Bugünkü bilgilerimize göre, Türklerin Irak'a ilk girişleri Hicri 54 (Miladi 674) tarihlerine kadar uzanmaktadır. Emevî Halifesi Muaviye tarafından Horasan'a gönderilen Ubeydullah bin Ziyad 20.000 kişilik ordusu ile Ceyhun Nehri'ni geçerek, Buhara'ya yönelir. Beykenti de geçen komutan Ubeydullah'ın Buhara'ya yaptığı saldırılar karşısında, Buhara prensesi Hatun1 emrindeki Türk kuvvetleri ile şiddetli çarpışmalardan sonra sulh yapmak zorunda kalır. Böylece Ubeydullah sulhtan sonra, yanına aldığı Türk askerlerini Irak'a götürerek, Basra'ya yerleştirir.

Tarihi kaynaklar, Basra'ya yerleştirilen Türk askerlerinin 2000 kişi kadar olduklarını ve bunların ok atmakta pek mahir bulunduklarını, bu semte de Buhariyye denildiğini kaydeder. Bu Türk okçularından, Yemame'de asî Arap bedevîlerinin bastırılmasında yararlanıldığı biliniyor. Basra'da Ubeydullah bin Ziyad'ın gözde adamlarından biri olan Reşidü't-Türkî2 adındaki mevlasının da, Basra'ya yerleştirilen Türkler arasından yükseldiği şüphesizdir.
Horasan ve Mâverâünnehir'de fetihlere girişen İslam ordularına katılan Türk beyleri (prensleri, soyluları veya asilzâdeleri), daha Emevîler döneminde orduda önemli görevler almaya başlamışlardı. Türklerin üstün savaş yetenekleri ve ok atmaktaki maharetleri, İslam kumandanlarının dikkatini çekmiş ve onları ordularına almalarına yol açmıştır. Böylece Türkler, henüz okçuluk sanatını bilmeyen Arap askerlerine bu hususta eğitim yaptırıyorlardı.

Hicrî 132 (Milâdî 749) yılında Yezid bin Ömer bin Hübeyra, bir kaç ay kuşatmadan sonra, Ebu Cafer el-Mansur'a Vasıt şehrinde teslim olduğu zaman, yanında 2300 Buharalı Türk askeri bulunuyordu. Horasan Valisi Abdullah bin Tahir, halifenin emri üzerine Türkistan'ın çeşitli şehirlerinde her yıl Irak'a 2000 Türk savaşçısı gönderiyordu. Hicrî 138 (Milâdî 755) yılında ise, Horasan valiliğinde bulunan Fazl bin Yahya el-Bermekî, Abbasî ordusunda hizmete alınmak üzere 20.000 Türk savaşçısını Irak'a gönderdi.

Türklerin Irak'a gelişlerinin, Abbasî döneminde ve özellikle Halife Me'mun ve halefi Halife Mu'tasım'ın iktidarları sırasında meydana gelen bir takım siyasî gelişmelerden dolayı daha da sıklaştığını görüyoruz. Halife Me'mun'un tahta oturmasında büyük rol oynayan Türkler, Bağdat'a yerleştirilmişlerdi. Abbasîlere cephe alan Şii Araplara karşı hilafet makamını savunmak için, Türklere dayanmaktan başka bir çare bulamayan Me'mun, Türkistan'dan Türk askerinden oluşan yeni kuvvetleri hilafet merkezi olan Bağdat'a getirtiyordu.

Halife Mu'tasım zamanında Türklerin Abbasî ordusuna alınmaları işlemine daha fazla önem verildi. Böylece Suğd, Fergana, Esruşene ve Taşkent bölgelerinden gelen deneyimli Türk subayları, halifenin Hassa ordusuna alınıyordu. Hicrî 211 (Milâdî 836) yılında Mu'tasım'ın emriyle Türk kumandanı Aşnas tarafından Türk hassa askeri için Samerra şehri kuruldu. 70 bin mevcutlu olan Samerra, böylece yarım yüzyıl (836-884) kadar hilafet merkezi olmuştur. Mu'tasım'dan sonra Türklerin sayıları ve nüfuzları arttığı gibi, bu durum, Türkistan'ın da hızla Müslümanlaşmasında büyük rol oynamıştır.

Hilafet ordusunda, özellikle Mu'tasım, Vasık ve Mütevekkil'in halifelik dönemlerinde (840-860) Türk kumandanlarının nüfuzu gittikçe artmıştır. Bu dönemin Türk komutanları arasında adları geçen Afşın, Aşnas, Büyük Boğa, Küçük Boğa, Vasıf ve Hakan, devlet yönetimini ellerine almışlardır. Bu komutanlardan Büyük Boğa Mu'tasım'dan başka beş halifenin hizmetinde bulunmuş, devletin iç güvenliğini sarsan kargaşaların bastırılmasında ve Bizans'a karşı yapılan akınlarda başarılı komutan olarak büyük yararlıklar göstermiştir. Bunun gibi Afşın da bazı isyanların bastırılmasında ve Bizanslıların Ankara yakınlarındaki yenilgisinde önemli rol oynamıştır. Abbasîler arasında Türklerin durumu bir çok Arap şair ve tarihçisinin dikkatini çekmiştir. Türklerin özellikle yüksek ahlak ve fazilet sahibi insanlar oldukları,10 dil ve soylarına aşırı derecede bağlı bulundukları, Arapça ve Farsça öğrenmekle beraber, gururlarına yediremedikleri için, yalnız Türkçe konuştukları, başka dil bilmemekle de öğündükleri, bu arada yiğitlik, şefkat, mertlik ve kahramanlıklarına karşı duyulan hayranlıklar, bir çok kaynakta dile getirilmiştir. Türk askerlerinin üstün meziyetlerinin kaybolmamasına, bizzat halifeler özen göstermişler ve onların sadece Türk kızları ile evlenmelerine izin vermişlerdir. Ayrıca Türklerin, öz yurtlarında alışageldikleri gelenek ve göreneklerinin bozulmamasına da dikkat edilmiştir.

Annesi Türk olan Mu'tasım, çocukluğundan beri yanında Türkleri bulundurur ve Türk gelenek ve göreneklerini çok severdi. Türklerin yiğitlik ve bağlılıklarını yakından bildiği için, halife olunca da, maiyetindeki Türk askerlerinin sayılarını arttırmağa çalışıyordu. Özel hayatında da Türk ananelerine göre davranan Mu'tasım'ın, Türklerden meydana getirdiği hassa askerleri, kıyafet bakımından da diğer askerlerden farklı ve gösterişli idi.

Böylece inşa ettirilen Samerra, Türklerin etnik kökenli unsurlarla karışmalarına engel olacak şekilde planlanmıştı. Halifenin taşındığı bu yeni şehir, öyle bir şekilde düzenlenmişti ki, kendi yurtlarında komşu olan Türk boyları, burada da aynı düzende yerleştirilmişlerdi. Abbasî ordusundaki Türkler için inşa edilen Samerra'da, sanat tarihçileri ve arkeologlar tarafından yapılan incelemelerde, ister mimarî, ister fresko ve süsleme gibi dekorasyon elemanları açısından Türk etkisinin açıkça görüldüğü ortaya çıkarılmıştır.Halifeler, Türk cengâverlerinin Bizanslılarla olan çarpışmalarda kazandıkları zaferleri yüceltiyorlar ve onlara daha fazla sarılmağa çalışıyorlardı. Şii Deylemlerle Türk askerleri arasında başlıyan çekişmeler karşısında halifeler Türklerin tarafını tutuyor ve onların Bağdat'ta Sünniliği savunan en güçlü unsur olduklarından, yetkilerini arttırmak yolundaki isteklerini yerine getirmeğe mecbur kalıyorlardı.

908 yılında Halife Muktedir, Emirü'l-Ümera unvanı ile Türk komutanı Munis'e geniş idarî yetkiler vererek, saltanatı fiilen bırakmış oldu. Bundan sonra Türk komutanlarının kendi aralarında baş gösteren rekabetler, diğer yandan Emirü'l-Ümeralık üzerine Şii Deylemlerle olan çekişmeler, halifelerin de bu rekabet ve çekişmeleri körüklemek için entrikalara girişmeleri, Abbasî İmparatorluğu'nun itibarını iyice sarsmağa başlamış ve merkez Bağdat'a bağlı valiler de, bu karışıklıklardan yararlanarak yer yer bağımsızlıklarını ilan etmek yoluna gitmişlerdi. Halife Razi, Vasıt valisi Muhammed bin Raik'a 936 yılında Emirü'l-Ümeralık payesini vererek, bütün devlet yönetimini ona bırakmaktan başka, adının da hutbelerde kendi adı ile birlikte okunmasına izin vermek zorunda kaldı.

Bu sırada İran'dan askerleri ile birlikte kaçan Türk komutanı Beckem, Bağdat'ta halifeye başvurmuştu. Aralarında Tozun, Yaruk ve Muhammed Yınal gibi değerli Türk komutanları da bulunan Beckem'in askerlerini Emirü'l-Ümera Muhammed bin Raik karşıladı ve onları Vasıt'taki ordusuna aldı. Birlikte getirdiği askerin komutanı olarak tayin olunan Beckem, 936 yılında isyan çıkaran Ahvaz Valisi Ebu Abdullah el-Beridi üzerine yürüdü. Büveyhilerden yardım gören Beridi'yi iki defa mağlup etti ise de , başarı kazanamayan Beckem Vasıt'a döndü. Daha önce de değindiğimiz gibi, Emirü'l-Ümeralık için yapılan çekişmeler devam etmiş ve Beckem de, Emirü'l-Ümera Raik'i düşürmek için Vezir Ebu Ali bin Mukla ile anlaşmıştı. Bunu öğrenen Raik, Vezir Mukla'yı hapsetti ve az sonra vezir öldü.

