Kurtuluş Savaşı'nda Adana


28 Nisan 1919'da Çukurova'da genel olarak işgalciler tarafından yapılan aramalarda evinde silah ele geçirilen Ahmet Remzi Yüreğir gıyabında idama mahkum edilmişti. Oysa Ahmet Remzi, bu olaydan önce Adana'dan ayrılmıştı. Daha sonra Ahmet Remzi Bey Sivas'a giderek, orada Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüş ve neticede bu görüşmeden aldığı direktifle Kayseri'ye gelerek, burada Adana Vilayeti Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni kurarak, cemiyetin tabelasını da bir otel odasına asmış ve aynı zamanda bu cemiyetin meşruluğunu da Kayseri valiliğine onaylatmıştır . Böylece Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Adana Heyet-i Merkeziyesi Kayseri'de faaliyete geçmişti.

Çukurova'nın işgalini ve işlenen cinayetleri protesto eden Adanalılar Kayseri'de Adana Vilayeti Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkeziyesi namı altında, 18 Aralık 1919 tarihli Erciyes gazetesinde şu beyannameyi yayınlamışlardı :

"Sivas'ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesine,

Dersaadet'te Sadaret-i Uzmaya,

İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya Siyasi Mümessillerine

Kilikya'yı adalet tevziî ve asayiş temini vaadiyle işgal eden Fransızların oraya girdikleri günden beri adalet ve asayişin yüzü bile görülmemiştir. Orada Fransız büyük memurlarından Bremond, Norman'ın emir ve arzuları kanun ve adalet yerine kaimdir. Ellerinde alet ittihaz ettikleri Ermenilerin şahâdet ve iftiralarıyla hergün birçok Türk'ün ya malı gasbedilir, yahut hürriyet-i şahsiyetlerinden mahrum edilerek, hapse konulduğu görülür. Kabahati ise yalınız Türk olduğudur. İşte son günlerde hırsız çeteleriyle alâkadar diye ekserisi Ceyhan kazasından olmak üzere en namuslu ve servet sahibi zürra ağalardan yirmi beş kişi kurşuna dizilmiştir.

Acaba bu zavallılar hangi âdil mahkemenin hükmüyle idam ediliyorlar? Adana vilayetinde Türk kanunlarının icra-yı hükm edeceğini ilân eden işgal kuvvetleri bu bîçarelerin idamında onu tatbik etmiş mi, yoksa birkaç Ermeni'nin yalan şehâdeti ve Bremond, Norman emriyle mi olmuştur?

Bremond tarafından mühim bir icraat olarak tâ Fransa'ya kadar ilân edildiği üzere, bu zavallılar, hırsız çetesi olmayıp, namus ve servet sahibi olduklarını her zaman isbata hazırdır.

İşte bu haksızlığı, adaletsizliği ve Adana Türklüğünü mahvetmek politikasını bütün mevcudiyetimizle medeniyet âlemine karşı protesto eder, artık Türklerin de bir hayat hakkına ve adalete müstahak olduklarının teslim edilmesini bekleriz"

Bu protesto da hiç yankı uyandırmamış, Adana'daki cinayetler, önüne geçilmez bir hal almıştı. Adana ve civarında Ermenilerin, Fransızlardan arka alarak işledikleri cinayetlerin hesabı sorulamıyor, hırsız çetesi diye Fransızların kurşuna dizdikleri Türklerin hakkı aranamıyordu.

Adana ve civarında Ermenilerin, Fransızlardan arka alarak işledikleri cinayetlerin hesabı sorulamıyor, hırsız çetesi diye Fransızların kurşuna dizdikleri Türklerin hakkı aranamıyordu . Daha sonra Kayseri'den Niğde'ye hareket eden Ahmet Remzi Bey, Cemiyetin teşkilatlanmasını burada şu şekilde devam ettirmiştir; Ahmet Remzi Yüreğir Bey, Saadettin Beybaba Bey, Hulusi (Akdağ) Bey, Remzi Bey (Niğdeli), Emin Bey (Posta ve Telgraf Müdürü), Tevfik (Gülek) Bey, Kethüdazade İbrahim Bey'den meydana gelen bir yürütme kurulu oluşturmuştur . Böylelikle cemiyet önce Kayseri, sonra Niğde olmak üzere faaliyetlerde bulunmuş daha sonra ise, 1 Nisan 1920 tarihinde millî kuvvetlerin eline geçen Karaisalı'ya taşınarak faaliyetini burada sürdürmüştür .

Diğer taraftan, Sivas Kongresi'nden sonra kurulan bu cemiyetin faaliyetine başlaması üzerine İstanbul'da bulunan Kilikya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ise gayrı faal bir vaziyete düşmüştü. Bunun üzerine, bu cemiyet merkezini İstanbul'dan Adana'ya (Pozantı, Adana Vilâyetinin merkezi durumundaydı) naklederek, buradaki Adana Müdafaa-i Hukuk ve İntibah Cemiyetleri ile birlikte, Toroslarda silahlı teşkilatın oluşmasına yardımcı olmuşlardı . Böylece Adana Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin teşkilatlanmasını tamamladıktan sonra; bölgenin her tarafında yerli halkın teşebbüsü ile millî müfrezeler kurulmaya ve düşman kuvvetlerine baskınlar yapılmaya başlanmıştır. Buna paralel olarak, daha önce de temas ettiğimiz gibi güneyde Fransız işgaline karşı silahlı ilk direnme Dörtyol'da olmuştu. Bütün Güney cephesinde, yaygın olarak Kuvâyı Milliye'nin kurulması ise; Sivas Kongresi'nden sonra mümkün olmuştur.



Pozantı Beyannamesi


Birinci Pozantı Kongresi'nde Mustafa Kemal tarafından 5 Ağustos 1920 okunmuştur.

