih edilen sanayide yaygın gelişme modeli çerçevesinde, sanayi tesisleri tüm Sovyetlerin ihtiyacı esas alınarak büyük ölçekli olarak kurulmuş, hammadde, ara mallar, işgücü gibi girdiler diğer Cumhuriyetlerden temin edilmiş ve bu suretle hem Cumhuriyetlerin birbirlerine zorunlu olarak bağımlı kalmaları sağlanmış, hem de birliğin dağılması ihtimali karşısında hiçbir Cumhuriyetin kendi kendine yeterli durumda olmaması hedeflenmiştir.
Birliği oluşturan ülkeler içinde bu sistemin tek istisnası Rusya Federasyonu olmuştur. Kalkınmada Rusya hedef ülke, diğer cumhuriyetler ise onun gelişimini sağlamak zorunda bırakılan uydu devletler olarak görülmüş, Rusya dışındaki cumhuriyetlerin hammadde kaynakları (özellikle petrol, doğal gaz ve kıymetli metaller) ölçüsüz bir şekilde tüketilmiştir. Birliğin dağılmasıyla birlikte, Sovyetlerin tamamına yönelik üretim yapacak ölçekte, ve hammadde kaynakları dikkate alınmadan kurulan sanayi tesislerinin çok büyük bir bölümü, teknolojik eskimenin de etkisiyle atıl hale gelmiştir.