İnebahtı'da Osmanlı donanmasının imha edilmesi Sultan II. Selim Han'ı çok üzmüştü. Bu üzüntüsünü her zaman söylüyordu. Sohbet arkadaşlarından olan Celal Bey'e:
-Bu defa İslam askerine vaki olan perişanlık, zorluktan sonra kolaylık olmaktır...
Celal Bey, padişaha şu cevabı verdi:
"O bizim eski dostumuzdur"
-Malumunuz, Seyyid Muhterem'in duasına ve onun tavsiyelerine ihtiyacımız vardır. Kendisi zaman görmüş, işbilir, eskilerden kalmış tecrübeleri olan bir zattır.
Celal Bey, bu sözleriyle padişahın istişare yapması gerektiğini anlatmak istiyordu. Bunu anlayan padişah:
-O bizim eski dostumuzdur. Ona ve Sadrazama bildir, yarın Bayezid Han Köşkünde buluşalım.
Ertesi gün Seyyid Muhterem ve Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, belirtilen yere geldiler. Sultan II. Selim oraya gelince, Seyyid Muhterem'e hitaben:
-Gel Efendi, aşinalık seninle ezeldir. Padişahlar vezire muhtaçtır. Siz dahi Mehmed Paşa gibi makamın eri olan zatı elden çıkarmayıp bu sene din ve devlet düşmanlarına tamamının galebe çalmasına sa'y ediniz...
Üç ayda biten donanma!
Ertesi gün Sokullu Mehmed Paşa, bütün vezirleri, paşaları ve beyleri toplayarak, padişahın bu sözlerini onlara da bildirdi ve büyük gayretlerle çalışmaları gerektiğini anlattı. Onlar da bütün Osmanlı ülkesinden kereste, demir, zift, halat gibi gemi yapımında lazım olacak malzemeleri kısa zamanda tedarik ettiler. Bir taraftan da gemi inşası için işçi topladılar. Bu sayede üç ay gibi çok kısa bir zamanda, birkaç senede inşa edilemeyecek olan büyük bir donanma vücuda getirildi...
Bir "Deli Balta" Ulubatlı Hasan
İstanbul'u muhasara eden Osmanlı askerinin kumandanı, Sultan I. Mehmed Han ise bütün hazırlıklarını tamamlamıştı. Ordusunu son bir defa daha gözden geçirdi. Askere şevk ve heyecan veren âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler okudu. Surlara ilk çıkacak kahramanlara müjdeler verdi. Daha sonra Paşalarını ve Beylerini çağırarak onlara şöyle seslendi:
"Müsterih olunuz!" -Ey benim Paşalarım, Beylerim, cihad arkadaşlarım! Sizi, cesaretinizi bir kat daha arttırmak için buraya toplamadım. Zafer için üç şart-ı esâsî mevcuttur: Hulûs-i niyyet, fena hareketlerden hayâ, Emirlere itaat. Mâlik olduğunuz liyakati gösteriniz. Zillet geride, şehadet ileridedir. Sizin başınızda döğüşeceğime yemin ederim. Şimdi mevkilerinize dönünüz. Çadırlarınıza giriniz. Fecirle kalkar kalkmaz namazlarınızı eda edip, askerinizi bir intizam-ı tam dahilinde tertib ediniz. Sakin ve müsterih olunuz. Fakat cenk borusunun sesini duyunca, sancakların rüzgarla temevvüc ettiğini görünce derhal ileri atılınız...
Padişah sözlerini bitirdiği zaman Paşalar ve Beyler ağlıyordu...
O gece kimse uyumuyordu. Genç Padişah, günlerdir içine girmediği yatağının üzerine oturmuş, Allahü teâlâya yalvarıyordu:
"-Yâ İlâhî! Bir bölük ümmeti yendirme, düşmanımızı sevindirme, bizi muzaffer kıl!"
Çadırın dışında hıçkırıklarla karışık bir ses yükseldi:
"-Âmîn... Âmîn..."
Bu kimdi? Gecenin bu vaktinde Padişahın çadırı etrafında ne arıyordu? Yerinden kalktı, dışarı çıktı. Hayret... Biraz ileride çimenlere oturmuş genç bir adam, ellerini açmış, biraz evvelki duayı tekrarlıyordu...
Padişah onu tanıyordu
Sultan Mehmed:
"Yarın cihad günüdür!"
-Orada ne ararsın, kimsin? diye seslendi. Genç adam oturduğu yerden kalktı:
-Ulubatlı Hasan'ım Padişahım... Sizi muzaffer kılması için Cenâb-ı Hakk'a yalvarırım, dedi.
Padişah bu sesi tanıyordu. Babası Sultan II. Murad Han zamanından bergüzar (hatıra) kalmış bir kahramandı. Ölüme gönüllü giden kimselerdendi. Kızmadı. Mülayim bir sesle şöyle dedi:
-Var istirahat eyle Hasan, yarın cihad günüdür...