Alıntı:
Adana Vilâyeti Umûm İslâm Ahalisine

Büyük Millet Meclisi bazı cepheleri ziyaret ederek, Meclisin muhabbetkâr teşekkürlerini muhterem mücahitlerimize iblağa memur olan heyetimizin, mücahit orduların öncüsü, bütün İslâm âleminin nur-ı dide-i muhabbeti olan Adana vilayeti halkı ile temasa gelmiş olmaktan duyduğu haz pek büyüktür. Adana'nın muhterem müslümanları siz mütarekenin Fransızlar tarafından hak ve insaniyete, icasat-ı adalete külliyen mugayir olarak yırtılması üzerine nazarlarınız, bir taraftan İstanbul Hükümetinin saha-i faaliyetine, diğer taraftan garbin zuhuru muhtemel olan insaniyet ve adalet duygularına teveccüh ederek, bir müddet sakin kalmıştınız. Bu halden cür'et alan düşman bu sükûn ve tevekkülün altında saklanmış olan hamaset ve cömert fedakarlığı anlama cür'etinin hududunu genişletmiş ve kıymetli memleketimizi işgal eylemiş idi. Peygamber'in esaret tanımayan dindar ümmetinin cihat ordularına öncü olmak şerefiyle mübahi bulunan siz aziz Adanalı dindaşlarımız kalblerinizde sönmez bir azim ve iman bulunduğu halde nazarlarınızı eski hedeflerden çevirerek bir taraftan da na-mütenahi mefahir ve cengaverlikle mâli olan tarih-i millimizin işaret ve irşadına tabi oldunuz. O andan itibaren Adana İslâmları bütün Anadolu için vatanperverlik timsali oldu. Düşmanların tecavüzlerine karşı maddi ve manevi yıkılmaz bir sedd-i âhenin olmak şerefini hakkiyle ihraz eyledi. Düşmanların maksad-ı imhakârenesi ve salibin mevce-i husumetinde mübarek hilalin vaziyet-i hakikiyesi artık bilcümle ehl-i vatanca tamamiyle idrak edilmiştir. Şeref ve istiklal davasında istifade edeceğimiz muvaffakiyet vasıtalarının menbaı yalnız Anadolu değildir. Avrupa'nın bin türlü zulüm ve gadrine uğramak suretiyle hissiyat-ı esaretten gûna-gûnunun çekmiş olan Mısır, Hindistan, Rusya ve Afrika'daki Müslüman kardeşlerimiz nazarlarını Cenab-ı Hakk'ın atabe-i rahmetine ve İslâmiyet nurunu söndürmek üzere her türlü şenaati irtikap ile Peygamberimizin kabirlerine kadar dest-i taarruzlarını uzatmağa cür'et eden düşmanlara tevcih etmiş ve bize bütün mevcudiyetleri ile maddî, manevî müzaharete karar vermiş bulunuyorlar. Fazla olarak Rusya'da insanî ve ulvî gayeler etrafına toplanmış olan ve millet hukukuna riayet etmeği kabul eden ve günden güne tevessü' ederek zulüm ve tagallup âlemini yıkmakta olan muazzam kuvvetler de bize azami muavenette bulunmağı vaat etmişlerdir. Hakiki kuvveti Allah'ın yardımından alan ve muhafaza-i şeref ve istiklal uğrunda azami fedakarlık duygularını şan ve şerefle dolu ecdadımızdan tevarüs eden milletimizin yakın bir zamanda her türlü dinî, millî tarihine şanlı ve ebedi sahifeler ilave edeceğine şüphe yoktur. Saha-i mefharette Adana ve havalisi muhterem müslümanlarının parlak mevkii işgal edeceği hakkındaki itimad-ı umumiyeye ve kat'iyyeye tercüman olmakla his ettiğimiz mahzuziyet büyüktür. Tevkifat-ı Samediye'nin tecelliyat-ı âliyesine mazhariyeti taarruzu niyaz ve cümlenize gerek Büyük Millet Meclisi, gerek bütün İslâm âlemi arz-ı teşekkürat ederiz muhterem Gaziler!


Pozantı 5 Ağustos 1336 (1920)

Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal




Karga Pazarı çatışması



Akçalıuşağı, Boztahta, Karahamzalı, Tokmaknaklı, Kuyubeli ve civar köylerden milis kuvvetlerce Fransizlarin Haçin Ermenilerine gönderdikleri takviye kuvvet ve mühimmata yapılan baskın.

Fransızların, Haçin Ermenilerini takviye etmek lüzumunu duymaları üzerine güvendikleri adamlarından biri olduğuna inandıkları Feke Belediye Reisi Cezmi Bey’e başvurup Haçin’e gitmek için takip etmeleri gereken yolu sorarlar ve Cezmi Bey de, en uygun yolun Sırt yol denen taşlı gedikten geçen Eskimantaş, Karahamzalı, Akçalıuşağı ve Tapan üzerinden giden yol olduğunu bildirir.

Diğer taraftan Deli Hacı Ağa’ya da haber göndererek, Fransızların Haçin’e silah, cephane ve kuvvet göndereceklerini ve takip edecekleri yolun da, Taşlıgedik, Akçalıuşağı ve Tapan yolu olduğunu bildirir. Ona göre de tedbir alınmasını, Sıralif sırtına gözcü konulup buranın sürekli gözetlenmesini ister. Deli Hacı Ağa, adamlarına Sıralifte nöbet bekleterek Kozan’ı gözaltında bulundurdu.

Nihayet gözcüler kalabalık bir grubun Kozan’dan çıktığını haber verdiler. Kalabalık ilerledikçe gözcüler aynı yolu takiben geri çekilirler. Neticede sırt yola döndüklerini haber alan köylüler, silahlarını alarak da, daha önce pusu kurulmasına karar verilen Tokmanaklı-Akçalıuşağı arasındaki vadide yerlerini alırlar.

92 yüklü hayvan ve 92 silahlı Ermeninin önünden, 15 silahlı Ermeni Gönüllü Fedaileri Haçin yolunu takip etmektedir. Aşağı Tokmanaklı mezarlığı başında, yukarı Tokmanaklı’dan Köreken köyüne giden Karahasan kızı 13 yaşındaki Fatma’yı kafasını kesmek suretiyle öldürünce, bu canavarlık köylülerin sabrını haklı olarak tüketmişti. Kafile, Kargapazarı denilen yerde istirahate çekilirler. Silahlı köylüler tepelerde bunları gözetlemekle meşgul iken, çamlığın başında her şeyden habersiz kuş avlayan İboğlu’ndan Şahbaz Mehmet ile Karabucak köyünden İshak, Ermenilerin üç silahlı ve atlı gözcüsüne rastlarlar. Aralarında tartışma başlar. Sonuçta üç Ermeni öldürülür. Bu silah sesleri üzerine dağlardan ateşe başlanır. Neye uğradıklarını şaşıran Ermeniler, darma dağınık gelen silah seslerine mukabele ederler. Silah seslerini duyan köylüler silah alarak koşarlar. Bu durum çetelerin moralini yükseltir.

