1. #1
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462


    BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN TARİHSEL PERSPEKTİFTEN İNCELENMESİ VE ULUSLARARASI HUKUKSAL KONUMUNU BELİRLEYEN SİYASAL BAĞITLAR
    Kader ÖZLEM*
    GİRİŞ

    XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren XIX. yüzyıl sonlarına kadar Bulgaristan coğrafyası üzerinde hâkim güç olan Osmanlı Devleti, 1878 yılında otonom olma şansı tanıdığı Bulgarlara aynı zamanda demografik dengeler açısından küçümsenemeyecek bir Türk Azınlık bırakmıştır. Bulgaristan’ın bu sorumluluğu taşıyabilme hususundaki başarısızlığı, Türk-Bulgar ilişkilerinde dalgalanmalara neden olmuştur ve olmaktadır.

    İmparatorluk Türkiye’sinden cumhuriyet Türkiye’sine miras kalan Dış Türklerin en büyük kitlesinin Bulgaristan’da yaşadığı yadsınamaz bir gerçektir. Zira özelde Bulgaristan’da genelde ise Balkanlardaki Türk varlığı, Türkiye için jeostratejik açıdan büyük önem arz etmektedir. Avrupa’dan gelebilecek olası bir saldırıyı ülke sınırları dışında eritme olanağı tanıyan bölgeye Türkiye’nin reel politik eksenden bakması, devletin bekası ve stratejik çıkarları açısından kaçınılmazdır. Politik çıkarların yanı sıra tarihsel deneyimlerin Türk Devleti’ne bahşettiği avantajlı konum, Türk Kültürünün bölgede kalıcı olmasında başlıca etkendir. Bu bağlamda, Türkiye’nin Balkan politikasında önemli parametrelerinden birini de Bulgaristan Türkleri oluşturmaktadır.

    Bulgaristan’ın Balkan coğrafyasında sahip olduğu kendine özgü konjonktürü, onu diğer Balkan ülkelerinden farklı kılmaktadır. Soğuk savaş döneminde Varşova Paktı’nda bulunan Bulgaristan bu dönemde Sovyetler Birliği’nin uydusu iken, 1991 ve sonrasında uluslararası sistemde meydana gelen köklü değişikliklerle birlikte rotasını birden Batı’ya çevirmiştir. Bulgaristan’ın değişen politikalarında değişmeyen tek konu bünyesindeki Türk azınlıktır. 1989’a kadar asimilasyon politikalarını açıktan açığa yapan Bulgarlar, bu tarihten sonra gizliden gizliye yaparak söz konusu politikalarını sürdürmüştür. Günümüzde Bulgaristan’ın bu politikalarını örten etken, büründüğü “demokratik Bulgaristan” kimliğidir.

    Bulgaristan yönetiminin devletlerarası hukuk ihlalleri, özellikle Bulgar Prensliği’nin kurulması ve demografik dengelerin Bulgarların lehine değiştirilmesi amacı ile uygulanmaya başlanan baskı, zulüm ve asimilasyon politikaları sonucunda uluslararası hukuk literatürüne “Bulgaristan Türk Azınlığı” adında yeni bir kavramı girmiştir. 1878’den günümüze kadar Türk-Bulgar ilişkilerinde belirleyici olan Bulgaristan’daki Türk Azınlık, kimi zaman ikili ilişkilerdeki yumuşamadan istifade etmiş; kimi zaman da çıkar çatışmalarının yarattığı gergin havayı teneffüs etmiştir. Bu çalışmanın amacı, genel hatlarıyla Bulgaristan Türk Azınlığı kavramının açıklanması olarak özetlenebilir. Bulgaristan’daki Türk Azınlık kavramını anlamak şüphesiz ki tarihsel perspektif içerisinde Türk azınlığın konumuna bakmayı gerektirir. Bu bağlamda, uluslararası hukuk açısından Türk Azınlığa verilen ikili ve çok taraflı haklar incelenecek ve konu genel hatlarıyla bir sonuca bağlanacaktır.
    1). BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN TARİHSEL PERSPEKTİFTEN İNCELENMESİ

    XIV. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyet sahasına giren günümüz Bulgaristan coğrafyası, Devlet tarafından uygulanan sistematik bir iskân politikası sonucu Türk yurdu haline gelmiştir. Bu tarihten başlayarak bölgedeki demografik dengeler sürekli Türklerin lehine olan bir değişim göstermiştir. Söz konusu değişim, Osmanlı Devleti’nin uyguladığı soykırım politikaları sonucunda değil; Devlet otoritesince Anadolu’dan getirilen Yörüklerin buraları yurt olarak benimsemeleri nihayetinde gerçekleşmiştir. Eğer, objektiflikten yoksun bazı tarihçilerin iddia ettiği gibi Osmanlılar Balkanlar’a girdiğinde soykırım faaliyetlerine girişmiş olsalardı, günümüz Balkan coğrafyasında milliyet bağlamında herhangi bir kitleden bahsetmek mümkün olamazdı. Buna rağmen, Türkler 19. yüzyılın ortalarına kadar Bulgaristan topraklarında nüfus yoğunluğunu ve etkinliğini korumuştur. Bu döneme kadar bölgede hâkim olan siyasi otoritenin temel unsuru olan Türkler, bu yüzyıldan itibaren gerek devletin siyasi otoritesinin zayıflaması, gerekse Fransız İhtilalinin sonuçları ve Rusya destekli bağımsız bir Bulgar devletinin kurulması çabaları sonucunda zor durumda kalmışlardır. Sonuç olarak, 1878’de Rusya’nın girişimlerinin etkisiyle Bulgarlara özerklik verilmiştir. Bu tarih, Bulgaristan Türkleri için çoğunluktan azınlık olmaya dönük bir sürecin başlangıcıdır.

    Bulgaristan’da farklı siyasal olaylarla meydana gelen köklü değişimler, Bulgaristan Türklerini tarihsel perspektiften incelerken temel kriterler olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu süreçler şöyle sınıflandırılabilir:
    Ø Prenslik Dönemi (1878 –1908)
    Ø Krallık Dönemi (1908 – 1944)
    Ø Sosyalist Dönem (1944 – 1989)

    Ø Demokrasi Dönemi (1989 - ....)
