1. #1

    Üyelik tarihi
    26.Nisan.2010
    Yaş
    52
    Mesajlar
    6


    İşte Çelik Gibi İradeli Bir Gençin Hikayesi

    Kızlar, şuh kahkahalar, manalı süzgün bakışlar, neşeli hareketlerle vapura doğru yürüyorlardı. Kendilerinden emindiler. Saçlarını baş hareketiyle arkaya doğru atmaları, elleriyle bukleler yaparak oynamaları, dudaklarını hareket ettirmeleri hep aynı maksat içindi. Kendilerini kamera karşısındaki artistler gibi hissediyorlardı. Onlara göre, gözü bir kez ilişen her erker artık hareketlerinin en ince teferruatını bile kaçırmaya tahammül edemeyecek kadar onların mahkumu olacaktı. Kadının ne idrak ve ne de aklı selim bırakmayan büyüleyici tesirine nefislerinde vakıftılar. Aslında hakikaten bir kamera karşısındaydılar. Fakat onlar, hissiyatlarına mahkum oldukları için onun idrakinden çok uzaktılar. Evet, Ezeli Ferman Sahibi, ezeli bir hasaplaşma için onların hiçbir hallerini ihmal etmeden kaydediyor ve hesaplaşmanın olacağı güne kadar da mühlet veriyordu. Belki sadece hafızalarına dikkat etseler o kayıt meselesini ve her kaydın bir hesaplaşma için olduğunu anlayacaklardı.
    Kızlardan birisi sarışın, birisi de esmer güzeliydi. Tam bir bütünlük arz ediyorlardı. Vapur neredeyse hareket etmek üzereydi. Esmer kızın, vapura yeşitmek için hızlı hızlı yürüyen bir genç dikkatini çekti. Genç dönüp dönüp bakan kız tarafından takip edildiğinin farkında bile değildi. Esmer kız yavaşladı. Arkadaşı bir şey anlamamıştı.
    Genç vapura yetişti ve üst kata çıkan merdivenlerin başındaki insan kuyruğuna takıldı. Kızlar, gence göre hareket ettikleri için yaklaşırken bir an ilişti gözleri… Esmer kız, ona doğru bakıyordu. Genç belki gözünde net bir görüntü bile oluşmadan kaçırdı gözlerini… Genç kızın kendisine baktığını hissetmiş olmalıydı.
    Delikanlı; siyah, gür saçlı, bembayaz, nurani yüzlüydü. Orta boylu ve kaba denemeyecek kadar da cüsseliydi. Bakışları öylesine masum, öylesine derindi ki; o gözler kızların bakışlarına vermeye çalıştıkları birkaç suni ve behimi mananın çok ötesinde binlerce samimi ve ulvi manalar taşıyordu. Belki azıcık dikkat eden ve anlamayı bilen herkes rahatlıkla anlayabilirdi.
    Esmer kız, çok rahatsız olmuştu. O böyle kaçırılan gözlere alışkın değildi. Mahkumu olmalıydı herkes güzelliğinin… Bilmiyordu ki, ona mahkum olanlar evvela kendi dünyalarında, kendi hislerine mahkum olmuşlardı. Genç kız, gencin oturduğu yerin karşısındaki yere oturmak için arkadaşını o tarafa doğru çekti. Oturacakları yere doğru yürürken de genci gözüyle arkadaşına işaret etti.
    – Harika birisi, diye fısıldadı, arkadaşının kolunu sıkarken.
    – Nereden anladın? diye sordu arkadaşı…
    – Görmüyor musun, dedi, yakışıklılığı, asaleti… Ben anlarım. Genç, hiç onlarda tarafa bakmıyordu ama, canı sıkılmış gibiydi. Yüz hatları adeta, “Çattık yahu” diye homurdanıyordu. Eline bir kitap aldı. Başını kitaba gömüp okumaya başladı.
    Esmer kız, sesini yükselterek sürekli konuşuyor, şen kahkahalar atıyor, sağa sola yıkılıyordu; fakat, hayır… Gencin kızın beklemediği bir anda genç yerinden gayet tabi bir hareketle kalktı. Kitabını, çantasını eline aldı. Nereye gidiyor olabilirdi? Esmer kız peşinden bakakalmıştı.
    Kız, kolay kolay bu işin peşini bırakmaya niyetli değildi. Ne çıkardı sanki? … Bir an baksa… Bir an göz göze gelseler… Bir an vücudunun bir çizgisine takılsa gencin gözleri… Ölür müydü sanki? Zehir miydi ki bu?
    Vapurun güvertesinde genci aradı, bulamadılar. Nihayet alt katta, bir köşeye çekilmiş otururken gördüler. Genç kız, kibirini, gururunu bir anda ayaklar altına almıştı. Dünyayı rahatlıkla elde edebileceğini zannetmenin verdiği korkunç kibir bir anda balon gibi sönmüş, belki yerini inada terk etmişti. İçi içini yiyordu. Bir bakışlık olsun onunla vuslata ermeyi istememek, elinin tersiyle iter gibi itmek, reddetmek, cüzzamlılardan kaçar gibi kaçmak ne demekti?
