Nusret Karaca

Dünyanın en güzel kentlerinden biri İstanbul… Doğasıyla, tarihiyle Doğu Roma'ya (Bizans), Osmanlı İmparatorluğu'na başkentlik etmiş; iki kıtada toprağı olan, Asya ve Avrupa kıtalarını birleştiren bir metropol, sanayi merkezi. Ressamlara, şairlere, yazarlara, bestekârlara ilham kaynağı olmuş bir dünya güzeli. Adeta bir masal kenti… Bu İstanbul'un; bu aşklar, aşıklar kentinin her bir semtinin kendine özgü bir gizemi bir güzelliği var. Tabii bu semtlerin kendine özgü aşkları, aşıkları... İşte ben de bu semtler içinde Haliç'te yetişmiş bir Haliç sevdalısıyım. Orada geçen bir ömrün destanı olarak nitelendirilmişti bir eleştirmen tarafından “Ben Haliç'in Çocuğuyum” adlı yapıtım.
Haliç - Golden Horne - Altın Boynuz. Fransızca'da Carre D'or (Korenddor) olarak geçer. Almanca'da “Goldenes”. Haliç Arapça “İç Liman” anlamına gelir. Fetihten sonra “Haliç” adını almış. Kavram olarak ise; denize ulaşan akarsu yatağının ya da yataklarının çökmesi sonucunda denizin, çöken bölümü doldurmasıyla oluşan jeomorfolojik bir havzadır. Fatih'in yeni bir çağ başlatan, İstanbul Fethi'nde önemli rol oynamış. Bir tarih hatırası âdeta.
Hakkında çeşitli rivayetler var. Bir rivayete göre Zeus IO adlı bir kıza aşık olur ve bu ilişki kısa süre sonra karısı Hera tarafından öğrenilir. IO'da Hera'dan kaçar ve İstanbul Boğazı'nı geçer. Burası daha sonra “İnek Geçidi” anlamına gelen BOSPHORUS adı ile anılmaya başlar. IO Haliç'e gelir. Orada bir kız çocuğu dünyaya getirir. Adını da KEROESSA koyar. Bu ad zamanla BOYNUZ anlamına gelen KERAS'a dönüşür. Bu kızı su perisi SERMESTRA büyütür ve POSEİDON ile evlendirir. Bu evlilikten BYZAS adlı bir çocukları olur.
İşte bu çocuk İstanbul'un kurucusu olur.
Bir başka efsaneye göre de Avrupa ve Asya yakalarını birbirlerinden ayıran en dar yeri olan KHALKEDON yakınında dipten yüzeye suların içinde parıldayan bir kaya vardır. Bu kayayı birden gören palamutlar ürkerler ve sürü halinde şimdiki Haliç'e, Bization Burnu’na yönelirler. Sonunda bu balıkların hepsi yakalanır. Haliç'e Altın Boynuz denmesinin nedeni de bu kaynayan balıklar nedeniyledir. Strabon'a göre de akıntının palamutları sürüler halinde Haliç'e doğru zorladığı belirtilerek bu dar bölgede elle bile yakalandığı anlatılır. Antik Çağ'ın içi meyve dolu bereket boynuzu, içi palamut dolu bereket boynuzu olur...
.............................
- Zeus IO'yu karısından korumak için inek şekline sokar. Mitoloji Sözlüğünde Hera'nın gözlerinin inek gözüne benzediği yazılıdır.

- Haliç-i Konstantiniye (Osmanlı'nın ilk yılları)
- Haliç'i Dersaadet (Fetih'ten sonra)
.............................
Her iki yakasının uzunluğu 16 km'dir. Atatürk-Galata Köprüleri arasındaki derinlik, düzenlemeler öncesi 40-45 metreydi. Halıcıoğlu-Silâhtarağa-Alibeyköy ve Kâğıthane'ye doğru 5 m'yi aşmıyordu. Bedrettin Dalan'ın belediye Başkanlığı döneminde büyük bir proje başlatıldı. Kıyıdaki birçok yapı istimlâk edildi. Eyüp SSK “Hastanesi'nin ilerisinde ÇELTİK Mahallesi'nde birçok gecekondu boşaltıldı. Daha sonra gelen yönetimlerin de Haliç üzerindeki “Güzelleştirme-Yenileme” çalışmaları bugünkü güzel görünüme olanak sağladı.
