Tanju ERDEM


Türk Boğazları,1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla Çarlık Rusyası’nın bir büyük güç olarak Karadeniz’e inmesi, Osmanlı İmparatorluğunun da giderek güç yitirmesi sonucunda, Batılı emperyal güçlerin her zaman ilgi odağı olmuştur. 1917 yılında Çarlık Rusyası’nın yıkılarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) kurulmasıyla, Kurtuluş Savaşında Sovyetler Birliği İle anlaşarak doğu sınırlarını güvence altına alan Türkiye, Batı emperyalizminin himayesinde Anadolu’yu istilaya gelen Yunanistan’a karşı askeri ve siyasal utkular kazanmıştır. Bunun ardından, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ve 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesiyle Sovyetler Birliğinin ve Karadeniz’de sahili olan öteki ülkelerin güvenlikleri sağlanmış olduğundan, İkinci Dünya Savaşından sonraki Soğuk Savaş döneminde bile, bölgede barışın korunması mümkün olabilmiştir.

Lozan’da Boğazlar konusunda iki görüş (İngiltere ve Sovyetler Birliği) karşı karşıya gelmişti. İngilizler Boğazlar’ın hem ticaret ve hem de harp gemilerine açık olması gerektiğini savunuyor ve uluslararası bir komisyonun kontrol etmesini istiyordu. Sovyet Rusya ise, Boğazların ticaret gemilerine açık, harp gemilerine kapalı tutulmasından ve Türkiye’nin kontrolunda kalmasından yanaydı. Çünkü, güçlü bir donanmaya sahip olan İngiltere ile deniz gücü zayıf olan Sovyetler Birliğinin çıkarları Karadeniz’de çatışıyordu.

Türkiye, çatışan bu iki görüşe karşı, uzlaştırıcı bir orta yol önerdi. Bu öneriler bütün taraflarca benimsendi ve Lozan’da imzalanan Boğazlar Mukavelesinin Temel Hükümlerini oluşturdu. Buna göre;

Ticaret Gemileri : Barış zamanında Boğazlardan serbestçe geçebilecekler; harp zamanında, eğer Türkiye savaşa katılmışsa, tarafsız gemiler (Düşmana yardım etmemek koşuluyla) serbestçe geçişlerini sürdürebilecekti.

Harp Gemileri : Barış zamanında geçiş serbestisine sahip olacaklar; ancak, Karadeniz’de sahili (kıyısı) olmayan devletlerin Karadeniz’e çıkacak Donanması, Karadeniz’de kıyısı bulunan ülkelerin Donanmasından daha güçlü olmayacak; Karadeniz’de sahili olmayan Devletler, Karadeniz’e her biri 10 bin Tonu geçmeyen üç gemiden fazla filo gönderemeyecekti.

Harp zamanında Türkiye tarafsız ise, geçişler Barış koşullarındaki gibi olacak; şayet Türkiye savaşta ise, tarafsız harp gemilerine geçiş serbest olacaktı.

Denizaltılara ayrı statü verilmiştir: Denizaltılar (Türkiye ile barış halinde olmak koşuluyla) dalmamış olarak, su üzerinden geçecekti.

Boğazlar’da, Marmara Denizi Adalarında, İmroz, Semendirek, Bozcaada ve Tavşan Adalarında askeri birlik bulundurulamayacaktı.

Türk Temsilcinin Başkanlığında; antlaşmayı imzalayan ülkelerin temsilcilerinden oluşan bir Boğazlar Komisyonu kurulacak; bu komisyon, Boğazlar’dan geçen harp gemilerinin geçişlerine nezaret edecekti. Komisyon bu görevini, Cemiyeti Akvam’ın gözetiminde yürütecekti. Böylece, 1930’lu yıllara gelindi. 1930 sonrasında ise, Nazi Almanyası ve Faşist İtalya ile Batılı Demokrasiler arasındaki ilişkiler bozulmaya başladı. Bu iki totaliter ülke, işgal yoluyla toprak kazanımlarına başlayınca ve de dünyadaki silahsızlanma çabaları sonuçsuz kalıp, tam aksine, dünyada yoğun bir silahlanma yarışı başlayınca, Türkiye Lozan’da imzalanan Boğazlar Mukavelesinin değiştirilmesini istedi. Bu konuda 1932 yılından itibaren yürütülmeye başlanan zemin yoklamaları, ilgili devletlere 10 Mart 1936’da verdiğimiz Nota ile eyleme dönüştü. Boğazlar Mukavelesini imzalayan devletlere gönderilen Nota’da; genel bir savaşın çıkma olasılığından bahsedilerek, bu ortamda Türkiye’nin savunmasız bırakılmaması gerektiğine değinildi. Olay sadece bir Boğaz geçişi olayı değil, bir savunma ve güvenlik sorunu haline gelmiştir, denildi. Taraflar görüşmeye davet edildi.

Bu davet Fransa, Rusya ve İngiltere tarafından da olumlu karşılandı. Bu arada Yunanistan fırsattan istifade ederek, Ege’deki Yunan Adalarının tahkim edilmesini istedi. Romanya önce çekimser davrandı. Fakat daha sonra, müzakere açılmasını kabul etti. O günler Atatürk’ün dönemiydi. Türkiye tüm dünyada uluslararası kamuoyunun güven ve saygısını kazanmış bulunuyordu.

22 Haziran 1936’ da başlayan görüşmelerde, Türkiye aşağıdaki öneri paketini sundu:

1) Ticaret Gemilerinin geçişi serbest olacaktır.

2)Harp Gemilerinin geçişi için, güvenliğimiz sağlanmış olmalıdır. Bu konuda öngörülen koşullar şunlardır;

a. Marmara Denizi ve Boğazlar Bölgesinde askeri tedbirler alarak, ulusal güvenliğimizi sağlamamıza imkan tanınmalıydı. (Lozan’da bu imkan tanınmamıştı)

b.Karadeniz’in özel durumu nedeniyle; Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin Harp Gemilerinin geçiş ve kalış süreleri (Tonaj ve gün olarak) sınırlandırılmalıydı.

Görülüyor ki, bu öneriler Boğazlar’da Türk deniz hakimiyet ve kontrolunu sağlarken, Karadeniz’de kıyısı bulunan ülkelerin güvenliği dikkate alınıyor ve de bir ölçüde de Batılıların isteklerine yanıt vermeye çalışıyordu. Ancak, bu durumdan İngilizlerin tamamen tatmin olduğu söylenemez. Sonuçta; konferansa sunulan Türk tezi benimsendi ve Montreux (Montrö) Boğazlar Sözleşmesi 20 Temmuz 1936 günü imzalanarak, 9 Kasım’da yürürlüğe girdi. İtalya bu sözleşmeye 2 Mayıs 1938’de katıldı.

MONTRÖ SÖZLEŞMESİNİN TEMEL HÜKÜMLERİ :

Ticaret Gemilerinin geçişi (Sıhhi kontrollar dışında) gece/gündüz kısıtlamaya tabi tutulmayacaktır.Savaş veya savaş tehdidinin mevcut olduğu hallerde (harp halinde olduğumuz ülkelerin gemileri hariç) diğer ülkelerin ticaret gemileri sadece gündüz şartlarında ve belirlenen rotadan geçiş yapacaklardır.

(Harp halinde olduğumuz ülkelerin gemileri hariç) diğer ülke harp gemilerinin yakıt ve ikmalini sağlayan gemiler (konvoy oluşturmaksızın) münferiden geçerler.

Hafif Su Üstü Gemileri, Yardımcı Gemiler, Küçük Muharebe Gemileri geçiş serbestisinden yararlanırlar. Ancak, gündüz geçiş yaparlar.

Karadeniz’de kıyısı olan (sahildar) devletlerin harp gemileri Boğazlardan birer birer ve refakatlerinde en çok 2 Torpido İle Geçerler. Denizaltıları da gündüz, birer birer (Münferiden) ve su üstünden geçerler.

İlgili devletler, harp gemilerinin Boğazlardan geçişleri için, diplomatik yoldan Türkiye’ye ihbarda bulunmak zorundadırlar.

Transit geçiş yapan harp gemilerinin toplam tonajı 15000 Tonu geçmeyecek; dokuz gemiden fazla olmayacaktır.(Karadeniz Devletleri için ve de Türk Boğazlarını ziyaret için bu Tonaj sınırı yoktur) Keza, transit gemiler sefinelerini (Uçak,balon,helikopter) uçuramazlar.

Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin bu denizde bulundurabileceği toplam tonaj 30 Bin Tonu aşamayacaktır. (En güçlü Karadeniz Filosuna Sahip Devletin Deniz Kuvvetlerinin Tonaj Artışı Paralelinde Bu Tonaj 45 Bin Tona çıkabilir) Tek bir ülkenin tonajı, bu sınırlamanın 2/3’ünü aşamaz.

Sahildar olmayan Devletlerin harp gemileri Karadeniz’de 21 günden fazla kalamaz.

Harp zamanındaki geçişler Türkiye’nin ihtiyarına (kararına) bağlıdır.

Sivil Havacılığın kullanabileceği rotaları Türkiye tespit edecektir.

Mukavele 20 yıllık olup, fesih için 2 yıl önceden ihbarda bulunulmalıdır. Sözleşmeyi imzalayan taraflar, 5 yılda bir, tadil (değişiklik) önerisinde bulunabilir. Tadilin kabulü için; tonajları belirleyen 14 ve 18 nci Maddelerde ¾ çoğunluk ve Türkiye’nin de bu çoğunluk içinde oy kullanması şartıyla; diğer hükümlerde ise ittifakla (oybirliğiyle) karar almak mecburiyeti vardır.

