Küreselleşmenin Geleceği

Küreselleşmenin geleceği ile ilgili olarak ileri sürülecek her türlü görüş,kehanette bulunmak olacaktır. Ancak incelediğimiz jeopolitik teoriler, gözönünde bulundurulduğunda, bilgi ve teknoloji üstünlüğüne, serbest piyasa ekonomisi ve rekabet gücüne dayanan neo-liberal kapitalist sistemin mücadelesini sürdürdüğü ve yerini yeni bir sistemin almasının kısa zamanda mümkün olmayacağı anlaşılmaktadır. Bu açıdan mevcut küresel güç merkezlerinden ABD (NAFTA) ve AB’nin de benimsediği batının doğuya,kuzeyin güneye hâkimiyeti teorilerinin ardındaki batı demokrasisi ve ekonomik sistemi, bütün diğer ülke ve ülkeler arası ve üstü kuruluşları etkilemektedir. Küreselleşme, batı sisteminin dünyaya hâkim olması doğrultusunda yürümeye devam edecektir. Ancak aynı silâhla kendisine karşı çıkan doğu ve batı merkezli oluşumlar, mücadelenin şiddetli olacağını göstermektedir. Bu durumda, tarafların dayanma güçleri ön plâna çıkacaktır. İş, kırılma noktasına gelirse, ayda 50 dolar ile yaşama standardına sahip ülkelerin insanları mı, yoksa 2.500 dolar ile yaşama standardına sahip ülkelerin insanları mı sıkıntıları göğüsleyecektir? Bunu zaman gösterecektir.

Bugün, Irak krizi ile ortaya çıkan şudur ki, teknolojik üstünlüğü sayesinde ekonomik ve askerî gücü ile küresel politikalarını destekleyebilecek tek güç olan ABD, bu üstünlüğünü sürdürmeye kararlıdır.Dünyanın ikinci zengin petrol rezervine sahip olan Irak petrolünü kontrol altına alarak Japonya, Almanya ve Fransa gibi dünyanın ikinci, üçüncü ve dördüncü büyük ülkelerinin ekonomilerinin önünü keserek AB’nin 8 - 10 yılda kendisini ekonomik olarak yakalamasına engel olmak isteyen ABD, öte yandan APEC’e üye olarak bu oluşumu kontrol altında tutmakta ve Şanghay İş Birliği Teşkilâtı içinde, son 15 yılda % 8 - 10 ortalama büyüme hızıyla gelişen Çin ile de yakından ilgilenmektedir. ABD, ayrıca askerî üstünlüğünü tehdit edebilecek yeni bir gelişmeye izin vermeyeceğini söyleyerek, mevcut rakiplerinin askerî zafiyetlerinden istifade edip askerî üstünlüğünü de kullanarak durumu kendi lehine çevirmek için acele etmektedir.

Bu durumda,küreselleşen dünyanın geleceğinde özlenen tek kutupluluğun yerini, bugün açıkça izlerini gördüğümüz çok kutupluluğun alması, beklenen bir gelişme olacaktır.Diğer taraftan küreselleşmenin siyasî ve kültürel etkilerinden olan ve teşvik gören mikro milliyetçilik ve mikro dincilik akımlarının sorunlu bölgeleri kolay kontrol edilebilir hâle getirmesi beklenirken, çatışmaların ilkel şekle dönüşerek kontrol edilemez şekilde yayılması sonucunu doğurması da ihtimal dâhilindedir. Komünizmin sefaleti adil dağıtamadığı için çöktüğü bilinmektedir. Küreselleşmenin dinamik gücü olan yeni kapitalizmin ise, geliri adil dağıtamadığı için çökme riski taşıması da bir ihtimal olabilecektir.Küreselleşme, jeopolitiğin dünyadaki bir jeostrateji uygulamasıdır.Motifi ekonomik, kültürel ve eko-güvenlik ağırlıklıdır. Uygulama alanı,kaynakları olan bütün dünya alanlarıdır. Cazibe merkezi, yerine yenisi bulununcaya veya tüketilinceye kadar en önemli enerji kaynaklarını ihtiva eden Orta Doğu, Hazar çevresi ve Orta Asya’yı da içine alan Avrasya’dır.