Daha sonra eski düşmanı olan Beridi'yi kazanmaya çalışan Raik, Beridi'nin Beckem'e yenildiğini görünce, Beckem'in tarafını tutmak zorunda kaldı ve bütün teşebbüsleri boşa gitti. Bu başarısı üzerine, Eylül 938 tarihinde Bağdat'a giren Beckem, Raik'in yerine halife tarafından Emüri'l-Ümera tayin olundu. Beckem, ilk iş olarak, vergi vermeyen ve hükûmete karşı direnen Hamdanîlere boyun eğdirmek için Musul üzerine yürüdü. Bunu fırsat bilen Raik'in, 2000 kişinin başında aniden Bağdat'ta görünmesi üzerine, 938'de Hamdanoğlu Hasan ile sulh yapan Beckem, tekrar Bağdat'a dönmek zorunda kaldı. Raik ile Beckem arasındaki anlaşmazlık, barış yolu ile giderildi ve Raik'a Harran, Urfa ve Kinnasrin ile yukarı Fırat havalisi ve sınır kaleleri verildi. Böylece bir çok önemli ve hilafet merkezini yıpratan çekişmeleri nisbeten durduran Beckem'e yalnız Büveyh oğlullarından gelecek tehlikelere karşı bir takım önlemler almak işi kalıyordu. Bunun için Beridi'ninSus'a gönderdiği ordu, Büveyhilerin komutanı Mu'izzü'd-devle tarafından mağlup edilememiş ise de, yardımına gelen Ruknü'd-devle sayesinde Vasıt'a karşı yürüyen Büveyh ordusu tarafından şehrin bir kısmı işgal edilmişti. Bu esnada yardımcı birliklerle yetişen Beckem, Büveyhîleri püskürttü ve Ruknü'd-devle'yi çekilmek zorunda bıraktı.

Savaşı devam ettirmek için yeni planlar ve hazırlıklar yapıldığı sıralarda Beridi, bütün iktidarı elinde bulundurmak için entrikalar çevirmeğe girişince, 940'ta görevden alındı. Az sonra Halife Razi öldü ve yerine geçen Muttaki, Beckem'in Emirü'l-Ümeralık görevini devam ettirdi. Beckem de, Beridi üzerine bir ordu gönderdi; ancak komutanı yenilgiye uğradı. Bunun üzerine Beckem, bizzat kendisi komutayı ele alarak harekete geçti. Fakat Beckem yetişmeden Beridi, Nisan 941'de kesin olarak yenildi.
Bir çok değerli hizmetler yapan ve askerî yeteneği yanında diğer meziyetleri de tarihçiler tarafından övgü ile anlatılan Beckem, bir sefer sırasında, aniden basılarak öldürüldü. Yerine Tozun Emirü'l-Ümera olarak atandı. Bu sıralarda Büveyhoğlu Ahmet, kardeşinden yardım alarak Ahvaz'ı işgal etti. 944 yılında Türk komutanı Emirü'l-Ümera Tozun, Musul'da Hamdanîlerle çarpışmakta olduğu sıralarda, Büveyhoğlu Ahmet Vasıt üzerine bir sefere girişti. Bunun üzerine Hamdanîlerle derhal barış imzalayan Tozun, Vasıt'a doğru yöneldi. 944 yılının Temmuz ayında karşılaşan iki ordunun çarpışması hakkında kaynaklar, değişik bilgiler vermekle beraber, Ahmet'in az sonra Ahvaz'a çekildiği anlaşılıyor.
Büveyhoğlu Ahmet, 945 Mart'ının ortalarında Vasıt'ı işgal için ikinci defa teşebbüse geçti ise de, Tozun tarafından Nisan'da tekrar püskürtüldü. Ancak üçüncü defa Vasıt'a saldıran Ahmet, valinin kendi tarafına geçmesi sonucu, şehri çarpışmasız ele geçirdi. Daha sonra Bağdat üzerine yürüyen Ahmet, Ocak 945 tarihinde Sünnî İslâm dünyasının merkezi ve başşehrine girerek, iktidarı eline aldı. Halife Mustakfî tarafından Emirü'l-Ümera tayin edilen Ahmet'e ayrıca Mü'izzü'd-devle unvanı da verildi. Böylece Irak'ta, 1055'te Tuğrul Bey'in Bağdat'a girmesi ile sona erecek olan ve bir yüzyılı aşan Büveyhoğullarının hakimiyet dönemi başladı.
alıntıdır.