Dünyada bir İstanbul, İstanbul’da bir Beyoğlu, Beyoğlu’nda bir kule. ‘’Uzaktan öyle yorgun ve yaşlıca göründüğüne bakmayın siz. Tarihin, İstanbul’un omzuna yüklenmiş olduğu ağır sorumluluğu taşıyor sırtında yüzyıllardı.
Galata’nın gökyüzünü perdeleyen bakımsız apartmanlarının yer aldığı iç içe girmiş, bir birini enine ve dikine kesen eski sokakların arasında gezerken onu yakından görürseniz hiç şaşırmayın! Bütün ihtişamıyla karşınızda keşfedilmeyi bekleyen, bir mıknatıs gibi insanı kendine çeken gizemli ve etkileyici bir görünüşü; etrafına mağrur mağrur bakışı ve başından geçen talihsizliklere rağmen ‘’ben hala ayaktayım’’ diyen asil bir duruşu vardır onun.
Yüzyıllardır fotoğrafçıların, ressamların, seyyahların, gezginlerin ortak yeri olmuştur, Galata Kulesi. Dibinde adeta randevulaşmışçasına birleşen cadde ve sokakların içinden kulenin eşsiz perspektifini izlemek kadar, tepesine çıkıldığında bizi karşılayan eski İstanbul’un ve Boğaziçi’nin panoramik manzarasını seyretmek de ulaşılması zor bir keyif veriyor insana: Denizin gökyüzüyle kesiştiği noktada Adaların silueti, Sarayburnu; Ayasofya, eski İstanbul’un yedi tepesine dizilmiş tarihi camileri, Pier Loti’nin mekanı, balıkçı motorları ve yolcu vapurları, Haliç’in üzerinde uçuşan martıları, muhteşem Boğaziçi’nin mavi sularında arkasında iz bırakarak yol alan gemileri; İstanbul’un modern yüzünün yansıması olan gökdelenleri… Üç yüz altmış derece kuş bakışı İstanbul’u görme imkanı’’
Zaman içimizden bir şeyler alır götürür bize dair ne varsa. Zaman ve mekana karşı bir yarış, bir direnmedir hayata anlam katan. Çeşitli dönemlerde farklı işlevler görmüştür Galata Kulesi. Bir dönem kendisini bile korumaktan aciz, yangın gözetleme kulesi olarak hizmet görmüş, alevler, dumanlar başından hiç eksik olmamıştır. Savaş esirleri barınağı, levazım ambarı, karantina dereken 20. Yüzyılın başlarında saatleri ayarlama kulesi olarak kullanılmıştır. Geçirdiği onca tadilat ve değişiklikler onu zaman denen canavarın dişleri arasında ezilmekten kurtarmış ve onun günümüze kadar sağ salim ulaşmasını sağlamıştır. Galata Kulesi’nin bugünkü hali pür melaline geçmeden önce, kulenin puslu merdivenlerine tırmanarak kısa bir tarihi yolculuğa çıkmaya ne dersiniz.
Kule, 1348 yılında, Bizans’ın en buhranlı döneminde Cenevizliler tarafında savunma amaçlı inşa edilmiştir. Yapımında her yaştan Cenevizlinin kadınlı erkekli, geceli gündüzlü çalıştığı kule zeminde 60, denizden 140 metre yükseklikte olup, ilk 7 katın duvar kalınlığı 3,75, çapı ise 8 metredir. Yapılan statik hesaplamalara göre ağırlığı yaklaşık 10 bin ton olan kulenin kalın gövdesi işlenmemiş moloz taşındandır.
O zamanlar İsa Kulesi olarak bilinen Galata Kulesi’nin etrafına derin hendekler kazınmıştır. Zamanla bu hendekler kulenin etrafında yapılan imar faaliyetleri sırasında doldurulur. Günümüzde kulenin etrafında ki sokak ve cadde isimlerinin büyük veya küçük hendek şeklinde olması buradan gelmektedir.
İlk zamanlar zindan ve gemi ambarı olarak kullanılır, İstanbul’un fethi sırasında tarafsız kalan Cenevizlilere Fatih, görece bazı haklar tanırken, öte yandan Galata’nın Türkleşmesine girermiş; geleneklere uyarak, Kulenin üst kısmının 1,5 metre kadar yıktırmıştır. 15. Yüzyılın ortalarında Kule, Türk yapımı, kentin diğer kuleleri gibi sivri, konik külahlı bir Osmanlı kulesidir artık. Tersanede çalıştırılan savaş esiri Hristiyanlara barınak, araç ve gerece depo olmuştur.