    Gelip tekrar gencin karşısına oturdular. En acaip aşk şarkılarını söylemeye başladılar. Birkaç erkeğin sıkılarak, utanarak konuşabilecekleri sözleri hiç çekinmeden ve kimlerin duyduğunu aldırmadan söylediler. Esmer kız, olabildiğince de açılıp saçıldı.
    Yine işe yaramamıştı. Genç, çantasından kızların hakkında sadece “dincilerin gazetesi” diyebilecek kadar malumat sahibi oldukları ve o iki kelimeyle her şeyi halledip haklı çıktıklarını, karşısındakini de iflah olmaz bir mahkumiyete attıklarını sandıkları bir gazete çıkarmış; yapraklarını sonuna kadar açarak önüne bütün bütün kapatmıştı. Yine de kızların onu ısıran delici bakışlarını hissediyor olmalıydı.
    Neydi bu genç ve ne yapmak istiyordu? Böyle bir genç, böyle bir erkek olamazdı. Bir anlık bir bakışta karşısındakinin nefsinden murat almak istemenin ne zararı olabilirdi? Bu genç, bir anlık bakışı kendisini öldürecek zehirli bir ok olarak mı görüyordu? O yara öldürür müydü artık insanı? Veya ona göre, bir anlık bakış, bir insanın ya da belki de o topyekun bir milletin namusunu iğfal etmek gibi bir şey miydi? Belki de onun da ötesinde… Kendisine ait olmayan bir kadına bakmayı annesine, bacısına bakmaya eş mi tutuyordu? Kimden, kimin göreceğinden korkuyordu? Kim vardı ki o bir anlık bakışı unutmayacak? İnsanlardan korkuyor olamazdı. Belki, hayatının bir anının bile hesabını vereceği birinden korkuyordu.
    Genç kız çıldıracaktı artık. Yerinden kalktı. Gencin burnunun dibine kadar sokulup, bir o tarafa, bir bu tarafa geçip durdu. Vücudunun bütün baştan çıkarıcılığını kullandı. Hayır, olmuyordu. Kız, bir türlü maksadına ulaşamıyordu. Bir an baktırabilse, o kadarcık eritebilse, artık avucunun içine alabileceğinden emindi. Demek bir anlık bakış o kadar önemliydi.Son çare gidip konuşmaktı. Konuşacak ve kendisine öyle de olsa baktıracaktı. Konuşmak için bir bahane bulmalıydı ama ne? Uzun uzun düşünmeye ne hacet. Saati sorabilirdi işte… Kolundaki saati çantasına atıp gence yaklaştı. Artık, tatlı bir tebessümle, gülen gözlerle yüzüne bakacağına ve saati söyleyeceğine emindi. Kim bilir sesinin tonu da ne tatlıydı?
    Yaklaştı. Bir an buzgibi bir korku düştü içine nedense. Neredeyse dönecek, soramayacaktı. Bu gençte bir hal vardı. Sanki onun çok fazla rahatsız edilmesini birisi istemiyordu. Korkusunu zoraki aştı.
    Sesini mümkün olduğu kadar tatlılaştırdı.
    – Şey, dedi, özür dilerim, saati sorabilir miyim?
    Bu kadarı da olamazdı. Genç başını hiç kaldırmadan, kolundaki saate bile bakmadan, sopsoğuk ve kupkuru bir sesle:
    – Üçü çeyrek geçiyor, demişti.
    Bu sözleri o kadar soğuk ve kendinden emin söylemişti ki, kız biraz daha ileri gitse rahatlıkla “Defol” cevabını alacağından emindi. Esmer kız kovulmadan hemen gencin başından uzaklaktı. Arkadaşının yanına gelince:
    – Kalk, dedi, gidelim.
    – Nereye?…
    Cevap vermedi. Vapurdan inene kadar düşündü durdu. O bir erkek olduğu, sahip olma iktidarı da onda olduğu halde nefsine bu kadar sahip ve böylesine çelik iradeli olursa; korunmaya muhtaç, nazik nazenin tabiatıyla kadın kim bilir ne denli hassas olmalıydı. Esmer kız, gencin nezahetinden, nezafetinden alacağı dersi almış, pırıl pırıl haline hayran kalmıştı. Evet, insan bir anlık bakışın bile hesabını verecek kadar hassas olmalıydı. O gün artık arkadaşlarıyla vedalaşırken söylediği “Hoşçakal” dan başka tek kelime konuşmadı. Ve o günden sonra da onu sokaklarda sere serpe dolaşırken gören olmadı.



