I. SANAYİ DEVRİMİ 2
II. DEMOKRATİK DEVRİM 3
III. BİLİMSEL DEVRİM 4
IV. TEKNOLOJİK GELİŞMELERİN SANATA ETKİSİ 5
IV.I. İLETİŞİM: 5
IV.II. KİTLE PAZARI: 5
IV.III. FOTOĞRAF: 6
IV.IV. SİNEMA: 7
IV.V. ARTS & CRAFTS: 7
V. SANAYİ DEVRİMİ’NİN TOPLUM HAYATINA ETKİSİ VE BİREYSELLEŞME 8

Sanatı kuşkusuz, içinde bulunduğu toplumun ekonomik ve kültürel değerlerinden soyutlamak olanaksızdır. Çağın düşünce, bilim, toplum yapısı ve teknolojik gelişmeleri hakkında bir fikir sahibi olmadan sanatı anlayabilmek imkansızdır.
Bu çalışmanın temel konusu olan, 20. yüzyıl Batı Sanatını biçimlendiren etmenleri anlayabilmek için ise, ağırlıklı olarak 18. ve 19. yüzyılın siyasal, toplumsal, kültürel ve bilimsel gelişimlerine bakmak gerekir. Avrupa, 18. yüzyılın sonlarından itibaren iki yönlü bir değişim dönemine girdi. 1776 Amerikan ve 1789 Fransız Devrimi ile ‘kültürel’ sonuçları bulunan Demokratik devrim, bir diğeri ise 18. yüzyılda İngiltere’de ortaya çıkan Endüstri devrimidir.
Tüm bunların sonucunda, aristokrasiye karşı zaferini ilan eden, gittikçe zenginleşen burjuvazi ve yeni oluşan, burjuvaziyi, emeğini satarak zengin eden işçi sınıfı, iki ayrı toplumsal tabaka olarak 19. yüzyıla damgasını vurdu.
Sanata ve sanatçıya bakış da bu toplumsal dönüşümler ışığında değişti. Monarşik ve aristokratik toplumda sanatçı, sarayın övünç kaynağı veya değerli bir mal olarak görülüyordu, yükselmeye çalışan burjuvazi için ise, lüks hizmetler sunan, pahalı bir kişiydi. 19. yy. burjuva toplumu için sanatçı, bireysel girişimi, bir ‘dehayı’, daha genel olarak yaşamın tinsel değerlerini temsil ediyordu. Orta sınıfın kaos ve güvensizlik içinde sürdürülen yaşamlarında sanatın, geleneksel dinin yerini aldığı bile söylenebilir.
Sanatı, 19. yüzyıl burjuvazisi kadar takdir eden ve eserler için bu kadar bol harcama yapan başka bir toplum görülmemiştir. Öncesinde, hiçbir toplum resim, heykel, eski ve yeni kitap, dekorasyon süsleri, müzik ya da tiyatro gösterileri için bu ölçüde para harcamamıştı. Öte yandan sanata para harcayanlar sadece burjuvazi değildi, teknoloji ve bilim sayesinde ilk kez, bazı sanat türlerini ucuz maliyetle ve daha önce hiç görülmemiş ölçülerde yeniden üretmek teknik olarak olanaklı hale geldi. Böylece burjuva sanatı halka inmekle kalmadı, sanat, ona sadece emeği geçenlerin değil, kapitalistlerin de kazanç kapılarından biri oldu.






I. SANAYİ DEVRİMİ
“Bir kere şuna tam anlamıyla kani olmamız gerek: Bugün tarihimizi yapanlar, bir zamanlar Yunan sanat eserlerini yaratmış olanlarla aynı insanlardır. Fakat bunu yaparken, şöyle bir görevimiz vardır: Onlar sanat ürünleri yaratırken, bugün bizler yalnızca lüks tüketim malları üretiyoruz; bu insanları bu denli kökten değiştiren şeyin ne olduğunu bulmalıyız.”
Richard Wagner, 1907

