Tarih, Tarihçi ve Meşruiyet

Ahmet GÜNEŞ

Tarihin bir bilim olarak yeri tartışmalıdır. Öncelikle, tarih sosyal bir boyuta ya da işleve sahiptir. Bu durum, tarihin, hem geçmişte hem de günümüzde bir meşruiyet aracı olarak kullanılmasına yol açmıştır. Söz konusu meşruiyet hem genel hem de özel amaçlar taşıyabilmektedir. Öte yandan, tarihçiliğin ya da tarihin özellikle geçiş veya kriz ve zaaf dönemlerinde öne çıkması yahut gelişme göstermesi oldukça ilgi çekicidir. Bu bağlamda, Osmanlı tarihçiliğinin -özellikle- Fetret döneminden itibaren kendini göstermesi ve II. Bayezid zamanında gelişme sergilemesi kayda değerdir. Yine, dinsel meşrui iddiaların, -16. yüzyıl ve sonrasında- Safevi tehlikesi sürecinde ısrarla vurgulanması da dikkat çekicidir. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında tarihin ve doğal olarak tarihi iddiaların yeri ve önemi bilinmektedir. Dahası, “tarihin sonu” tezinin, Amerikan yüzyılının sona erdiğinin iddia edildiği bir zamanda gündeme gelmesi de hayli ilginçtir. Bu durum, bir yanıyla, gelecekle ilgili projelerin hazırlanması, hedeflerin belirlenmesi veya onların teorik arka planlarının oluşturulması ameliyesinin bir yansıması olarak algılanabilir. Ancak, bunlar, bir diğer yanıyla da; geçiş veya zaaf dönemlerinde (ya da meselelerin zorluğunda), tarih yazıcılığı vasıtasıyla, tarihin veya tarihi zemine oturtulan (meşrui) iddiaların teorik gücünden yararlanılmaya çalışıldığını ortaya koymaktadır. Kısacası, kritik dönemlerde, -pek çok güncel örneği de çağrıştıracağı üzere- mevcut meselelerin çözülmesi ya da geçiştirilmesi için tarihe müracaat edildiği gözlenmektedir.

Makaleye ulaşmak için tıklayınız.