  2. #2

    Üyelik tarihi
    26.Nisan.2010
    Yaş
    52
    Mesajlar
    6

    Çocuğumuzu ne kadar sevelim?

    M. Fethullah Gülen
    Çocuklarımızın mükemmel yetiştirilebilmesi için vasat ve ortamın mükemmel olması şarttır. Her çocuk ortama göre şekillenir ve bir mânâda o ortamın çocuğu sayılır. En önemli vasat;yer yuva,aile yuvasıdır.
    Sâniyen mektep,okul, sâlisen arkadaş ve dost çevresi, râbian ders mütalâa arkadaşlığı gelir. Hayat-ı içtimaiyede, terzi dükkânı, marangoz atölyesi, ütücü dükkânı, elbise temizleme merkezi ve diğer iş alanlarını da zikredebiliriz.
    Siz çocuğun gezip-tozacağı bu vasatı, iyi belirleyememiş, onun insiyaklarını,dürtülerini bu istikamette geliştirememiş iseniz, çocuğunuzun bir gün mutlaka herhangi bir virüs kapması kaçınılmazdır. Onun için vasatı, hânenizden başlamak suretiyle, yolun her menzilinde ve hayatın her ünitesinde çocuğunuzun mükemmel yetişmesine müsait hâle getirmelisiniz; çünkü, olan olduktan sonra zamanı geriye işletip durumu düzeltmemiz mümkün değildir.
    Çocuğun, anne karnındaki teşekkülünün ilk döneminden başlayarak onun helâl ve meşrû rızıkla beslenmesi de fevkalâde önemlidir. Kat'iyen bilmeliyiz ki, çocuğun gelişme sürecinde, Allah'a bağlama mecburiyetinde olduğumuz herhangi bir hadisedeki kopukluk, negatif bir 'vaka,hadise,olgu' olarak -muvakkaten dahi olsa- çocuğa da aksettiği çok görülen vak'alardandır.
    Damarlarınızdaki bir parça haram ya da şu veya bu şekilde elde ettiğiniz şüpheli bir nesne -aynı şeyler hanımınız için de söz konusudur- o çocuğun muvakkat veya müebbet kayma sebeplerinden biri olabilir.
    Çocuk dünyaya geldikten sonra, gıdasına, bakımına, görümüne dikkat ettiğimiz gibi, onun kem ve hâin nazarlardan korunması da çok önemlidir.

    Aile ortamını düzenleme

    Hadis-i şerifte; 'Çocuğun ilk söyleyeceği söz 'Lâ ilâhe illallah' olmalıdır.' buyuruluyor.
    Çocuk daha 2-3 yaşındayken ağzından çıkan ilk sözün tabiî olanı 'anne-baba', irâdîsi de 'Allah (cc)' olmalıdır. Çünkü Allah Evvel'dir, 'Allah Ezelî'dir, Allah Ebedî'dir. Sonra bu esaslı atkı üzerine diğer şeyler bina edilecek, yaşına ve idrak ufkuna göre vatan, toprak, bayrak, hürriyet, istiklâl vb. terimler de bunun etrafında örgülenecektir. Şayet, çocuk ilköğretimde okuyorsa ona göre malumat verilecek.. Lisede okuyor, felsefe ve sosyal bilimler, içtimâî bilimlerle iştigal ediyorsa, o seviyenin malzemeyle takviye edilecektir. Bir evde, Allah'a karşı saygı var ise ve sıkça Allah'tan bahsediliyorsa, çocuğa diyeceği şeyi dedirtme konusunda hedefe kilitlenmiş sayılırız. Evet, bir evde, Allah denilip rükûa ve secdeye gidiliyor, Allah denildiğinde ayakların bağı çözülüyorsa çocuğun ilk kelimesinin 'Allah (cc)' olması da kolaylaşacaktır. Çünkü böyle bir evde her şey yörüngesinde sayılır.
    Cenâb-ı Hak, bir çocuk ihsan edince, -Kur'ân'ın bir âyetinde de ifade edildiği gibi- bütün kalbimizle ve sınırsız bir muhabbetle ona yönelerek -hâşâ ve kellâ- Allah'ı (cc) sevme ölçüsünde bir alâka ifratına da girmemeliyiz.
    Allah (cc), nazarında bu, bir nevi şirk sayılabilir. Evet, doğrudan doğruya evlât sevgisine inhimak edip Allah'ı (cc) unutmanın büyük bir yanlış olduğu şüphesizdir. Ayrıca, bir yönüyle çocuğa karşı sizi böyle hesapsız hareketlere sevk edecek derecede bir sevgi de zararlıdır. İşte Allah (cc) nezdinde memnû',yasak olan sevgi de bu olsa gerek. Allah'a (cc) karşı göstereceğiniz muhabbeti, herhangi bir fâniye tevcih ettiğinizde o sevgi bazen gayretullaha dokunabilir.

