Erdoğan Kara
Beykent Üniversitesi
Uluslararası Ekonomi Politik ve İşletmecilik

1. GİRİŞ

Bilindiği gibi, klasik Şark-İslam geleneğinde ibret verici hikayeler genellikle hükümdarlara ve her sınıftan devlet yöneticilerine yol göstermek maksadıyla hazırlanmaktaydı. Bu tür eserler[1] özellikle geçmiş dönem olaylarını bir hikaye, menkıbe ya da destan şeklinde aktarırlar ve dönemin hükümdarına sunulurdu. Bu tür eserler, edebi değerlerinin yanında türlerine ve inceledikleri konulara göre dönemlerinin düşünce sistemlerini, toplum yapısını, değer yargılarını göstermeleri açısından önemlidir. Bu incelemenin odağını oluşturan ve Firdevsi tarafından hazırlanan Şehname, her ne kadar edebi bir eser niteliği taşırsa da, gerek içerdiği siyasi kavramlar ve gerekse dönemindeki toplumsal yapıyı aktarması bakımından bu şekilde yazılmış eserlerden birisi olarak kabul edilebilir. Burada incelemeye esas alınan Türkçe tercüme de Necati Lugal'in yaptığı ilk dört ciltlik çeviridir[3].

2. FİRDEVSİ VE ŞEHNAME

2.1 Firdevsi'nin Hayatı ve Yaşadığı Dönem

Firdevsi, kesin olmamakla birlikte 934 – 1020 yılları arasında İran'da yaşamış İranlı bir şairdir. Farsça'yı çok iyi kullanmasının yanında Pehlevce ve Arapça da bilmektedir. Kendisinden çok önce başlayan, İran'ın çok eski ve çok zengin olan kahramanlık hikayelerini yazılı hale getirmeyi o başarmıştır. Esrini sunduğu, dönemin padişahı Gazneli Sultan Mahmud tarafından kollanır.

2.2 Şehname

Firdevsi'nin Şehname'si, İranlıların Müslüman olmadan önceki bin yıllık tarihini anlatan manzum destandır. İranlılar arasında sözlü olarak nesilden nesile aktarılan hikayeler ve menkıbeler İranlı şair Firdevsi tarafından yazıya geçirilmiştir. Firdevsi, 999 yılında tamamladığı eserini bitirdiği zaman Sultan Mahmud'a sunmuştur. Doğunun en tanınmış epopelerinden biri olan eserdeki anlatılar Avesta'dan İslam'ın ortaya çıkışına kadar olan zaman periyodunu kapsar. Konu, Avesta'daki bazı kahramanların yiğitliklerini anlatan yeşt (ilahi)lerle başlar. Kendisinden önceki dönemlere ait kaynakları tarayan Firdevsi özellikle Dakiki'nin yazmaya başladığı 1000 beyti aşkın İran destanından faydalanmış ve bu eseri çok parlak bir şekilde yeniden yaratmıştır. Şehname'nin diğer kaynakları arasında İran'ın resmi tarihi sayılan ve esatir ananelerini toplayan Hudayname önemli bir yer tutar. Bunun yanında Firdevs küçük kitaplar halinde bulunan değişik hikayeleri de dikkatle incelemiştir. Ebu Müeyyed Belhi'nin mensur ve Mervezi'nin manzum şehnameleri de Firdevsi'nin belli başlı kaynakları arasındadır. Yine Sa'li'nin Arapça yazılan Gurerü Ahbar ve Mülüku Fars'ü ile Biruni'nin Asaru'l-Bakiyye'si de yararlanılan eserler arasındadır. Şair kendisi bir Dihkan[4] ailesinden olduğu için geçmiş olaylara ait kesin bilgilere sahipti. Ayrıca yazdığı her parçayı padişah huzurunda ve kendisini çekemeyen, bu yüzden de en küçük hatayı aleyhinde kullanmaya hazır bekleyen birçok şairler önünde okurdu.

Şehname doğu edebiyatının en önemli eserlerinden bir olmasının yanında Doğu-İslam tarih-siyaset eserlerinin de örneği olmuştur. Şehname'nin beğenilmesi, bu yolda yeni eserler yazılmasına yol açmıştır. Bu eserler arasında en önemli olanlar Samname, Gürşasbname, Feramuzname, Cihangirname, Behmenname, Berzuyename'dir. Hatta daha sonraları bu tür eserlere çağdaş olayların eklenmesiyle şehnamecilik geleneği başlamıştır. Şark-İslam dünyasında İskendername gibi, konusunu tarihten alan eserlerin ortaya çıkmasında da bu gelenek etkili olmuştur.[5]

Şehname'de olaylar ve hikayeler kronolojik bir sıra ile Keyümers'ten başlayarak Sasani hükümdari III. Yezdcird'e kadar elli hükümdarın hayat ve savaşlarını anlatılır. İskender Pala, eserin dört ana döneme ayrılabileceğini belirtir[6]:

1. Pişdadiler dönemi: Burada Kiyumers, Cemşid, Feridun, Sam, Rüstem gibi efsanevi hükümdarların saray hayatları ve savaşları anlatılır. Feridun'un çocukları ülkeyi aralarında paylaşırlar ve İran ile Turan (Orta Asya Türkleri) arasındaki ezeli mücadelelerin başlangıcı.