Bir saat zarfında Kargapazarı bölgesi bir harp sahnesini alır. Bu işte aktif görev alanlar şunlardır:

1. Bayatoğlu Ahmet Çavuş,

2. Karabucaklı Deli Hacı Ağa ve çete

3. Akçalıuşağı Köyünden Demirci İbrahim Ağa,

4. G Ali Ağa (Mümin Kulu) ve çetesinde bulunan Karahamzalı Köyünden Deli Ümmet, Çölloğ, Şahbaz Ali ve Mehmet Çavuş,

5. Kuyubelinden Kara Çocuk, Altıparmak,

6. Mehmet Hoca,

7. Mustafa Çavuş,

8. Kozan’dan Mustafa Efendizade Arif.

Akçalıuşağı, Boz tahta, Karahamzalı, Tokmaknaklı, Kuyubeli ve civar köylerden ise isimleri belli olmayan kahramanlar sayesinde bu baskın zaferle sonuçlanmıştır.

Bu olayda yalnız Boztahta Köyü’nden Deli Hacı’nın oğlu Mehmet şehit düşmüştür. Ermeniler’in ise pek çoğu öldürülüp silahlarına el konulmuştur. Ermenilere rehberlik yapan hain Kazak Hasan ile birlikte birkaç Ermeni kaçmak suretiyle canlarını zor kurtarmışlardır.

Kargapazarı olayı, Bozat Gediği’nde olduğu gibi, alınan silah ve mühümmat Kozan’ın kurtuluşunda ve Feke ile Saimbeyli (Haçin) nin de alınmasında kullanıldığından çok faydalı olmuştur.

Kaç-Kaç olayı


Kaç-Kaç olayı Kilikya Savunması sırasında Adana halkının mezalimden korkarak iç anadolya doğru mülteci olmasını anlatmaktadır.

Bunun üzerine, yavaş yavaş şehri terkeden Türk aileleri 10 Temmuz 1920'de tamamen genel birkaçışa başladılar. 10 Temmuz'daki katliam söylentisi hemen hemen bütün şehirdeki Türkleri kaçmaya mecbur etmişti . Ermenilerin kasıtlı olarak yaptıkları katliamlar ise şehirde asayişi bozmuş ve halkın kaçmasına zemin hazırlamıştı. Bu durumu anlayan halk da düşmandan temizlenmiş Toroslara sığınmak için harekete geçti. Fakat, Adana'dan çıkış zor idi. Her tarafta Ermeni çeteleri her an müslüman Türk'ün can güvenliğini tehdit ediyorlardı. Bu büyük bir tehlike idi. Asıl mesele bu olup, Toroslara sığınmaktan amaç ise kaçıp kurtulmaktan daha çok, orada teşkilatlanıp, Adana'yı düşman istilasından kurtarmaktı.

Bunu sezen Fransızlar, 9 Temmuz 1920 tarihinde Ermeni komitecileri ile düzme bir oyun tertip ederek; müslüman halkın şehri boşaltmalarını kolaylaştırmak için güneydeki bahçeler tarafına Cezayirli müslüman askerlerini nöbetçi koyup, bu duruma müsamaha göster-diler . 10 Temmuz sabahı iki saat süren silahların müslüman mahalleleri üzerine sıkılmasından sonra Türkler, koltuklarında birer bohça ile Oba yoluna doğru kaçmaya başladılar . Çarşıdaki Türkler dükkanlarını kapamadan, evde kadınlar eşyalarını ve giyecek bir şey almadan şehrin batı ve güney taraflarına, yani oba semtlerine kaçmaya başladılar . Kaç-Kaç yolculuğuna ova köylüleri de, paniğe kapılarak iştirak etmişlerdi . İşte bu ana-baba yurdunu ve evini mahşeri bir vaziyette terkederek kocası, karısını; çocuğu, anasını bulamayan, bu günün adına işgal tarihinde Kaç-Kaç denilmiştir . Kaç-Kaç gerçek anlamda bir millî kıyam olup, zulme karşı yapılan bu sessiz direniş nesillerden nesillere intikal edecek, hiç bir zaman unutulmayacaktı . 10 Temmuz günü Fransız uçakları, sabahın erken saatlerinden, öğlene kadar bu Kaç-Kaç kafilesine katılanların üzerlerine bomba ve sivri çiviler atmışlardı. Zalim Fransızlar Türkleri burada da rahat bırakmamışlar ve böylece bazılarının ölümlerine sebep olmuşlardı . Kaç-Kaç sırasında bulunan Abdulkadir Bilginer kitabında olayı şöyle yazmaktadır :

"...Bizler dikenli ve tozlu yollarda, kuşları uçurtmayan kasıp kavuran güneş tepemizde; etrafımızda vicdansız süngülü askerler, durup dinlenmeden yürüyorduk....askerler arasında çok sayıda Ermeniler de vardı. Ellerine istedikleri fırsat geçmiş, bizlerden intikam alıyorlardı. Ara sıra: 'Alçak Dacikler' deyip gülüyorlardı-Dacik Ermenice Türk demekmiş-. Kafilenin arasına tüfeklerle giremiyorlardı. Canı yananlar bir hadise çıkarabilir korkusu vardı. Bir ara solumuzda acı bir kadın sesi, bağırışlar, itişip kakışmalar oldu. Yaşlı bir nineye çabuk yürü diye dipçik vurmuşlar. O ana kadar ufak tefek homurdanmalar dışında yürüyüş oldukça sakindi. İhtiyar nineye yapılan bu alçaklığa halk dayanamadı. Askerlere saldıranlar bile oldu. Fransız askerleri daha çok ateş açarak, halkı tehdide başladılar. Askerlerin bütün güvenceleri havaya silah sıkmaktı. Ermeni olduğu anlaşılan bir asker ise: 'Sinirlenmeyin sonunuz daha fena olur' dedi ve yürüdü....". artık halk yavaş yavaş Toroslara göç ederken, paralı olanlar ise daha içerlere kaçmışlardı .

O günlerde Pozantı'da yayın yapan Yeni Adana Gazetesi daha sonra bu Kaç-Kaç olayından şu şekilde bahseder :

"Adana'nın Kara Günü (10 Temmuz 1336/1920) Geçen sene Fransızlarla akd edilen mütarekenin nihayet bulduğu günleri takip eden günlerde Fransızlar, ateşlenmiş Ermeniler, gayz ve ihtirasla zavallı islâmların başına bela kesilmişlerdir. Her geçen gün Adana için kanlı bir matem gölgesi bırakıyordu. Kafkas dağlarından gelen haydut 'Şişmanyan' Ermeni kilisesinde bir hükümet tesis etmiş burada sokaklardan toplanan islâmlar bin bir türlü engizisyon cezalarıyla idama gönderiliyordu. Bütün şehri zulüm, felaket doldurmuştu.

Sırtlan hisli Bremond, Dufieux celladlarına emir vermiş memleket kan ve ateşle boğuluyordu. Bu hainlikler gittikçe artıyor. Bu son müslümanların kalbi zulüm korkusuyla titriyor. Kafile kafile kadın, çocuk yollara dökülmüş şehrin cenubuna doğru akıp gidiyordu.

Temmuz'un onuncu günü şehir bir mezbaha halini aldı. O gaileden yarım saat sonra tertip edilen ihtilal başlamış, şehrin Ermenilerle meskun olan aksamından cehennemi bir ateş açılmıştı. Yollarda, sokaklarda birçok zavallıların cesetleri yatıyor. Kızlar, kadınlar canlarını kurtarmak için yalın ayak, baş açık temmuz güneşinin kızgın alevleri içinde yükselen, kesif tozlara boğularak akın, akın hicret ediyorlardı. Anasını kayıp eden yavrular, göğsü delinmiş yavrusunun üzerine kapanan ak saçlı analar namusu üzerine titreyen bakirelerle ovalar, obalar dolmuştu.

Hicret başlamış, kanlı eller ufka doğru yükselmiş sırtlan sadaları bu kafaların arkasından yükseliyordu. Günler geçti. Gülistan gibi kıymetli memleketimiz baykuş yuvalarına döndü. Kanlı eller saf-ı Seyhan kenarında yıkandı. Türk hazineleri yağma edildi.

Bu gün hâlâ kulaklarımızda uğuldayan birçok zehirli sedalar var. (Geliyorlar, doldururlar...... ah namusum... yavrum) bu sözleri her ağız ayrı ayrı söylüyor. Beş yüz senelik yuvasından uzaklaşıp gidiyordu. 10 Temmuz kara gün, binlerce islâm mezarının açıldığı gündü".

Kaç-Kaç olayı Adanalıları gerçekten sarsmıştı. Bu hadise Fransızlar için de kötü bir puandı. Türkler kaçmışlardı ancak bunun intikamını almak için hazırlanıyorlardı. Onlar sadece canlarını kurtarmak için kaçmamışlardı, Toroslarda Millî Teşkilât'a dahil olarak Adana'nın kurtuluşu için savaşmak amacıyla kaçmışlardı. Kaç-Kaç'ta gizlenen millî ruh bu idi .

10 Temmuz 1920'de binlerce Adanalının, cehennemi bir sıcakta, toz toprak içinde, sefil, perişan bir vaziyette gerçekleştirdikleri bu kaçış, Fransızlarla Ermenileri memnun etmişti .

Kovanbaşı Savaşı



Kurtuluş Savaşı sırasında Fransızlarla Osmaniye bölge komutanlığı emrindeki Türk birliklerle arasında yaşanan savaş.

Türk kıtaları, Osmaniye bölgesinde şu şekilde tertiplendiler. Osmaniye civarında bulunan bütün Millî Kuvvetler bir araya toplanarak savaş vaziyeti aldılar. Ayrıca Ceyhan'da bulunan Millî Kuvvetler de herhangi bir duruma karşı hazır vaziyete geldiler.

Fransızlar ise, 5 Ekim 1920'den itibaren İskenderun'dan karaya yeni kuvvetler çıkararak, mevcut kuvvetlerini takviye etmeye başlamışlardı. Böylece Fransızlar burada yaklaşık olarak bir tümene yakın kuvvet topladıktan sonra, 10 Ekim 1920 sabahı düzenli bir şekilde taarruza başlamışlardı . Buradaki bütün Fransız topçuları bir anda, Türk kuvvetlerine ateşe başlamışlar ve topçu ateşinin desteği altında piyadelerini de ileri sürmüşlerdi. Fransız piyadesinin bu ilerliyişine; Türk piyadeleri şiddetli bir ateşle karşılık verince Fransızlar bu ateşe dayanama¤¤¤¤¤ geri çekilmek zorunda kalmışlardı.

Burada başarısız olan Fransızlar, bu defa kuvvetlerini Haruniye'de bulunan Millî Kuvvetlerin bulunduğu, Kovanbaşı sırtına yönlendirerek, 300-400 metreye kadar yaklaşmışlar ve Millî Kuvvetlerin şiddetli ateşiyle karşılaşmışlardı. Buna rağmen, taarruzlarına büyük bir hız veren Fransızlar, bu saldırılarından da bir sonuç alamamışlardır. Fakat Haruniye kuvvetleri çok sıkışmış ve bunun üzerine 26. Alay tarafından takviye edilen Millî Kuvvetler, öğleden sonra birliklerimize 20-30 metre kadar yaklaşan Fransız kuvvetlerine karşı taarruza geçerek, geri püskürtmüşlerdi.

Türk kuvvetlerinin elinde bulunan savaş malzemesinin yetersiz olduğunu farkeden Fransızlar, tekrar bir karşı taarruza geçmişlerdi. Bu taarruza ellerinde az sayıda bulunan makinalı tüfeklerle karşı koyan Millî Kuvvetler, düşmanın taarruzunu kırmışlar ve ayrıca cephe gerisinde bulunan toplar da kuvvetli bir şekilde ateşe başlayınca, Fransızlar büyük kayıplar vermişlerdi. Bundan sonra da yedekte bekleyen Ceyhan'daki Millî Kuvvetlere de taarruz emri verilince Fransızlar daha fazla dayanamayıp Ceyhan'ın kuzeyine çekilmek mecburiyetinde kalmışlardı.

Kovanbaşı adıyla anılan bu savaş, Türk Kuvvetlerinin 10 Ekim 1920 günü tam sekiz saat kahramanca savunmaları ve karşı taarruzlarıyla başarıya ulaşmıştır. Bu savaşta ağır kayıplar veren Fransızlar ölü ve yaralılarını beraberinde götürmüşlerdir.



Kamberhöyüğü Savaşı




Tarsus Bağları Taarruzu ile yenilen Fransızların Mersin ve Adana ile tamamen irtibatları kesilmiş olup, hiçbir taraftan yardım alamayacak duruma gelmiş ve Tarsus'ta çembere alındığı vakit bütün ümitleri kırılmıştı . Ayrıca Fransız askerlerinin aşırı derecede moralleri de bozulmuştu.

