Trak... Trak... Trak... Silah sesleri geliyordu Harb-i Umumi'den...Mülazım-ı evvel Arif; biraz geç kalmış insanların aceleciliği içinde, atının eğerini son kez gözden geçiriyordu. Yolu uzundu... Bir ara, cepheden gelen top seslerine kulak verdi, sonra çevresindekilere "Selâmetle kalın" diyerek; atına mahmuz vurdu. Mülazım-ı evvel Arif; Çanakkale'de vatanını, İstanbul'da ise Fenerbahçe'yi müdafaa ediyordu. Sarı-lacivertli kulübün sağbekiydi... Fenerbahçe olmadan Arif, Arif olmadan Fenerbahçe olmazdı.Savaş çıkıp cepheye gönderilince; takımından ayrı kalmaya gönlü razı olmamıştı. Cepheye koşan tüm askerler için parola "Önce vatan" dı ama, Arif için "Sonra, Fenerbahçe" vardı...
Takımını yalnız bırakmak istemiyordu. Bu yüzden de, kendisi ya da kulüp yöneticileri, kumandanından izin alıyor, cepheden cuma ligine koşuyordu.O hafta ise, Fenerbahçe-Galatasaray mücadelesi vardı. Burada, Çanakkale geçilmez... Orada, yine İstanbul'da Arif hiç geçilmez.

Mülazım-ı evvel Arif, ezeli rekabet cephesindeki görevine yetişmeliydi. Dağ, dere, tepe demeden, 26 saat at sürecek ve bugün Fenerbahçe Stadı'nın bulunduğu papazın bağına yetişecekti. Tutmayın onu, yolu uzun.

ARİF, SEZONUN İLK DERBİSİNDE...

Arif dörtnala, 1917 - 1918 sezonunun ilk büyük derbisine, Fenerbahçe-Galatasaray maçına yetişmeye koşuyordu. Ama, 21 Aralık 1917'deki bu maça gitmeye çalışan, yalnız kendisi değildi. Fenerbahçe kaptanı Galip de, Kırklareli'nden İstanbul'a doğru at koşturuyordu... Çanakkale'den Fikirtepe Uçaksavar Bataryası'na tayin olan Ethem ise, daha önceden kulübe varmıştı. Arif ve Galip, uzun at yolculuğunun yorgunluğunu atamadan, sahaya çıktılar. Ama ne yazık ki, maçı 3 - 2 kaybettiler. İki futbolcunun tekrar cepheye dönmeleri, hazin olmuştu. Fenerbahçe kaptanı Galip (Kulaksızoğlu), daha sonra savaş sırasında yaralanıp İstanbuI'a gönderilmiş, bir daha cepheye gitmemişti. Arif (Emirzâde) ise, cepheden sahaya, sahadan cepheye koşturmaya daha uzun bir süre devam edecekti.Doğaldır ki, her maça yetişemiyordu... Ama iddialı maçların hiçbirisini kaçırmıyordu. Hele hele, ezelî rekabet maçlarını asla...

Fenerbahçe Kulübü, 1919 - 20 sezonuna iddialı gimek istiyordu. Bunun için ilk kez sahaya çıkacakları İdmanyurdu maçında, sağbekleri Arif'in mutlaka oynamasını istiyorlardı. Kumandanlıktan özel izin alarak, Arif'in oynamasını sağlama almışlardı. O mutlaka gelmeliydi, gelecekti...

SAVUNMANIN BELKEMİĞİ

Arif gerçekten de, Fener defansının vazgeçilmez adamıydı... Onun nasıl bir futbolcu olduğunu anlamak için, eski Fenerbahçeli futbolculardan Sedat Taylan'ın 1944 yılında yayınladığı, "Fenerbahçe'den Hatıralar" adlı kitabına bir göz atalım:

"Arif, çok eskiden Fenerbahçe takımında, müteaddit defalar tekdirle seyremiştim. O zaman, Fenerbahçe müdaafasının belkemiği vaziyetindeydi. Zayıf fakat çok çetin, gözü pek bir oyuncuydu. Sert fakat faulsuz oynardı. Maç sırasında asabî olan Arif, maç bitiminde sakin ve nazik bir genç olurdu..."

Evet, daha önce de söyledik... Fenerbahçe, 1919 - 20 sezonunun ilk maçı olan İdmanyurdu mücadelesi için, Papazın bağında Arif'i bekliyordu... O gelmeliydi, gelecektir, gelir... Fakat onun yerine, kara haber geldi: "Arif, tam kalbine yediği bir kurşunla, şehit oldu." Olmaz... Olamaz... Olmamalı...

Fenerbahçeliler bir anda mateme boğuldu. Herkes birbirine sarılıp ağlıyor, Türk futbolunun yetiştirdiği en gerçek kahramanının kaybına kahroluyordu... Hüzün dalga dalga tüm İstanbul'a yayılmıştı.
Ancak, maç oynanmalıydı...Fenerbahçeli yöneticiler, santra çizgisinin başladığı yerdeki sahanın kenarına bir sandalye koydular ve üzerine Arif'in 2 numaralı formasını astılar. Takım, sahaya 10 kişi çıkmıştı...Ama Fenerbahçe eksik değildi. Saha kenarındaki sandalyede asılı duran forma, Arif'i sahaya sürmüş gibiydi. Sanki rakibin ataklarını, hâlâ o durduruyordu.