2. Keyaniler dönemi: Bu dönemde de Keykavus, Keykubad, Keyhüsrev gibi hükümdarların anlatıldığı bu bölümün sonunda Taganizm'e üstün gelen Zerdüşt dini ortaya çıkar ve Ahamenilerden birkaç kişinin anlatılması ve İskender'in İran'ı istilası ile biter.

3. Eşkaniler dönemi: Bu dönemde de İskender'in doğu geleneğinde gelişmiş olan efsanevi hayatı ve Dara (Darius) ile aralarındaki mücadeleler uzun uzun anlatılır.

4. Sasaniler dönemi: Dokuz Sasani hükümdarın anlatılmasından sonra bu sülalenin tarihten silinişi ile konu biter.

Her ne kadar Firdevsi eserinde İranlıların İslamiyet öncesi dönemini anlatırsa da, gerek eserini bir Müslüman padişahına sunmasından ve gerekse kendisinin de Müslüman olması nedeniyle İslam'ın önemle üzerinde durduğu ve aşağıda değinilen kavramlara bu gözle yaklaştığı muhakkaktır. er HerŞehname'de, tarihi olayların nasıl aktarıldığından ziyade Doğu-İslam dünyasına ait böyle bir eserde ki toplum yapısı, iktidar, padişahlık, devlet ve toplum gibi siyasi ve kültürel kavramlar bizim için önemlidir. Bu kavramlara eğilip bunlar irdelenecektir:

3. ŞEHNAME'DEKİ SİYASİ VE KÜLTÜREL KAVRAMLAR

3.1. Hükümdar ve Hükümdarlık (Padişah ve Padişahlık)

Firdevsi'nin Şehnamesi'nde padişahı ve padişahlığı yönetimin vazgeçilmez unsuru olarak görürüz. Bilindiği gibi, milli devletlerin ve parlamenter sistemlere dayalı yönetim biçimlerinin henüz bilinmediği ve bulunmadığı devirlerde, devlet yönetiminde hükümdarların yerleri mutlak öncelik taşıyordu[7]. Gerek İslam toplumlarında ve gerekse doğu toplumlarında çok sıkça karşılaştığımız padişahlık bazen hükümdarlık ile ifade edilse de genel olarak aynı anlamları taşımaktadır ve siyasal terminolojide "hükümdar" (monarch, monarque) olarak kullanılmaktadır. Hükümdar, monarşik yönetimin başıdır. Kemal Gözler de, monarşik devlet başkanlarının statüsü için "hükümdar terimi yerine çoğunlukla kral terimi kullanılır, oysa, hükümdar teriminin kullanılması hem kralları, hem de hüküm süren kraliçe (queen regnant)'leri kapsaması bakımından daha isabetlidir"[8] der. Hükümdarlık: Hükümdarın göreve gelmesi, toplumu yönetmesi, sahip olması gereken özellikler, görevden ayrılması gibi hususları kapsar. Bu hususlar Şehname'de doğrudan başlıklar altında belirtilmese de hikayelerin içine serpiştirilmiş durumdadır.

Monarşilerinin klasik özelliği olarak Şehnamede de hükümdarlık babadan oğula geçer. Birden fazla çocuk varsa, bunlar farklı cinstenseler, erkek çocukların kız çocuklara önceliği vardır. Erkek çocuklar arasında yaşça büyük olana öncelik tanınır (primogenitur sistem). Bu kural bazen çiğnenebiliyor. Bu durumda eğer küçük kardeş güçlü ve yetenekliyse büyük kardeşler buna rıza gösteriyorlar: "Kiyanus'la Pürmaye padişah(Feridun)ın yanında yürüyorlar ve ona karşı, sanki yaşça küçük onlarmış gibi davranıyorlardı"[9]. Ancak bu çiğnendiği zaman kardeşler arasında kıskançlık baş gösteriyor, hatta bu küçük kardeşin ölmesi için diğerlerinin planlar yapmasına neden oluyor: "Kardeşleri onu öldürmek maksadı ile derhal yerlerinden kalktılar"[10]. Eğer padişahtan sonra yerine geçecek olan oğlu herhangi bir nedenle (savaş, dövüş, kader gibi) ölürse yerine torunu geçiyor. Monarşik yönetim sistemine uygun olarak yine hükümdarlığın belli bir görev süresi yok. Hükümdar ölünceye veya yerini daha hayattayken birisine bırakıncaya kadar hükümdarlığı devam ediyor