Haliç'in en dar yeri 700 m ile Kasımpaşa-Cibali arasıdır.
Haliç (Eyüp Sultan) Osmanlı Padişahlarının tahta çıktıklarında “KILIÇ KUŞANMA” törenlerini yaptıkları bir semttir.
Fatih Sultan Mehmet çıkardığı fermanla Haliç'in dolmasını önlemeye çalışmıştır. Bu nedenle Haliç'ten bir fersah (5685 m'lik) uzaklığa kadar ekimi ve hayvan otlatmayı yasaklamıştır.
Haliç Osmanlı Devleti'nin Ticaret ve Harp Limanı olarak da gelişirken, imarına da önem verilmiştir.
Tersaneler, kasırlar, yalı köşkleri Haliç'e çok değişik bir semt havası kazandırmıştır. 16. yy'da Gelibolu'daki donanma üssü Haliç'e alınmıştır.
Kanuni döneminde Kâğıthane'ye duyulan ilgi, oranın güzel bir mesire alanı olmasındandır. II. Selim ve III. Ahmet döneminde de bu ilgi sürmüştür. Kâğıthane Deresi'nin kıyılarına mermer rıhtımlar yapılmış, kasırlar inşa edilmiştir. Yirmisekiz Çelebi Mehmet'in Versailles planlarına göre çok sayıda kasır inşa edilmiştir.
1718-1730 arası Kâğıthane Çevresi'nde “Lâle Devri” yaşanmış, ancak Patrona Halil İsyanı ile bütün şatafat sona ermiştir. Şair Nedim en güzel şiirlerini bu bölge için yazarken, Evliya Çelebi Lâlezar Mesiresi'nde “Lâle-i Günagun”dan söz etmiştir (Kâğıthane Lâlesi).
Evliya Çelebi, Kâğıthane Deresi'nin iki kenarının çınar ve kavak ağaçlarıyla dolu olduğunu yazar.
.............................
Mahşer olmuş Sahn-ı Kâğıthane dünya bundadır
Cennete dönmüş güzellerle temaşa buradadır
Şair Nedim
.............................
Yılların değişimiyle Kâğıthane'nin de eski özelliği kalmadı. Çingene kadınlarının yeşil sazlardan yaptıkları, sivri uçlu Kâğıthane külâhları da tarihe karıştı.
Osmanlılar ilk basımevinin kurulduğu Kâğıthane'yi Bizanslılardan almışlardır. Burada yapılan kâğıtlara “İSTANBULİN” adı verilmiştir.
Büyük Türk düşünürü Ebussuud Efendi ünlü tefsirini bu semtte (Karaağaç yalısı) kaleme almıştır.
İran'dan, Hindistan'dan, Yemen’den, Arabistan'dan Kâğıthane'ye seyyahlar gelirdi. Ticaret kervanları yüklerini burada açarlardı. Haliç'in Altın boynuzlarından biri olan Alibey Deresi ve çevresi de daha çok mısır tarlalarıyla ünlüydü. Zamanla özellikle Balkan göçmenlerinin yerleşme alanı oldu. Gecekondular ve fabrikaların yoğunlaştığı bir bölge olan Alibeyköy 1970-1980 arası önemli işçi hareketlerine sahne oldu. Silâhtarağa'daki Elektrik Santrali kentin elektrik ihtiyacını sağlayan önemli bir kuruluştu.
Alibeyköy şimdi Anadolu'nun değişik yerlerinden göç almış durumda. 1980 sonrası Haliç (Altın Boynuz) değişik bir görünüme, estetiğe kavuşurken, sosyo-ekonomik yapı birçok kişi için değişmedi. Özellikle değişim öncesi o bölgenin sıkıntısını en çok çekenler… Bölge güzelleştikçe ilgi odağı oldu. Gecekonduların yavaş yavaş toplu konut alanlarına dönüştüğü yeni bir “Haliç” görüntüsü ekleniyor tarihin “Haliç”ine.