Şeyh Sait İsyanı
Cumhuriyet Hükümeti, Trablusgarp Savaşı’ndan itibaren 11 yılını savaş meydanlarında geçirmiş olan Türk toplumunun yaralarını sarma ve temelleri yeni atılmış olan Türkiye Devleti’ni ve onun rejimi olan Cumhuriyeti sağlam temeller üzerine oturtma mücadelesi verdiği günlerde, millî birlik ve bütünlüğüne ve rejimine yönelik olumsuz faaliyetlerle karşı karşıya kalmıştır. Bunlardan ilki ve belki de en büyüğü bir Kürtçülük faaliyeti ve tehdidi olarak ortaya çıkmış olan Nakşibendi Şeyhi Palulu Sait’in isyanıdır.
Cumhuriyetin ilânı ve Hilâfetin kaldırılmasından hemen bir yıl sonra başlayan ve akisleri 6-7 ay boyunca sürmüş olan Şeyh Sait İsyanı, görünüş itibarıyla geniş çapta bir irtica hareketi olarak başlamışsa da, bu isyan tamamen millî birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya, vatan topraklarını parçalamaya yönelik İngiliz destekli ayrılıkçı Kürt hareketi ve isyanıdır.
Bu isyanın arka planında İngilizlerle işbirliği içerisinde olan ve Mondros Mütarekesi’nden sonra Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu vilayetlerinin bir kısmı üzerinde muhtar bir Kürt devleti kurmak amacıyla faaliyetlere başlamış olan “Kürt Teali Cemiyeti” ile onun 1923’te kurulmuş bir gizli teşkilatı olan “Azadi” teşkilatı vardır.
Gerek Kürt Teali Cemiyeti liderleri ve gerekse Azadi Teşkilâtı mensupları başlatacakları İngiliz tahrik ve destekli etnik isyan ve ayaklanmaya bölge halkının geniş ölçüde katılmasını sağlamak amacıyla, faaliyetlerini ve amaçlarını dinin ve şeriatın elden gittiği politikasına oturtmaya çalışmışlardır. Bu nedenle öncelikle aşiret ağaları, şeyh ve hocaları kazanmaya ve onları şeriat perdesi altında örgütlemeye çalıştılar. Özellikle de Hınıs’ta oturan ve bölge halkı üzerinde büyük bir nüfuzu olan Şeyh Sait’i kazanarak bu hareketin başına geçirmek istemişler ve bunu da başarmışlardı.
Şeyh Sait İsyanı, 13 Şubat 1925 günü Genç (Bingöl) ilinin Ergani ilçesine bağlı Piran köyünde başlamıştır. Kısa zamanda genişleyen isyan hareketi bütün bölgede etkili olmuştur. İsyancılar önce Genç’i daha sonra Muş, Çapakçur, Elazığ ve Palu’yu ele geçirmişlerdir. İsyanın geniş bir alana yayılması üzerine Fethi Bey başkanlığı’ndaki hükümet bütün isyan bölgelerine askeri birlikler gönderilerek isyan cepheleri açılmıştır. Diğer taraftan Hükümet ayaklanmanın süratle ve kesinlikle bastırılması için kısmi seferberlik ilân etmiş ve bölgeye çok sayıda askeri birlik sevketmişti.
İsyan daha da genişlemiş ve isyancılar Elazığ’ı ellerine geçirmişlerdi. Bu arada Ankara’da yapılan ve M. Kemal Paşa, İsmet İnönü, Başbakan Fethi Bey, Meclis Başkanı Kazım Özalp’ın yer aldığı zirve toplantısında Hükümetin isyan bölgesine yönelik olarak almış olduğu “Sıkıyönetim İlanı” kararı uygun görülmüş ve karar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderilmişti. Meclis 23 Şubat 1925’te isyan bölgesinde “sıkıyönetim ilânına” karar vermiş ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda değişiklik yapmıştır.