Hükümdarın göreve gelmesi, padişahın başına taç konmasıyla "padişahlık tacını giyme", beline padişahlık kemerinin bağlanmasıyla "padişahlık kemerini kuşanma", ve ek olarak padişahlık bileziğini, gerdanlığını takıp, eline de gürzünü almakla başlıyor. Bu kurallar belli bir anayasada yer almıyor, sadece bir gelenek olarak sürdürülüyor. Hükümdarlığın sembolü olarak "tahta oturma" geleneği Şehname'de bina yapımının gelişmesine paralel olarak ortaya çıkıyor. İlk defa yüksek binalar yaptıran Cemşid, kendisine bir de taht yaptırıyor ve onu mücevherlerle süslüyor: "Saltanatın büyüklüğüne uygun bir taht yaptırdı, onu birçok mücevherlerle süsledi"[11].

Şehname'nin başlangıcında Pişdadiler döneminin hükümdarlarının ilkleri dağların içinde otururlar, başlarına padişahlık tacı takarlar, kaplan postu giyerler. Çünkü kaplan postu cesaretin, dağ da yüceliğin simgesidir. "Böylece O'nun (Kiyumers) bahtı ve tahtı dağlardan yücelmeye başladı. O da buyruğundakiler gibi kaplan postu giyerdi"[12]

Firdevsi, hükümdarları sadece ülkeyi yöneten kişiler olarak değil aynı zamanda birer lider, önder, rehber ve mubit[13] olarak da gösteriyor. İnsanca yaşamayı, giymeyi, yemek pişirmeyi, demirciliği, bina yapmayı, savaş silahları üretmeyi, toprağı işlemeyi topluma hükümdarlar öğretiyor.

Hükümdarlar da yalancı dünyaya sahip olmak istiyorlar ancak herkes gibi onlar da sahip olamıyor. Firdevsi bunu çok sık tekrarlıyor eserinde. Zira hükümdarların hırsa kapılmamaları gerekiyor, dünya saltanatının geçici olduğunu vurguluyor.

Hükümdar adayları ayrıca zaman zaman hükümdarlar tarafından sınavlara tabi tutulabiliyorlar. Bu sınavlar genellikle bilgi üzerine oluyor ve bilgilerinin yanında bu bilgilerini nasıl kullandıkları da ölçülüyor.

Hükümdar kavramı gerek Şehname'de ve gerekse ait olduğu düşünce sisteminde tabii bir durum olarak sergileniyor. İnsanların bir arada yaşamalarını sağlamak için böyle bir otoritenin gerekliliği hep vurgulanıyor. İbn-i Haldun bu durumu "insanlar arasındaki ilişkileri düzene koyacak ve onların birbirlerine zulmetmelerini engel olacak bir yönetici olmadan insanların böylesine bir kaos ve kargaşa içinde yaşamlarını devam ettirmeleri mümkün olmayacaktır"[14] şeklinde ifade ederek çözümünü de gösterir: "İşte bu yüzden insanlar, kendilerine hakim olacak bir idareciye ihtiyaç duyarlar ki, bu da beşeriyetin tabiatı gereği, gücüyle insanlara boyun eğdiren bir hükümdardır"[15]

Şehname'deki hükümdarlar (iyi ve kötü/düşman) belli nitelikleriyle ön plana çıkarlar. Şehname'deki hükümdarların şu nitelikleri önemli:

· Hükümdar adil oluyor: "Adaletli olmaktan başka bir düşünce olmasın"[16]

· Hükümdar akıllı ve bilgili oluyor: Dünya zorluklarının üstesinden gelmek bilgisi ile alakalı. Ayrıca hükümdarlar her bilgiden nasiplerini de alıyorlar.

· Hükümdar bağışlarda bulunuyor: Halkın refah ve mutluluğu için bağışlar yapıyor. Eğer böyle yaparsa Tanrı hükümdara daha çok yardım ediyor, onun işlerini kolaylaştırıyor.

· Hükümdarlar aynı zamanda iyi birer araştırıcı, mucit oluyor.

· İyi bir hükümdar aynı zamanda Tanrı'ya iyi bir kul ve dindar oluyor: "Tanrı'nın dininden ayrılmamaya dikkat et, çünkü Tanrı dini, insanda iyi düşünceler yaratır"[17]

· Yalan söylememeli: "Yalan söylemek de bir padişaha yakışmaz"[18]

· "Konuşması güzel, yüreği aydın, yaradılışı temiz, her mecliste övülmeye değer"[19] biri oluyor.

· İyi bir hükümdarın etrafında doğru kararlar vermesine yardımcı olan akıllı ve bilgili adamlar, mubitler, biniciler, savaşçılar ve müneccimler bulunuyor. Hükümdarların yanında adetleri ve dini bilen akıllı kimselerin bulunması önemli sayılıyor.

· Hükümdar kendisinden önceki hükümdarı takip ediyor, kendisinden sonrakilere de böyle yapmasını emrediyor, öğüt veriyor.

· Eğer hükümdar kötüyse emrindekilere de kötülük öğretiyor.

· Kötü bir hükümdar haksızlık edebiliyor: "Padişah (Nevzer) haksızlık etmeye ve bu yüzden, dünyanın her yerinde sızıldanmalar yükselmeye başladı"[20]

· Hırs hükümdarlar için kötü görülüyor ya da kötü hükümdarların özellikleri olarak veriliyor.

İyi bir hükümdar eğer gururlanmaya başlarsa, bu talihinin ters döneceğine işaret ediyor. Hükümdarları bekleyen en büyük tehlike de bu: Zira bu Tanrı'ya eş koşmaya kadar varabiliyor, bu durumdaki bir hükümdar büyüklük hissine kapılınca herkesin kendisine tapmasını isteyebiliyor, bu durumda da hükümdarın gücü bitiyor. Firdevsi bunu şöyle özetliyor: "Tanrı'ya karşı benlik davasına kalkışınca her şeyi yıkıldı, her işi alt üst oldu"[21]

Ayrıca eğer hükümdar kendisini sorgulanamaz ve sual edilemez biri olarak görmeye başlayabilir: "Kimse bana sorgu ve sualde bulunamaz"[22]. Bu durumda da hükümdara Tanrı'nın yardımı kesiliyor ve hükümdarın gücünün bitmesine sebep oluyor, ordusu dağılıyor: "Bu sözleri söyler söylemez, Tanrı'nın lütuf ve yardımı da ondan kesiliverdi ve her tarafta dedikodular başladı. Herkes onun kapısından yüz çevirdi, Yirmi bir yıl içinde bütün ordusu darmadağın oldu"[23].

Bir hükümdar eğer kötülüğe ve akılsızca işlere meylederse:

· O hükümdara Tanrı'dan gelen yardım kesiliyor.

· Toplum o hükümdara itaat etmekten vazgeçebiliyor.

· Her taraftan hükümdara karşı yeni hükümdarlar çıkabiliyor ve kötü hükümdara savaş ilan edebiliyorlar.

· Askerleri ve ordusu hükümdarı terk edebiliyor, kendilerine yeni bir hükümdar arayabiliyorlar.

· Yeryüzünden iyilikler ve doğruluklar kalkıyor, dedikodu ve kötülük ortaya çıkıyor.

· Hükümdar da olsa kötülük yapan sonunda muhakkak cezalandırılıyor.

Hükümdarların topluma karşı görevleri:

Şehname'de hükümdarların topluma karşı görevleri sık sık tekrarlanıyor.

· Hükümdarın en önemli görevi dünyayı kötülüklerden temizlemek, iyiliği yaymak.

· Dünyaya adaleti yaymak. Adaletin karşıtı olan zulmü de ortadan kaldırmak.

· Felek her insan gibi hükümdarın da yakasını bırakmıyor, o da nihayet feleğin pençesinden kurtulamıyor. Bu nedenle hükümdarın bu dünyada iyi bir ad bırakması gerekiyor.

· Hatta hükümdarlara, insanların ruhunu temizleme, kötülere kötülükten el çektirme, nurlandırma gibi görevler de veriliyor.

Yukarıda belirtilen ilk iki gelenek eski Türk geleneğinde de çok önemli. Örneğin Kutadgu Bilig'e göre "öncelikle yönetenler iyi olmalı, zulüm etmemeli ve yükümlülüklerini yerine getirmelidirler"[24]

3.2. Toplum/Toplumlar

Şehname'de dönemin toplumu dört sınıfa ayrılıyor[25]. Firdevsi her ne kadar toplumu böyle dört kısma ayırma özelliğini hükümdar Cemşid'e mal ediyorsa da dönemin okuyucusuna seslendiği için de yaşadığı döneme ait olduğunu anlayabilir:

1) Katuziyanlar: Bütün zamanını tapınmakla geçirenler. Bunları Cemşid toplumun diğer kesimlerinden ayırıyor ve dağlık yerlere yerleştiriyor, çünkü sırf ibadetle vakit geçirebilsinler ve Tanrı'nın parlak katında durabilsinler diye.

2) Nisariyanlar: Bu topluluk savaş erlerinden, askerlerden oluşuyor. Padişahlık kurumunu bunlar koruyor ve padişahlık kurumu bu erler sayesinde ayakta durabiliyor.

3) Nesudiler: Toprakta çalışanlar, ekip biçenler, yiyecek ve içecek üretenler oluşturuyor bu grubu. Yeryüzünde yaşayanlar bunlara borçlular. Üstleri başları çok düzgün değil ancak kimsenin buyruğu altında değiller, kimseden de kötü söz işitmiyorlar. Yeryüzü bu topluluk sayesinde mamurdur. Aynı zamanda başlarında bir yönetici yoktur. Firdevsi, bunların çalışmasından dolayı bir yüceltme ile bahsediyor bu gruptan. Zira Firdevsi'ye göre "tembellik hür adamı esir eder".

4) Ehnuhuşiler: Bilim adamları ve sanatçılardan oluşan grup. Bunlar ellerinin emeğiyle yaşıyorlar, sanatlarıyla uğraşıyorlar ve en önemlisi de düşünceli bir ruha sahipler.

Bunlar dışında Firdevsi bize İran krallığının kuruluşundan başlayarak Sasani Hanedanlığı'nın sonuna kadar tarihi bir tablo sunarken, uzun tarihleri süresince barış ve savaşta İranlılarla temasta bulunan milletleri ilgilendiren sayısız detaylar da vermektedir. Şehname'de tarihî gerçeklere uygun olarak, İranlılarla Türk toplulukları, Çinliler, Yunanlılar ve Araplardan sıkça bahsedilirken İran'dan uzakta bulunan Hintliler, Berberi ve Hazarlarla, daha önemsiz küçük topluluklardan yani, Ermeniler ve Lurlardan bahsedilmiyor.

3.3. İtaat

Toplumda herkes kendini biliyor, astını ve üstünü tanıyor. Bunların dışındakiler toplumdan sayılmıyor. Her ne kadar hükümdara tabi olsalar da, onun emri altında bulunsalar da bir topluluk olarak görülmüyorlar, kötü/düşman olarak görülüyorlar. İranlı olmayanlar, savaş esirleri, köleler (avlanmayı yapıyorlar, binalar inşa ediyorlar, harç ve betonu onlar yapıyorlar) ve göçebeler bu grupta toplanıyor

Hükümdar bazen iyi adetleri bir kenara bırakarak, mubitlere, memleketin ileri gelenlerine karşı kötü davranmaya, insanlık onun yanında değerinden düşmeğe başlıyor, hükümdarın gönlü de cimriliğin, hazinenin ve paranın kölesi olmaya başlayabiliyor. Böyle bir durumda toplumun bir kesitini oluşturan köylüler ansızın toplanarak bir ordu meydana getiriyor, ayaklanıyorlar ve "memleketin her tarafından şikayet sesleri yükselip de bütün dünya baştan başa ayaklan"ıyor[26]. Şehname'de, yaklaşık elli hükümdarın hükümdarlığı anlatılıyor ve sadece bir yerde ayaklanma geçiyor ve bu ayaklanmayı "köylüler" yapıyor.

Şehname'de sadece insanlar değil, hayvanlar da iyi hükümdara itaat ediyorlar. Herkes hükümdarın ardından ve önünden saygı duygularıyla geçiyorlar. Hükümdar eğer güçlüyse alem baştan başa hükümdara itaat ediyor, ona kul oluyor.

3.4. Şehzade

Şehname'de şehzadeler için iyi ad kazanmak tek gaye olarak gösteriliyor. Bunun yolu da babalarını örnek almaktan geçiyor. Şehzadenin iyisi babasının yolundan gidiyor, eğer babasının yolunu bırakırsa şeytanın oyuncağı oluyor, şeytan da ona her istediğini yaptırabiliyor. Şeytan kötülüğün simgesi olduğu için de iyi bir şehzade/padişah gerek yeryüzünü kötülüklerden temizlemek ve gerekse iyi ad bırakmak için şeytana uymaması gerekiyor. Bu baba-oğul ilişkisinin gerek Hint kültüründe, gerek İran – Sasani kültüründe ve gerekse Osmanlı kültüründe ve düşünce sisteminde nasıl bir etkiye sahip olduğu hep tartışılmıştır. Hatta Jale Parla, bu "baba – oğul" sisteminin, doğu kültürlerinde ve devlet anlayışında "adil hükümdar – toplum" şeklinde nasıl işlediğini ve bunun ardındaki felsefi boyutu detaylı bir şekilde irdeler[27].

Şehzadenin eğitim ve öğretimi, aklının aydınlatılması işleri ünlü ve akıllı kimselere veriliyor. Bu ünlü kişiler akıllı, temiz ve uyanık yürekli mubitler olarak tanımlanıyor. Bu kimseler, şehzadelere öğütlerde bulunuyorlar, kafasına güzel düşünceler yerleştiriyorlar ve şehzadeye yükselmenin yollarını gösteriyorlar.

Şehzadeye de, kendisine bırakılan bütün varlıklar karşılığında babasının şerefini berbat edecek bir harekette bulunmamak düşüyor. Firdevsi, bu durumdaki bir şehzadeyi şöyle anlatıyor: "O artık babasının oğlu değil, yabancının biridir. Bir oğul kendisini büyüteni ve kendisine kılavuzluk edenin gösterdiği yolu bırakırsa feleğin çok cefasını görür"[28].

3.5. Savaş ve Savaş Nedenleri

Savaş, Şehname'de doğal bir durum olarak verilmektedir. Hükümdarlar, bütün istediklerini elde etmelerine rağmen belli bir süreden sonra kendilerine yeni bir uğraş buluyormuşçasına savaş nedenleri üretiyorlar. Firdevsi bu durumu "yeryüzü oldukça genişse de, bir padişahlık savaşsız yaşayamaz"[29] diye belirtmektedir.

Ayrıca kıskançlık da önemli bir savaş nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu daha çok düşmanın/kötünün padişahı kıskanması neticesinde yaşanıyor. Örneğin Ehrimen huylu padişah Kiyumers'in tacını ve tahtını kıskanarak ona savaş ilan ediyor. İyi işler başaran ve ülkesinde sevilen bir padişah, ülkesini refaha kavuşturduğu için diğer ülkenin hükümdarı tarafından kıskanılarak ona savaş ilan ediyor.

Yine intikam önemli bir savaş nedeni olarak yer alıyor. Düşman/kötü daha önce bir zarar vermişse aradan bir müddet geçtikten/toparlandıktan sonra intikam almak gerekiyor. Hatta bu intikam almayı bazen Tanrı da emredebiliyor/isteyebiliyor.

Bunlar dışında kin, adalet, düşmanların/kötülerin hükümdar hakkında kötü düşünmeleri de savaş nedenleri olarak Şehname'de yer alıyorlar.

3.6 Tanrı

Klasik Şark-İslam düşünce sistemine uygun olarak Şehname de akıl ve canı yaratan Tanrı adıyla başlıyor ve O'na övgü ile devam ediyor. Şehname'de yer alan "sırf akla dayanan düşüncenin Tanrı'yı kavrayamaması" felsefesi bu çalışmanın hacmini aştığı için burada detaya girilmeyecek. Ancak Tanrı'yı övüşten hemen sonra aklı övüş başlığının yer alması diğer Şark-İslam klasiklerinde sıkça rastlanmayan bir durumdur.

Şehname'de Tanrı her şeyin üstünde görülüyor ve düşünülüyor. Zaten düşünce de O'nu kavrayamıyor. Tanrı her şeye gücünün yetmesi bakımından, önemli bir yardım kaynağı. Hükümdarlar altından kalkamayacakları her işte Tanrı'nın yardımına başvuruyorlar ve hükümdar "hükümdarlık nitelikleri"ne uygunsa ve İranlı ise Tanrı o hükümdardan yardımını esirgemiyor.

Toplum iyilik ve adalet üzere olduğu, ya da hükümdarlar iyi ve güzel işler yaptıkları zaman Tanrı yardımı alıyorlar. Gururlanma, büyüklenme ve nankörlük etme gibi, Tanrı'nın hoş görmeyeceği duygulara kapılınca da hükümdarlardan bu yardımlar kesiliyor. İyiliğin kaynağı olarak Tanrı gösteriliyor: "Ey şu gökleri döndüren, ey aklın ve sevginin sahibi (olan Tanrı), yeryüzünde bütün iyilikler senden gelir"[30]. Hükümdarlığın simgesi olan taç ve taht da yine Tanrı'nın sayesinde yükseliyor[31].

Şehname'de dönemin felsefesine uygun olarak Firdevsi'nin de Tanrı inancı ile ilgili bir tercih yaptığını görüyoruz. Bu tercih, dönemin düşünce sisteminde hangi konuların tartışıldığını göstermesi bakımından önemlidir[32]:

Ey her zaman bilgiden dem vuran filozof! Ben senin 'git' dediğin yoldan gitmem. Tanrı'yı bir tanımaktan iyi bir inanış yoktur. Sen ister inan, ister inanma. Tanrı birdir, iyiliği yaratan Tanrı, senin gözünle gördüğün, aklınla düşündüğün ve yüreğinle duyduğun her şeyden sıyrılmıştır. İşte bu inanıştan şaşma.