    Çocuğa güzel örnek olmak gerekir

    Şu hususlardan ötürü sevgide i'tidal çok önemlidir:
    1. Gönüllerin sultanı Allah (cc)'tır. Gönülde O'nun muhabbetinin yerini hiçbir muhabbet almamalıdır.
    2. Kat'iyen bilmeliyiz ki, bu yavru, Allah'ın (cc) bize bir emanetidir. Bizim o yavruya duyduğumuz sevgi ve alâka, o emanetin bakım ve görümü için verilmiş bir avans ve bir teşvik primidir. Evet, sizin o yavruya karşı sevginiz, sadece Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın (cc) bir hediyesidir ve Allah'ın (cc) size tevdi ettiği o emanete kusursuz bakmanız için verilmiştir.
    Yetiştirme durumunda olduğumuz çocuklarımıza karşı duygularımız, düşüncelerimiz, sözlerimiz, kalbî hayatımız, davranışlarımız hep örnek olma hedefine bağlanmalıdır. Onların mükemmel şekilde yetişmesini istiyorsak, bu hususa fevkalâde dikkat etmek zorundayız. Meselâ, onların namaz kılmalarını arzu ediyorsak, namazı gözlerinin önünde kemâl-i ihtimam ile eda etmeli, Allah'a karşı edebin sınırları konusunda tavrımızı ortaya koymalıyız. Hep doğru söylemeli ve yalandan uzak olmalıyız. Onların uygunsuz söz söylemelerini arzu etmiyorsak, o evin içinde, uygunsuz hiçbir söz söylenmemeli ve onların hafıza lûgatlarına uygunsuz kelimeler kat'iyen yazılmamalıdır. Aziz olmalarını, namuslu yaşamalarını, ırzımız kadar başkalarının ırzına, namusuna karşı hassas olmalarını düşünüyorsak, aynı vaziyetin o evin içinde yaşanmasını sağlamalı ve bu işin ilk kahramanları biz olmalıyız.

    Kur'ân-ı Kerim okumalarını, Kur'ân'ın hakikatlerine aşina olmalarını istiyorsak, o evin içinde sabah akşam, hem de onların duyacağı şekilde Kur'ân okuyup müzakere etmeli, Kur'ân'ın o muallâ mevkiine ihtiram göstermeliyiz ki, onları çelişkiye itmeyelim.
    Binaenaleyh söz, duygu, kalbî heyecanlar ve davranışlar evde en müessir eğitim esaslarıdırlar ve mutlaka değerlendirilmelidirler. Yoksa meseleyi sadece, başkasına havale ederek 'şuna bir şeyler anlatın' demeye bağlarsanız çocuğa hiçbir şey anlatamazsınız.

    ÖZETLE

    1.Çocuklarımızın mükemmel yetiştirilebilmesi için vasatın mükemmel olması şarttır. Her çocuk ortama göre şekillenir ve o ortamın çocuğu sayılır.
    2.Cenâb-ı Hak, bir çocuk ihsan edince, sınırsız bir muhabbetle ona yönelerek -hâşâ ve kellâ- Allah'ı (cc) sevme ölçüsünde bir alâka ifratına girmemeliyiz.
    3.Kat'iyen bilmeliyiz ki, bu yavru, Allah'ın bize bir emanetidir. Bizim o yavruya duyduğumuz sevgi o emanetin bakım ve görümü için verilmiş bir avanstır.



  3. #3

    Üyelik tarihi
    26.Nisan.2010
    Yaş
    52
    Mesajlar
    6

    Menfaat sandalyeye benzer,başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan seni yükseltir.
    Haydi şimdi nefis muhasebesi,özeleştiri zamanı.
    "Senin sayende" diyemiyorsanız, hiç bir zaman "senin yüzünden" demeyin.