Fenerbahçe, kahramanının huzur içinde toprakta yatması için o denli coşkulu oynadı ki, rakibi İdmanyurdu'nu tarihinin en farklı skoru ile yendi: 11-1. O günden bu yana, o rekor hâlâ kırılamadı. Fenerbahçeli tüm futbolcular, bu galibiyet sonrasında hep birlikte 2 numaralı formanın önünde tazim duruşuna geçerek, "Ruhun şad olsun Arif" dediler. Ve bugünkü karşılığı ile o dönemin kulüp genel sekreteri olan Fenerbahçe 1.Katibi Ömer Nazıma, Arif için bir ağıt yakıyordu:

"Azim sebat, metanet, işte bu...
Futbolu can etmişti şahsında.
Ey arkadaş... Kimdir bu?
Şehit Arif'imiz karşında
Dur ve ağla, elin bağla yanında.
En mukaddes şehittir bu...
Öldürdüler, vazifesi başında,
Ah Fener... Ne acıklı haldir bu..."

Fenerbahçe Kulübü'nün Şehit Arif'in ruhuna okuttuğu mevlüt tam anlamıyla olay olmuştu. Mevlüt sırasında kulüp binası dolup taşmıştı... Herkes ağlıyordu. Arif (Emirzade), yüzbaşı rütbesi ile şehit olmuştu. Yüksek mühendislik eğitimi görmüştü ve Fransızca biliyordu. Arif'in sağlığında Fenerbahçe genç takımında oynayan Sedat Taylan, "Biz Fenerbahçeliler" adı ile yazdığı anılarında, bu şehit futbolcuyu da anlatır. 1965 tarihli kitaptan aynen aktarıyoruz:

DEVRİNİN EN BİLGİLİ FUTBOLCUSU...

"Arif, Fenerbahçe Kulübü'nün kuruluşundan itibaren oynayan futbolculardan biriydi. Birinci Dünya Savaşı'nda vatanî vazifeye çağrılıncaya kadar, Fenerbahçe takımında defansın belkemiği olarak sağbek oynadı. Ortadan biraz yüksek boylu, futbola elverişli bir cüsseye sahip, sağlam bir gençti... Saçlarını, alabruz kestirirdi. Yuvarlak yüzlü, çenesinin sağında büyükçe bir beni vardı. Sakin bir yaradılışı olmasına karşın, oyun sırasında hırslı olur ve gözünü budaktan ayırmazdı. Aynı zamanda, devrinin en bilgili futbolcularından biriydi. "Sedat Taylan'ın kitabında bundan başka bilgi yok... İşin tuhafı, dünyada eşi - emsali görülmeyen Arif olayı; ne yazık ki belgelere geniş ölçüde yansımamış... Hakkında topluca bir bilgi yok... Birkaç paragraf halinde çeşitli kitaplara yayılmış bilgiler için 50'ye yakın eseri, didik didik etmek zorunda kaldık. Anlayacağınız; dünya futbol tarihine bile altın harflerle geçebilecek önemdeki Şehit Arif olayını, vurdumduymazlığımız sayesinde geçmişin derinliklerine gömmüşüz...

Savaşı bırakıp sahaya giren, sahayı bırakıp savaşa dönen dünyanın en ilginç futbolcusunun Türk olduğundan haberimiz yok. Ne yazık! Üniversite mezunu futbolcular, birer birer şehit düşüyor! Yurtsever Türk futbolcularının, gönüllü olarak cepheye koşunca, kulüpleri, çok büyük ölçüde güç kaybına girdi. Bu üzücü gelişmeyi bir de,"Türksever" dergisinin, 1930 yılında yayınladığı 20 haftalık dizisinden okuyalım: "Harbin o acı, yürekleri yakıcı faaliyetleri başladı... Bunu anlıyoruz. İlk ağızda, Galatasaray'dan kaleci Hamdi,Hasnun Galip, ikinci takımdan Halit Çanakkale'de şehit düşmüştü. Beşiktaş'tan da Şair Kazım, Asım, Rıdvan Beylerin de, aynı cephede şehit oldukları haberi geldi. Aşağı yukarı bütün spor kulüpleri boşalıyordu. Kafkas Cephesi'nde de Galatasaraylı futbolculardan Abdurrahman Robenson, Beşiktaşlı Doktor Ali, Doktor Mehmet, Muallim Sadi Beyler'in öldüklerini duyduk. Bu ne felaketti!..." Yukarıda yer alan şehitler listesindeki doktor, muallim sıfatlarına bakıp, bunların idareci olduklarını sanmayın... O dönemlerde, bütün futbolcular yüksek tahsilli, iyi mesleklive lisan bilen insanlardı.Bu konuda çok belirgin bir fikir verebilmek için, Fenerbahçe'nin 1923 yılındaki kadrosunun eğitim durumunu vermemiz yeter... Çünkü kadrodaki tüm futbolcular, yüksek tahsilliydi. İşte inanılmaz kadro:

KALECİ:
Şekip : Güzel Sanatlar Mezunu

SAVUNMA:
Cafer : Eczacılık Fakültesi
İsmet : Tıp Fakültesi
Hasan Kamil : Michigan Üniversitesi

ORTA SAHA:
Fahir : Fen Fakültesi
İsmet :Tıp Fakültesi
Kadri :Ticari İlimler
Ragıp : Ziraat Fakültesi

FORVET:
Zeki Rıza : Veteriner Fakültesi
Alaaddin : Güzel Sanatlar
Sabih : Tıp Fakültesi
Bedri : Diş Hekimliği
Ömer : Hieldberg Üniversitesi


Alıntı: (gallipolidigger.com)