Doğu Türkistan'dan son günlerde gelen toplu infaz haberleri Türk-İslam dünyasını derinden yaralamaktadır. Doğu Türkistan meselesi sadece Müslüman Uygur Türkleri'nin bir sorunu olarak görülmemeli ve bu mazlumlara vicdan sahibi insanlar sahip çıkmalıdır. Akıllı, cesur ve uzak görüşlü politikalarla Türkiye'nin de bu sorunun çözümünde önemli bir katkısı olacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır...ki baskılar eskisine oranla daha da arttı. Komünist rejim poliBugün Doğu Türkistan'da yaşayan Müslüman Türkler, "Mao'nun Kızıl Çini"nde yaşananların tekrarını yaşamaktadırlar. Gençler sebepsiz yere tutuklanmakta, rejime karşı oldukları iddiası ile idama mahkum edilerek kurşuna dizilmekte, Müslümanların ibadetlerini topluca yapmaları engellenmekte, kazançları acımasız vergilerle ellerinden alınmakta, halk açlık tehlikesiyle ölümün eşiğinde yaşamakta, yanıbaşlarında yapılan nükleer denemelerle ölümcül hastalıklara yakalanmaktadır. Batılı ülkeler, Çin tarafından tüm dünya ile irtibatı özellikle kesilen bu topraklardaki insan hakları ihlallerini her zamanki gibi görmezlikten ve duymazlıktan gelmektedir.

TÜRK VATANINA ÇİN İŞGALİ

Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler, yaklaşık 250 yıldır Çin egemenliği altında yaşamaktalar. Çinliler, bir İslam toprağı olan Doğu Türkistan'a "kazanılmış topraklar" anlamına gelen "Sincang" adını koydular ve burayı kendi toprakları olarak tanımladılar. 1949 yılında Mao önderliğindeki komünistlerin Çin'in yönetimini ele geçirmelerinin ardından, Doğu Türkistan üzerindeki baskılar eskisine oranla daha da arttı. Komünist rejim politikası, asimile olmayı reddeden Müslümanlar'ın fiziksel olarak imha edilmesine yöneldi. Katledilen Müslüman sayısı korkunç boyutlara ulaştı. 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin, 1952-1957 arasında 3 milyon 509 bin, 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin, 1961-1965 yılları arasında 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından katledildiler ya da rejimin doğurduğu kıtlık sebebi ile ölüme terk edildiler. 1965'ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakama ulaştı.

Halkın hayatta kalabilen bölümü ise büyük baskı ve işkencelere maruz bırakıldı. Doğu Türkistan'ın uzun süre sürgünde yaşayan merhum lideri İsa Yusuf Alptekin, Türkiye'de yayınlanan Doğu Türkistan Davası ve Unutulan Vatan Doğu Türkistan adlı kitaplarında söz konusu baskı ve işkenceleri ayrıntılarıyla anlatılır. Bu kitaplarda anlatılana göre, Doğu Türkistan'da halka uygulanan baskılar, Sırplar'ın Bosna'da Müslüman Boşnaklara veya Kosova'da Arnavut çoğunluğa uyguladıklarından farklı değildir. Ülkedeki Çin Mahkemeleri'nin "ceza" yöntemleri de son derece acımasız ve vahşidir. Diri diri toprağa gömmek, öldüresiye dövülen bir insanı çıplak halde karlarda yatırmak, iki bacağından iki ayrı öküze bağlanan bir insanı ikiye bölmek gibi "ceza"lar uygulanmıştır.

KÖKLÜ BİR KÜLTÜRÜ YOK ETMEYE YÖNELİK UYGULAMALAR VE ASİMİLASYON

Çin yönetimi, 1949 yılından itibaren Müslümanları imha ederken bir yandan da bölgeye sistemli bir biçimde Çinli göçmen yerleştirdi. Çin hükümetinin 1953 yılında başlattığı bu kampanyanın etkisi son derece düşündürücüdür. 1953 yılında bölgede % 75 Müslüman, % 6 Çinli yaşarken bu oran 1982 yılında %53 Müslüman, % 40 Çinli olarak değişti. 1990 yılında yapılan nüfus sayımında ortaya çıkan % 40 Müslüman, % 53 Çinli nüfus oranı bölgedeki etnik temizliğin boyutlarını göstermesi açısından son derece önemlidir.