Bağlar savaşından sonra, Türk Millî Kuvvetleri Adana yakınlarına kadar sokulmuşlar ve hatta Adana-Mersin yolu Millî Kuvvetlerin kontrolüne geçmişti. Zor durumda kalan Fransızlar Adana'dan yardım istemişler, gelen yardımı Kamberhöyüğü'nde karşılayan Çeliktaş müfrezesi bir şanssızlık sonucunda komutanları Molla Kerim ile birlikte şehit düşmüşlerdi (27 Temmuz 1920) . Daha sonra Fransızlar, Adana-Mersin yolunu tekrar ele geçirmişler ve 28/29 Temmuz 1920 gecesi de Tarsus şehrine girerek, buradaki kuvvetlerini muhasaradan kurtarmışlardı.



Kanlı Geçit Savaşları





Kovanbaşı Savaşı'nda yenilen Fransızların, 1 Kasım 1920 tarihinde Toprakkale'de topladıkları kuvvetlerle iki koldan Osmaniye cephesine taarruza başlamışları ile Kuva-i Milliye birlikleri arasında yaşanan savaş.

Osmaniye Ovasında ve kasaba içerisinde bulunan millî müfrezeler dağılmış olduklarından, Fransız kuvvetlerinin büyük bir kısmı hiçbir direnişe uğramadan sabah saat 10.00'da Mamure istasyonuna varmıştı. Çana istikametinde ilerleyen Fransız kuvvetleri burada direnme ile karşılaşmış ise de, Kanlı Geçit'e doğru ilerlemeğe devam etmişlerdi. Bu şekilde Fransızların bütün kuvvetleri, öğleye doğru Kanlı Geçit-Mamure hattına varmışlardı. Bu geniş çaplı saldırı karşısında Osmaniye'deki Türk Kuvvetleri toparlanarak, Osmaniye-Yarpuz yoluyla Yarpuz'a çekilebilmişti. Ceyhan kuvvetleri de, Ceyhan Nehrinin kuzey kıyısına çekilmişler ve bir kısmı da Kozan ve Kadirli'ye doğru harekete geçmişlerdi.

Fransız kuvvetleri, Ceyhan nehrinin kuzeyinde ve doğusunda bulunan Türk Kuvvetlerine karşı taarruza başlayan , birliklerimizi şiddetli ateş altına almışlardı. Bu ateş altında nehrin doğusuna kuvvet nakletmeye çalışan Fransızlar, burada çok zayiat vermişler ve bundan sonra da Türk Kuvvetleri, Fransız kuvvetlerini geri püskürtmüşlerdi.

2 Kasım 1920 gününde ise, ciddi bir çatışma olmamıştı, ama Fransızlar kuvvetlerini Kanlı Geçit-Mamure hattında toplamaya devam etmişlerdi. Bu durum karşısında, buradaki Türk birlikleri süratli bir şekilde Kanlı Geçit mıntıkasında toplanmaya başlamışlar ve bunlar arasında bulunan Aydınoğlu Tufan Bey komutasında 500 kişilik Kadirli müfrezesi de, Haruniye'ye gelmişti.



Kanlı Geçit'te biriken bu kuvvetler, kısa bir süre bekleme dönemine girmişlerdi. Ancak 8 Kasım 1920 sabahı Fransızlar, Türk Kuvvetleri üzerine ateşe başlamışlar ve ayrıca bu ateşle beraber, Fransız uçakları da hareket geçmişlerdi. Bu taarruzla Fransızlar, Türk kuvvetlerinin ileri mevzilerini işgal etmişlerse de, bu mevziler akşama doğru Türkler tarafından geri alınmıştı. Fransızlar bu saldırıda ancak bir tepe işgal etmiş olup, geceyi bu tepede geçirmişlerdi.

9 Kasım 1920 sabahı Kabaktepe'de bulunan Millî Kuvvetlere karşı geniş ve şiddetli bir taarruza başlayan Fransızlar, akşama kadar bu taarruzlarına, başarılı bir şekilde devam etmişlerdi. Bunun sonunda da Fransızlar saat 12.00'de Kabaktepe'yi ele geçirmişlerdi . Bu genel saldırıda Gouraud'un tümeni, bu taarruzla Kanlı Geçit'i zabtetmiş ve Hasanbeyli üzerinden Islahiye'ye inmiş, Meydan-ı Ekbez'e ve oradan Katma-Kilis yoluyla Antep civarına gelmişti .

Böylece Millî Kuvvetler; sayıca oldukça fazla ve çağın en modern silahlarıyla donatılmış olan bir Fransız tümenine karşı Kanlı Geçit ve Kabaktepe'de hiçbir bozguna uğramadan ve düşmana fazla zayiat verdirerek çıkmışlardı . Görüldüğü gibi, son on gündür Fransızlar, Antep'e ulaşabilmek amacıyla Osmaniye'deki Millî Kuvvetleri zaman zaman zor durumlara sokmuşlardı.


Karabucak Savunması


İşgal kuvvetleri komutanının emri ile bir Türk tahsildar, 3 Ermeni kamovar Kozan’a bağlı Karabucak, Şerifli, Mahyalar, Çürüklü, Minnetli ve Kuyubeli köylerinden vergi toplamak üzere gönderilir. Bunlar köylülere baskı yapıp zorla vergi toplamaya başlayınca, o yörenin ileri geleni Deli Hacı Ağa fedailerinden Gavur Ali Ağa ve çetesi tarafından öldürülür. Bu olay neticesinde, olayın kahramanı Deli Hacı Ağa’nın kardeşi Ökkeş Efendi, her ne kadar, işgal kuvvetleri komutanı ile dostluk kurup çiftliğinde ziyafet vermiş ise de, bu dostluk yetmemiş, Kozan’ın ileri gelenleri ile birlikte tutuklanıp manastır zindanına hapis edilmiştir

Bu olayda tutuklananlar şunlardır

1. Ökkeş Efendi

2. Helvacızade Ahmet Hafi Bey

3. Nalbant Ethem Usta

4. Nalbant Ethem Ustanın oğlu Kemal Efendi.

5. Üçdutlu Şükrü Efendi.