    A).PRENSLİK DÖNEMİ(1878–1908): 1789 Fransız İhtilali sonucunda gün ışığına çıkan ve uluslararası etkileşim sonucu meydana gelen toplumsal milliyetçi reaksiyonlar ve bunların küresel çaptaki yankıları bağımsızlık mücadelelerine yön vermiştir. Bu noktada söz konusu Balkanlar olunca, bu coğrafyadaki halkların bağımsızlıklarına çetin silahlı mücadeleler sonucunda değil; o veya bu devletin hediyeleri neticesinde kavuştuklarını belirtmek gerekir. Bağımsızlık ilanlarından sonra da küresel güçteki devletlerin taşeronluğunu yapmışlardır.
    Rusya’nın güdümü altında homojen bir nüfus yapısı oluşturmaya çalışan Bulgarlar, “Büyük Bulgaristan” ülküleri doğrultusunda Türkleri katletmekten kaçınmamışlardır. 93 Harbi’nden önce bölge toprakları üzerinde 3 milyon 200 bin kadar nüfus yaşarken; bunların yarısı Müslümanlardan, diğer yarısı ise gayrimüslimlerden oluşmaktaydı. Gayrimüslim potansiyel içinde Bulgarların yanı sıra Sırp, Rum, Ermeni ve Gagavuz nüfusu da mevcuttur.1
    Rus yetkili makamlarınca bir “ırklar ve yok etme” savaşı olarak uygulanan 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumeli’den Anadolu’ya 1.230.000 Türk’ü muhacir durumuna düşürürken; 261.937 kişinin de ölümüne sebebiyet vermiştir.2 Ayrıca, bu terör ve dehşetten Balkanlardaki kültür mirasımız da nasibini almıştır: Sofya’daki 44, Filibe’deki 33 camiden geriye sadece birer tane cami kalmıştır. Türkler bu savaştan sonra ilk kez egemen oldukları topraklarda azınlık durumuna düşmüşlerdir.
    Savaş zengin, varlıklı kesim ile aydın sayılabilecek kişileri Anadolu’ya göç etmeye mecbur kılarken; geride köylü, fakir ve cahil bir kitle bırakmıştır. Bu da Bulgaristan Türklerinin başsız bir gövde olarak hareket etmesine zemin hazırlamıştır. Yine savaş sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması, Bulgaristan Türklerinin her türlü siyasi, dini, ekonomik ve sosyal haklarını garanti altına aldığı ve büyük devletlerin de üzerine imza koyduğu bir uygulama olduğu halde, antlaşmanın pratik safhası teorik betimlemelerden çok daha farklı bir şekilde işlemiştir.[3]
    B).KRALLIK DÖNEMİ (1908–1944): II. Meşrutiyetin ilanı sırasındaki boşluktan faydalanan Bulgar Prensliği, 1908’de bağımsızlık ilan ederek 1909 yılında da Osmanlı Hükümetiyle İstanbul’da bir protokol imzalayıp resmen tanınmış oluyordu. Bu protokol ile Bulgaristan’daki Türkler üzerinde bir takım düzenlemeler yapılmışken; 1912 yılında başlayan Balkan Savaşları, sadece Bulgaristan Türkleri için değil; genel anlamda Balkan Türklüğü için büyük bir tehlikeye işaretti.
    Hiç beklenmedik bir anda Çatalca önlerine kadar ilerleyen Bulgar ordusu, 500.000 savunmasız ve masum Türk’ü katletmişlerdir.[4] Balkan Savaşları sonrasında imzalanan İstanbul Antlaşması da Bulgaristan’daki Türk Azınlık açısından özel hükümler içermektedir.
    I.Dünya Savaşı esnasında Osmanlı Devleti ile Bulgaristan’ın aynı müttefik grubu içerisinde yer almaları, Bulgaristan Türkleri için kısa süreli bir nefes alışı da beraberinde getirmiştir. Savaş sonrasında imzalanan Neuilly Antlaşması, Bulgaristan’daki azınlık grupları açısından ileri düzeyde maddeler içermektedir. Alexandr Stambolyski zamanında altın çağlarını yaşayan Bulgaristan Türkleri, Neuilly, Lozan ve 1925 Türk-Bulgar Dostluk Antlaşmalarıyla koruma altına alınmışlardır. Ancak, Çiftçi Partisi’nden sonra iktidara gelen Faşist hükümetler döneminde Türklere yönelik baskı unsurları artmış ve farklı sebeplere dayanılarak 1913–1934 yılları arasında ortalama olarak her yıl 10–12 bin Türk Anadolu’ya göç etmiştir.[5]
    C).KOMÜNİZM DÖNEMİ (1944–1989): 1944 yılında Sosyalist-Marksist düşünce sisteminin Bulgaristan’da iktidar olması, komşu ülke Türkiye ile ideolojik ayrımı pekiştirecek ve bu sancılı süreç yine Bulgaristan Türklerine pahalıya mal olacaktır.
    Komünist ideoloji iktidarının ilk yıllarında Türklere karşı eşit ve özgürlükçü siyasalar izlenirken, bu siyasalar yerini zamanla ‘tek Bulgar ulusu yaratma’ fikrine bırakmıştır. Yapılan uygulamalar Türklerin hayal kırıklığına uğradığını destekler nitelikte olduğundan, komünist düşünce felsefesi Türkler arasında yayılma popülaritesini kaybetmiştir.12 Eylül 1946’da devletleştirilen Türklerin öğrenim gördüğü 2500 ilkokul, 67 ortaokul, 1 lise ve öğretmen okulu Bulgar okullarıyla birleştirilmiştir.1959’da Türk azınlık okulları kapatılırken Türkçe seçmeli ders olarak haftada 2 saate indirilmiştir. 1974’te tamamen vazgeçilen uygulama Türklere yapılan haksızlıklar konusunda bize yardımcı olabilmektedir.[6]
    1956 yılında Todor Jivkov’un komünist parti üzerinde nüfuzunu artırması, Türk azınlığın kaygılarını derinleştirmiştir. Bu tarihten itibaren homojen bir Bulgar nüfusu yaratma gayesiyle sürdürülen asimilasyon hareketi, 1985 yılında doruk noktasına ulaşmıştır. Türk isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilmesi, dini vecibelerin engellenmesi, komünizm bahanesiyle camilerin kapılarına kilit vurulması, İslam’ın ön gördüğü sünnet olmanın yasaklanması vb. uygulamalar kültürel soykırıma; Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlere yatırım yapılmaması ve Türkçe konuşanlardan zorla para alınması ekonomik soykırıma; bu uygulamalara itiraz edip başkaldıranların öldürülmesi ise fiziki soykırıma açık bir örnek teşkil etmektedir. Bu dönemdeki göç olgusu Bulgaristan Türklerinin değişmeyen kaderidir.
    Ø 1951 Göçü: Bu tarihte 150.000 Türk’ün aniden göç ettirilmesi Türk-Bulgar ilişkilerinde yaşanacak olan buhranlı günlerin başlangıcı olmuştur. Ayrıca, 10 Ağustos 1950 tarihinde Bulgaristan Hükümeti’nin Türkiye’ye nota vererek 250.000 kişiyi göçmen olarak almasını istemesi ilginçtir.[7] 1951 göçüne Türkiye’nin Kore Savaşı’na katılmasına Rusya’dan yanıt olduğu şeklinde bakmak kendi içinde tutarlı ve araştırmacılar tarafından kabul edilen bir görüştür.[8]
    Ø 1969–78(Akraba Göçü):1968 yılında yapılan göç antlaşmasıyla bu 10 yıllık süre zarfında Bulgaristan’dan Türkiye’ye yaklaşık olarak 130.000 Türk göç etmiştir.
    Ø 1989 Göçü:1985 yılında hat safhaya ulaşan şovenist politikalar, klasik insan hakları kural ihlalleri bir tarafa dursun; medeniyet tarihine ağır hakaretler içermektedir. 1984 sonu itibariyle yüz binlerce Türk’ün isim değişikliğine karşın yapılan insanlık dışı uygulamalar Türklerin mukavemetini artırmış ve örgütlenmelerine olanak sağlamıştır.6 Mayıs 1989 tarihinde 300 kişiden fazla Türk açlık grevine başlamış ve bu grevler zamanla protesto yürüyüşlerine dönüşmüştür. Yankı getiren protestolar sonucunda 29 Mayıs 1989’da Jivkov’un televizyona çıkarak Türkiye’yi sınırlarını açmaya davet etmesi üzerine mal varlığına el konulmuş yüz binlerce Türk, kanunlara aykırı olarak sınır dışı edilmiştir.[9] 1989 Aralık ayı itibariyle 320.000 kadar Türk anavatan Türkiye’ye göç etmiştir. Bu rakam, II. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen en büyük kitlesel göç olma vasfını taşımaktadır.[10] Ayrıca,1989 Göç Hareketinden öncesinde, 1984–1985 yıllarında yapılan soykırım faaliyetlerine yönelik olarak Türkiye’de gerekli hassasiyetin gösterilmemesi, siyasi parti yöneticilerinin Bulgar yönetiminin politikalarını kınamaktan öteye gidememeleri; Türkiye’de olan en ufak bir hukuksuzlukta ayağa kalkan Avrupa ve diğer Birleşmiş Milletler ülkeleri, Bulgaristan’daki mezalimin üzücü olduğunu belirtmekten başka hiçbir şey yapmamaları da ayrı bir nüanstır.[11]
    C).DEMOKRATİK DÖNEM(1989-...): 1989 yılı sonunda T.Jivkov iktidarının devrilmesiyle meydana gelen boşluk, yeni alternatifler ve çözüm önerileriyle birlikte doldurulmaya çalışılmıştır. 1991 yılında Soğuk Savaş Dönemi’nin sona erip Varşova Paktı’nın dağılması, dünya iktisadi ve siyasi dengelerini değiştirmiştir. 1991 sonrası dünyaya hâkim olan genel düzensizlik, Bulgaristan’da da kendini göstermiştir. Ancak, bu dönemde Bulgaristan dış politikasının temel eğilimi, Batı ile entegrasyon sürecine girmek (bu entegrasyon sürecinde AB ve NATO üyelikleri kaçınılmaz hedeflerdir.), tarafsızlık politikası ve Sovyetler Birliği’nin devamı olan Rusya ile yeniden işbirliğine gitme olarak göze çarpmaktadır.[12]
    Bulgaristan’da bu dönemde değişmeyen tek şey, Türk Azınlık kavramıdır. 8 Ocak 1990’da Sofya’da toplanan konferansta hem etnik azınlık olarak Türkler, hem de ‘milliyetçi komünistler’ tatmin edilmiştir. Yayınlanan bildirgeye göre; Türkler kendi adlarını alabilecek, ibadetlerini serbestçe icra edebilecek, kendi gelenek ve göreneklerini yaşatabilecek, Türkçe günlük hayatta kullanılabilecek ve Türkçe yayınlar neşredilebilecek, bunun yanında Bulgarca ülkede tek resmi dil olacaktı.[13]
    Her ne kadar Bulgaristan’daki Türklerin durumunda olumlu değişmeler gerçekleşmişse de 1980’li yıllardaki terörün failleri ciddi bir yargılama sürecinden geçmemişlerdir. 1997 yılında TBMM’yi ziyaret eden Bulgaristan Cumhurbaşkanı Peter Steyanov, yaşanan olaylardan duyduğu üzüntüyü dile getirirken; 2002 yılında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı komünizm döneminde yaşanan olaylardan dolayı Bulgaristan Türklerinden resmen özür dilemiştir.[14]
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  2. #2
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    Günümüzde nüfus oranı bakımından yüzde 10’dan daha fazla olan Türk Azınlık, komünizm sonrası dönemde demokrasinin gereğini yerine getirmiştir. Bulgaristan Türklerinin haklarını savunmak için baskı döneminden hemen sonra kurulan, ancak temelleri asimilasyon politikalarının en yoğun olduğu günlerde atılan Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH), 1989 sonrası dönemde Bulgaristan iç siyasetine damgasını vurmuştur. Günümüzde 240 sandalyelik Bulgar Parlamentosunda 17 Haziran 2001 tarihli seçimde 21 milletvekili çıkarma başarısını gösteren Ahmet Doğan’ın önderliğindeki HÖH, 25 Haziran 2005 tarihindeki parlamento seçimlerinde de 35 milletvekilini Bulgaristan Parlamentosuna yerleştirmiştir. Adı geçen bu siyasal oluşum ayrılıkçı taleplerde bulunmazken, parti kademelerinde görev yapan Bulgar siyasetçiler sayesinde bütünleştirici bir imaj yaratmaktadır. Genel anlamda verilen ılımlı mesajlar, aşırı uçlardaki Bulgar vatandaşlarını tatmin etmemektedir. ATAKA gibi ırkçı söylemlerle prim yapan bir partinin Bulgar halkı nazarında yükselişte olması önemli bir anekdottur. Ayrıca, Türk nüfusun Bulgar nüfusa göre daha hızlı artışı ve HÖH popülaritesinin yüksek seviyelerde oluşu Bulgar Devleti’nin Stratejik Aklı’nı harekete geçirmektedir. Özellikle, Bulgaristan’ın ‘Hayalet Azınlığı’ durumundaki Pomaklara karşı gizli asimilasyon faaliyetleri artarak sürmektedir. Tüm bu açılardan bakıldığında, Bulgaristan çok bilinmeyenli bir denkleme haline dönüşmektedir. Bulgaristan, Soğuk Savaş sonrası dönemde Batı ile iyi ilişkiler geliştirmek ve Avrupa’yla entegrasyon sürecine girmek gibi temel dış politik hedeflere sahipse de, sosyolojik anlamda Türk-Bulgar kutuplaşmasının gün yüzüne çıkması gibi bir riskle karşı karşıyadır. Ne var ki, 1989 sonrası Türk-Bulgar ilişkilerinin bir önceki dönemle kıyaslanamayacak duruma geldiği de gözlerden kaçmamalıdır.
    2). BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN ULUSLARARASI HUKUKSAL KONUMUNU BELİRLEYEN SİYASAL BAĞITLAR
    İkili ve çok taraflı uluslararası antlaşmalar Türk azınlığın hak ve özgürlüklerine saygı göstermeleri bakımından Bulgaristan’ı sorumlu kılmıştır. Aynı şekilde yapılan antlaşmalar Türkiye’yi de Bulgaristan Türkleri üzerinde söz sahibi yapmışken, bu durum sadece tarihsel, ulusal ve insanlık açısından değil; hukuki bakımdan da geçerlidir. Bulgaristan Türklerinin konumunu belirleyen uluslararası antlaşmalar, Bulgaristan’ın iç hukukundan daha üstün olduğundan yaptırım gücü son derece yüksektir. O halde, Bulgaristan Türkleri üzerinde konuşurken sadece Bulgar Devletinin bir iç sorunu olarak bakmak, bizi hataya itecektir.
    İnceleyeceğimiz antlaşmaları şu şekilde sıralamak mümkündür:
    Ø Berlin Antlaşması (1878)
    Ø İstanbul Protokolü ve Sözleşmesi (1909)
    Ø 1913 Antlaşması ve Müftülerle İlgili Sözleşme
    Ø Neuilly Barış Antlaşması(1919)
    Ø Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması (1925)
    Ø Türk-Bulgar İkamet Sözleşmesi (1925)
    Ø 1947 Tarihli Bulgar Barış Antlaşması
    Ø 1968 Türk-Bulgar Göç Antlaşması
    Ø İnsan Hakları İle İlgili Sözleşmeler
    A).BERLİN ANTLAŞMASI (1878): 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında imzalanan ve Türklerin ilk kez azınlık durumuna düştüğü Berlin Antlaşması’nda Türklerle ilgili olarak ilginç düzenlemelerin varlığı dikkati çeker.
    Berlin Antlaşması’nın 4.maddesinin ikinci paragrafına göre, Bulgaristan’daki Türklerin “hak ve çıkarlarının gözetileceğine” değinilmektedir. Ayrıca, o dönemdeki Türk-Müslüman Azınlık için sadece Türk sözcüğünün tercih edilmesi önem arz eder. 5.madde ise; Türklere dini, kültürel haklar tanınacağını ve bunların hiçbir şekilde engellenmeyeceğini öngörmektedir:”Bulgaristan’da din ve mezhep ayrımı gözetilemez. Ayrı din ve mezhepten olan azınlıklar, tıpkı Bulgar çoğunluk gibi bütün medeni ve siyasal haklardan yararlanırlar. Bulgar Hükümeti, azınlıklara ‘din ve ayin özgürlüğü’ sağlamakla yükümlüdür. Azınlıkların kendi dini liderleriyle olan ilişkileri engellenemez.” Aynı maddenin ilk cümlesi ise, Berlin Antlaşmasının Bulgar kamu hukukunun temelini oluşturduğunu, Bulgar anayasası ve yasalarının buna aykırı hükümler getiremeyeceğini, ayrıca bu antlaşmanın Bulgar iç hukukunun üstünde olduğunu belirmektedir. Berlin Antlaşması’nın 12.maddesi Bulgaristan Türklerinin taşınmaz mallarıyla ilişkilidir. Bu madde uyarınca, Türkler, Bulgaristan’dan göç etmiş veya ayrılmış bile olsalar geride bırakacakları mülklerini koruyabilirler. Bu taşınmazların sahipleri Bulgaristan’dan ayrıldıklarında Bulgar devlet makamları bunlara el koyamayacaktı.[15]
    Berlin Antlaşması çok taraflı bir antlaşma olduğundan Bulgaristan, sadece Türk Devleti’ne karşı değil; Avrupa devletlerine karşı da sorumluluk altına girmiştir. Bu antlaşma ile kurulan Bulgar Prensliği, Türklere her türlü serbest yaşama olanağını vermeyi taahhüt ettiği halde, zaman ve yer esasına bu antlaşmanın hükümleri hiçe sayılmış, Türk azınlığa karşı ‘parçala-yönet’ politikalarına girişilmiş ve Türk nüfus İmparatorluk Türkiye’sine göçe zorlanmıştır.[16]
    B).İSTANBUL PROTOKOLÜ VE SÖZLEŞMESİ (1909): 1908 yılında Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra Osmanlı Devleti ile Bulgaristan Krallığı arasında 19 Nisan 1909’da imzalanan, bir protokol ve eki olan sözleşme, Bulgaristan’daki Müslümanların dini hak ve örgütlenmeleri hakkında detaylı bir tespitler zinciri oluşturmaktadır.
    Söz konusu protokole göre;.Bulgaristan’daki Türk Azınlığı tıpkı Bulgar çoğunluk gibi bütün hukuki ve siyasi haklardan istifade edebilecek, okullarını, camilerini ve mescitlerini koruyup yaşatabileceklerdir. Ayrıca bu protokole göre, Bulgaristan’daki Türk-İslam eserleri Bulgaristan’ın bir iç sorunu olmaktan çıkarak Devletler Hukuku güvencesi altına alınmış ve Türk Hükümeti gerek Bulgaristan’daki Türk Azınlık, gerekse Bulgaristan’daki Türk-İslam Kültürüne ait eserler üzerinde hak sahibi olmuştur. [17]
    C).1913 ANTLAŞMASI VE MÜFTÜLERLE İLGİLİ SÖZLEŞME: Balkan Savaşları (1912–13) sonunda 29 Eylül 1913 tarihli, Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında bir barış antlaşması imzalanmıştır.[18]
    Bu antlaşmaya göre, Bulgaristan’a bırakılan topraklardaki Türk-Müslüman nüfus Bulgar uyruğuna geçerken; 4 yıllık bir süre zarfında kanısı değiştiyse Türk uyruğuna geçebilme şansını elinde tutuyordu. Çocuklar da reşit olduktan sonra bu hakka nail olabilmekteydi. Ancak, Türk uyruğuna geçmek isteyenler 4 yıl içinde Türkiye’ye göçmek zaruretinde olup kendileriyle birlikte taşınır eşyalarını ve mal varlığını götürebiliyor ve bunlar için gümrük parası ödemiyorlardı. Bununla beraber, Bulgar uyruğunda kalmayı tercih eden Türk azınlık, Bulgarların sahip olduğu her türlü medeni ve siyasal haklardan yararlanabiliyordu.[19]
    Antlaşmanın teorik kısmına bakıldığında 8.madde, Bulgaristan uyruklu Müslümanların Bulgar unsurlarla hukuksal ve siyasal bazda eşit olacaklarını, ayrıca dini serbestliklerinin bulunacağını ve örf, adet ve dini örgütlenmelerine saygı gösterileceğini vurgulamaktadır. 12.madde ise Müslüman vakıflarının korunmasına ilişkindir. Bu antlaşmanın ikinci eki, Bulgaristan’daki müftülerin görev ve sorumluluklarını saptamaktadır.[20]
    Ç).NEUİLLY BARIŞ ANTLAŞMASI (1919): I.Dünya Harbinden mağlup çıkan Bulgar Devleti, 27 Kasım 1919 günü Paris yakınlarında bulunan Neuilly’de İtilaf Devletleriyle imzaladığı barış antlaşmasının içeriği dokuz bölümden oluşmaktaydı. Türk Devleti’nin taraf olmadığı bu antlaşmanın 4. bölümü Bulgaristan idaresindeki azınlıklarla ilgilidir. Bulgar Devleti, bu hükümlerin anayasa değerinde olduğunu onaylarken, Bulgar anayasasının, kanunlarının ve resmi kararlarının azınlıkların korunmalarıyla ilgili hükümlere aykırı olamayacağını resmen kabul etmiştir.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  3. #3
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    Neuilly Antlaşması’nın 4.bölümüne göre;
    Þ Bulgar Devleti din, dil, ırk ve milliyet ayrımı gözetmeyecek,
    Þ Topraklarında yaşayan azınlıklara tam eşitlik sağlayacak,
    Þ Bulgaristan’daki azınlık grupları dini vecibelerini serbestçe yerine getirme hürriyetine sahip olurlarken; tıpkı bir Bulgar fert hukuksal ve siyasal hakların kullanılması bağlamında ayrıma tabi tutulmayacak,
    Þ Azınlıklar, devlet memurluğuna girebilecekler, istedikleri mesleği veya zanaatı seçebilecekler,
    Þ Ayrıca, azınlıklar eğitim-öğretim kurumları, dini ve sosyal kurumlar açabilecekler, bunları denetleyip yönetebilecekler ve aynı zamanda bu kurum ve kuruluşlarda kendi dillerini özgürce kullanabileceklerdi. Azınlık unsurlar yoğun olarak yaşadığı yerlerde, Bulgar Hükümeti devlet ve belediye bütçelerinden bu azınlık okullarına, dini ve sosyal kurumlara yardım yapacaktır.[21]
    Neuilly Antlaşmasının IV: bölümünün 49’dan 58.maddeye kadar olan kısımları azınlıklarla ilgilidir. Bu antlaşmanın 54.maddesinde: “Etnik, dil ve din azınlıklarına mensup olan Bulgar vatandaşları, öbür vatandaşlar ile aynı haklardan yararlanacaklar, hayır kurumları, dini ve sosyal kurumlar, okullar ve benzeri eğitim kurumları kurup yönetebilecekler, burada kendi dillerini serbestçe kullanıp, serbestçe ibadet edebileceklerdir.” denmektedir.
    D).TÜRİYE-BULGARİSTAN DOSTLUK ANTLAŞMASI (1925): Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra 18 Ekim 1925’te Ankara’da Bulgaristan ile ‘dostluk antlaşması’ imzalanmıştır. Bu antlaşmanın Türk-Bulgar ilişkilerine yeni bir yön verdiği; ekonomik, sosyal, kültürel ve hukuki bağları daha da kuvvetlendirmiştir. [22]
    Antlaşmada süre ile ilgili olarak hükümlerin mevcut olmaması, daimi ve devamlı bir dostluk bağının kurulmak istenmesine bağlanmaktadır. Bulgaristan’la bu dönemde geliştirilmek istenen siyasi ilişkiler bu tarihteki dostluk antlaşmasının temelinde yatmaktadır.
    Dostluk antlaşmasındaki ek protokolün A paragrafındaki hüküm aynen şöyledir:
    “İki hükümet azınlıkların korunmasına ilişkin olarak, Neuilly Antlaşmasında yazılı hükümlerin tümünden Bulgaristan’da oturan Müslüman azınlıklarını ve Lozan Antlaşması’nda yazılı hükümlerin tümünden Türkiye’de oturan Bulgar azınlıkları yararlandırmağı, karşılıklı olarak yükümlenir.”[23]
    Bu dostluk antlaşmasının halen yürürlükte olması, Türk-Bulgar ilişkilerinin en gergin olduğu süreçlerde bile geçerliliğini koruması ve azınlıklarla ilgili hükümlerin halen bağlayıcı bir unsur olması her iki tarafı da uluslararası hukuk açısından bunlara uymasını zorunlu kılar.
    E).TÜRK-BULGAR İKAMET SÖZLEŞMESİ (1925): Dostluk antlaşmasının imzalandığı tarihte Bulgaristan ile bir de ikamet sözleşmesi imzalanmıştır. Bulgaristan Türklerinin anavatan Türkiye’ye serbestçe göç etmelerine olanak sağlayan sözleşmenin ikinci maddesi aynen şöyledir:
    “Akit taraflar, Bulgaristan Türklerinin veya Türkiye Bulgarlarının isteğe bağlı göçlerine hiçbir engel çıkarılmamasını kabul ederler. Göçmenler yanlarında taşınır mallarını ve hayvanlarını götürmek ve taşınmaz mallarını serbestçe tasfiye etmek hakkına sahip olacaklardır. Taşınmaz mallarını kesin gidişlerinden önce tasfiye etmemiş olanlar, göç gününden başlamak üzere, iki yıllık bir süre içinde bu tasfiyeyi yapmak zorundadırlar.
    Malların tasfiyesinden elde edilen paraları ilgililerin dışarı çıkarma biçimi konusunda iki hükümet arasında bir antlaşma yapılacaktır.”
    Bu sözleşme karşılıklı göç olgusu belli bir düzene bağlarken, sağlıklı işleyiş tarzı dönemden döneme farklılık göstermektedir. Şöyle ki, en dürüst şekilde uygulanışı Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK döneminde gerçekleşirken, halen bağlayıcı olduğu halde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde yüklenilen misyon yerine getirilememiştir. Halen yürürlükte olduğundan bahsetmekle birlikte, sosyalist düşüncenin Bulgaristan’daki iktidar süresince meydana gelen uluslararası hukuk ihlalleri 1925 tarihli Türk-Bulgar İkamet Sözleşmesinin sağlıklı işleyişine engel olmuştur. Ancak, Soğuk Savaş Dönemi’ndeki gevşek iki kutuplu siyasal dengenin yapısına bakmak, Türk-Bulgar ilişkilerinin tarihsel sürecinde oluşan dalgalanmaların nedenini de ortaya koyar. Kısacası, bu sözleşme Bulgaristan Türklerinin isteğe bağlı göçlerine engel olmamakla yükümlüdür.[24]
    F). 1947 TARİHLİ BULGAR BARIŞ ANTLAŞMASI: II. Dünya Savaşı sonunda imzalanan barış antlaşması, 10 Şubat 1947 tarihinde Bulgaristan ile Müttefik Devletlerarasında yapılmıştır. Halen yürürlükte olan antlaşmanın 2.maddesinde aynen şöyle denmekteydi:
    “Bulgaristan, ırk, cinsiyet, dil farkı gözetmeksizin egemenliği altındaki tüm insanların söz, fikir, basın, kültür ve toplantı özgürlükleri dâhil tüm temel insan hak ve hürriyetlerden yararlanmasını sağlayacak ve bütün gerekli tedbirleri alacaktır.” denmektedir.[25]
    Antlaşmada geçen ‘temel hak ve özgürlükler’ deyimi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde adı geçen bütün hak ve hürriyet sistemini kapsamaktadır. Ancak bu ilkeler tam manasıyla uygulansaydı, Bulgaristan’daki Türk azınlığa karşı şovenist politikalar izlenmezdi.
    1947 Bulgar Barış Antlaşması’nın 3.maddesine göre; Bulgaristan, her türlü ayrımcılığı kaldırmakla yükümlüyken, madde şu şekildeydi:”...ayrımcı nitelikteki mevzuatını kaldırmak için tedbirler almış olan Bulgaristan, bu tedbirleri tamamlamayı ve ilerde de bu maddede açıklanmış olan amaçlarla bağdaşmayacak hiçbir tedbir almamayı veya hiçbir yasa çıkarmamayı taahhüt eder.”[26]
    G).1968 TÜRK-BULGAR GÖÇ ANTLAŞMASI: 22 Mart 1968 günü Türkiye ve Bulgaristan dış işleri bakanları arasında imzalanan sınırlı göç antlaşması, basın literatüründe ‘Akraba Göçü ‘ olarak da geçmektedir.
    İyi komşuluk ve dostluğun önemli bir semeresi de yakın akrabaları 1952’ye kadar Türkiye’ye Bulgaristan’da kalmış Türk vatandaşlarının da anavatan Türkiye’ye yerleşmelerine olanak sağlayan bir anlaşma mahiyetindedir.[27] Todor Jivkov’un umduğu temenninin gerçekleşmemesi sonucu Bulgaristan ile Türkiye arasında sorun olan 1 milyonun üzerindeki Türk’ten 1978 yılı sonuna kadar 130.000 Türk’ün Türkiye’ye göç ettiği biline gelen bir gerçektir.
    Ğ).İNSAN HAKLARI İLE İLGİLİ SÖZLEŞMELER: Bulgaristan’daki Türk azınlığın hakları ikili antlaşmaların yanı sıra çok taraflı anlaşmalarla garanti altına alınmıştır. Bu durumda denebilir ki, Bulgaristan’daki Türkler hem azınlık hukukundan hem de insan haklarından yararlanmak durumundadırlar. Bulgaristan’daki Türklerin hukuksal bazda haklarını onaylayan uluslararası sözleşmelere bakmak ve içeriğine kısaca değinmek Türk azınlığının haklarının nasıl ihlal edildiğini ortaya koyar.
    1. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ANTLAŞMASI: II. Dünya Savaşı’nın zoraki meyvesi olan BM Teşkilatı, 26 Haziran 1945’te dünya devletlerini ortak bir paydada toplayıp, dünya barışını ve güvenliğini sağlamak; siyasal, kültürel, ekonomik ve diğer sorunları ortak bir şekilde paylaşmak amacıyla kurulmuştur. 135 üyenin imzasını taşıyan antlaşmaya Türkiye 28 Eylül 1945’te, Bulgaristan ise 14 Aralık 1945’te imza atmıştır.[28] Bu antlaşma sayesinde azınlık gruplarının hak ve özgürlüklerini elde etme, yönetime katılma, hakkını arama gibi faaliyetleri milletler arası hukuka bağlanmıştır.