Diğer taraftan Fethi Bey Hükümeti’nde bazı bakanlar, hükümetin isyânla ilgili yeterince tedbir almadığını söyleyerek istifa etmişlerdi. Yine Cumhuriyet Halk Fırkası’nda ve Meclis’te, Fethi Bey Hükümeti eleştirilmeye başlanmıştı. 2 Mart 1925 günü Meclis’e verilen “Cumhuriyetin en uzak tehlikelerden dahi korunmasını ve halkın sükun ve tam bir rahata kavuşmasını, hükümetin kendine düşen görevi yapmada çok daha azimli ve ileri görüşlü olmasını isteyen” önergenin kabul edilmesi üzerine Fethi Bey Hükümeti istifa etmiş ve İsmet Paşa yeniden Başbakanlığa getirilmiştir.
İsmet Paşa Hükümeti Meclis’ten güvenoyu almış ve isyanın bastırılması için ilk önce şu tedbirleri Meclise getirmişti: “Sıkıyönetim ilân edilen bölgelerdeki suçlar için bir İstiklâl mahkemesi teşkil edilecektir. Sıkıyönetim bölgesi dışında kalan memleket parçalarında işlenen siyasi ve asayiş suçlarına bakmak üzere Ankara’da ayrıca ikinci bir İstiklâl Mahkemesi kurulacaktır. Ayaklanma bölgesindeki idam kararları hemen, Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin kararları ise meclisin onayından sonra yerine getirilecekti.”
İsmet Paşa Hükümeti’nin meclise getirdiği diğer önemli kanun teklifi “Takrir-i Sükun Kanunu” olmuştur. Bu kanun mecliste görüşüldükten sonra 22 muhalif oya karşı 122 oyla kabul edilmişti.
İsyan bölgesine yönelik olarak büyük bir “Tenkil harekâtı” başlatılmış ve kısa zamanda isyancı kuvvetler tepelenmiş ve ele başları ele geçirilmeye başlanmıştı. İsyanın bastırılmasından sonra bir süre takip ve temizlik harekatı sürdürülmüş ve bölge isyancılardan temizlenmişti. Bu arada İran’a geçme hazırlığı yaparken Şeyh Sait ve bazı elebaşları Varto’da yakalanmışlardı.
İsyan bölgesi İstiklâl Mahkemesi yargılamalara hemen başlamış ve bazı elebaşı olan isyancılar Bitlis’te idam edilmişlerdi. Yine Diyarbakır’da devam eden yargılamalar sonucu isyanın önde gelen bazı isimleri idama mahkum edilmişler ve haklarındaki idam kararları hemen infaz edilmişti. Şeyh Sait ve arkadaşlarının yargılanmaları ise 26 Mayıs-28 Haziran tarihleri arasında yapılmış ve toplam 46 kişi idama, diğerleri ise kürek ve değişik hapis cezalarına çarptırılmışlardı. Şeyh Sait ve arkadaşları 29 Haziran’da idam edilmişlerdir.
Şeyh Sait isyanı diğer isyanlarda görülmeyen birtakım özellikler taşır. Olay bütün ülkeyi içine almak amacında olup, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Türk Devletine, rejimine ve inkılâplarına karşı yapılmış bir harekettir. Bu harekette kaldırılmış bulunan hilâfetin yeniden kurulması ve saltanatı yeniden geri getirme amacı da vardır. Yine bu isyan, bağımsız bir Kürdistan devletini kurmak amacını güden ve İngilizlerin tahrik ve desteğiyle çıkmış tehlikeli bir ayaklanmadır.
İngiltere himayesi altında bir Kürdistan devleti kurulmasını, bölgenin petrol yönünden taşıdığı önemden dolayı istiyordu. Bu amaçla bölgeyi ellerinde bulundurabilmek için Kürtleri, Türklere, Araplara ve hatta İranlılara karşı kullanabileceklerdi. Ayrıca Musul meselesinin görüşüldüğü o günlerde bir taraftan da isyan hareketleriyle Türkiye’yi siyasî istikrârı olmayan bir ülke şeklimde dünyaya tanıttırmak istiyorlardı. Bu isyan özellikle İngiltere’nin Musul ile ilgili amacına ulaşmasına hizmet etmiş ve bu konuda İngiltere’nin işini kolaylaştırmıştı.

Takrir-i Sükun Kanunu ve İstiklal Mahk. Yeniden Kurulması
Takrir-i Sükun Kanunu, Şeyh Sait İsyanı’nın başlamasından bir süre sonra, isyanın genişlemesi üzerine, işbaşındaki Ali Fethi Bey Hükümeti, yeterince sert tedbir ve önlem almadığı gerekçesiyle Meclis’te eleştirilmiş ve bunun üzerine istifa etmişti. M. Kemal Paşa tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen İsmet Paşa Hükümeti’nin aldığı ilk tedbir, güvenoyu aldığı gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden bir Takrir-i Sükun Kanunu’nu çıkarmak ve İstiklâl mahkemelerini tekrar kurmak olmuştu.
Konu mecliste etraflıca görüşülmüş ve 4 Mart 1925’de İnönü Hükümeti’nce verilen önerge 22 muhalif oya karşı 122 oyla kabul edilerek yürürlüğe girmişti. Takrir-i Sükun Kanunu, 4 Mart 1929’a kadar yürürlükte kalmış ve bu tarihte kaldırılmıştır.
Öncelikle Şeyh Sait İsyanı’nın yarattığı tehlikelere ve ülkede Türk İnkılâbının gerçekleşmesine karşı çıkan unsurları ortadan kaldırmak amacıyla çıkartılan bu kanunun ilgili hükümleri şöyledir:
Madde 1- İrticaa ve isyana memleketin içtimai nizamını huzur ve sükununu ve emniyet ve asayişini ihlâle bâis bilumum tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı, hükümet, reisi cumhurun tasdiki ile, re’sen ve idareten men’e mezundur.
İşbu ef’al erbabını hükümet İstiklâl Mahkemesine tevdii edebilir.
Kabul edilen Takrir-i Sükun Kanununa göre; Sıkıyönetim ilân edilen bölgelerdeki suçlar için bir İstiklâl mahkemesi teşkil edilecektir. Sıkıyönetim bölgesi dışında kalan memleket parçalarında işlenen siyasi ve asayiş suçlarına bakmak üzere Ankara’da ayrıca ikinci bir İstiklâl Mahkemesi kurulacaktır. Ayaklanma bölgesindeki idam kararları hemen, Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin kararları ise meclisin onayından sonra yerine getirilecekti.” Takrir-i Sükun Kanunu hemen yürürlüğe sokulmuştu.
Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra Doğu’da ilân edilen sıkıyönetim önce bir ay arkasından da 7 ay süreyle uzatılmıştı. Cumhuriyet Halk Partisi yöneticileri ve İsmet Paşa Hükümeti, Takrir-i Sükun Kanunu’na dayanarak ülkedeki Meclis içi ve dışındaki muhalefeti tasfiye etmeyi de düşünmüşlerdi. Şeyh Sait İsyanı’nın yarattığı huzursuz ortam bunun için bir vesile olmuş ve özellikle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, isyanla ilişkilendirilmek istenmişti. Nitekim Urfa’daki Terakkiperver yöneticilerinin isyancılara yardımcı oldukları suçlamasıyla tutuklanmaları üzerine Şark İstiklâl Mahkemesi aldığı bir kararla görev bölgesi içindeki bütün Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın şubelerini kapatmıştı. Daha sonra da bu partinin kapatılması konusunda Ankara istiklâl Mahkemesi bir karar almış ve bu kararını hükümete bildirmişti. Bunun üzerine İsmet Paşa Hükümeti 3 Haziran 1925’de aldığı bir kararla Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapatmıştı.
Takrir-i Sükun Kanunu ve İstiklâl Mahkemeleri vasıtasıyla rejim karşıtlarının tasfiye edilmesi hareketi bununla da sınırlı kalmamıştı. 1926’daki İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’ya yapılmak istenen suikastın arkasından hem bu suikastı planlayan eski İttihatçıların hem de Ankara’da kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın mensuplarının yargılandığını görüyoruz. Bu yargılamalar sonunda içlerinde Millî Mücadele Hareketi’nin bazı şahsiyetleri de değişik cezalara çarptırılmışlar ve bir kısmı da beraat etmişlerdir.
Netice olarak Takrir-i Sükun Kanunu ve bu dönemdeki İstiklâl Mahkemeleri’nin işlevi sadece rejime ve inkılâplara karşı olan irticaa hareketleri ve çevreleri olmamış aynı zamanda da Cumhuriyet Halk Fırkası’nın siyasi muhaliflerinin tasfiyesi ve aktif siyasi hayattan uzaklaştırılmalarına da hizmet etmişlerdir.