Yetişin Şehir Yanıyor!
Yangın! İnsanlığın bin yıllardır, savaşlardan, ihmalkarlığından, kundakçılardan ötürü yüz yüze kalmak durumunda kaldığı felaket.
Yangın, İstanbul ve geçmiş kelimeleri yan yana geldiklerinde akla gelenler ise pek çok eski Türk filmine konu olmuş tulumbacılar ve şehrin her hangi bir bölgesinde bu yangınların fark edilebilmelerini sağlayan yangın kuleleri.
Bu kulelerin en eski ve bilinenleri bugün İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt Kampüsü içerisinde yer alan Beyazıt Kulesi, bir diğeriyse karşı kıyıda yer alan Galata Kulesidir. Galata Kulesi’nin tarihi çok daha eskilere dayanmaktadır. Kulenin yapılım amacı şehirdeki yangınları gözlemek olmayıp, daha sonraları yüksekliğinden ötürü, ihtiyaç duyulan gözlem kulesi için en elverişli yapı olmasında ötürü, yangın kulesi olarak kullanılmıştır.
18. Ve 19. Yüzyılda neredeyse bütün konutları ahşap olan İstanbul’da yangın uygun rüzgarı yakaladığı vakit çok kısa zamanda şehrin bir ucundan diğerine yayılır, yüzlerce evin yok olmasına binlerce insanında evsiz kalmasına sebep olurdu.
1749’da Küçükpazar’da çıkan ve büyük kayba neden olan yangının ardından tulumbacıların bir araya toplanması ve yangına müdahale edecek organizasyonun gerekliliği kesinlik kazanmıştır. Böylece Küçükpazar yangını sonrası Ağakapısı iç avlusu köşesine yangın dumanını gözlemek için ilk yangın kulesi yapılmıştır. 1774’te Cibali’de çıkan yangın sonrası geniş bir alan zarar görmüş ve kentin ilk ahşap yangın kulesi Ağakapısı’da ne yazık ki yanmıştır! İkinci ahşap yangın kulesi yine aynı yere yapılmış ancak 2.Mahmut’un Yeniçeri Ocağını kaldırıp yerine yeni bir teşkilat kurması sonucunda çıkan olaylar sonucu bu kulede birincisiyle aynı kaderi paylaşmak zorunda kalmıştır. Aynı tarihlerde tulumbacılar teşkilatı da kısa bir süreliğine kaldırılmış ancak Hocapaşa yangınının ardından vazgeçilemezliği anlaşılarak tekrar görevlerine dönmüşlerdir. Bu esnada yeniden yapılan kule hizmete bile geçirilemeden bir kez daha yanar.
2.Mahmut 1828’de kulenin yapımını tekrardan başlatır. Son ahşap kuleyi de inşa etmiş olan, Osmanlı devletinin 19.yy mimari oluşumunda görev almış Ermeni asıllı Balyan ailesinden ünlü mimar ‘’Senekerim Balyan’’ tarafından ‘’kule’’ bu defa kagir olarak inşa edilmiştir. Kulenin yapımından sonra 1849’da geniş saçaklı külah biçimndeki ahşap örtü değiştirilerek sekizgen planlı yuvarlak pencereli yukarıya doğru daralan üç kat eklenmiştir.
Kesme taştan inşa edilen 85 metre yüksekliğindeki kulenin seyir katına 180, buradan yukarıya 76 olmak üzere içeriden spiral şekilli 256 ahşap basamak ile çıkılır. Kulenin piramit kaidesinin doğu tarafına Keçeçizade İzzet Molla’nın yazdığı bir kitabe yer alır. Seyir katında pencere ve kapı üzerinde çember şeklinde mekanı örten tonozun eteklerinde geniş bir kuşak halinde karşılıklı kesintisiz devam eden mavi ve gri renklerde yapılmış İstanbul’a ait bir panorama izlenimi veren doğal ve mimari unsurların yer aldığı resimler bulunur. Resimlerin yapım yılı kesin olarak bilinmemesine rağmen 1889 sonrası olduğu düşünülmektedir.