Bugün itibarıyla en büyük küresel oyuncu ABD’dir ve bu durumunu sürdürmek istemektedir. Küreselleşme, bu coğrafyanın bir ülkesi olarak Türkiye’yi her zaman etkileyecektir. Ayrıca, her ne kadar Udo Steinbach gibi yorumcular kabul etmiyorsa da fizikî anlamda olduğu gibi, kültürel anlamda da Türkiye medeniyetler arası bir köprüdür. Bu bölgedeki enerji, ışınlanarak uzaydan nakledilemeyeceğine göre ve bir gün iddia edildiği gibi medeniyetler birbirine yakınlaşacaksa, bu köprüden mutlaka geçilecektir.

Türkiye Ne Yapmalıdır?
Bütün jeopolitik teorilerin hedef ve ilgi sahasında kalan Türkiye toprakları, üzerinde yaşamak için güçlü olmayı gerektirir ve bu topraklar güçlü sahipler ister. Bu toprakların 14 ayrı medeniyeti, kültürü ve birçok devleti geçmişte barındırmasının bize verdiği ilk ders budur. 1000 yıla yakındır vatan edindiğimiz bu toprakların ebedî Türk yurdu kalması için güçlü olmak zorundayız. Bu, bizim kabul edilmesi kaçınılmaz hayat gerçeğimizdir.

Bundan dolayı, Türkiye’nin tek hedefi, millî birlik ve bütünlüğünü korumak ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmektir. O hâlde yapılacak ilk iş,bugün küreselleşme kapsamında meydana gelen gelişmelerin, Türkiye’yi ilgilendiren Irak Savaşı, Kıbrıs, IMF, Dünya Bankası ve AB ile ilgili sorunların millî menfaatlerimizi ve varlığımızı nasıl etkilediğinin tarafsız bir dökümününyapılmasıdır. Örneğin, son 20 yıldır Türkiye neden istenilen kalkınmayı gerçekleştirememektedir? AB sürecinde, Gümrük Birliği sürecinde Türkiye ekonomisinin AB ile ticarî açığı neden sürekli artmaktadır? Türkiye, 1996 yılına kadar dünyanın 16 ncı büyük ekonomisi iken son 5 - 6 yılda neden 20 nci sıraya düşmüştür? Türkiye’de özelleştirme niçin başarılı olamamıştır?

Bütün millî bankaların yerini neden yabancı bankalar almıştır? AB kriterlerinin sosyal, sosyo - kültürel ve eğitim gibi konularda ve siyasî haklar konusunda Türkiye’de demokrasi ve insan haklarına olumlu etkilerinin yanı sıra, ne gibi olumsuz yansımaları vardır?

1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanı ile de benzer hakları zamanın yöneticileri, “Bunları Avrupa istediği için yapmıyoruz, kendi insanımız için biz istiyoruz.” şeklinde savundukları hatırlanmaktadır. Yapılacak ikinci iş, ekonomide kontrolü ele almaktır. Bu zor bir iştir, ama yoksulluğu ve güçsüzlüğü yenemeyen milletler, başkalarının boyunduruğu altına girerler. Bunun için Türkiye, önce kendi kontrolünde olan ekonomik kaynaklara yönelmeli ve gerçek tasarrufu, tüketim toplumu hâline getirilen insanlarımızın beyinlerinde ve davranışlarında yapmalıdır.

Örneğin, Türkiye’de cep telefonu sayısı 25,9 milyondur. Bu telefonların cihaz ve konuşma ücreti olarak Türkiye bütçesine girmeyen payı, yılda 15 milyar dolardır. Türkiye’de üretilen bir kot pantolon 8 dolara mal olurken, sırf marka özentisi yüzünden 40 dolara, yine markalı bir ayakkabı 30 dolara mal olurken aynı özenti sebebiyle 150 dolara satın alınıp gençlerimiz tarafından giyilmektedir. Gençlerimizin bizim ülkemizde üretilen ancak yabancı marka altında satılan tek tip giyim zevki, (blue-jean pantolon, Caterpillar marka ayakkabı) 2,5 milyar dolarlık bir kayba neden olmaktadır. Diğer taraftan yabancı dil eğitimi için harcanan yıllık yabancı kitap parası ile yurt dışında okuyan yaklaşık 200.000 öğrencinin her biri için ödenen 30.000 dolar da hesaplandığında yurt dışına çıkan para yılda 6 milyar dolardır. Bir yılda üç kalemde sıralanan 23,5 milyar dolara mal olan özenti, millî ekonomiye tasarruf ve yatırım olarak yansıtılabilirse, alınmayacak borçlar için ödenmeyecek faizler de dâhil edildiğinde, reel ekonomiye yansıması çok daha pozitif olacaktır. Böylece işsizliğimize, istihdam sorunumuza kısmen çare bulunabileceği gibi, incitilen onurumuzun onarılmasıyla kazanılacak ivme hesaba katıldığında, bu yansıma daha da olumlu olacaktır.