6. Himmet Çavuş

7. Gökoğlu Mustafa

8. Mısırlızade Avukat Mahmut Efendi

9. Çamurdanzade Mehmet Zait

10. Ögretmen Erdem Bey

11. Öğretmen Ahmet Cemil Bey

12. Kuyuluk Köyünden Battal Ağa Oğlu Ömer Efendi.

Yukarıda isimleri yazılı tutukluların bırakılmasını Kadirli’den çetesi ile gelen Çerkez Nuri Çavuş, işgal komutanı ile konuşur, tahliyelerini ister ve bırakılmadıklarında da halkla birlikte silahlı eyleme başlayacağını söyleyerek baskı yapar. Neticede bu tutuklular bırakılmışlardır.


Yüreğir Ovası Savaşları



Fransızların stratejik olarak işgal ettikleri bölgelerden bir tanesi de Çukorva bölgesinin buğday ihtiyacını büyük ölçüde karşılayan Yüreğir Ovası idi. Karataş iskelesi nedeniyle Fransa için önemli bir yer teşkil etmekteydi. Bundan dolayı, Fransızlar, Millî Kuvvetlerin buradaki hakimiyetini istememekteydi. Buna rağmen Millî Kuvvetler Mihmandar köyünden güneye inerek 26 Haziran 1920 tarihinde Karataş'ı ellerine geçirmişlerdi. Ancak burada meydana gelen çarpışmalardan sonra Seyhan nehrinin batısına çekilmek mecburiyetinde kalmışlardı.

Ovanın önemini ve Karataş'ın ileride, Fransa için dışarıya açılabilen bir liman olarak kullanabileceğini göz önünde bulunduran Batı Kilikya (Çukurova) Genel Komutanlığı, Yüreğir ovasında iyi bir millî teşkilat oluşturmayı düşünmüştü. Bundan dolayı, 1920 yılının Temmuz ayı başında bölge milletvekillerinden olan İsmail Safa Özler ve Muhtar Fikri Gücüm durum değerlendirmesi yapmak üzere Karahan'a gelmişler ve burada Batı Kilikya Millî Kuvvetler Komutanı Tekelioğlu Sinan Bey ile bir görüşme yapmışlardı. Bu görüşmenin sonucunda Yüreğir halkının ileri gelenlerini Karahan'a çağırmışlardı. Bu davet üzerine yörenin ileri gelenleri Yüreğir ovasını temsilen Karahan'a gelmişler ve burada iki gün süren bir toplantıya iştirak etmişlerdi. Bu toplantıda, Yüreğir'de Fransızlarla yapılacak mücadelenin durumu görüşülmüştür . Neticede Karahan'da aldıkları karar üzerine ovaya dönen temsilciler 2 Temmuz'dan itibaren bütün Yüreğir'deki çetelere mektuplar ve haberler göndererek; "çetelerin bundan sonra bir merkezden idare edileceğini ve bu merkezin de Taşçı köyü olduğunu" bildirmişlerdi. Bu haberden sonra, Yüreğir halkının ileri gelenleri 6 Temmuz 1920 günü Taşçı köyünde küçük bir toplantı yaparak, çete işleri ve erzak sevki hususunda bir karara varmışlardı . Bu toplantıda Yüreğir Grubu Komutanlığına emekli Binbaşı Hüsnü Bey getirilmiş ve bu zat da hemen göreve başlamıştı. Hüsnü Bey göreve başlar başlamaz, çetelerin ileri gelenleri ile görüşerek, bölgede mevzilenecekleri yerleri tespit etmişti .

Böylece bölgedeki Millî Kuvvetlerin Yüreğir kolu teşkilatlanarak faaliyete geçince, bölgedeki cephelerde erzak bolluğu kendini göstermişti. Ayrıca Yüreğir ovasındaki, dağınık bulunan milis kuvvetleri birleştirilip, buradaki millî kuvvetlerin mevcudu da 550'yi aşmış ve bu kuvvetler düzenli olarak ovadaki muhtelif yerlere taksim edilmişti. Yüreğir'e dağıtılan bu kuvvetlerin komutanları; Zaza Mehmet, Hacı Hasan köyünden Emin Ağa, Mehmet oğlu Yusuf Ağa ve Çağırkanlı köyünden Recep Çavuş’tu .


Yarbaşı ve İnnepli Savaşı

Yüreğir ovasında Millî Kuvvetlerin bu şekilde teşkilatlandığını haber alan Fransızlar, bir saldırı hazırlığına girişmişlerdi. Bunun üzerine Millî Kuvvetler bölgede mevzilenerek, Fransızları beklemeye başlamışlardı. Gerçekten 9 Temmuz 1920 sabahı Fransızlar, Yarbaşı-Kadri (Ramazanoğlu) Bey'in çiftliği istikametinde Karataş üzerine yürüyüşe geçmişlerdi. Bu yürüyüş esnasında ilk çatışma Yarbaşı mıntıkasında meydana gelmişti. Bu çarpışmayı önemsemeyen Fransızlar güneye doğru yürümeye devam etmişlerdi. Ancak Millî Kuvvetlerin aman vermeyen ateşi karşısında Fransız birlikleri duraklamak zorunda kalmışlardı. Bunun üzerine Fransızlar derhal tanklarını harekete geçirerek top ve makinalı tüfekleri ile yaylım ateşine başlamışlardı. Böylece Yarbaşı mevkiinde Millî Kuvvetlerle Fransızlar aralıksız onbeş saat kadar savaşmışlardı. Ayrıca Fransızlar cephe gerisindeki casusluk faaliyetleri ile de Millî Kuvvetlerin maneviyatını çökertmişlerdi . Bundan dolayı İnnepli sırtlarındaki Millî Kuvvetler gerilere çekilince, Fransızlar bu mıntıkayı kolayca işgal etmişlerdi. Böylece İnnepli sırtlarını ele geçiren Fransızlar, buraya toplar yerleştirmiş ve hareket halinde olan Millî Kuvvetleri ateş altına almıştı. Bunun üzerine Millî Kuvvetler esas karargahları olan Taşçı köyüne çekilmişlerdi
Taşçı Harbi

Fransızlar İnnepli sırtlarını işgal ettikten sonra güneye doğu çekilmekte olan Millî Kuvvetleri takibe başlamışlardı. Bunun sonucunda Fransızlar 12 Temmuz 1920 günü taarruza geçerek Millî Kuvvetlerin karargahı olan Taşçı köyüne ulaşmışlar ve 13 Temmuz 1920 sabahı burayı ateş çemberine almışlardı. Tank ve zırhlı otomobillerin gerisinde bulunan makinalı tüfekler Millî Kuvvetlere göz açtırmamıştı. Bugüne kadar Fransızlar böyle büyük bir kuvvetle Yüreğir ovasında savaşmamışlardı. Aralıksız beş saat devam eden buradaki savaş sonunda Millî Kuvvetler, fazla kayıp vermemek amacıyla Taşçı köyünden iki kilometre uzaklıkta bulunan Kılavur köyüne doğru çekilmişlerdi. Bu taarruz neticesi Fransızlar Taşçı köyünü de ele geçirmişlerdi .

