Nusret Karaca

İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olduğu ve benim de "İSTANBULUM DİZİSİ"içinde "BEN HALİÇ" ile yer aldığım o güzel ve anlamlı günlerde İstanbul Büyükşehir Bediyesi ve Kültür A.Ş. başta bir çok yayından ve söyleşiden, panelden yeni veya ek bir bilgiler kattık kendimize... Onları kendimizdekilerle harmanlamak ve donanmak,bunları paylaşmak ne güzel..Hele çevre konusu olunca ve beton yığınlarına dönüşen kentlerimizi görünce...
...

Osmanlı Devleti'nde çevreyi korumak için gösterilen özen bir doğa hassasiyeti olarak değerlendirmek ve örnek almak gerekir. Onlar değil ağaç kesmeyi,kamu alanlarında bulunan yeşilliklere bile kimseyi dokundurtmamışlar, aksine yenilerini eklemişlerdir.Özellikle çınar ağaçları bir mahallenin simgesi gibi olmuş.Bir dükkanın, bir evin içinden birer fert gibi görülmüşler, bazen de bir mahallenin merkezinde kendilerine bir yer bulmuşlardır. O mahallenin bir dokusu gibi. Hasırlarla çevrilen fidanlara özen gösterilmesi, kuş evleri, köpek ve kedilere verilen değerler... Onları beslemek,bereket kapısından girmek gibi düşünülmüş. Ciğerci ve sakatatçılardan satın aldıkları parçalarla halk sokak hayvanları beslemiş.

Eski gravürlerdeki bazı görüntülerde buna rastlanır.
Günümüzde ise köpeklerden ürkmek,kedileri umursamamak,ağaçları,yeşili katletmek,denizleri kirletmek....(duyarlı bireyleri tenzih)
Kuş evleri değil kuş evleri,kente bile giremez duruma geldi.
Balıklar mı!..Denizler mi!..Gökyüzü mü!
Sizce?
Geçmişten günümüze ve de geleceğe bir yolculuk yapıp,kentlerin ve mahallelerin dokusuna bir göz atmalı...ve düşünmeli...
Gerçekten "ÇAĞDAŞ" mıyız.."DEĞİŞEN BİR DÜNYA'NIN NERESİNDEYİZ"diye
...
*İstanbul B.B. Kültür A.Ş. ve 2010 İstanbul etkinliklerine katkı sağlayanlara, Osmanlı Çağı'nın Satır Araları.... teşekkürler...(Duyduklarım, okuduklarım,dinlediklerim,notlarım..)