Diğer taraftan hâlâ % 30 - 50 arası gösterilen kayıt dışı ekonomi, sağlıklı bir biçimde ekonomiye dâhil edilmelidir. Ekonomi rayına oturdukça yabancı sermaye daha çok gelmek isteyecektir. Kendi topraklarındaki altın,bor vb. madenleri işletebilen saygın bir ülke ile iş birliği, küreselleşmeyi savunan her ülke için dikkate alınacak bir konu olacaktır.

Irak Savaşı ile gelinen noktada, Türkiye’nin ekonomik kaybı ekonomiyi daha da olumsuz etkileyecektir. Ancak ne olursa olsun, Türkiye bölgesel güç olarak kalmaya devam edecektir. Dünyanın 20 nci büyük ekonomisi, istese bile küreselleşmenin dışında kalamayacağına göre, koşulları en iyi şekilde değerlendirmelidir. ABD’nin kendisine stratejik ortak olarak sadece İngiltere ve İsrail’i görmesinin doğru olmadığını bu kriz ile anlamış olacağı, kendisinin taleplerine tümüyle olumlu cevap vermeyen ülkelere karşı bir intikam hissi ile hareket etmeden düşündüğü, Orta Doğu’nun yeni şekillenmesinde Türkiye ile stratejik iş birliğini göz ardı etmeyeceği beklenmelidir. Bunu yapmadığı takdirde ise, güvenilirliğini kaybetmesinin yanı sıra, dünya ile ilişkilerinde irtifa kaybedecek ve sürekli savaş konumunda kalan bir ülke olarak halkının güvenliğini tehlikeye atacaktır.

Türkiye, jeopolitik konumu itibarıyla küreselleşen dünyada, Avrasya’da dünyanın en kritik bölgelerinden birinde ekonomik tehdit kuşağında bulunmaktadır. Bu coğrafyanın anahtar ülkesidir. Dolayısıyla Türkiye,küreselleşme sürecinde yazılmış bir senaryodaki rolü oynamak zorunda kalan ülke olmaktan sür’atle çıkarılmalı, satranç tahtasında kendisine ihtiyaç duyulurken piyon, at, kale, fil gibi roller teklif edilen bir unsur değil, bizzatoyuncu olmalıdır. Bunun için önce kendisini bir güç olduğuna inandırmalı,ekonomik güçlenmesini kendi reçeteleri ile sağlamalı, millî onuruna yaraşır politika ve iş birliği stratejileri geliştirmelidir.

Alternatifsizlik, jeopolitik ve jeostratejinin tanımadığı bir kavramdır.Türkiye’nin bekası, millî birlik ve bütünlüğü için gereken onurlu ve dik duruş, gereken her durum ve şartta gösterilmeli; millî menfaatlerimize zarar veren her şeye tereddütsüz tavır alınmalıdır. Bunun için etrafımızda bulunan en küçük ülkelerin bile “büyük” idealleri varken, bölgesel bir güç olan Türkiye’nin hedefsiz bırakılması ya da bunun millete anlatılamaması doğru değildir. Bu sebeple Türkiye’ye büyük ufukları göstermeye, çıtayı yükseltmeye yarayan hedefler hayal olarak görülmemelidir. Bu kapsamda,bir Türk yazar tarafından ileri sürülen “Merkezî Türk Hâkimiyeti Teorisi” bu ruhu yansıttığı için yüksek sesle telâffuz edilmelidir. Bu teoriden esinlenerek“Anadolu’ya sahip olan milletin Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya’ya (iç çembere) hükmedeceğini, iç çembere hükmeden milletin ise, Avrasya’nın anahtarını elinde bulunduracağını ve dünyada söz sahibi olacağını” düşündüğümü, ifade etmek istiyorum.Bu teorinin hayata geçirilmesi için, kendinde ruh ve heyecan gören herkes yorulmadan çalışmalıdır. Unutulmamalıdır ki, “İnsanlar asil bir ruhtan ilham aldıkça ve yüksek ufuklara baktıkça büyürler.”

Tuğg. Hüsmen AKDENİZ
‘’Jeopolitik Ve Jeostratejik Teoriler Kapsamında Küreselleşmenin Geleceği Ve Türkiye’’ adlı makalesinden alıntıdır.
Kaynak: Stratejik Araştırmalar Dergisi ( Genel Kurmay Askeri Tarih Ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları)