1. #1

    Üyelik tarihi
    05.Ekim.2007
    Yaş
    50
    Mesajlar
    103


    Ders Notu:
    Halifeliğin kaldırılması ve önemi:
    Halife.İslam Devletini din kurallarına göre yöneten devlet başkanıdır.
    Saltanat kaldırılırken halkın henüz bu duruma hazır olmadığı düşünülerek,halifelik makamına dokunulmamıştır.Ancak halifeye de devlet işlerine karışmaması gerektiği hatırlatılmıştır.
    Cumhuriyetin ilanı ile devlet başkanlığı sorunu çözümlenince halifenin bir rolü kalmadı.Ama Cumhuriyet karşıtları halifenin çevresinde toplanmaya başlayınca bu makam bir tehlike halini almaya başladı.Bu yüzden 3 Mart 1924 tarihinde Halifelik kaldırıldı ve tüm Osmanlı ailesinin yurt dışına çıkması kararlaştırıldı.

    Sonuçları:
    1-Laikliğe geçişin en önemli aşaması olmuştur.
    2-Ulusal egemenlik daha da pekişmiştir.

    Partiler Ve Çok Partili Döneme Geçiş Denemeleri

    Aynı veya benzer görüşe sahip insanların bir araya gelerek oluşturdukları teşkilata siyasi parti adı verilir.Cumhuriyet sisteminin işlemesi için en uygun ortam demokrasi ile sağlanacağından, Mustafa Kemal siyasi partilerin açılmasını ve bu partilerin ülkeyi iyi yönetmek konusunda yarış içinde olmasını istemiştir.

    Cumhuriyet Halk Fırkası
    9 Eylül 1923’te kurulmuştur.Türkiye Cumhuriyetinin ilk siyasi partisidir.Kurucusu;M. Kemal Atatürk’tür.6 Temel ilkeyi prensip edinmiştir.
    Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
    Yapılan bazı inkılapların uygulanma şekli üzerinde anlaşmazlığa düşen Kurtuluş Savaşının lider kadrosu içindeki bazı milletvekilleri,yeni bir parti kurdular.Bu partinin başkanı Kazım Karabekir idi. Ancak bu partiye zaman içinde Cumhuriyet ve inkılap karşıtları sızdı ve……..

    Şeyh Sait Ayaklanması
    Dini kendine alet eden Şeyh Sait önderliğinde Diyarbakır çevresinde çıktı Kısasüredeyayıldı.
    Asıl nedeni:Bu ayaklanmayı İngilizler destekliyordu,çünkü zengin petrol yataklarına sahip olan Musul ile Türkiyenin arasına bir Kürt devleti sokarak Musul’u almak istiyorlardı.
    Sonuçları:
    1-Doğu Anadolu bölgesinde bozulan huzuru sağlamak amacıyla “Takrir-i Sükun”yasası çıkarıldı.
    2-İstiklal Mahkemeleri yeniden açıldı.
    3-Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kapatıldı.
    4-Şeyh Sait ayaklanmasında başarılı olamayanlar M.Kemal’e suikast girişiminde bulunmuşlardır.
    Serbest Cumhuriyet Fırkası Ve Menemen Olayı
    1930’da yine M.Kemal’in desteğiyle mevcut ekonomik sıkıntıya çözüm bulmak için kurulmuştur.Kurucusu:Fethi OKYAR’dır.
    Ancak zaman içinde bu parti de cumhuriyet ve inkılap karşıtlarını bünyesinde barındırmaya başladı.Bu durum üzerine parti başkanı partisini kapattı.
    Partinin kapatılması üzerine inkılap karşıtları,İzmir’in Menemen ilçesinde ayaklanma çıkardılar.Burada vatani görevini yapan teğmen Kubilay’ı şehit ettiler.Olaylar devam ederken çevreden gelen askeri birlikler
    ayaklanmayı bastırdı.
    Sonuç:Yapılan bu iki denemenin de başarısız olması çok partili sisteme geçişe henüz hazır olunmadığını göstermiştir.
    Devlet ve toplum kurumlarının Laikleşmesi
    Osmanlı Devletinde Hukuk:
    a-Şer’i Hukuk:İslam dininin kurallarıdır. Kur’an-ı Kerim,hadis ve sünnetlere dayanır.
    Kadı adı verilen görevliler tarafından yürütülür
    b-Örf’i Hukuk:Kaynağı törelerdir. Başta Padişah olmak üzere çeşitli devlet görevlileri tarafından uygulanır.
    Ancak zaman içinde bu kuralların yanına her din ve mezhep mensubu kendi kurallarını da eklemiş,böylece hukuk sisteminde birlik ortadan kalkmıştır.
    Tüm bu aksaklıkları ortadan kaldırmak için;
    Dini ve mezhebi ne olursa olsun herkesin aynı kurallardan faydalanacağı sistem olan laik
    hukuk sistemine geçilmiştir.
    Devletin Laikleştirilmesi Aşamaları

    1-1 Kasım 1922 Saltanatın Kaldırılması
    2-3 Mart 1924 Halifeliğin Kaldırılması
    3-3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat Yasasının çıkarılması
    4-1925’de tekke,zaviye,dergah ve türbelerin kapatılması
    5-1926’da Medeni Kanunun kabulü
    6-Anayasadaki laikliğe aykırı hükümlerin çıkarılması
    7-6 Atatürk ilkesinin Anayasa’ya girmesi


    Medeni Kanunun Kabulü:

    Toplumsal yaşantıyı ve aile hayatını düzenleyen kurallar olan medeni kanun uygulamaya konmadan önce “Mecelle” adı verilen kurallar uygulanıyordu.Ancak bu kurallar Hanefi mezhebine ait kurallar olduğu için yeterli olmadı.Bu yüzden en son çıkan kanunlar olan İsviçre Medeni Kanunu alınarak, yürürlüğe kondu.

    Medeni Kanunun Kabulünün Sonuçları:
    1-Kadınlar ile erkekler arasında eşitlik sağlanmıştır.
    2-Kadınlara istediği meslekte çalışma özgürlüğü verilmiştir.
    3-Resmi nikah uygulaması ve tek eşlilik getirilmiştir.
    4-Mirasta kadın ve erkek eşitliği getirilmiştir.
    5-Hukuk birliği sağlanmıştır.
    Ebru Özen




  2. #2
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462



    A. SALTANATIN KALDIRILMASI

    Yurdun kurtuluşu, Osmanlı Saltanatına rağmen gerçekleşmişti. 23 Nisan 1920’den itibaren salt milletin egemenliğine dayanan yeni bir devlet kurulmuş ve yurdun kurtuluşu sağlanmıştı. Artık iyice eskiyen ve yıpranan kişisel saltanatın sürmesi akla aykırı idi. Büyük zafer kazanıldıktan ve Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandıktan sonra, barış görüşmeleri hazırlıklarına başlanmıştı. İşte bu sırada İstanbul Hükümeti, TBMM Başkanlığına yolladığı yazılarla zaferin kazanılması ile artık işbirliği yapılması gerektiğini bildirdi. Zaferin kazanılmasında hiçbir rolü almayan, hatta onu köstekleyen saltanat şimdi Ankara Hükümetine barış görüşmelerinde “işbirliği” öneriyordu. Ayrıca, 28 Ekim tarihli notalarında Anlaşma Devletleri, Osmanlı Hükümeti ile TBMM Hükümeti’ni birlikte, barış görüşmelerine katılmayı resmen çağırmışlardı. Barış görüşmelerinde Türk tarafını bölerek güçsüzleştirmek istiyorlardı. 23 Nisan 1920’den itibaren, milli egemenliğe dayanan devletin kurulması ile kişisel saltanatın zaten kalkmış olduğunu kabul eden Gazi Mustafa Kemal ortaya çıkan fırsatı değerlendirerek en önemli siyasal inkılâplardan birini gerçekleştirdi. Gazi 1 Kasım’da TBMM’de yaptığı tarihsel bir konuşmada, millet egemenliği yanında kişisel egemenliğim de sürmesinin akla aykırı olduğunu belirtti. Barış görüşmelerine İstanbul Hükümetinin de çağrılması TBMM üyelerini zaten çok öfkelendirmişti. Böylece 1 Kasım 1922’de TBMM oybirliğiyle aldığı kararla Osmanlı Saltanatını kaldırdı. TBMM’nin verdiği kararda, saltanatın, İstanbul’un işgal tarihi olan 16 Mart 1920’de kalkmış sayıldığı belirtilmiştir. Saltanatın kaldırılması ile, Tevfik Paşa Hükümeti’nin yapacağı bir iş kalmamıştı. Sadrazam Saray’a istifasını verdi. Son Osmanlı Hükümdarı Vahdettin, padişahlık sıfatının kalkması üzerine bir süre şaşkınlaştı. Sonunda, 17 Kasım’da, hâlâ İstanbul’da bulunan İngiliz Komutanlığına başvurarak yurdu terk etti.
    Dikkate değer nokta, Vahdettin İngiliz Koruyuculuğu isterken yazdığı mektuba “Osmanlı Padişahı” imzasını değil, “Müslümanların Halifesi” imzasını atmasıdır. O halde Vahdettin de TBMM’nin kararını tanımış olmaktadır.
    Osmanlı Padişahı aynı zamanda Müslümanların da halifesi sayılırdı. TBMM yalnız padişahlığı kaldırmıştı. Halifelik makamı duruyordu. Vahdettim kaçınca, artık onun halifelik sanını taşıması mümkün değildi. Bu nedenle 18 Kasım günü toplanan TBMM, Osmanlı Ailesinden veliaht Abdülmecit Efendi’yi halife seçti.

    B. CUMHURİYETİN İLANI VE HALİFELİĞİN KALDIRILMASI

    1. Cumhuriyetin İlanı Ve Mustafa Kemal Paşa’nın İlk Cumhurbaşkanı Seçilmesi
    TBMM’nin açılışı ile millet egemenliğine dayalı yeni bir devlet kuruldu. Bu yeni devletin bir başkanı yoktu. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Paşa TBMM Başkanı olarak devlet başkanı eksikliğini gidermeye çalışmıştır. Gerek dış ilişkilerde, gerek iç işlerinde bir devlet başkanı gibi davranıyordu ama O, gerçekte bir kurul olan TBMM’nin başı idi.
    1 Kasım 1922 tarihinde saltanat kaldırılınca, padişahın varlığından doğan sorun da çözümlenmiş oldu.
    1921 Anayasası ile kurulan hükümet sistemi de, zaferden sonra, tam olarak işleyemez duruma gelmişti. Bilindiği gibi, ilk kurulan sistemde ayrı bir hükümet yoktu. TBMM’nin kendisi hükümetti. Ancak, bakanlıkların işlerini bir büyük kurul olarak yerine getirmesi çok zor olduğundan kendi içinden vekiller seçiyordu. Bunlar, TBMM’nin vekili olarak başına geçtikleri bakanlıkları yönetiyorlardı. Bu vekillerin içinden biri, vekiller kurulunun toplantılarını yönetirdi. Yani bir başbakan da yoktu.
    Kurtuluş Savaşı’nın bunalımlı zamanlarında milletvekilleri ortak davanın kazanılması için büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardı. Bu sürede, Meclis’in bakanları seçmesi ortaya önemli zorluklar çıkarmıyordu. Ama zaferin kazanılmasından sonra milletvekillerinin aralarındaki kişisel çekişmeler de doğal olarak arttı. Böylece bazen boşalan bir bakanlığa seçim yapılırken gerekli oyu sağlamak mümkün olmamaya başladı. Hiçbir aday yeterli oy sağlayamıyor, bu yüzden hükümet işleri aksıyordu.
    1923 yılının sonbaharı ortalarında gene bir hükümet sorunu doğdu. Bakanlar Kurulu görevden ayrılmıştı. Eski bakanların yerine bir türlü yenileri seçilemiyordu.
    Doğrudan doğruya millet egemenliğine dayanan, yöneticileri halkın oyu ile seçilen devlet rejimlerine, cumhuriyet denir. Türk Devleti de, saltanatın kaldırılmasından sonra, tam bir cumhuriyet için gerekli bütün şartları taşıyordu. Çözümlenmesi gereken sorun, rejimin adını koyup bir iki değişiklik yapmaktı. İşte, 1923 yılının bunalımı, Gazi’ye bu fırsatı verdi. Devletin adını koyma zamanı gelmişti. Yani Türk Devletinin bir Cumhuriyet olduğu ilân edilecekti. Bunun gereği olarak Cumhurbaşkanı seçilecekti. Cumhurbaşkanı istediği bir milletvekilini başbakanlığa atayacak, o da istediği milletvekillerinden oluşan bir hükümet listesi hazırlayacaktı. Yani bakanları tek tek TBMM seçmeyecekti. Başbakan diğer bakan arkadaşlarıyla birlikte hükümet programını hazırlayıp TBMM’nin oyuna sunacaktı. Onay (güvenoyu) alırsa rahatça çalışabilecekti. Ancak TBMM yürütme gücüne sahip olduğundan kendi içinden çıkan hükümeti her zaman denetleyip gerektiğinde iş başından uzaklaştırabilecekti. Mustafa Kemal Paşa 28/29 Ekim gecesi, yukarıda anlatılan biçimde bir anayasa değişikliği projesi hazırladı. 29 Ekim günü TBMM’de ateşli konuşmalar yapıldı. 23 Nisan 1920’den beri, TBMM ile zaten cumhuriyetin kurulduğu, saltanatın kaldırılması ile rejimin iyice pekiştiği, yapılan işin sadece, “çoktan doğmuş olan” çocuğun adını koymak olduğu milletvekillerince açıklandı. Nihayet aynı gün saat 20.30’da TBMM anayasa değişikliğini kabul ederek yeni Türk Devletinin bir cumhuriyet olduğunu ilân etti. Oybirliği ile Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanı, ilk Cumhuriyet hükümetini kurma görevini İsmet Paşa’ya verdi. Fethi (Okyar) Bey de TBMM Başkanlığına seçildi.
    Cumhuriyetin ilanı ile yeni Türk Devleti’nin önemli şu sorunları çözümlenmiştir:
    • Devlet rejiminin gerçek adı konulmuş, bu konudaki kargaşa ortadan kalkmıştır.
    • Cumhurbaşkanının seçilmesiyle “devlet başkanlığı” sorunu çözümlenmiştir. Meclis’in kendi seçtiği hükümet yerine, kabine sistemi getirilerek, yürütme işlerinin gecikmemesi, belli bir düzen içinde kurulup işleyen, başbakanı olan hükümetlerin çalışması sağlanmıştır.
    2. Halifeliğin Kaldırılması
    a) Halifelik Sorunu:
    Büyük ve evrensel bir din kuran Hazret-i Muhammed, o zamana kadar bir devlet düzeni içinde yaşamayan Arapları birleştirmişti. Böylece bir Arap devleti ortaya çıkmıştı. Peygamber bir yandan dinini yayarken bir yandan da bu devleti yönetmiştir. 632 yılında Hazret-i Muhammed’in ölümü üzerine, Araplar bir süre şaşkınlık geçirdiler. Yeni bir Peygamber gelmesi mümkün değildi. Bunun üzerine toplumu ve devleti yönetmek üzere, ileri gelen Medineli kişiler Peygamber’in en yakınlarından Ebu Bekir’i bu zor işi yürütmekle görevlendirdiler. Kendisine de “halife” yani “ardgelen” sanını taktılar.
    Hem ilk dört halife; hem de onlardan sonra gelen Emevi ve Abbasi halifeleri sürekli olarak, Hazret-i Muhammed’in kabilesi olan “Kureyş” soyu içinden çıkmışlardır.
    Selçuklu Türkleri 1057 yılında, Abbasi halifeliğinin merkezi olan Bağdat’ı aldılar. Böylece zaten çok zayıflamış olan Abbasi Devleti yıkıldı. Ama, Selçuklu Türkleri “Halifeliğe” son vermediler. Halife, sarayında görkemli yaşayışını sürdürdü. Fakat yönetme hakkını, yani egemenliği tümden Selçuklu sultanlarına devretti.
    Moğollar, XIII. yüzyıl ortalarında Selçuklu Devletini yıktı. Cengiz Han’ın torunlarından Hülagü 1258 yılında Bağdat’ı aldı ve burada eşi görülmemiş bir kıyım yaptı. Bu arada halifeyi, ailesinin uzak yakın tüm üyelerini acımasızca öldürttü. Halifelik tarihe karıştı.
    Bu olaydan sonra bazı İslam devletlerinin hükümdarları, saygınlıklarını ve güçlerini arttırabilmek için, Kureyş soyundan geldiği sanılan bazı kişileri göstermelik halifeler ilan ettiler. Yavuz Sultan Selim 1517 yılında Mısır’ı alıp Memlüklüler Devletine son verdiği zaman hiçbir işlevi olmayan bir halife oldu. Halife’nin elinde Müslümanların kutsal saydıkları bazı eşyalar bulunuyordu.
    Araplar bu sanı kabullenmediler. Gerçekte, Osmanlı Padişahları Türktüler. Araplıkla ve Kureyş soyu ile uzaktan yakından hiçbir ilişkileri yoktu. Bu nedenle Türkler dışındaki Müslümanlar Osmanlı sultanlarının bu sanlarına pek ilgi duymamışlardır. Özellikle II. Abdülhamit’in (1876-1909) Halifelik kurumunu canlandırıp İslâm Dünyasına önder olma çabaları bir işe yaramamıştır. Birinci Dünya Savaşında ise “Halife” tüm Müslümanlara “Kutsal cihat” çağrısı yaptığı zaman Araplar uymamışlardır.
    Anlaşılıyor ki, 1258 yılından sonra Halifelik tarihe karışmıştır ve Osmanlı sultanlarının bu sanı takınmalarının tek nedeni siyasidir.
    b) Halifeliğin Kaldırılması:
    Osmanlı hükümdarları siyasal nedenlerle Halifelik sanını taşıdıklarından bu onlar için çok önemli idi. Ama, saltanatın kaldırılmasından sonra bu makama hiç gerek yoktu. Halifeliğin varlığı Mustafa Kemal Paşa’nın çizdiği yolda ilerlemesini güçleştirici bir durum yaratıyordu. Saltanatın kaldırılmasından sonra, gerici ve tutucu çevreler tüm umutlarını Halifeye bağlamışlardı. Cumhuriyete karşı olanlar Halifenin kişiliğinde bir “Devlet Başkanı” görüyorlardı. Onlara göre, kutsal bir kişiliği olan halife milletinde üstünde bir varlıktı. “TBMM halifenin, halife de TBMM’nindir.” diyorlardı. Bu kişiler cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürüyorlardı.
    Kesin sonucu artık almak gerekliydi. Mustafa Kemal Paşa, Ordu komutanlarına da danıştıktan sonra halifeliğin kaldırılması yolunda partisine talimat verdi. Kısa bir hazırlıktan sonra, TBMM 3 Mart 1924’de çıkardığı bir kanunla, halifeliği kaldırdı ve bu makam üzerinde hak sahibi olma savında bulunabileceklerini göz önüne alarak Osmanlı Hanedanının bütün üyelerinin yurt dışına çıkarılmasına kararlaştırıldı.
    Osmanlı Ailesinin tüm üyeleri hiç dönmemek üzere yurt dışına çıkarılması o günün koşulları için bir zorunluluktu. Yurtta rejim yerleşince bu hüküm aşamalı olarak yumuşatıldı ve sonunda kaldırıldı. Bugün Türkiye’deki akılcı Cumhuriyet rejimi iyice kökleşmiştir

    C. PARTİLER VE ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞ

    1. Türk İnkılâbı Ve Demokrasi
    Demokrasi, bir milletin iyi, güzel ve mutluluk içinde yaşamasını sağlayan en gelişmiş rejimlerden biridir. Çünkü bu rejimde, çeşitli yöntemler önerilebilir. Her yöntem yanlısı serbestçe kendi düşüncelerini savunup yaymak imkanına sahiptir. Oy verebilecek durumda olan herkes seçimlere katılarak memleketin yönetiminde rol oynayabilir.
    Demokraside, çeşitli görüşlere sahip insanlara biraraya gelip teşkilâtlanma imkânı tanınır. Bu tür teşkilâtlanmış gruplara siyasal partiler denilir. Demokratik mücadele ancak siyasal partilerle yönetilebilir. Siyasal parti yöneticilerinin özellikle olgun kişiler olmaları, diğer partilere karşı içten ve saygılı davranmaları, demokrasinin yaşayabilmesi için baş şarttır.
    Büyük Atatürk, özgürlük ve demokrasi aşığı idi. Ona göre “Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yokoluş vardır, her gelişmenin ve kurtuluşun anası hürriyettir.” Böyle düşünen bir devlet adamının yönettiği ülkede gerçekleştireceği son ideal, demokrasidir.
    Ancak bir ülkede demokrasi birden bire kurulamaz. Demokratik bir ortamın gelişebilmesi için çok önemli bazı ön şartların gerekleri yerine getirilmelidir. Kişisel egemenlikle demokrasi bağdaşamaz, bu akla, mantığa aykırıdır. Öyleyse saltanat kaldırılacak, milli egemenlik gerçekleştirilecektir. Ayrıca, kişisel egemenlikten çıkan kurumlarında kaldırılıp, akılcı ve bilimsel yeni kurumların konulması gerekir ki, saltanat geri gelmesin. İşte bunlar önemli inkılapların konusudur.
    Demokrasi aşığı Atatürk bütün bunları biliyordu. Zaman zaman, demokrasiye elverişli oluşup oluşmadığını anlamak için denemeler yapmış, yani çok partili hayata geçmek istemiştir.
    2. Cumhuriyet Halk Fırkası
    Birinci Büyük Millet Meclisinde siyasal partilere dayalı gruplar yoktu. Zaten o günkü ortam kurulmasına elverişli değildi. Herkesin tek amacı vatanın kurtuluşu idi. Vatanın kurtuluşunu da, Sivas Kongresinde kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin öncülüğünde toplanan TBMM yüklenmişti. Bazı milletvekilleri de Paşa’nın yürüttüğü siyaseti her zaman onaylamadıkları için ayrı bir grup oluşturmuşlardı. Bunları Müdafaa-i Hukukçulardan ayırmak için Mustafa Kemal Paşa yanlılarına “Birinci Grup” denilmişti. Bu grubun karşısında olanlara da “İkinci Grup” adı verildi.
    Kesin zaferin kazanılmasından sonra saltanatın kaldırılması ikinci grupta toplananların sayısını biraz daha arttırdı. İlk meclis dağılmıştı. Yeni seçimler yapılacaktı. Gazi, seçimlerde kendi görüşünde olanların başarı kazanmasını istiyordu. Yürütülecek inkılâpların hazırlanması için, siyasal bir partinin başında bulunması gerekti. Böylece, 9 Ağustos 1923’te yeni Türk Devleti’nin ilk siyasal partisi Halk Fırkası adı altında kuruldu. Bir süre sonra Cumhuriyet ilan edilince partinin adı Cumhuriyet Halk Fırkası oldu.
    Cumhuriyet Halk Fırkası, herhangi bir toplumsal kesimin değil, tüm halkın partisi idi. Gazi, yapmayı tasarladığı büyük yenilikleri partisinin programına koymuş ve bu partiyi halkın kendi malı saymasına çalışmıştır. Bütün inkılâplar bu partiye dayanılarak yapılmış ve halka benimsetilmiştir.
    3. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Ve Şeyh Sait Ayaklanması
    Zaferin kazanılmasından sonra Gazi bazı arkadaşları ile anlaşmazlığa düştü.
    Zaferin kazanılmasında emeği geçmiş bazı yiğit komutanlar, birbirini izleyen inkılâp hareketlerini hemen benimseyemediler. Bunlar özellikle laikliğe gidişi içlerine sindiremiyorlardı. Örneğin Atatürk’ün yakın arkadaşı Rauf Bey şöyle diyordu: “Ben saltanat ve halifeliğe hem vicdanımla hem de duygularımla bağlıyım. Çünkü benim babam padişahın ekmeği ve nimetleriyle yetişerek Osmanlı Devleti’nin önemli kişileri arasına girmiştir. Benim de kanımda o nimetin parçaları vardır. Ben nankör değilim.” Rauf Bey neredeyse kendisini padişahın bir kölesi gibi görüyordu. Düşünemiyordu ki, padişah ekmeği yaratmaz. Ekmek milletindir. Şimdi, böyle bir anlayışa sahip kişilerin yurt kurtulduktan sonra yeniden eski sisteme dönmek istemeleri doğaldır.
    Atatürk’ün bu yakın arkadaşları, daha hâlâ iktidarda gözü olan eski İttihatçılar ile Saltanat ve Halifelik yanlıları tarafından destekleniyordu.
    O dönemde komutanlık ile milletvekilliği bir kişide bileşebiliyordu. İşte 1924 yılının Ekim ayı sonlarında birinci ve ikinci ordu komutanları olan Kâzım Karabekir ile Ali Fuat Paşa’lar görevlerinden çekilerek meclise girdiler. O sıralarda İngilizlerle anlaşma olmadığı için ordularımız Musul üzerine harekete geçmek hazırlığı içindeydi. Böyle önemli bir durumda iki ordu komutanının, birliklerinin başından ayrılmaları akıl alır bir iş değildi. Atatürk kendisine karşı bir hareket yapılacağını sezmişti. İlk iş olarak kendine bağlı öteki komutanlara milletvekilliğinden ayrılmalarını rica etti. O’na yürekten bağlı olan komutanlar içtenlikle bu isteği yerine getirdiler. Böylece Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar yalnız kaldılar.
    Askerlikle ilişkisi kesilen bu iki paşaya bir süre sonra Rauf (Orbay) Bey, Refet Bele Paşa ve Adnan (Adıvar) Bey katıldı. Bu kişiler yukarıda sözü edilen akımların etkisi altında, 17 Kasım 1924’te yeni bir parti kurdular.
    Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (İlerici Cumhuriyet Partisi) adı ile etkinliği birbirini tutmuyordu. Saltanatın ve halifeliğin kaldırılmasına henüz pek gönüllü olmayan yığınların oyununu alabilmek içinde “Parti din inançlarına saygılıdır” parolası kullanılıyordu.
    Doğrudan doğruya inkılâp hareketlerine karşı kurulan bu parti, özellikle İngilizlerin işine yaradı. Musul’u bize bırakmak istemeyen İngilizler kandırdıkları bazı kişileri Doğu Anadolu’da ajan olarak kullanmaya başladılar. Partinin ilk şubesinin Urfa’da açılmış olması düşündürücüdür.
    Osmanlı Döneminde yüzlerce yıl ihmal edildiği için Doğu Anadolu yurdun en geri yerlerinden biri olmuştu. Geri kalmış bir bölgede din konusunu sömürmek çok kolaydı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası içine sızan ajanlar, bu partiyi bölücülük yolunda kullanmaya ve din elden gidiyor düşüncesini işlemeye başladılar. Böylece 13 Şubat 1925’te, Doğuda Şeyh Sait Ayaklanması patlak verdi.
    Ayaklanmayı çıkartan İngilizler Doğu Anadolu’nun güneyinde yeni bir devlet kurdurarak Musul ile Türkiye’nin arasını kapatmak istiyorlardı. Ayrıca Türk ordusu bu ayaklanma ile uğraşacağından Musul üzerine saldırmayacaktı. İngilizler böylece ayaklanma ile iki amacı birden gerçekleştirmek istemişlerdir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını da bu emelleri için kullanmışlardır.
    Şeyh Sait Ayaklanması Piran’da başladı. Kısa sürede ayaklananlar kuzeyden Erzurum, güneyden Diyarbakır önlerine geldiler. Ellerinde Kur’an ile ilerliyor, kan döküyorlardı.
    O sırada başbakan Fethi Bey idi. Fethi Bey ayaklanmayı bastıracak tedbirler alamayınca görevden ayrıldı. Yerine İsmet Paşa getirildi. İsmet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa ile birlikte, ayaklanmayı bastırmak için gerekli plânı hazırladı. Bazı bölgelerde seferberlik ilân edildi. Sonuçta ayaklananlar yavaş yavaş kıstırılarak yokedildiler. Nisan sonuna kadar ayaklanma bastırıldı. Bir tarikat lideri olan Şeyh Sait ile isyancıların ele başları yakalandılar. İstiklâl Mahkemelerinde yargılanarak hak ettikleri cezalara çarptırıldılar.
    Ayaklanma bastırılmıştı ama Cumhuriyet rejimi ve vatan büyük bir tehlike geçirmişti. Yurdun bölünmezliği bir süre tehdit altına girmişti. İngilizlerin istediği şey bir ölçüde gerçekleşmiş, ordumuz ayaklanmayı bastırmak için vakit yitirmiş, hırpalanmıştı. Bu durum, İngilizlerin Musul’u savunmak için tedbir almalarını kolaylaştırmıştır.
    Şeyh Sait İsyanı çok partili hayatın bir süre için durdurulmasını gerektiriyordu. TBMM ayaklanma sırasında bir yasa, Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarmış, asayişin sağlanması, vatanın tehlikelerden korunması, rejimin kökleşmesi için gerekli tedbirleri almak yolunda hükümete yetki vermişti. Hükümet, bu yetkiye dayanarak ayaklanmada rolü olduğu kanıtlanan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattı (5 Haziran 1925). Gerici faaliyetler durduruldu. Rejimi eleştirmek yasaklandı.
    4. Mustafa Kemal’e Suikast Girişimi
    Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılışı ile, çok partili hayata geçiş denemesinin yarattığı olumsuz sonuçlar bitmedi. Atatürk’e karşı olanlar, altına sığındıkları çatının çökmesiyle dağılmadılar. Bunlar arasında eski İttihatçılar da vardı. Gazi, eski İttihatçılara hiçbir kötülük yapmamıştı. Ama bunlardan hırslı birkaç kişi, sırf istedikleri makamlara gelemedikleri için “son çarenin” o aziz varlığı yoketmek olduğuna karar verdiler. Bunun üzerine eski milletvekillerinden Ziya Hurşit, Saruhan (Manisa) milletvekili Şükrü, Eskişehir milletvekili ve Gazi’nin eski arkadaşlarından Arif ile bazı eski İttihatçılar planlarını hazırladılar. Gazi 16 Haziran 1926’da İzmir’e gelecekti. Ayrıntılı plana göre her şey düşünülmüştü. Suikastten sonra caniler Yunanistan’ın Sakız Adası’na kaçacaklardı.
    Bir rastlantı sonucu, Gazi’nin İzmir’e gelmekte bir gün gecikmesi canileri Sakız’a kaçıracak olan motorcuyu (Giritli Şevki) bir vicdan hesaplaşmasına sürükledi. Vicdanına yenilen bu adam, İzmir Valisi’ne gidip durumu anlattı. Caniler derhal gizlendikleri yerlerde yakalandılar. Atatürk, kendisine kıymak isteyenlere hiçbir söz söylememiş, kararı İzmir ve Ankara’da kurulan İstiklâl Mahkemelerine bırakmıştır.
    İzmir suikast girişiminin başarısızlığa uğraması Gazi’ye karşı gelenlerin sonu olmuştur. İttihatçılık tasfiye (arıtma-ayıklama) edilmiştir. Zaten, bu olaydan önce ve sonra, Onun canına kıymayı kimsenin düşünmemiş olması, İzmir’deki tertibi hazırlayanların milletimizle hiçbir ilgisi olmadığını göstermektedir.
    5. Serbest Cumhuriyet Fırkası Ve Menemen Olayı
    Çok partili hayata geçişin ilk denemesi başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak 1925-1930 yılları arasında sağlanan huzur ortamının içinde ardarda büyük inkılâplar yapıldı.
    Türkiye Cumhuriyeti TBMM tarafından yönetiliyordu. Meclis’te ise yalnız Cumhuriyet Halk Fırkası’nın milletvekilleri vardı. Bu hükümetin denetlenmesini önlüyor, eleştiri olmadığı için yapılan işlerin hesabını sorma imkânı bulunamıyordu.
    1929 yılında Dünyada o güne kadar eşi görülmemiş boyutlarda bir ekonomik bunalım başlamıştı. Bu bunalımın içinde her devlet gibi Türkiye de girdi. Önemli sıkıntılar doğdu. Hükümetin denetlenmesi gerekti. Belki de yeni kadroların iktidara gelmesi sıkıntıları atlatmakta yararlı olurdu.
    İşte bu durum, zaten demokrasi aşığı Atatürk’e yeni bir deneme yapmayı düşündürdü. Çok partili döneme geçmek için bir deneme daha yapılabilirdi.
    Bu amaçla Atatürk, hiçbir otoriter önderden beklenmeyecek yeni bir girişimde bulundu. Demokrasiyi yeniden kurmak için çalışmalara başladı. Yakın arkadaşı Fethi (Okyar) Bey’le konuşarak yeni bir parti kurmaya özendirdi. Gerçi Atatürk, Cumhuriyet Halk Fırkasının başkanı idi. Ama bu işi fiilen yapmıyordu. Başbakan İsmet Paşa asıl görevi ile birlikte parti işlerinide yürütüyordu. Atatürk, Cumhurbaşkanı olarak her iki partinin de üstünde kalacağını bildirdi. O’na
    güvenen Fethi Bey’de 12 Ağustos 1930’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü siyasal partisini kurdu: Serbest Cumhuriyet Fırkası.
    Serbest Fırka adıyla tarihe geçen bu parti, özellikle ekonomik görüşleri bakımından Cumhuriyet Halk Fırkasından ayrılıyordu.
    Ama partinin kurulmasıyla laiklik ilkesinin memlekete henüz yeterince yerleşmediği anlaşıldı. Tıpkı, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi, Serbest Fırka da rejime ve Atatürk’e karşı olanların sığındığı bir yuva oldu. Fethi Bey deneylerden geçmiş bir devlet adamı idi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının getirdiği acı olayları düşündü ve 17 Kasım 1930’da partisini kapattı. Bir süre sonra çıkan Menemen Olayı, Fethi Bey’in kararının ne kadar doğru olduğunu gösterdi.
    Serbest Fırka’nın kurulması ile şımaran gericiler Ege bölgesinde etkinliğe geçmişlerdi. Özellikle Nakşıbendi Tarikatı üyeleri halkı kışkırtıyorlardı. Bu tarikatten olan Derviş Mehmet adlı bir adam 23 Aralık 1930’da yanına aldığı birkaç kişi ile Menemen’de “din elden gitti, şeriat isteriz” çığlıklarıyla halkı kışkırtmaya başladı. Olayı duyan ve orada yedek subaylık hizmeti gören Kubilây adlı genç bir öğretmen, komutasındaki küçük birlikle hemen duruma el koydu. Kubilây, bir kaza olmaması için askerlerine tahta manevra fişekleri dağıtmıştı. Ateş etme emri verince mermiler etkisiz kaldı. Bunun üzerine Derviş Mehmet “din gücüne sahip olana mermi işlemez” diyerek Kubilây’ın üzerine saldırdı, adamlarıyla birlikte bu yiğit askerin başını, kör bir bağ bıçağı ile kesti, kesik başı bir sırığın üstüne geçirerek, sokaklarda gösteri yaptı.
    Menemen Olayı duyulur duyulmaz, ordu kasabayı kuşattı. Çevrede sıkıyönetim ilan edildi. Suçlular yakalandı. Hemen kurulan askeri mahkeme, Menemen’de olaya karışanlara en ağır cezaları verdi ve gericiler böylece unutamayacakları bir ders aldılar.
    Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması, Şeyh Sait Ayaklanması ile sonuçlanmıştı. Serbest Fırka, Atatürk’ün buyruğu ile kurulduğu halde gericilere Menemen Olayı’nı çıkartma cesaretini verdi. Atatürk, bu iki parti denemesinin olumsuz sonuçlar verdiğini, din adına cinayetler işlendiğini görünce, demokrasi ortamının henüz oluşmadığını anladı. Bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı tehlikesinin belirmesi üzerine Atatürk’ün sağlığında artık çok partili sisteme geçme denemeleri yapılmadı.



    KAYNAKLAR
    1. NUTUK
    (MUSTAFA KEMAL ATATÜRK)
    2. TÜRKİYE CUMHURİYETİ İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK (M.E.B.YAYINLARI)
    3. MEYDAN LAROUSSE
    4. ANA BRITANNICA
    5. TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
    (NERİMAN SERDARLAR / FAHRİYE ÇETİNKANAT)
    6. VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ VIII
    (M.E.B. YAYINLARI)



    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

Benzer Konular

  1. Çok Partili Hayat Denemeleri
    Konu Sahibi karwane Forum Türk İnkılabı Ders Notları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 09.Eylül.2011, 15:57
  2. Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri
    Konu Sahibi ilteriş Forum Türk İnkılabı Ders Notları
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 08.Mayıs.2011, 15:32
  3. çok partili döneme geçiş denemeleri
    Konu Sahibi vanli tarihci Forum Türk İnkılabı Konu Tarama Testleri
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 23.Ekim.2010, 21:37
  4. Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş Dönemi
    Konu Sahibi AYSLDLN Forum Tarih Konuları Hususunda Soru(nu)m Var
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 05.Nisan.2009, 18:22
  5. Laik Devlete Geçiş Aşamaları
    Konu Sahibi ziberkan Forum Atatürkçülük ve Atatürk İlkeleri Ders Notları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 25.Ocak.2008, 23:09

Bu Konu için Etiketler

Giriş