    2. JENOSİT SÖZLEŞMESİ (1948): Kelime anlamı ‘soykırım’ demek olan Jenosit, 9 Aralık 1948 tarihinde Paris’te dine, ırka veya herhangi bir gerekçeye dayanarak kitle halinde azınlık gruplarının ortadan kaldırılmasını önlemek amacıyla imza edilmiş bir sözleşmedir. İster savaş ister barış zamanında olsun, insanlığa karşı işlenen suçun kabul edilmeyeceğini taahhüt etmektedir.[29]
    3. IRK AYRIMINI ORTADAN KALDIRAN SÖZLEŞME: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,20 Ocak 1963’te karar altına aldığı 11 maddelik bir bildiriyi, 23 maddelik bir sözleşme haline getirerek, insan haklarına saygı duyulmasını, insanlar arasında belli kriterlere göre ayrım yapılmamasını öngörmektedir. Bulgar Devleti, bu sözleşmeye 8 Ağustos 1966 tarihinde taraf olmuştur.[30]
    4. MEDENİ VE SİYASAL HAKLAR İLGİLİ SÖZLEŞME: 16 Aralık 1966 tarihinde Birleşmiş Milletler genel kurulunda kabul edilmiş olup, 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe giren bu sözleşme bireysel hak ve özgürlüklerin ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
    Bulgaristan’ın 21 Eylül 1970 günü taraf olduğu sözleşmede dine ve ırka dayalı nefretin yasaklanması öngörülmüştür.
    5. EKONOMİK, SOSYAL VE KÜLTÜREL HAKLAR SÖZLEŞMESİ.: 31 maddeden oluşan bu sözleşmenin kabul ediliş tarihi, 3 Ocak 1976’dır.Genel öğütleme niteliği taşıdığından işleyişli diğerlerinden farklılık arz etmektedir.
    6. IRK AYRIMININ ÖNLENMESİ VE CEZALANDIRILMASI HAKKINDAKİ SÖZLEŞME: Bulgaristan’ın 1973 yılında katıldığı sözleşmeye göre; bir grup insan üzerinde şovenist politikalar ile baskı kurmak, insanlık dışı davranışlarda bulunmak, işkence yapmak yasaklanmıştır.[31]
    7. İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRİSİ: 10 Aralık 1948 tarihinde Paris’te kabul edilen bildiride insan hakları, azınlık hakları, etnik veya dinsel azınlıkların korunmasına yönelik hükümler içermektedir. Bulgaristan’ın da imzasının bulunduğu bu antlaşmada belirlenen yükümlülükleri yerine getirmeyerek Türk azınlık grubu üzerinde şovence siyasalar sergileyen Bulgaristan’a Cenevre Sözleşmesi hatırlatılmalıdır. Cenevre Sözleşmesi’nin içeriği şu şekilde özetlenebilir: “Ülkesindeki azınlıklara karşı ayrımda bulunmak, insan haklarının özünü teşkil ettiğine ve uluslararası anlaşmalar bunu genellikle uygulanacak bir hüküm olarak yorumlandığına göre, herhangi bir devletin medeniyet seviyesinin ve derecesi de azınlıklara yaptığı muamele ile ölçülür.”[32]
    8. HELSİNKİ DEKLERASYONU: 1975 yılında Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de imzalanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Anlaşması’nın en önemli yönü, insan hakları konularına ağırlık verilmesi ve bu konulara Varşova Paktı üyesi ülkelerin de imza atmalarıdır. Sovyet Rusya’nın dahi altına imza koyduğu böylesi bir sözleşmenin diğer imzacısı Bulgaristan, kısa süreli sözlerini tutamayarak, toprakları üzerinde yaşayan Türk Azınlığa karşı soykırım faaliyetlerine devam etmiştir.[33]
    SONUÇ
    Tarihsel objektiflik ve uluslararası hukuk açısından irdeleme amacında olduğumuz bu çalışmada, Bulgaristan Türklerinin ilk kez azınlık konumuna düştüğü 1878’den günümüze kadar geçen süre zarfında geçmişlerini, kendilerine tanınan hakları ve Devletlerarası Hukuk açısından bağlayıcılık özelliği bulunan anlaşmaları ele aldık. Ortaya çıkan sonuçlar ana hatlarıyla şu maddelerden oluşmaktadır:
    ü XIV. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı egemenliğine boyun eğen Bulgarlar, yaklaşık olarak 500 yıl Osmanlı Türk Devleti’nin hoşgörülü, barış ve adalet dolu himayesinde sürdürmüştür. Osmanlı Devleti’nin bunları hak etmesinin yegâne sebebi Balkanlara hükmetmeye başladığında soykırım hareketlerine girişmemiş olmasıdır. Aksi gerçekleşseydi, bugün Balkanlarda Türkler dışında Tek bir kavmin kalmamış olması gerekirdi.
    ü Tarihte en fazla zulme uğramış Türk topluluklarından biri olan Bulgaristan Türkleri, azınlık konumuna düştükleri 1878 Berlin Antlaşması’nın ardından Bulgarların sistematik olarak giriştikleri asimilasyon faaliyetlerine maruz kalmışlardır. Bu asimilasyon hareketleri günümüzde özellikle Pomak kardeşlerimize ve Türk azınlığa uygulanmaktadır.
    ü Bulgarlar gerçekleştirdikleri asimilasyon ve soykırım politikalarıyla insanlık dışı faaliyetlerde bulunmuşlardır. Türkiye’de gerçekleşen en ufak bir hukuk dışı uygulamada ayağa kalkan Batılı devletler, söz konusu Bulgaristan’daki zulüm olunca duydukları ‘üzüntüyü’ dile getirmekten başka hiçbir şey yapmamışlardır.
    ü Rusya’nın temel devlet politikalarının Balkanlardaki hararetli savunucusu olan Bulgaristan’ın Türk Azınlığa yönelik şovenist politikalarının temelinde ‘2.Kıbrıs’ olma sendromu yatmaktadır. Bulgarlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kadar iki kez büyüdüğünü unutmamaktadır. Azınlık durumundayken yaptıkları soykırımlar sonucu egemen unsur haline gelen Bulgarlar, hızla artan Türk nüfusun bir gün çoğunluk durumuna geçip Türkiye’ye katılmalarına kuşkuyla bakmaktalar ve bu bağlamda Türkleri baskı altında tutmak istemektedirler.
    ü 1989 yılından sonra hızla gelişme gösteren Türk-Bulgar ilişkilerinde temel unsur olan Türk azınlık, Türk dış politikasındaki temel yanlışlıkların bedelini ağır ödemiştir. Ne var ki, karşılıklı dostluk ilişkileri her iki tarafın da menfaatinedir. Yardımlaşmayı ve ortak hareket etme bilincini geliştirmek için çok boyutlu işbirliğine gidilmelidir.
    ü Önemli sayılabilecek hususlardan biri de Bulgaristan’daki Türk azınlık ile Türkiye’deki Kürt varlığının karşılaştırılması veya karıştırılmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşam sigortası olan Lozan Antlaşması’nda Türk tarafı azınlık grubu olarak sadece Ermeni ve Rum nüfusunu tanırken, Bulgar Devleti’nin Türk azınlığı en başından beri tanımasıdır. Ayrıca Türk Azınlığın Bulgaristan’da herhangi bir ayrılıkçı harekette bulunmadığı ortadayken; Türkiye’deki Kürt varlığının haklarını savunduğunu düşünen 3–5 çapulcu Kürt, dağlara çıkıp bu milletin askerine haince saldırılarda bulunmakta ve birbiriyle kader birliği etmiş iki toplumu bölmek istemektedir. Bu durum Bulgaristan’daki Türk azınlık için geçerli olmamıştır. Bulgaristan Türkleri haklarını her türlü meşru yoldan savunmuşlardır.

    ü Türk-Bulgar ilişkilerindeki güvensizliğin nedeni, Bulgaristan’ın uluslararası hukuk ihlalleri ve Türk azınlığa teminat veren kendi anayasasını çiğnemiş olmasıdır. Ancak, değişen dünya şartlarının zorunlu hale getirdiği karşılıklı bağımlılık prensibi ikili ilişkilerin gelişmesine yön vermektedir.


    KAYNAKÇA
    · ACAROĞLU M. Türker, Bulgaristan Türklerinin Dünü-Bugünü-Yarını, X.Türk Tarih Kongresi Ankara 22–26 Eylül 1986 Kongreye Sunulan Bildiriler IV. Cilt, TTK BASIMEVİ, Ankara 1993
    · AĞANOĞLU Yıldırım, Osmanlı’dan Cumhuriyet’ e Balkanların Makûs Talihi GÖÇ, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2001
    · ALP İlker, Belge ve Fotoğraflarla BULGAR MEZALİMİ (1877–1989),Trakya Üniversitesi Yayınları, Ankara 1990
    · COŞKUN Birgül Demirtaş, Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Bulgaristan’ın Dış Politikası (1989–2000),Balkan Diplomasisi, ASAM Yayınları, Ankara 2001
    · EROĞLU Hamza, Belleten Cilt: LI Sayı:199–201, TTK Basımevi, Ankara 1988
    · GÖMEÇ Saadettin, Türk cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 1999
    · GÜNDAĞ Nevzat, 1913 Garbi Trakya Hükümet-i Müstakilesi, II. Baskı, Ankara 1987
    · HAKOV Cengiz, 1913 Yılında İstanbul’da İmzalanan Bulgar-Türk Antlaşması ve Bulgaristan Türk-Müslüman Nüfusun Hakları, XIII. TÜRK TARİH KONGRESİ Ankara:4–8 Ekim 1999 Kongreye Sunulan Bildiriler III: Cilt-I.Kısım, TTK Basımevi 2002
    · KARAPINAR Ayşe, Türkiye-Bulgaristan İlişkilerinin Bulgaristan Türkleri Açısından Değerlendirilmesi, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl:1 Sayı: 2, Eylül 2003
    · LÜTEM Ömer, Tarihsel Süreç İçinde Bulgaristan Türklerinin Hakları, Balkan Türkleri, ASAM Yayınları, Ankara 2003
    · ÖZBİR Kamuran, Bulgar Yönetimi Gerçeği Gizleyemez, Başkent Gazetecilik, İstanbul 1986
    · SOYSAL İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları(1920–1945) I.Cilt, TTK Basımevi, Ankara 1983
    · SOYSAL İsmail; Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları CİLT II (1945–1990), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2004
    · ŞİMŞEK Halil, Türk-Bulgar İlişkileri ve Göç, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul 1999
    · ŞİMŞİR Bilal, Bulgaristan Türkleri(1878–1985),Bilgi Yayınevi, İstanbul 1986
    · TURAN Ömer, Geçmişten Günümüze Bulgaristan Türkleri, Balkan Türkleri, ASAM Yayınları, Ankara 2003
    · Türk Kültürü, Sayı:264, Nisan 1985.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

Benzer Konular

  1. Tarihsel düşünme becerisi
    Konu Sahibi evlad-_Fatihan Forum Tarih Dersi Yöntem ve Stratejileri
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 24.Eylül.2010, 22:33
  2. Türkistan Türklerinin Bağımsızlık Mücadelesi
    Konu Sahibi Süleyman YILDIZ Forum Tarih Konuları Hususunda Soru(nu)m Var
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 04.Haziran.2010, 10:28
  3. Kervansarayların Tarihsel Gelişimi
    Konu Sahibi ilteriş Forum Genel Tarih Araştırmaları ve Makaleler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 28.Şubat.2010, 17:56
  4. Türkiye'de Tarih Programlarının İncelenmesi ve Geliştirme Çabaları
    Konu Sahibi ilteriş Forum Tarih Bilimi Araştırmaları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 28.Nisan.2009, 16:22
  5. Keçenin Tarihsel Gelişimi Ve Geleneği
    Konu Sahibi ziberkan Forum Genel Tarih Araştırmaları ve Makaleler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 26.Aralık.2007, 22:57

Bu Konu için Etiketler

Giriş