3.7 Adalet

Klasik Şark-İslam devlet geleneğinin en önemli kavramıdır. Hükümdar her şeyden önce ülkesini adalet ve doğrulukla yönetmek mecburiyetindedir, ve bu anlayışa İslamiyetin ilk dönemlerinden beri rastlamak mümkündür. İran-Sasani devlet yönetimi anlayışında, hükümdarlara böyle bir rol verildiği ve bu geleneğin Osmanlı siyaset anlayışını da etkilediği bilinmektedir.[33] Bu etki Şehname'de de kendisini açıkça belli ediyor, sık sık hükümdarın adaletli olmasının gerekliliğine vurgu yapılıyor, mektuplarında bile bu konunun öneminin bizzat hükümdarlar tarafından altı çiziliyor, Tanrı bile bu özelliğiyle anlatılıyor: "Biz, şu kara topraktan, ta parlak güneşe varıncaya kadar, her yerde Tanrı'nın adaletinin izlerini görüyoruz"[34]. Firdevsi Şehname'yi ithaf ettiği Sultan Mahmud'u övüş kısmında, hükümdarın saltanat tacını, yeryüzünü adaletle düzenledikten sonra giydiğini belirtiyor. Hükümdara yol gösteren temiz yürekli vezirin de din ve adalet hususu ön planda tutuluyor[35].

Burada adalet kavramı genellikle hükümdarları ilgilendiren boyutuyla karşımıza çıkıyor. Tabii ki bu kavramın evrensel bir niteliği var ve bu nitelik birçok bağlamda ele alınıp incelenebilir. Örneğin Will Kymlicka adalet kavramının nasıl cemaatçi düşünce sistemine yön verdiğini, cemaatin adalet gereksinimlerine nasıl ihtiyaç duyduğunu detaylı bir şekilde inceleyerek bu kavramı diğer düşünce sistemleriyle değerlendiriyor.[36] Ancak böyle bir detay bu çalışmanın kapsamını aşacağı için burada yer verilemedi.


4. SONUÇ

Klasik Şark-İslam düşüncesinin ürünlerinden bir olan Şehname, yazıldığı tarihten itibaren bir gelenek olarak kabul edilmiş ve bu şehnamecilik geleneği hem İran'da hem de Osmanlı'da devam etmiştir, bu türden eserler hazırlanmıştır. Her ne kadar edebi bir değeri bulunsa da Şehname, dönemine ait toplum hayatını, düşüncesini, siyaset geleneğini içermesi açısından da önemlidir. Türkçeye sadece ilk dört cildi (20.000 beyitlik kısmı) çevrildiği ve daha 35-40.000 beyitlik kısmı çevrilmediği için henüz detaylı bir incelemesinin yapılamamış olması kültürel ve siyasi düşüncemiz açısından büyük bir eksikliktir. Umarım eserin kalan kısmının çevirisi de yapılır da üzerinde daha geniş kapsamlı araştırmalar ortaya konur.

NOTLAR

[1] Bu tür eserlerden bazıları: Beydeba'nın Kelile ve Dimne adlı eseri (Türkçe'ye çeviren: Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu, İstanbul 1978, 1980); Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı eseri (Neşreden: Reşit Rahmeti Arat, İstanbul 1977, Ankara 1959); Osmanlı Siyasetnameleri için bkz. Ahmet Uğur'un Osmanlı Siyasetnameleri adlı eseri, Kayseri 1987).

[2] Şehname, doğu ve batı kütüphanelerinde sayısız yazmaları, başta İran olmak üzere birçok ülkede yapılmış baskıları, seçmeleri ve ilmi tenkit ve araştırmaları ile bütün dünyanın dikkatini çekmiş ve birçok dile çevrilmiştir. Bu konuda ilk çalışma XII. yy. sonlarında ortaya konulan Kıvamüddin Ebü'l Fettah ibn Ali'nin eksik Arapça tercümesidir. İkinci ve tam çeviri Tatar Ali Efendi tarafından Türkçe olarak Kansu Gavri adına yapılmıştır (1510). Şerif-i Amidi'nin de (öl. 1514) Türkçe bir Şehnamesi vardır. Eserin Türkçe düzyası bir çevirisini Osman II. adına Mehdi adlı birisi yapmıştır (1621). Eser M. Cevdet tarafından "Şarkın İlyadası, Şehname" adıyla çevrilip basılmıştır (İstanbul, 1928). Şehname son olarak Necati Lugal tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Kenan Akyüz tarafından dipnotlar ilavesiyle yayınlanmıştır (İstanbul, 1956). Eser ayrıca Sir W. Jones tarafından Latinceye (Londra, 1774 -eksik-); Joseph Champion (Kalküta, 1785 -mazmum, eksik-); Atkenson (Londra, 1832-eksik-): A.G.E. Warner (Londra, 1905-l923-manzum-) ve A. Rogers tarafından Ingilizceye (Londra, 1907 -eksik-); Adolf Friedrich won Schlack (Berlin, 1851-1865 -eksik-) ve Friedrich Kückert tarafından Almancaya (Berlin, 1890-l895- eksik) I. Pizzi tarafından İtalyancaya (Torino, 1886-1888) ve Julee Mohl tarafından da Fransızcaya çevrilmiştir (Paris, 1838-1878, 1876-1878).