    Selma, 6 çocuklu bir ailenin 4.cü çocuğuydu, bana geldiğinde 8 yaşındaydı. Selma'nın onu psikolojik olarak susmaya iten, "seçici konuşmazlık" dediğimiz sürece getiren olaylar 5(beş) yaşındayken başlamıştı.Selma, 5(beş) kardeşi, anne ve babasıyla kendi halinde mütevazi,normal bir hayat sürerken, bir gün annesi hastalanıyor. O sırada 5(beş) yaşlarında. Kendisinden büyük 2(iki) abla, bir ağabey ve kendisinden küçük 2(iki) kardeş daha var. Küçük kardeşin yeni doğduğu dönemde anne ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşıyor. Uzun süre tedavi görüyor. Yoğun uğraşılara rağmen iyileşmiyor. Hastane ortamından alınıp evine gidip son günlerini evinde huzur içinde yaşasın diye doktorlar tarafından eve gönderiliyor. Birkaç ay evde babaanne, hala ve benzeri yakın akrabaların yardımıyla yaşıyor.Birgün hayata gözlerini kapatıyor. Anneye en fazla ihtiyaç duyulan bir yaşta,çağda,dönemde anne, Selma'nın hayatından çıkıp gidiyor.Aradan 1,5 yıl geçiyor. Kendi hallerinde bir şekilde yaşamaya alışıyorlar. Büyük kızlar evde yemek yapıp, en küçük çocuklara annelik yaparken, Selma babasıyla birlikte dükkanda çalışıyor.Dükkanları evin hemen alt katında olduğu için baba endişe duymadan iş hayatına devam ediyor. Çocuklarını kimseye muhtaç etmeden yük etmeden idare ediyor.Bir gün ablalar ve ağabey, kardeşlerini alarak yakın akrabalarına gidiyorlar.

    Selma babasının yanından ayrılmıyor. Çok ısrar ediyorlar ama istemediği için gitmiyor.Babası da gitmemesine ses çıkarmıyor. Öğleden sonra baba-kız dükkanı temizlemeye başlıyorlar. Selma babasının istediği gibi her yeri güzelce temizleyip süpürüyor. Daha sonra radyoyu açıyor. Musiki dinlemeye başlıyor. Ancak dışardan gelen sesler nedeniyle musikiyi duyamadığı için, sesini iyice açıyor. Babası da başının ağrıdığını söyleyerek musikinin sesini kısmasını istiyor.Selma, babasının söylediğini duymamış gibi yapıyor. Hani çocuklar sıklıkla yaparlar ya.. Bir süre sonra babası, başının çok ağrıdığını söylüyor. Yüzü asılıyor. Selma, gidip gelip babayı kontrol ediyor baş ağrısı geçti mi diye. Babası baş ağrısına dayanamayarak eve ilaç almaya çıkıyor.Sıcaktan bunaldığını, kendini kötü hissettiğini söylüyor. Dükkana dikkat etmesini hemen ağrı kesici alıp geleceğini de ekliyor. Eve çıkıyor.Aradan epey zaman geçmesine rağmen baba yok.Bekliyor baba yok. Merak edip yukarıya babasına bakmaya çıkıyor. Eve giriyor.Babasına sesleniyor. Cevap yok. Tam oturma odasına giriyor ki babası o anda Selmanın gözleri önünde kalp krizi geçirmeye başlıyor.Selma babasının çırpınmalarına, yerde tırmalamasına...vs. şahit oluyor. Babası son nefesini verip yerde cansız yatarken,Uyandırmaya çalışıyor.Babası uyanmıyor... Camdan aşağı doğru bağırmaya başlıyor: "İmdat.. Babama birşey oldu... Yardım edin!.." kısa süre içinde ev mahalle halkıyla doluyor... Cenaze işlemleri bitince 1,5 yıl önce anneleri ölen bu 6(altı) kardeşin ne olacağı tartışması başlıyor.. Kimi "yanımıza alalım", kimi
    "yuvaya verelim", kimi de "hepsine birden nasıl bkacağız" diyor. En sonunda akrabalar aralarında anlaşıyorlar."herbirimiz birisini alalım. Böylece çocuklar yurtlarda perişan olmaz, arada sırada da olsa birbirlerini görürler." diye düşünüyorlar. Selma' yı da çok seven halası alıyor. 2(İki) yıldır Selma yanlarında ve hiç konuşmuyor.Duyduklarım beni çok etkilemişti. Daha önce gidilen uzmanların isimleri beni endişelendirmişti. Bir yandan da bir şeyler yapabilirim belki diye düşünmeden edemiyordum. Hikayesinden çok etkilendigim bu kızı merakla bekliyordum.Halası olan biteni tek tek anlattı.

