Osmanlı'da 'Donanma' adı verilen şenliklerinde, 'Altın topa ok atma' ya da... 'Kabak oyunu'

Bir zafer kazanılması, sultanın tahta çıkması ya da bir şehzadenin sünnet olması gibi olayların şerefine düzenlenen ‘donanma’ adlı şenliklerde, ‘kabak oyunu’ da, bu tür şenliklerde gözdesi olarak öne çıkardı...
Mutlu Özgen, ‘Altın topa ok atma’ diye de adlandırılan ‘Kabak oyunu’nu anlattı Popüler Tarih okurlarına...
Osmanlı’da okçuluk faaliyetleri; hedef vurma (puta atışı), cisim delme (darp vurma) ve mesafeye atma (menzil atışı) gibi değişik disiplinlerde gerçekleştirilmekteydi. Hedef okçuluğu çevresinde değerlendirilebilecek olan ‘kabak okçuluğu’ ise, binicilik becerisi gerektiriyordu.
15 ve 17. Yüzyıl’da Osmanlı’da bir gösteri sporu olarak kabul edilen kabak oyunu, hünerli binici yetiştirme eğitiminde, çeşitli nedenlerle düzenlenen şenliklerde ve eğlenceli bir oyun olarak, seferlerde, ordunun moralinin yükseltilmesinde önemli bir yer tutmuştur.
Osmanlı şenliklerinde, kabak oyunu, gerek oyunun sergilenmesi gerekse işlevleri açısından özel bir yer teşkil ediyordu. Kabak oyunu, Osmanlı şenliklerinde iki temel işlevi temsil etmekteydi: Bir kere, kabak oyununun heyecan verici dinamik özelliği; toplumun her kesiminden şenliklere katılan insanların bir araya gelerek yakınlaşmasına, dayanışmasına ortam hazırlamaktaydı.
Kabak oyunu, seyirciyi gündelik hayatın dışına çıkararak; özgür bir alan oluşturmakta, bu özgür alanda oyun, bireylerin ve toplumun yenilenmesi, yeniden canlanması gibi önemli bir işlevini yerine getirmekteydi.
Osmanlı, özellikle savaş yenilgilerinden ve doğal afetlerden sonra, bu olayların kamuoyundaki çöküntülerini unutturmak için, kabak oyununa, şenliklerinde sıkça yer verirdi.



Örneğin; “Fatih Mehmed’in 1450’de sonuçsuz kalan Akçahisar kuşatmasının başarısızlığını örtmek için, Edirne’de Sitt Hatun ile evlenişi, parlak bir düğünle kutlanmıştır. Bu düğünde atlı okçular, at meydanının ortasına dikilen direğin üzerindeki altın topa atış gösterileri yapmışlardır”.
Kanunî Sultan Süleyman da, yine başarısız bir Viyana kuşatmasından sonra, dört oğlunun sünneti için, 27 Haziran 1530’da düzenlediği görkemli şenlikte, ordunun güvenini yükseltmek, içeride ve dışarıda yenilgiyi unutturmak için, sünnet töreninde atlı okçular, At Meydanı’na dikilen direğin üzerindeki gümüş kabağa ok atmışlardır.
Ayrıca kabak oyununun siyasal bir işlevi olduğu da görülür: Devletin ve onun sembolü olan padişahın üstünlüğünü, gerek içeriye, gerekse dış dünyaya kanıtlamak için düzenlenen şenliklerde, kabak oyununa ayrı bir önem verilirdi.
Bu şenliklerden biri de, III. Murad’ın, 1582’de oğlu şehzade Mehmed’in (III. Mehmet) sünnet düğünü için düzenlettiği şenliktir.
Osmanlı tarihinin bu en görkemli şenliğinde, atlı okçular, At Meydanı’nın ortasına dikilmiş direğin üzerindeki altın topa atış gösterileri yapmışlardır. 1582 şenliğinin birçok gününde kabak oyunu oynanmasının altında, biraz da, şenliğe katılan İran Elçisi’ne gözdağı vermek ve imparatorluğun gücünü göstermek amacı yatmaktadır.
“Altın topa ok atma” yabancı gözlemcilerin üzerinde en çok durdukları gösterilerden biri olmuştur. 1554-1562 yılları arasında İstanbul’da bulunan İngiliz elçisi Busbecq, Türklerin savaş taktiklerine uygun okçuluk gösterilerinin olduğunu, at üzerinde dört nala kaçarken birden geriye dönerek direğin üzerindeki topa ok attıklarını, bu manevraları pek sık ve uzun müddet yaptıklarından, savaşta at sırtında kaçarmış gibi görünüp, geriye dönerek düşmanı okla vurmak melekesi kazandıklarını kaydetmektedir.
Elçi ya da yabancı gözlemcileri etkilemek amacı güden kabak okçuluğu faaliyetlerinin en ilginci, şüphesiz, III. Murad’ın (1421-1451) yabancı elçiler önünde kabağa ok atışıdır.
Bu sahneyi tasvir eden Hünernâme minyatüründe, Sultan, dört nala at sürerken tam direğin hizasında geriye dönmüş ve adeta atın boynuna yatmış olarak altın yaldızlı bir hedefe ok atmaktadır.
Herkes Sultan’ı izlerken, elçilerin yanında bulunan devlet adamının, onların tepkisini izlemeyi uygun bulması, minyatürde dikkat çekmektedir. Yabancı elçiler önünde rahatlıkla kabağa ok atabilen II. Murad’ın atlı okçuluk becerisinin ardında, avcılığı ve Edirne’de Mamak Köşkü önünde yaptığı kabağa ok atma idmanları yatıyor olmalıdır.
Başta kabak oyunu, Osmanlı şenliklerinde yer verilen bütün etkinliklerin, birleştirici ve bütünleştirici bir işleve sahip olduğu görülür...
Bir zaferin kazanılması, bir kalenin düşmandan alınması, sultanın tahta çıkması, bir şehzadenin sünnet olması ve buna benzer nice olay, Osmanlı’da, ‘Donanma’ adı verilen şenliklerin düzenlenmesine yol açardı.
İşte ‘kabak oyunu’ da, bu tür şenliklerde ‘çok tutulan’ bir gösteri olarak öne çıkardı.
Aslında ‘kabak oyunu’ sadece şenliklerde değil, aynı zamanda sefer sırasında da, konak yerlerinde, uygun bir alanın ortasına ‘kabak direği’ dikilerek oynanmakta idi.
Cündilerin becerilerini korumak, askerlerin de morallerini yükseltmek amacı güdülerek gerçekleştirilen bu faaliyetlerden birine, Lala Mustafa Paşa’nın Kafkasya, Azerbaycan ve Şirvan’a yaptığı seferde rastlanılmaktadır.
Erzurum yakınlarında, çok sayıda atlının katılımıyla gerçekleştirilen oyun, Gelibolulu Ali’nin Nusretnâme’sindeki 1584 tarihli bir minyatürde tasvir edilmektedir.



Bu minyatür de, açıkça göstermektedir ki, ateşli silahların yaygınlaşmasından sonra, 16. Yüzyıl sonlarına doğru, ok ve yayın ‘savaş silahı’ olma özelliğini kaybetmesine karşın, kabak okçuluğu, 17. Yüzyıl’ın ikinci yarısında dahi, bir ‘gösteri sporu’ olarak varlığını devam ettirmiştir.
Nitekim, IV. Mehmed’in 1675’te Edirne’de düzenlettiği sünnet ve düğün şenliklerinde, şenlik alanına konulan ok nişangâhı üzerindeki “gümüş tası vurma yarışması” bunun en iyi kanıtıdır.
1720’de Okmeydanı’nda yapılan III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet şenliklerini anlatan Surnâme-i Vehbi minyatürlerinde, gümüş maşrapayı direğe tırmanarak almaya çalışan canbazlar tasvir edilmektedir.
On beş günlük şenlik programında, yaya ve atlı cirid, at koşuları, güreş, gümüş maşrapa yarışmaları gibi sportif aktiviteler arasında, kabak oyunu yer almamaktadır.
Vehbi’nin minyatürlerinde tasvir edilen şenliğe katılan askerlerin ellerinde sadece tüfek bulunduğu da dikkate alındığında, askerî eğitimde anlamını kaybeden ve sivil tabanı da bulunmayan atlı okçuluk faaliyetlerinin, dolayısıyla kabak oyununun 18. Yüzyıl başlarında ortadan kalkmış olması muhtemeldir.
Kabak oyunu, ‘Kabak’, ‘Cirid’, ‘Çevgan’ veya ‘At Meydanı’ adı verilen özel spor alanlarında uygulandığı gibi, mesire yerlerinde ya da herhangi bir uygun arazide direk dikilerek oluşturulan geçici mekânlarda da oynanmıştır.
İstanbul ve Kahire şehirleri, kabak oyunlarının merkezi konumunda olmuşlardır. İstanbul’da atlı oyunlar için yaygın olarak kullanılan alan, 16 ve 17. Yüzyıl boyunca, At Meydanı idi.
1530 ve 1582 şenliklerinde, kabak oyunu, At Meydanı’na bir kabak direği dikilerek gerçekleştirilmiştir. 1623-1625 yılları arasında İstanbul’da bulunan Fransız konsülü Gedeyn “Le Turc”; At Meydanı’nda Türklerin, çok yüksek bir gemi direğinin üzerindeki bakır gülleye, at üzerinde dönerek ve çoğu kez nişan alınmadan ok atışı yaptıklarını izlediğini belirtmiştir.
Topkapı Sarayı’nın en eski ve en büyük alanı olan Gülhane Meydanı, Gülhane Kasrı inşa edilinceye kadar, ‘Kabak Meydanı’ olarak anılmıştır. Saray’ın Marmara Denizi’ne bakan yönünde, birinci yer ile mutfakların arasındaki sur içinde bulunan ve ‘Cirid Meydanı’ da denilen bu alanda, Enderun ve Birun’daki cündilerin eğitimi yapılmaktaydı…
Temel binicilik becerilerini kazanan acemi cündiler, daha sonra at üzerinde tablalara vurma ve direğin tepesine bağlanmış kabağı okla vurma antrenmanlarına başlamaktaydılar.



Eski İstanbul’un en cazip spor, eğlence ve mesire yerlerinden biri olan ve ‘Cirid Meydanı’ diye de anılan Kağıthane Meydanı’ında, şehzadelerin sünnet ve sultanların evlenme törenlerindeki at ve yaya yarışlarıyla, kabağa ok atma yarışmaları yapılmıştır. İstanbul’da kabak oyunu oynanan diğer bir alan ise, Edirnekapı’daki Cirid Meydanı idi.
Osmanlı devletinin sınırları içindeki bir kabak meydanı da Edirne’de bulunmaktaydı. Evliya Çelebi, 1653’te ziyaret ettiği Edirne’deki bu meydanın, Yeni Saray’ın ‘Hasbahçe’ bölümüne ait geniş bir alanda olduğunu, ortasında, üzerinde altın top olan göklere uzanmış bir direk bulunduğunu ve bütün okçu ve silahşorların padişahın önünde, altın topa ok ve tüfek attıklarını kaydeder...
Klasik dönemde, Osmanlı’da iyice yaygınlık kazanan değişik okçuluk türleri, ciddi hazırlık antrenmanlarını zorunlu kılmaktadır.
Yeni okçuların yetiştirilmesi, yetiştiricilerin becerilerini korumaları ve halkın okçuluk heveslerinin tatmin edilmesine yönelik talepleri karşılayacak sivil ve askeri tâlimhâneler kurulmuştur.
Ordu bünyesindeki okçuların idman yaptıkları askerî talimhaneler dışında, İstanbul’un çeşitli semtlerinde, hedef atışları yapılan ve birer ticarethane hüviyeti taşıyan 45 kadar sivil talimhane bulunmaktadır.
Edirne ve Bursa gibi eski imparatorluk merkezlerinde de bu tür ücretli talimhaneler bulunmaktadır. Spor salonu görünümündeki sabit talimhanelerden başka, açık alanlarda veya şehir dışı mesire yerlerinde hedef atış hizmeti veren ücretli gezici tâlimhâneler de mevcuttur.



Busbecq, bu talimhanelerde okçuluk antrenmanlarının 7-8 yaşlarında başlayıp 10, 12 yıl devam ettiğini ve böylece en küçük hedeflere dahi isabet kaydedilecek düzeye ulaştığını ifade etmektedir.
Bir talimhanedeki gözlemlerini aktaran Busbecq, Türklerin, tahta ayaklı bir sehpa üzerine konmuş bir kalkanın üzerindeki bir talerden daha küçük beyaz dairenin etrafına, beş altı oku birbirine değmeyecek şekilde, otuz kadem uzaklıktan dizebildiklerini kaydeder.
Fransız seyyah Thevenot, 1655-56 yıllarına ait notlarında, Türklerin ok atışlarını daha ziyade ‘hareket halinde’ yaptıklarını, atlarını koşturup duvara yerleştirilmiş bir toprak kaba hayli uzaktan isabetle ok attıklarını belirtir.
Toprak ya da deri putalara at üzerinden yapılan atışların, aynı zamanda kabak okçuluğuna da hazırlık teşkil etmesi söz konusudur.
III. Murad’ın düzenlettiği sünnet düğününe katılan bir İngiliz seyyahının gördüğü atlı puta atışı gösterisi, tamamen kabak oyununu andırmaktadır:
“Meydanın iki başına aynı yükseklik ve uzaklıkta dörder çakıl yığını yapılıp, tepelerine ağaç saplı hedefler dikildi. 50 kadar okçu sipahi, bu iki öbek hedef arasında dört nala at sürerek ve tam dönüş sırasında geriye ok atarak putaları vurdular. Tirkeşlerinden ok çıkarıp gezleyip atmaları o kadar çabuk oluyordu ki, gözle takip etmek hemen hemen imkansızdı. Atışları bazen sağ, bazen sol elleriyle yapıyorlardı.”
Gülhane Kasrı önündeki Kabak Meydanı’nda ise, Enderun ve Bîrun halkından acemilerin cündilik eğitimleri kapsamında, haftanın çarşamba ve cumartesi günleri, sırığın tepesindeki kabağı okla vurma çalışmaları yapılmaktaydı. Cuma öğleden sonraları da, At Meydanı’nda düzenlenen cirit ve atlı okçuluk gösterilerinde keskin cündiler becerilerini sergilerdi...
Atlı bozkır kültürünün askerî ve ekonomik zorunluluklar karşısında geliştirdiği at üzerinde her yöne isabetli ok atabilme becerisi, kabak okçuluğu formunda gerek askerî bir idman aracı, gerekse sosyal aktiviteleri biçimlendiren eğlenceli bir oyun olarak; 15 ve 17. yüzyıllar arasında, Osmanlı yaşamında önemli bir yer tutmuştur.
Ok ve yayın 16. Yüzyıl sonlarına doğru, askerî alandaki önemini kaybetmesinden sonra, atlı okçulara olan ihtiyacın ortadan kalkmasıyla zayıflayan kabak okçuluğu ve buna dayalı oyun, bir yüzyıl kadar daha, sosyal ve sportif aktiviteler içinde yer aldıktan sonra, 18. Yüzyıl başlarında tarih sahnesinden çekilecektir.