[3] Firdevsi, Şehname I, (çeviren Necati Lugal, M.E.B Yayınları, İstanbul 1992), Şehname II, (çeviren Necati Lugal, M.E.B Yayınları, İstanbul 1992), Şehname III, (çeviren Necati Lugal, M.E.B Yayınları, İstanbul 1968), Şehname IV, (çeviren Necati Lugal, M.E.B Yayınları, İstanbul 1990)

[4] Dihkan: Geçmişteki vakaları bilen ve anlatan, bir anlamda vakanüvist.

[5] Firdevsi, (c.I), s. 32.

[6] İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü I-II, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 462.

[7] Fahri Unan, "Bir XIV. Yüzyıl Yazarının Kaleminden Çağının 'Devlet İdaresi ve İdeal Devlet Adamı' Anlayışı", http://www.manas.kg/pdf/sbd-3-21.pdf, (3 Ocak 2005) s.315.

[8] Kemal Gözler, Devlet Başkanları, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2001, s.46

[9] Firdevsi, (c.I), s. 133

[10] Firdevsi, (c.I), s. 135

[11] Firdevsi, (c.I), s. 86

[12] Firdevsi, (c.I), s. 63

[13] Mubit, eski İran'da daha çok hukuk ve adalet işlerinde uzman kişilere verilen ad.

[14] İbn-i Haldun, Mukaddime (I), çeviren Halil Kendir, Yeni Şafak Kültür Armağanı, İstanbul 2004, s.265.

[15] İbn-i Haldun, s.265.

[16] Firdevsi, (c.I), s. 467.

[17] Firdevsi, (c.I), s. 487.

[18] Firdevsi, (c.I), s. 167.

[19] Firdevsi, (c.I), s. 172

[20] Firdevsi, (c.I), s. 489.

[21] Firdevsi, (c.I), s. 90.

[22] Firdevsi, (c.I), s. 89.

[23] Firdevsi, (c.I), s. 89.

[24] Nejat Doğan, "Kutadgu Bilig'in Devlet Felsefesi", Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 12 / 2002, s.137.

[25] Firdevsi, (c.I), s. 83.

[26] Firdevsi, (c.I), s. 490.

[27] Daha detaylı bilgi için bkz. Jale Parla, Babalar ve Oğullar, İletişim Yayınları, 2. baskı, İstanbul: 1993.

[28] Firdevsi, (c.2), s. 75.

[29] Firdevsi, (c.2), s. 69.

[30] Firdevsi, (c.2), s. 453.

[31] Firdevsi, (c.2), s. 542.

[32] Firdevsi, (c.4), s. 279.

[33] Halil İnalcık, Kutadgu Bilig'de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri, Ankara: 1966, s. 259.

[34] Firdevsi, (c.3), s. 372.

[35] Firdevsi, (c.I), s. 59.

[36] Will Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, Çev. Ebru Kılıç, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2004, s. 291-296.



KAYNAKLAR

· Doğan, Nejat. "Kutadgu Bilig'in Devlet Felsefesi", Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 12 / 2002.

· Firdevsi. Şehname I, Çev. Necati Lugal, M.E.B Yayınları, İstanbul 1992.

· Firdevsi. Şehname II, Çev. Necati Lugal, M.E.B Yayınları, İstanbul 1992.

· Firdevsi. Şehname III, Çev. Necati Lugal, M.E.B Yayınları, İstanbul 1968.

· Firdevsi. Şehname IV, Çev. Necati Lugal, M.E.B Yayınları, İstanbul 1990.

· Gözler, Kemal. Devlet Başkanları, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2001.

· İbn-i Haldun. Mukaddime (I), çeviren Halil Kendir, Yeni Şafak Kültür Armağanı, İstanbul 2004.

· İnalcık, Halil. Kutadgu Bilig'de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri, Ankara: 1966.

· Kymlicka, Will. Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, Çev. Ebru Kılıç, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2004.

· Pala, İskender. Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü I-II, Akçağ Yayınları, Ankara.

· Parla, Jale. Babalar ve Oğullar, İletişim Yayınları, 2. baskı, İstanbul: 1993.

· Unan, Fahri. "Bir XIV. Yüzyıl Yazarının Kaleminden Çağının 'Devlet İdaresi ve İdeal Devlet Adamı' Anlayışı", (3 Ocak 2005).
alıntıdır.