    "Gelinimiz ve ağabeyimin ölümünden sonra ben de onu bir türlü mutlu edemedim. İki yıldır yüzü hiç gülmüyor. Kendiliğinden hiç bir şey yapmıyor. Sadece konuşmasa neyse ama sanki kurulmuş bir robot gibi.örneğin sofraya oturup yemek yiyeceğiz " Hadi Selma sofraya otur!" diyoruz oturuyor. Hadi Selma artık kalkabilirsin demeden kalkmıyor. Önceleri aldırmadık. Baktık olmadı karşımıza aldık uzun uzun konuştuk anlattık. Ona evimizin bi kızı olduğunu, evdeki herkes kadar her şeye hakkı olduğunu... hiçbirisi fayda etmedi. Zamanla öfkelenip inadını kırmak için bazı taktikler uygulamaya başladık.Sofra hazır olunca gel otur demedik, aç kaldığı günler oldu. Ya da artık kalkabilirsin demedik saatlerce sofrada oturdu. Hadi artık uyu demedik, sabaha kadar koltukta öyle oturdu. Vicdanın yoksa söyleme..."

    Onunla yaptığım ilk seans dün gibi aklımda. Hal hareketleri dinlemiyormuş gibi ama tüm alıcılarını bana çevirdiğini hissettiğim tavırları.
    -Biliyor musun ben seni çok sevdim
    - ......

    - Vallahi çok ciddiyim, çok sevdim.

    - .....

    - Ne güzel hiç konuşmuyorsun, diğer çocuklar gibi kafamı

    şişirmiyorsun ..

    Gözlerimin içine bakıp gülümsemesini saklamak ister gibi

    dudaklarını ısırarak başını salladı.

    - Biliyor musun bazen çocukların hayatlarında bazı şeyler

    Yolunda gitmiyor, benim işimse bunları yoluna koymak.

    Beni dinlediğini biliyorum ... Hatta benimle konuştuğunu bile hissediyorum. Çocuklar benden yardım isterler, ben de onlara yardım ederim. Bu hep böyle oldu.

    - .......

    - Ama şu an işler değişti. Sana yardım etmeyi ben istiyorum.

    Eğer bana yardım edersen , izin verirsen seni susturan şeyin ne olduğunu bulurum. Gerçekten... inan bana...izin verir misin? Başını salladı! Evet başını salladı!

    - Elimde bazı resimler var, o resimleri cocuklara gösteriyorum onlar da bana resimlerle ilgili hikayeler anlatıyorlar. Onlar bana hikaye anlatınca ben de onların mutlu olmasını sağlıyorum. Yani bütün sır hikayede. Biliyorum sen konuşmuyorsun. Ama hikaye anlatmak istersen, konustugunu kimseye söylemem. Bu ikimizin sırrı olur. Anlaştık mı? Bir süre düşündü. Başını sağa sola salladı. Evetle hayır arasında gidip geliyordu. Birden evet anlamına gelecek şekilde başını salladı. Karşımdaydı... Ben ona resimler gösteriyordum o da bana hikayeler anlatıyordu. İşimiz bittiğinde ona çok teşekür ettim. Anlattıklarını analiz etmeye bile gerek yoktu. O kadar saf, o kadar temiz, o kadar kendi hikayesini anlatmıştı ki... Selma'nın şuuraltı,bilinçaltı karmakarışıktı.İşte Selma'nın analizden geçmesine bile gerek bırakmayan,Halasını dinlerken gözyaslarına boğan, beni analiz yaparken hıçkırıklara boğan hikayesi...

    "Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar bir ülke varmış. Bu ülkede anne babasıyla yaşayan çok mutlu çocuklar varmış. Çocuklar kardeş kardeş hep oynarlarmış, anne babaları onlara hiç kızmazlarmış.Bir gün bu çocukların annesi hastalanmış. Çocuklar çok üzülmüş. Ama kimse çocukların üzüldüğünü anlamamış. Anneyi hep hastaneye götürmüşler. İlaçlar vermişler. hem de acı acı ilaçlar. Anne, sırf çocuklarını yalnız bırakmamak için içmiş bütün o acı ilaçları.Çocuklara hep annelerinin iyileşeceği söylenmiş. Bir gün anneyi eve getirmişler.Çocuklar anne geldi diye çok mutlu olmuşlar. Anne hep yatakta yatmaya başlamış. artık çocuklarına yemekler yapamıyormuş. Çocuklar çok üzülmüşler.Annelerinin yanında oyunlar oynamaya başlamışlar. Annelerinin yanında niye oynuyorlarmış biliyor musun ? Anneleri eğlensin diye. Ama babaanneleri hep kızıyormuş onlara.

    "Gürültü yapıp durmayın.Anneniz zaten sizin yüzünüzden hastalandı" diye. Çocuklar çok yaramazlık yaptı diye anne hastalanmış meğer. Çocuklar da anne iyileşsin diye onu eğlendirmek istiyorlarmış ama kimse anlamıyormuş. Herkes çocuklarını azarlayınca anneleri de çok üzülüyormuş..Birgün anne ölmüş. Herkes ağlamış. Çocuklar annenin neden öldüğünü anlamış.

