Fransız tarihçi Gerard Walter, tüm Batı’da “yıkılış uzmanı” olarak tanınır. Çünkü imparatorlukların yıkılış sebeplerini inceleyen seri kitaplar yazmış ve “La mort des empires/İmparatorlukların ölümü” genel başlığı altında yayınlamıştır.
Bu serinin “La ruine de Byzance” ismini taşıyan kitabı Bizans’ın yıkılışının temel sebeplerini irdelemektedir. İbret alınması dileğiyle yıkılışın en önemli sebeplerinden bazılarını aşağıya alıyorum.

Biraz dikkatle okursanız, göreceksiniz ki, bu sebepler yalnız Bizans’ı değil, yakın tarihte Sovyetler Birliği ile Peyklerini de yerle bir etti. Bakın bakalım, “Bizans’tan bana ne?” diyebilecek misiniz?

Bizans Batılılaşmıştı. Bizanslı aydınlar Avrupalıları, özellikle de İtalyanları taklit etmede yarışıyorlardı. Kıyafetleri başta olmak üzere, her şeylerini, hatta konuşma tarzlarını bile İtalyanlara uydurmaya çalışıyorlardı. Bu da Bizans’ı kendi kimliğinden koparıyor, kimliksizlik ve kişilik problemleri doğuruyor, eşcinsellik ve benzeri sapmalar yaygınlaşıyordu.
Devlet israf içinde yüzüyordu. Buna karşılık halk eziliyor, sömürülüyor, kazandığı birkaç kuruş haksız vergi ya da enflasyon zoruyla elinden alınıyordu. Bu durum önce ticarî hayatı çökertti, ardından Bizans ekonomisi krizler dönemine girdi. Ciddi tedbir alınmadığı, kara delikler kapatılmadığı için de krizlerin ardı arkası kesilmedi.


İmparatora, rejime ve hükümete karşı başlayan muhalefeti yok etmek için özel mahkemeler kuruldu. Hukuka aykırı kanunlar çıkartıldı. Devletten insana baskı ve şiddet arttı. İnsan hakları ayaklar altına alındı.
İşlerin düzelmemesi umutları kırdı. Sonuçta Bizans halkı son derece duyarsızlaştı. Para yegâne değer hâline geldi. “Gemisini kurtaran kaptandır” anlayışı yaygınlaştı.
Hükümetin ekonomi politikaları halkı ezdi, bıktırdı. O kadar bıktılar ki, yabancı hâkimiyetine hasret çekmeye başladılar.
Halk inim inim inlerken, idareciler görkemli köşkler ve saraylar yaptırıyor, sık sık törenler düzenliyor, şık kıyafetler içinde boy gösteriyor, lüks ve tantana içinde yaşıyordu. Böylece sefaleti örtbas ettiklerini düşünüyorlardı.
Bir taraftan da, yönetim, limitsiz eğlence, sınırsız sefahat yollarını açıyor, eğlence yerlerinde içki sel gibi akıyor, fuhuş kol geziyordu. Dini duygular zayıflatılmış, ahlâkın yerini zevk, şehvet, servet ve şöhret almıştı.
Ruhani sınıf yozlaşmıştı. Onların da ahlâkı bozulmuş, dini hem ticarete, hem de siyasete âlet eder olmuşlardı. Ayrıca temsil ettikleri Hristiyanlığın içini boşaltmışlardı. Dinin muhtevasıyla değil, merasimsel boyutları ve menkıbeleriyle ilgiliydiler. Kendini yeniden yapılandıramayan kilisenin tartışmaları da buna paralel gelişiyordu. Meselâ Bizans kuşatma altındayken, rahiplerin en önemli tartışma konusu meleklerin cinsiyetiydi: “Melekler erkek mi, dişi mi?” (Ne tesadüf! Osmanlı Devleti yıkılırken de, kendini yeni şartlara göre yapılandıramadığından çağın sorunlarına cevap üretecek insan yetiştiremeyen medrese de sakal ölçümünü tartışıyordu: “Sakal dudak altından mı ölçülmeli, yoksa çene altından mı?”
Devlete ait makamlar alınıp satılıyor, memuriyette liyakate bakılmıyor, kim fazla para verirse o memur oluyordu. Bunun sonucu olarak memur sayısı öyle artmıştı ki, onlara yer bulabilmek için, (Malî yapının zararına olduğu biline biline) köyler ilçe, ilçeler il yapılmıştı. (Eski Bizans’tan bahsettiğimizi sakın unutmayın!)
Halkın çoğu sefalet içinde yaşarken, vurguncu zenginler türemişti. Onlar lüks ve debdebe içinde yaşıyor, halka âdeta nispet yapıyorlardı.
Sanayi, ziraat ve ticaret Cenevizlilerin (henüz IMF yoktu) kontrolüne geçmişti. Karaborsa yüzünden ekmek bulmak bile mesele hâline geldiği için bir Mali Polis Teşkilatı bile kurulmuştu, ama o da rüşvet yüzünden görev yapamaz hâldeydi.
Aydınlarda ve zenginlerde din duygusundan eser kalmamış, Hıristiyanlığın anlamı unutulmuş, dindarlar suçlanır olmuş, dindarlık suçluluk kompleksine dönüşmüştü.
Devlet borç batağındaydı. Askerî harcamalar bile karşılanamıyordu. On dördüncü yüzyılda, hazinenin tüm altınları Venedik Senatosu’na rehin verilerek otuz bin duka daha borç alınmış, bununla askerî ihtiyaçlar karşılanmıştı.
Siyasî ve ekonomik ahlâk öylesine çökmüştü ki, Sultan II. Mehmed’in Bizans’ı kuşatacağı sırada surların tamiri işini alan müteahhitler, parayı aldıkları hâlde tamiri yapmamışlardı.
alıntıdır.