Burada özellikle belirtmemiz gerekir ki; 50 yıllık Soğuk Harp Döneminde ve bugüne kadar Karadeniz’de bir Doğu-Batı çatışması yaşanmadı ise, bu Montrö Sözleşmesinin adil ve dengeli hükümleri sayesinde olmuştur.

Ancak, bu arada bazı gerginlikler de yaşanmıştır:

Türkiye’nin 1941 ve 1944 yılında Ticaret ve Yardımcı Gemi kisvesiyle geçiş yapan bazı Alman ve İtalyan savaş gemilerine geçiş izni vermesi ve bu durumun İngiliz İstihbaratınca tespit edilmesi, Türkiye-Sovyet Rusya ilişkilerinde bir güvensizlik durumu yaratmış ve Türk Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu istifa etmek zorunda kalmıştır. Bunun ardından Sovyetler Birliği, Boğazlar Rejimini düzenleyen Montrö Sözleşmesinin tadili isteklerini Tahran ve Postdam Konferanslarında gündeme getirmiştir. İlaveten, Türkiye’ye 7 Ağustos 1946 tarihinde bir nota vererek;

Montrö Sözleşmesinin Karadeniz Devletlerinin güvenliğini sağlayamadığını iddia etmiştir. Bu durumda, Boğazlar Rejiminin Türkiye ve Karadeniz’de kıyısı olan devletlerce müştereken yürütülmesini isteyerek, Boğazlar’ın Türkiye ve Sovyetler Rusya ile birlikte ortak savunulmasını talep etmiştir. Ancak Türkiye, Sovyet Rusya’nın bu notasını bağımsızlığına yönelik bir saldırı olarak nitelemiş ve reddetmiştir.

Şimdiki Durum Nedir ?

ABD’nin Sovyetler Birliğinin çökmesinin ardından; o zamana değin Doğu Blokunu kuşatma (Çevreleme) stratejisi yerine, Dünyanın Kalbine (Heartland) oturma ve (Ortadoğu dahil) Avrasya’ya hakim olma stratejisini yürürlüğe koyduğunu biliyoruz. Demokrasi, Özgürlük, İnsan Hakları, Serbest Pazar Ekonomisi sloganlarıyla uygulanmak istenen bu stratejiyle; enerji kaynaklarını, enerji yolları ve terminallerini ve de öteki doğal kaynakları ABD’nin doğrudan kendi denetimi altına almak istediği, kimsenin meçhulü değildir.

Dünyada ve Karadeniz’de dengeler değiştikçe ABD, muhtemelen NATO’yu da kullanarak, bu denizde varlığını göstermek isteyecektir. Bu, ABD’den bağımsız politikalar gütmek isteyen Rusya Fedarasyonu’nu yumuşak karnından (Karadeniz’den) yakalayarak kontrol etmek; Ukrayna’da güç kazanmak; Kafkasya’yı Rusya’dan koparmak; Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP) kapsamında, İran üzerindeki tehditlerini Karadeniz üzerinden artırmak amaçlarına yönelik olabilir. Ancak, ABD Montrö’yü delmedikçe Karadeniz’e giremez. Girse de sürekli kalamaz. ABD, Montrö Sözleşmesiyle Boğazlar’ın egemenliğine sahip bulunan Türkiye’nin olurunu almadıkça, Avrasya’ya hakim olma stratejisinin önemli bir adımı olan KARADENİZ’DE SÜREKLİ BİR DONANMAYA SAHİP OLMAK hedefine ulaşamaz. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde ABD’nin Karadeniz’de etkin bir deniz gücü bulundurabilmek için, Türkiye’nin kapısını aşındıracağı ve Montrö Sözleşmesiyle sağlanan Karadeniz ve Boğazlar Rejimini zorlayacağı değerlendirilmektedir.

Montrö Sözleşmesinin feshi istenir de, müzakerelerde bir anlaşma sağlanamazsa, durum bir kaosa dönüşebilir. Bu durum ne Türkiye’nin, ne Rusya Federasyonunun ve ne de Karadeniz’de kıyısı bulunan diğer Ülkelerin yararına olur. Böylece, Karadeniz’deki barış ve güvenlik tehlikeye girer. Bu denizde gerginleşebilecek ABD-Rusya Federasyonu ilişkileri, en çok da Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eder.

Sözleşmenin tadili önerisi ise; Türkiye’nin ABD’yi ikna, gerekirse direnme yöntemlerini kullanmasıyla, bunlarla etkili olamazsa, nihai aşamada Veto hakkını kullanmasıyla önlenebilir. Ancak, bu konuda Rusya Federasyonu’nun güçlü desteği şarttır. Çünkü, bu onlar için yaşamsal bir konudur.

Türkiye tüm olasılıkları düşünerek; çözüm için hareket tarzları oluşturmalıdır. Bu hareket tarzlarının en doğrusu; mevcut Boğazlar Rejiminin korunmasıdır. euroasiaforum

turksam.org/tr/a1018.html