    Yaramazlık yaptılar diye. Çocuklar evde babalarıyla yaşamaya başlamışlar.Bir gün anane gelip yemek yaparken, çocuklar gürültü yapmışlar.Anneanne onlara kızmış "kızım sizin yüzünüzden hasta oldu. Hiç annenizin sözünü dinlemediniz hasta ettiniz kızımı. Sizin yüzünüzden de öldü. Sözümü dinlemeyip gürültü yapar, çok konuşursanız beni de öldürüp ortada kalacaksınız. Kim bakacak size?" demiş.Bir gün Selma,babasıyla dükkanda oturuyormuş. Ablaları kardeşleri amcalarına gitmişler. Selma babasının yanından ayrılmak istememiş. Hiç gürültü yapmadan hep babasına yardım ediyormuş.
    Anneleri çocuklar evde yokken hastalanmış ya. Babası yalnız kalır hastalanır diye yalnız bırakmak istemiyormuş. Babaları çocuklarına hiç kızmıyormuş zaten. Gürültü yaptıklarında bile... Selma dükkanda babasına yardım etmiş, her yeri mis gibi yapmış.Elleri de acımış biraz. Radyoyu açmış. Babasının başı ağrımış. "Kızım kapat şunun sesini" demiş. Selma duymuş ama duymamazlıktan gelmiş. En sevdiği musiki varmış.Babası biraz sonra eve gitmiş. İlaç alıp gelecekmiş. Gitmiş gelmemiş.Selmanın aklına hemen anneannesiyle babaannesinin söyledikleri gelmiş. Annesi zaten cocukların yaramazlığı yüzünden
    ölmüştü ya. Selma çok korkmuş eve çıkmış. Babasını aramış. Odaya girince bir bakmış, babası bir şeyler yapıyor. Selma çok korkmuş. Babası Selmaya "git" der gibi işaretler yapmış. Selma gitmemiş. Babası yerde uyumaya başlayınca uyandırmaya çalışmış. Uyandıramayınca ağlamaya başlayıp komşuları çağırmış. Sonra ev kalabalık olmuş. Selma kimseye söyleyememiş ama çok üzülmüş.. babası " git " dediği halde gitmemiş. Yine babasının sözünü dinlememiş. Eger gitseydi, musikinin sesini açıp babasının başını ağrıtmasaydı babası ölmeyecekti. Selma'nın yüzünden öldü. Akrabalar çocukları paylaşmışlar. Selma ablalarından ayrılmak istememiş. Küçük kardeşini de çok seviyormuş. Halası yanına gelip "kızım sen artık benim kızımsın bizimle yaşayacaksın" demiş Selma çok mutlu olmuş. Öyle mutlu olmuş ki, halasını çok seviyormuş, istediği zaman kardeşlerime götürürler, diye düşünmüş.. Halasının evine gidince "artık bunlar benim yeni anne babam" demiş kendi kendine. Ama birden korkmaya başlamış. "Annemle babamı ben öldürdüm. Yaramazlık yaptım sözlerini dinlemedim. Yeni annemi babamı çok seviyorum. Ya onlara da birşey olursa ben ne yaparım.?" Sonra aklına Birşey gelmiş. Gece yatmadan önce yatağının başucuna oturup dua etmeye başlamış.
    "Allahım... Ben çok yaramaz bir kızım. Annem babam benim yüzümden öldü.Halamlar çok iyi insanlar. Ne olur benim yüzümden onları da yanına alma.Eğer onları da alırsan ben kimin yanında kalırım? Ne olur Allahım bana yardım et.Hiç konuşmamam için bana yardım et. Ne zaman gürültü yapıp söz dinlemesem annem babam ölüyor. Hep susmam için bana yardım et Allahım. Ne söylerlerse yapacağım, onlar söylemeden hiç bişey yapmayacağım... Ne olur onları benden alma!..
    "O günden sonra Selma hiç konuşmamış. Gülmemiş. "Eğer gülersem evde gürültü olur, başları ağrıyıp ölürler" diye korkmuş. Hep susmuş... Hikayesi bitince Selma gözlerimin içine baktı ve ekledi;
    "Biliyor musun? Hala her gece dua ediyorum. Allahım nolur konuşmayayım, konuşmamam için bana yardım et! diye. Bazen çok mutlu oluyorum. O zaman çok korkuyorum sevinçten çığlık atarım da gürültü olur, annem ölür" diye. O küçük bedeniyle ne kadar büyük bir görev üstlenmişti...
    Kaçımız en konuşkan, en geveze çağımızda kendimizi susturmayı başarabiliriz ki?
    Kaçımız bir dondurma alındıgında bile sevinç çığlıkları atabilecekken, bu yoğun duyguyu bastırıp susmaya devam edebiliriz ki? Kaçımız?..
    Bu kadar sevilmek... Bu kadar değer verilmek...