Yapıldı tarihten itibaren kuleye eklenen yeni bölümler ile bugünkü durumuna kavuşan kule, pek çok onarım ve tadilat görmüştür. 1894 depreminin ardından onarım gören kulenin 1909’da yıldırım düşmesinde ötürü siperi hasar görmüştür.
Daha önce iki büyük onarım gören kule yakın zamanda uzun süreli bir tadilat daha geçirmiştir. Son yapılan restorasyon çalışmaları esnasında taş yüzeyler temizlenmiş ve taş eksiklikleri tamamlanmıştır.
Yapıldığı günden 1960 yılına kadar Galata Kulesiyle beraber İstanbul’un yangınlarının takip edildiği Beyazıt Kulesi’nde bugün halen İstanbul Belediye’sine bağlı bir itfaiye teşkilatı bulunmaktadır. Ne yazık ki kulenin içerisine girmek pek olası değildir. Ancak özel izin sonrası mümkün olabilmektedir (o da her zaman değil).
Gerekli izinlerin ardından kuleye çıkabilenleri İstanbul’un benzersiz manzarası merdivenlerde kaybettikleri enerjiyi geri getirecek kadar mucizevidir.
1509 yılında İstanbul’da büyük bir deprem olur. ‘’Kıyatmet-i Sugra’’ (küçük kıyamet) adıyla bilinen bu depremde, Galata Kulesi ve Galata Surları büyük zarara görmüştür.
Galata Kulesi’ne eskiler Galata Yangın Kulesi derlermiş. Lale Devrinde ilk resmi itfaiye birliğinin kurulmasıyla kule yangın gözetleme yeri olarak kullanılmaya başlanmış. Ancak yangın gözetleme kulesi olan bu yer ne yazık ki en çok yangınlarda nasibini alan binalardan biri olmuş. 17.yy’da İstanbul’u kasıp kavuran yangınlardan herkes haberdar olsun diye kulenin tepesine büyük bir kös yerleştirilir. Yangını gözetleyelim dereken yüzyılın sonunda kulenin kendisi de yanmış.
3.Selim döneminde taş duvar üzerine ahşap iki oda ve kurşun kaplı bir çatıdan oluşan bir bölüm eklenir kuleye, ciddi bir yangın sonrası bu ahşap bölümlerde tamamen yanmıştır ve dört tarafa çıkıntılı dörtlü köşk bölümleri yapılmıştır. Buraya birde sofa eklenerek Fransız yazarlarının da ziyaret ettikleri kahvehane haline getirilmiştir. Fakat 1831’de çıkan yangın sonucu bu kısımlarda yanınca üst kısım tamamen değiştirilerek bugünkü görünümü kazandırılmıştır.



Kulesi:
Önce Byzantium, sonra, fethe kadar Konstantinopolis adıyla bilinen İstanbul güneyde Marmara denizi, doğu açıklarında Boğaz, kuzeyde ise Halıç’in çevrelediği tarihi yarımada üzerine kurulmuştur.
Galata, tarihi yarımadaya haliç’in karşı kıyısından bakan, eski dönemlerde Cenevizlilerin yaşadığı bir mevkidir.
Tarihi bilgiler:
Galata Kulesi, eski devirlerden beri ‘’ Galata’’ adılya anılan mevkiin çevresinde Galata’yı korumak amacıyla yapılmış tahkimatın bir parçasıdır.
Galata Kulesi’nin, Cenevizliler tarafından 14.yüzyıl ortalarında imşa edildiği tahmin ediliyor.
Fetih’ten sonra, depremler ve başka nedenlerle zaman zaman hasar gören kuleye bugünkü şekli 2.Mahmut döneminde yapılan onarımda verilmiştir.
Başlangıçta, Cenevizliler’in savunma amaçlı olarak inşa ettikleri kule 16.yüzyılda tersanede çalıştırılan esrilerin barınağı olarak kullanıldı. 18.yüzyılda Galata Kulesi’ne gece yarısına haber vermekle görevli bir Meterhane Ocağı yerleştirildi. Kule, 1874’ten itibaren Belediye Başkanı Haşim İşcan tarafından tamir ettirilen kulenin üst katı lokanta ve lokal olarak kiraya verildi.
Boyutları:
Galata Kulesinin iç çapı, zemin katında 8,95 m’dir. Duvar kalınlığı 3,75 m olan kulenin zemin katında dış çapı ise 16,45 metredir. Kulenin yüksekliği ise 60 m’dir.