Yüreğir harekatı başladıktan sonra Mersin Mebusu Muhtar Fikri Gücüm bu bölgede görev almış, geniş yetkilerle ve müfettiş namı ile Yüreğir ovasına gelmişti. Muhtar Fikri Bey, durumun vehameti üzerine 14 Temmuz 1920'de Kılavur köyünde hemen bir toplantı yapmıştı. Bu toplantıda Millî Mücâdele'nin amacı hakkında uzun ve heyecanlı bir konuşma yapmıştı. Bu konuşma, toplantıya katılanların üzerinde olumlu bir tesir bırakmış ve ayrıca moral de kazandırmıştı. Bu toplantı sonunda tekrar bir görev taksimi yapılmış ve buna göre; iaşe işlerinden Savatlıoğlu Halil, Grup komutanlığından Cızoğlularından Adana'lı ihtiyat zabiti Yusuf İzzettin ve Birinci bölük komutanlığından Zaza Mehmet, ikinci bölük komutanlığından Camili köyünden Avni Çavuş, Üçüncü bölük komutanlığından Mehmet oğlu Yusuf Ağa, Dördüncü bölük komutanlığından Hacı Hasan köyünden Emin Ağa sorumlu tutulmuştur. Ayrıca bu cepheye Tekelioğlu Sinan Bey tarafından ikişer adet top ve makinalı tüfek gönderilmiş ve bunlar da Taşçı köyünün karşısında bulunan Yalmanlı-Dervişli köyleri arasında yerleştirilmişti. Böylece Millî Kuvvetler taarruza hazır bir hale getirilmişti. Bunlardan başka bu cepheye son anda Batı Kilikya Genel Komutanı Tekelioğlu Sinan Bey ile Karaisalı Kaymakamı Saadettin Bey de gelmişlerdi .

Böylelikle Millî Kuvvetler 15 Temmuz 1920 sabahı top ateşi desteğinde Taşçı köyü üzerine taarruza geçmişlerdi. Taşçı köyünü ele geçirmek amacıyla yapılan bu saldırı, 15-16 Temmuz günü Fransızların çok şiddetli bir şekilde direnmesine sebep olmuştu. Adana'dan yardım alan Fransızlar, uçakları ve toplarıyla harekete geçerek, geniş çaplı karşı bir taarruza başlamışlardı. 16 Temmuz'da başlayan Fransız taarruzu, Millî Kuvvetleri zor duruma sokmuştu. Fakat Millî Kuvvetler 16 Temmuz akşamına kadar direnmişlerdi. Neticede akşamın karanlığından faydalanan Millî Kuvvetlerin bir bölümü Seyhan nehrinin batı tarafına geçmiş ve bir bölümü de, Irmakbaşı köyüne çekilmişlerdi. Fransızlar Yüreğir ovasında sürdürdükleri bu taarruz sonucunda, 23 Temmuz 1920 tarihinde Irmakbaşı köyünü de almışlardı. Bunun üzerine Millî Kuvvetler, Seyhan nehrinin batı yakasına geçerek karargahlarını Köylüoğlu'nda kurmuşlardı. Yüreğir Grup Komutanı Hüsnü Bey de daha güneye, Ziyamet (Zeamet) köyüne doğru çekilmişti . Nasurullah Ağa'nın müfrezesi de Ziyamet'e gelerek, Hüsnü Bey'e yardımcı olmuştu . Ancak Yüreğir ovasında, zaman zaman Millî Kuvvetler, Fransızlara karşı direnme göstermişse de, bir netice alamamışlardır. En son olarak Millî Kuvvetlerden Nasurullah Ağa'nın müfrezesi de 19 Kasım 1920 tarihinde bölgeden çekilerek, Yüreğir ovası Fransızlara terkedilmiştir. Bundan sonra Yüreğir ovasında Fransızların egemenliğini ve buna paralel olarak da Fransız zulmünü görmekteyiz .


Yukarı Dağlık Bölgede Yapılan Savaşlar

(Sis= Kozan, Hacın= Saimbeyli, Urumlu= Doğanbeyli ve Şarköy Olayları)

Mondros Mütarekesi'nden sonra Hacın Ermenileri, hemen fırsatı değerlendirerek beklemeden eski yurtlarına geri dönmüşlerdi. Döndükten sonra da konut sıkıntısıyla karşılaşmışlar ve bunun üzerine de eski komşuları Türklerin evlerini boşaltmalarını ve kasaba dışına çıkmalarını istemişlerdi. Bu amaçla bir takım baskı yollarını denemişler ve kasabada azınlık durumda bulunan Türklerin kaçmalarını sağlamak için her yola başvurmuşlar ve Türk olmayı suç saymaya başlayacak bir hale gelmişlerdi .

Dağlık bölgede Hacın Ermenilerinin yanısıra Rumlu (Urumlu: Doğanbeyli) ve Şar Ermenileri de Türklere karşı harekete geçerek, her türlü eylemi yapmaya başlamışlardı . Bilhassa, Hacın'da bir Ermeni binbaşısının emrinde 1200 mevcudunda olduğu sanılan Ermeni kuvvetleri hergün kışla meydanında Fransız askerleri gibi eğitim yapıyorlar ve bölgedeki Fransız makamlarından ve askerî birliklerinden de yardım alıyorlardı . Ayrıca 30.000 kişilik silahlı ve örgütlü Ermeni gücü de oluşturul-muştu . Bunlardan başka Ermeniler bölgelerinde bulunan bütün okul ve kiliseleri kuvvetli olarak sağlam bir savunma üssü durumuna getirmişlerdi .

7 Mart 1920 günü Fransızlar, Kozan mıntıkasını da işgal etmişler ve Kozan sancağının merkezi olan Sis kasabasına da mutasarrıf olarak Binbaşı Taillardat adında birini atamışlardı. Bu işgalden asıl amaçları, Yukarı Toros Geçitleri'ni de ele geçirmek gayesiyle; Hacın, Şarköy, Zeytun ve Urumlu bölgelerinde örgütlenmiş durumda bulunan Ermenileri de isyana teşvik ederek, yardım elini uzatmışlardı . Böylece Binbaşı Taillardat Ermenileri harekete geçirmek için tahrik etmiş ve bütün fenalıklara göz yummuştu. Bu olay üzerine de Feke, Hacın, Sis halkı da silahlanmaya başlamış ve bu durumdan endişe duyan Türkler dağlara ve Kayseri sancağına sığınmaya mecbur kalmışlardı .

Bu durum, artık harekete geçilmesini gerektirmiş ve 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa'nın 9 Mart 1920'de verdiği emirle, bu bölgede savaşlar başlamıştı. Bu bölgede yapılan çarpışmalar, daha ziyade Ermenilerle yapılmıştı. Zira Çukurova'nın öteki yerlerine oranla burada Ermeni nüfusu fazla idi .

Bu çarpışmalar sırasında Mustafa Kemal Paşa; Burada durumun çok kötü olduğunu, çünkü Ermenilerin tepeden tırnağa silahlı olduğunu, bunun için bölge sorumlusu Binbaşı Kemal Bey'in hemen Develi'ye gelmesini emrediyor ve bunun üzerine ileri birliklerin düzenlenerek harekete geçirilmesini istiyor ve ayrıca bu hareket esnasında silahlı olmayan Ermenilere hiçbir sebeple dokunulmaması ve taarruz edilmemesini rica ediyordu .

Böylece, Mustafa Kemal'in emri üzerine harekete geçen Millî Kuvvetler 7 Nisan 1920 günü taarruza başlamışlardı. Bu savaşlar uzun süre karşılıklı olarak devam etmiş, fakat pek başarı elde edilememişti . 7 ve 8 Mayıs 1920'de yapılan taarruz da başarılı olamamıştı. Ermeniler 7/8 Haziran 1920 gecesi Hacın'dan bir çıkış yaparak kasaba güneyindeki Millî Kuvvetleri dağıtmışlardı .

Diğer taraftan Pozantı savaşlarıyla zor duruma düşen Fransızlar bir mütareke istemişler ve bunun üzerine 20 günlük bir ateşkes imzalanmıştı. Buna göre; Kozan sancağının merkezi olan Sis kasabası da sancağın siyasi ve askerî mutasarrıfı Binbaşı Taillardat tarafından bu bölgede bulunan Ermeni aileleri de beraber götürülmesi şartıyla 2/3 Haziran 1920 gecesi boşaltılmıştı . Bundan sonra da halkının tamamı Ermeni olan Şarköy'de 300 kadar kişi toplanarak isyan etmişlerdi. Bu isyanın önüne geçebilmek amacıyla; hükümet buradaki Ermenilerden silahlarını teslim etmeleri için çağrı yapmıştı. Bu çağrıyı kabul etmemişler ve ayrıca, 22 Nisan 1920'de Göksun kaymakamı Ermeni papazıyla Şarköy'e giderek, nasihatte bulunmalarına rağmen, buna bile aldırış etmemişlerdi. Bunun üzerine gönderilen Millî Kuvvetler, köyü ele geçirerek isyanı bastırmışlardı (3 Temmuz 1920) . Böylece, Şarköy zabtedildikten sonra buradaki Millî Kuvvetler de Hacın (Saimbeyli) kasabasına getirilmiş ve burada iyi bir şekilde kuvvetlenmişti. Buna rağmen 13 Temmuz 1920'de Hacın üzerine taarruza geçilmişse de bir sonuç alınamamıştı . Bundan sonra; 11.9.1336 (1920) günü Genelkurmay Başkanlığı' ndan, Adana Cephesi Komutanlığına gönderilen bir emirde: "Hacın'da sarılmış olan Ermenilere, kadın ve çocuklarının istedikleri bölgeye gitmek üzere çıkmakta serbest olduklarının ve emniyette bulunacakları, eğer silahlarını teslim ederlerse erkeklerinin de Hacın'da emniyette oturabileceklerinin beyanname ile durumun bildirilmesi ve neticenin de Genelkurmay'a iletilmesi...." .hususunda gönderilen bir emir üzerine de Hacın Ermenilerinden olumlu bir cevap alınamamıştır. Bu barış çağrısına rağmen 23 Eylül 1920 tarihinde Ermenilerin başlattıkları kasabadan çıkış saldırısı başarılı olmuştu. Bu saldırı sırasında Güzelim Köyü'ne bir baskın yapmışlar ve bütün köy ahalisini öldürerek, köyü de yakmışlardı. Ayrıca Ermeni çeteleri Urumlu (Doğanbeyli) Köyü'ne de bir baskın yaparak buradaki 100 kişilik Millî Kuvveti dağıtarak bütün halkı öldürmüşlerdi. Ermeniler, burada ihtiyarlar ve memedeki çocuklara bile acımamışlardı . Bundan sonra, Türk kuvvetleri, Hacın'ı kuzeyden kuşatma altına almışlardı. Ermeniler Hacın'a dönüş esnasında, yapmış oldukları taarruzda kuşatma çemberini yardılarsa da getirdikleri erzak, Türk kuvvetlerinin eline geçmişti . Bu hareketten sonra, Türk kuvvetlerine bir çeki-düzen verilerek, Kayseri'den obüs topu getirilmek suretiyle de takviye edilmiş ve ilçe 15/16 Ekim 1920 gecesi tamamen yanmış ve yıkılmış olarak Türklerin eline geçmişti . Osman Tufan Bey bu olayı hatıralarında şöyle anlatmaktadır :

"Hacın bir kaza merkezi idi, memurları ve Türk ahalisi vardı. Onlardan hiçbiri sağ çıkmamıştır. Herbiri fecaatle öldürüldü. Türkleri mağaralara doldurmuşlar, açlıktan öldürmüşler ve bazı mağaralarda her gün gözleri önünde bağırtarak bir ana, bir baba, bir çocuk işkence ile öldürülüyor, ölüsü kafile içinde bırakılıyormuş. Bir Türk gelinini, belinde Fransız bayrağını taşıyan, birçok katlı büyük mektep penceresine, günlerce astılar. Bize sağ olarak teşhir ettiler. 16 Birinciteşrin 1336 (1920) günü Hacın davası ebediyyen sustu".