    Çocuklarınızın küçücük omuzlarına,AĞIR yükler yüklemeyin.Onların akılları da BÜYÜK, yürekleri de KOCAMAN... Ne olur başınız da ağrısa, bir bardak da kırılsa, eşinizle de kavga etseniz; demeyin...Zaten aslında hiç biri çocuğunuz yüzünden değildir.Aslında hiç bir şey, hiç bir zaman, bir başkası yüzünden değildir,kendimizizdir, bir durumu istemediğimiz bir sonuca doğru yönlendiren.
    Ama bunu bilmektense, itiraf etmektense, bir başkasını suçlamak hep daha kolay gelir.
    "Senin yüzünden!" demeyin çocuklarınıza,hiç bir zaman.
    "Senin sayende" diyemiyorsanız, asla ve asla "senin yüzünden" de demeyin...

  4. #4

    Üyelik tarihi
    26.Nisan.2010
    Yaş
    52
    Mesajlar
    6

    Ordusundaki Kimyasal Silahla Ağaçların Ve Bitkilerin Yapraklarını Tahrip Etmesine Rağmen Amerika Vietnamda Çete,Gerilla Savaşı Karşısında Tam Bir Hezimete Uğramıştı...

    Kimyasal Silahla Ağaçların Ve Bitkilerin Yapraklarını Tahrip Eden Amerika... Vietnam War.pps



  5. #5

    Üyelik tarihi
    26.Nisan.2010
    Yaş
    52
    Mesajlar
    6




    Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. (1) Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. (2) (O), malının kendisini ebedi kılacağını zanneder. (3) Hayır! Andolsun ki o, Hutame`ye atılacaktır. (4) Hutame`nin ne olduğunu bilir misin? (5) Allah`ın, tutuşturulmuş, (yandıkça) tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkan ateşidir. (6) Allah`ın, tutuşturulmuş, (yandıkça) tırmanıp kalplerin ta üstüne çıkan ateşidir. (7) (8) Onlar (bu ateşin içinde) uzatılmış sütunlara bağlanmışlar ve o vaziyette o (ateş) üzerlerine kapatılmıştır. / (8) Onlar (bu ateşin içinde) uzatılmış sütunlara bağlanmışlar ve o vaziyette o (ateş) üzerlerine kapatılmıştır. / (Hümeze;104-9)


    In the name of Allah, the Beneficent, the Merciful

    Woe to every (kind of) scandal-monger and backbiter, (1) Who pileth up wealth and layeth it by, (2) Thinking that his wealth would make him last forever! (3) By no means! He will be sure to be thrown into that which breaks to pieces. (4) And what will explain to thee That which Breaks to Pieces? (5) (It is) the Fire of (the Wrath of) Allah kindled (to a blaze) (6) The which doth mount (Right) to the Hearts: (7) It shall be made into a vault over them, (8) In columns outstretched., (Al-Humaza;9)

    İpini Koparıp Kaçan Deve Gibiler,Allahtan Kaçanlar Hariç;Hepiniz (Siz Müminler) Cennete Gideceksiniz. (Hadis-i Şerif-Taberani;Evsat)


    YA ARABANA HAKİM OL,
    YA DA CEP TELEFONUNA.
    FAKAT,İKİSİNE DE AYNI ANDA HÜKMETMEYE KALKMA...


  6. #6

    Üyelik tarihi
    26.Nisan.2010
    Yaş
    52
    Mesajlar
    6

    Ya Yardan, Ya Da Serden Geçmek... SMS.wmv

    Ya Yardan, Ya Da Serden Geçmek... SMS.wmv

Benzer Konular

  1. Tarih II Bulmacası 2 (Genel)
    Konu Sahibi 001 Forum Tarih 2 Genel Etkinlikleri
    Cevap: 3
    Son Mesaj : 07.Nisan.2009, 08:36
  2. Kervansaray Hakkında Genel Bilgiler
    Konu Sahibi ziberkan Forum Genel Tarih Araştırmaları ve Makaleler
    Cevap: 5
    Son Mesaj : 21.Mart.2009, 23:17
  3. Tarabya'nın Genel Tarihi
    Konu Sahibi *SüRgÜn* Forum İller Tarihi
    Cevap: 13
    Son Mesaj : 02.Ocak.2008, 15:11
  4. Osmanlı(Genel Prog.)
    Konu Sahibi ziberkan Forum Eğitim Programları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 03.Kasım.2007, 23:57

Bu Konu için Etiketler

Giriş

Giriş