Günümüzde Uygurlar, köylerde oturmaya zorlanırken Çinliler şehirlere yerleştirilmektedir. Bu sebeple bazı şehirlerde Çinli nüfus yüzdesi %80'lere çıkmaktadır. Hedef, şehirlerde Çinliler'i çoğunluk haline getirmektir. Çin Hükümeti'nin Doğu Türkistanlılar'ı Çinliler'le evlendirmek için uyguladığı yöntemler ise bu asimilasyon çalışmalarının bir parçasıdır.

Bu arada Çin yönetimi, Doğu Türkistanlı Müslümanları nükleer denemelerinde kobay olarak kullanmıştır. Bölgede ilk olarak 16 Ekim 1964 tarihinde başlatılan nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden bölge insanları ölümcül hastalıklara yakalanmış, 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelmiştir. Nükleer denemeler nedeniyle 210 bin civarında Müslüman ölmüş, binlercesi sakat kalmış, binlercesi de kansere yakalanmıştır.

Çin 1964'den günümüze kadar Doğu Türkistan topraklarında 50'ye yakın atom ve hidrojen bombası patlatmıştır. İsveçli uzmanlar, 1984 yılında yapılan yeraltı nükleer denemesinde 150 ton gücündeki bombanın rihter ölçeğiyle 8.8 büyüklüğünde yer sarsıntısına sebebiyet verdiğini tespit etmişlerdir.

BEBEK KATLİAMI

Çin hükümeti , Doğu Türkistan'da Müslüman Türk nüfusunun artmasına engel omak için , "doğum kontrolu kanunu"nu acımasızca uygulamaktadır. Bu kanuna göre sehirlerde oturanların 2 köylerde oturanların 3 ten fazla cocuk sahibi olmaları yasaktır. Bu yasağa uymuyanlar çok ağır cezalara çarptırılmaktadır. Geniş kırsal kesimlerde yasağa uymuyan kadınlara; hiçbir tedbir alınmadan toplu kürtaj operasyonları yapılmaktadır. Hamile kadınların çocukları karınlarında çocukları zorla çıkarılarak öldürülmektedir. Kural dışı doğan çocuklara isim verilmemekte , vatandaşlık hakkı tanınmamaktadır. Dini inaçları gereğ , yönetimin bu konusaki yasaklarına karşı gelenler ise hapsedilmektedir. 1991 yılına Hoten vilayetinin Karakaş ilçesinde zorunlu kürtaja tabi tutulan annelerin sayısı 18.765'tir. Bu rakam ilçede anne adaylarının %49'unu teşkil eder. Doğum yasağını tam kontrol edebilmek için 1992'de bu bölgeye 432 Çinli memur tayin edilmiştir.

NÜKLEER DENEMELER VE DOĞU TÜRKİSTAN'DAKİ KANSER VAKALARINDAKİ ARTIŞ

Çin'in en büyük nükleer merkezi ve deneme alanı Doğu Türkistan'dadır .Hükümet hiçbir koruyucu tedbir almaksızın, bölgede nükleer denemeler yapmaktadır.

1964'ten bu yana 11'i yeraltında olmak üzere bugüne kadar (bilinen) 46 nükleer deneme yapılmıştır.En son nükleer deneme ise 1996 yılının Ağustos ayı içinde gerçekleştirilmiştir.

Atom denemeleri sonucunda ; çevre kirlenmekte ,tabiat ve ürünler tahrip olmakta , halk çeşitli hastalıklara yakalanmakta, çocuklar ise sakat doğmakta yada ölmektedir... Bu tehlike ve tehdit karşısında halk tamamemn savunmasız ve korunmasızdır.Sebze ve meyve çeşitlerinde azalma ve radyoaktif etkiler görülmektedir.Nitekim; batı ülkelerinin Çin'den ithal ettikleri Doğu Türkistan'da üretilen kuru yemişlerde radyasyon tespit etmeleri üzerine Doğu Türkistan kaynalklı ürünlerin ithalini yasaklamaları, bunu bir kanıtıdır. Ayrıca çin hükümeti hiç çekinmeden diğer ülkelerin nükleer artıklarını ve çöplerini ekonomik menfaat karşışığı kabul etmiş ve bu konuda antlaşmalar imzalamıştır. . (www.turan.tc)

Bugün Doğu Türkistan'da yaşanan zulmün nedeni Uygur Özerk bölgesinde yaşayan insanların Türk-İslam kimliğine sıkı sıkıya sarılmalarıdır. Bu yüzden Doğu Türkistan Davası, sadece Uygur halkının değil, başta Türkiye olmak üzere bu kimliği taşıyan tüm devletlerin davasıdır. HARUN YAHYA

Lenin ve Stalin'in Çin'deki temsilcisi olarak sahneye çıkan Mao da dine karşı bir düşmanlık beslemiş ve bu yönde bir politika uygulamıştır.

Mao'nun iktidara gelmesiyle birlikte Çin'de dine ve dindarlara karşı büyük bir savaş başlatılmıştır. Bu savaş Lenin'in komünistlere gösterdiği yöntemle, yani "örtülü" olarak gerçekleşmiştir. Komünist parti, "kendi kendini yönetme hareketi" adı verilen bir politika uygulamaktadır. Bunun anlamı, bütün dini kurumların "kendini finanse eden, kendini yöneten ve kendini organize eden" bir 3'lü yapıya sahip olmasıdır. Görünüşte "din özgürlüğü" gibi duran bu politika, tamamen dini yok etmek amacına yönelik bir kampanya olarak uygulanmıştır. Ülke içindeki tüm dini kurum ve ibadethaneler devlet tarafından kurulan merkezi organizasyonlara bağlanmıştır. Kısa süre içinde de bu dini kurumlar "Maoizm propaganda merkezi" haline gelmiştir. Harry Wu isimli Çinli bir Hıristiyan, Amerikan Uluslararası Din Özgürlüğü Komisyonu'na 16 Mart 2000 tarihinde verdiği ifadesinde, bunu şöyle anlatmaktadır:

Mao Tse-Tung, herhangi bir Çin vatandaşının Komünist Parti dışındaki bir otoriteye bağlanmasına izin vermediği için, Mao yönetiminde hükümet tarafından yönetilen bu merkezi din organizasyonları hiçbir dini faaliyette bulunmamıştır. Mao'nun Çin'i yönettiği 30 yıl boyunca, bu 3 "kendi-kendine hareketi" Çin Komünist Partisi ile birlikte dini yok etmek ve Komünist Parti ideolojisini yaymak için çalışmıştır. "Maoizm" Çin'in yasal dini, Mao'nun "Kızıl Kitabı" ise kutsal kitabı olmuştur.

Doğu Türkistan'daki Müslüman Uygur Türkleri veya Tibet'teki Budistler ise kanlı vahşet uygulamalarına hedef olmuşlar, Çin Komünist Partisi bu halkları hem nüfuslarını azaltarak hem de dini inançlarını yok ederek kontrol altına almaya çalışmıştır. Maoizm'in dine düşmanlığı, Mao'nun yolunu izleyen diğer komünist Asya rejimleri tarafından da sürdürülmüştür. Kamboçya'daki Kızıl Khmer rejimi, Kamboçya halkına karşı yürüttüğü soykırımda, ülkenin Müslüman azınlığı olan Çam topluluğuna özellikle zulüm uygulamıştır. "Komünizmin Kara Kitabı"'nda Kızıl Khmerler'in Çamlar'a karşı uyguladıkları vahşetten şöyle söz edilir:

1973'ten itibaren kurtarılmış bölgelerde camiler tahrip edildi ve ibadet yasaklandı. 1975'ten başlayarak bu önlemler yaygınlaştı. Kuran'lar yakılmak üzere toplandı, camiler ya başka amaçlarla kullanıldı ya da yıkıldı. Haziran'da 13 dindar Müslüman, bazıları ibadeti mitinge tercih etmiş olmaktan, bazıları ise dini nikah hakkına sahip olduklarını açıklamaktan dolayı idam edildi... Din adamları özellikle hedef alınarak öldürüldü. 1000 kadar hacının yalnızca 30 kadarı sağ kaldı. Diğer Kamboçyalılar'ın aksine Çamlar sık sık ayaklandı; bu ayaklanmalara misilleme Kızıl Khmerler çok sayıda katliam yaptılar. Kızıl Khmerler 1978 yılı ortasından itibaren birçok Çam topluluğunun, kadın ve çocuklar da dahil, sistematik biçimde soyunu tüketmeye koyuldu.

ARNAVUTLUK

Maoculuğun din düşmanlığını sergileyen bir başka komünist rejim, Arnavutluk'taki Enver Hoca diktası olmuştur. Arnavutluk, II. Dünya Savaşı'nın ardından bir Sovyet uydusu olarak ortaya çıkmasına rağmen, 1960'lardaki Çin-Sovyet çatışması sırasında Çin'den yana tavır almış ve kısa sürede Kızıl Çin'in ve Maoculuğun Avrupa'daki temsilcisi haline gelmiştir. Enver Hoca, bütün dini ibadethaneleri (camileri ve ülkenin kuzeyindeki katoliklerin kiliselerini) kapatmış, insanların kendi evlerinde bile ibadet yapmalarını yasaklamıştır. Herhangi bir dine inanmak ve bunu ifade etmek suç haline gelmiş, buna karşı gelenler çeşitli baskı ve işkencelere maruz kalmıştır. Enver Hoca tüm bu uygulamalarla dini inançları tamamen ortadan kaldırdığını zannederek "dünyanın gerçek anlamda ateist olan ilk devletini kurduğunu" ilan etmiştir.

MAOCULARIN DİN DÜŞMANLIĞI ÇİN'İN UZAKDOĞU'DA ANTİ-İSLAMİ ROLÜ

Doğu Türkistan'da Müslüman Türklere yönelik zulüm, şiddetle devam etmiştir. Çin resmi görevlileri, Türk gençlerini potansiyel olarak rejim karşıtı görerek sebepsiz yere evlerinden toplamaktadırlar. Gençler bu zulümden kurtulmak için dağlara veya çöle kaçmaktadırlar.

1996 yılından beri onbinlerce Uygur Türkü kamplarda ağır işkence altında tutulmaktadır. Bir insan hakları örgütünün resmi yazısında da belirtildiği gibi sanıklar, tek celsede biten davalarda ya kürek cezasına mahkum edilmekte veya meydanlarda infaz mangaları tarafından kurşuna dizilmektedir. Mahkemeler, Komünist Partinin talimatı ile çalışmaktadır. En dehşet verici olan ise hamile kadınların evlerinden alınarak gayrı sıhhi şartlarda kısırlaştırılmaları, sınırlama fazlası doğan bebeklerin ailelerine rağmen öldürülmeleridir.

1997 yılının Şubat ayında tekrar alevlenen olaylar sırasında yaşananlar, Çin zulmünün bir özeti niteliğindedir. Kamuoyuna yansıyan haberlere göre Çin milis güçleri, 4 Şubat'a rastlayan Kadir Gecesi'nde bir mescitte toplanan 30'un üzerindeki kadını, Kuran okurlarken demir sopalarla dövdüler ve sürükleyerek Emniyet Merkezi'ne götürdüler. Mahalle sakinleri Merkez'e giderek kadınların serbest bırakılmalarını isteyince işkence ile öldürülen 3 kadının cesedi önlerine atıldı. Bunun üzerine galeyana gelen halk ile Çinliler arasında çatışmalar başladı. 4-7 Şubat arasında 200 Doğu Türkistanlı hayatını kaybederken, 3500'den fazla Uygur kamplara kapatıldı. 8 Şubat sabahında ise bayram namazı için camilerde toplanan halkın namaz kılması güvenlik güçlerince engellendi. Bunun üzerine çatışmalar tekrar alevlendi ve sonuç olarak Nisan-Aralık 1996 arasında 58 bin olan tutuklu sayısı, bir anda 70 bini geçti. 100 kadar genç meydanlarda kurşuna dizilirken, 5 bin Uygur Türkü çırılçıplak soyularak 50'şer kişilik gruplar halinde meydanlarda teşhir edildiler.

Batılı güçler her zamanki gibi tüm bu vahşete karşı tepkisiz kalmaktadır. Birleşmiş Milletler'in soykırım için yaptığı tanım, Çin işgali altındaki Doğu Türkistan'daki duruma tam olarak uymaktadır. Buna rağmen Doğu Türkistanlılar BM'nin koruyucu şemsiyesi altına girememektedir. BM'ye yapılan tüm başvurular geri çevrilmiştir. 25 milyon Doğu Türkistanlı Müslüman, halen Çin baskısı altındadır. Binlerce siyasi tutuklu vardır ve bazıları hapishanelerde "kaybolmuş" tur. Tutuklulara işkence yapılması ise artık sıradan bir olay haline gelmiştir.

Kısacası Çin, Uzakdoğu'da zulüm politikası uygulayan en önemli İslam-karşıtı güçlerden biridir. Doğu Türkistanlı Müslümanlara yönelik politikasının yanında, etrafındaki İslami potansiyel için de ciddi bir düşmandır. Dünyanın en kalabalık ülkesinin bu stratejik "Anti-İslami" konumu, komünist rejimden kapitalist rejime geçilmesiyle de hiçbir şekilde azalmamıştır.

TÜRKİSTAN SORUNUNU TÜRK MİLLETİ ÇÖZECEKTİR

Son 150 yıldır İslam alemi dünyanın birçok bölgesinde benzeri zulüm ve baskıya maruz kaldı. Bu zulmün arkasındaki çevrelerin en büyük hedefi dini, özellikle de Müslümanlığı ortadan kaldırmaktı. Bu amaçla, neredeyse bir asır boyunca Müslüman katliamına giriştiler. Bugün Çeçenistan'ın Ruslar'dan gördüğü zulmün aynısı, Doğu Türkistan'da da Çin tarafından uygulanmaktadır. Dünya bu zulme göz yummaktadır. Ancak, vicdan sahibi insanlar bu zulmü durduracak bir yol bulabilirler. Herşeyden önce, Doğu Türkistan meselesi sadece Uygurların bir sorunu olarak görülmemeli ve onların tüm sorumlulukları vicdan sahibi insanlar tarafından sahiplenilmelidir. Akıllı, cesur ve uzak görüşlü politikalarla Türkiye'nin ve Türk Milletinin de bu sorunun çözümüne önemli bir katkısı olacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır...

Çin'in, Doğu Türkistan'daki halka uyguladığı zulmün en önemli nedenlerinden biri halkın Türk ve Müslüman olmasıdır. Çin, bölge halkının Türk-İslam kimliğini Çin Hakimiyet ve Sultası'na karşı en büyük tehlike olarak görmektedir.

Halkı dininden vazgeçirmek için her türlü yıldırma ve baskı yöntemini kullanan Çin Şovenizmi en fanatik dönemini Mao'nun 1966-1976 yılları arasında uygulattığı Kültür Devrimi esnasında yaşadı. Camiler yıkıldı, toplu ibadet yasaklandı, Kuran kursları kapatıldı ve bölgeye yerleştirilen Çinliler özellikle Müslümanları taciz etmek için domuz beslemeye başladılar. Okullarda dinsizlik propagandası yapıldı. Ayrıca iletişim araçları vasıtasıyla insanların dinden soğutulmaları için yoğun çaba harcandı. Dini ilimlerin öğrenilmesi ve dini bilgilere sahip öncü kişilerin halkı eğitmeleri tamamen yasaklandı. Buna rağmen halkın İslami kimliği yok edilemedi.

Türk halkına uygulanan bir başka sindirme ve baskı yöntemi ise eğitim alanında kendini göstermektedir. Bölgedeki üniversitelerde eğitim Çince olarak yapılmaktadır. Öğrencilerin ise ancak %20'si Müslümandır. Okullarda din dersi programlarının esası ateizm üzerine bina edilmiştir.

30 yıl içinde 4 defa alfabelerinin değiştirilmiş olması da yine bölgedeki Müslüman Türkler'e yapılan zalim uygulamanın bir parçasıdır. Mao, kültür devrimine rağmen Çin alfabesine dokunmazken Uygur alfabesini İslam Harfleri'nden 'Krilce'ye çevirmiştir. Bir müddet bu alfabe kullanıldıktan sonra Rus korkusu ile Latin Harfleri'ne geçilmiş, ancak bu defa da Türkiye ile kültür köprüleri kurulmasın diye tekrar İslam Harfleri'ne dönülmüştür. Alfabe ile bu kadar sık oynamanın nesiller arası anlaşmayı ne kadar zor bir hale getireceği ise açıktır.

ALINTIDIR....