18.yy.da İngiltere’de buhar makinesinin bulunması ortaya çıkan sanayi devrimi, 1870’ten sonra Avrupa ve ABD’ye yayılması, bazı tarihçilere göre, (Gordon Childe’in deyimiyle) “neolitik devrim”den sonra insanlık tarihi süresince görülen en önemli ikinci gelişmedir.
Kömür ve çelik sanayinin gelişimi, buharlı motorların icadı ile hemen arkasından gelen elektrik ve kimya teknolojisindeki gelişmeler, daha önce hiç görülmemiş türden yeni sanayi kollarının oluşmasına yol açtı.
Sanayi alanlarının böylesine çoğalmasıyla birlikte üretimde çok büyük bir artış sağlandı. “Daha fazla mekanik güç, daha fazla hammadde, daha fazla üretilmiş mal, daha fazla artık, daha fazla ulaştırma, sanayi ve ticaret süreçlerini izleyecek daha çok yazman, malları satın alacak daha çok tüketici, satacak daha çok satıcı ve daha büyük sermayesi olan, daha çok insan çalıştıran daha büyük firmalar ortaya çıktı hızla.” (Dünya Tarihi, W.H.McNeill, sf.464) Sanayinin gelişiminde, üretilen mallar için gerekli olan hammaddenin sağlanması ve bunların dış pazarlara satılabilmesi için güçlü bir ulaşım ağına ihtiyaç vardı ve 19.yy.ın II. yarısında demiryolları, Avrupa’nın büyük bir bölümünü kapsamış bulunmaktaydı. Bunun dışında, yeni yollar yapıldı ve kanallar açıldı. Ulaşım gibi, iletişim de daha önce hiç görülmemiş derecede yoğunlaştı. Çağdaş posta sistemlerinin düzenlenişi, telli telgraf gibi yeni buluş ve ilerlemelerle enformasyon ağı güçlendirildi. Bu sayede, 1850’lerde ilk kez gündelik gazeteler çıkarılmaya başladı, böylece politika ve siyasal olayları bir çok insan yakından takip edebilmeye başladı.
Sanayi devriminin en önemli sonuçlarından biri de, teknoloji ve tıptaki büyük gelişmelerle ölüm oranı azalırken nüfus artışının hızlanmasıdır. 1800’lerde tüm Avrupa kıtasının nüfusu yaklaşık 187 milyon dolaylarındayken 1900’lerde bu rakam 400 milyona çıkmıştı.
Fabrika malları sadece Batı toplumlarınınkileri değil, diğer toplum ve uygarlıklardaki küçük el zanaatlarını da ortadan kaldırdı, küçük el zanaatçıları, seri üretimle elde edilen ucuz mallarla rekabet edemediler. Bunun sonuçlarından biri olan tarladan fabrikaya, kırdan kente göç, Batı dünyasının her yerinde yaşandı.

II. DEMOKRATİK DEVRİM
“Bugün ekmeğimizi bile
Buharla, türbinle pişiriyorlar,
Çok yakındır
Makineyle yedirmeleri de”
Trautenau Wochenblatt’ta yer alan bir şiir, 1869
Amerikalıların 1776’da İngiltere’ye baş kaldırmaları ve 1789’daki Fransız Devrimiyle gelişen ikili süreç siyasi tarihte büyük öneme sahiptir. Bu ikisinden önce, devletin ve yöneticilerin Tanrı tarafından atandıkları, tanrıdan aldıkları yetkiyle yönettiklerine inanılıyordu. Yönetim biçimlerini değiştirmenin imkansız olduğuna ilişkin varolan inancı, halktan aldıkları iradeyle devrim yaptıklarını söyleyen Fransız devrimciler ve onların liberal mirasçıları yıktı. Monarşinin de insan yapımı olduğunu, bir plana göre az ya da çok, uygun olarak değiştirilebileceğini ve bunun müdahale etmekle ilgili olduğu anlaşıldı.
Çağdaş Sosyalizm, bir yanda Fransız Devriminin “Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik” talepleri ile, bir yanda Sanayi Devrimine eşlik eden toplumsal dönüşümle yaratılan kültürel ortamda doğdu. Kökenlerinin, kapitalist üretim tarzının, emekçiler üzerinde yol açtığı eşitsizlik ve haksızlıklarda yattığı Sosyalizm düşüncesi, aslen Eski Yunan şair ve yazarlarına kadar uzanır. Fakat çağdaş Sosyalizm, 1830’larda, Fransa’da Saint-Simon ve ardılları ile İngiltere’de Fourier gibi düşünürlerin görüşleri ile oluşturulmaya başladı. Toplumsal düzene muhalif olmalarına karşın umutlarını daha çok burjuva sınıfına bağlayan ‘Ütopik Sosyalistler’, sosyalist toplum yapısını belirli temellere oturtmaktan yoksundular. Bilimsel Sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels ise sosyalizm görüşlerini tarihin akışı içinde beliren bir olanak olarak sundular. İnsanlık tarihi gelişiminin özünde maddi koşulları yatmaktadır ve sınıflar arası çekişmeler, hayali sorunlarla değil, ekonomik çelişmelerin etkisiyle ortaya çıkmıştır. Kapitalistler, üretimde olağanüstü boyutlara varan verime ve işçi sınıfının ürettiği artı değere el koymaktadır, ayrıca özel mülkiyet altında toplanan üretim araçlarının, toplumun yararına dengeli gelişimini ve kullanımını önlemektedir.
Marx ve Engels’in yazdığı ‘Komünist Manifesto’yu yazdığı 1848 yılında, Avrupa’yı, 1848 Devrimleri adıyla bilinen devrimler sardı. Avrupa’nın önemli kentlerinde onbir tane devrimci ayaklanma oldu. 1864’te ise Londra’da I. Enternasyonal, diğer adıyla Uluslararası Emekçiler Birliği kuruldu. Farklı çizgilerdeki sosyalist akımların, 1876’da I. Enternasyonal’in dağılmasıyla, sosyalizm tarihi, büyük ölçüde ayrı ulusal hareketlerin tarihine dönüştü. 1889’daki II. Enternasyonal’dan sonra III. Enternasyonal, 1917 Ekim Devrimi’nin kazandığı başarıyla Moskova’da toplandı. Bu arada, 1871 Paris Komünü de sosyalizm tarihinde önemli yer tutmaktadır.
III. BİLİMSEL DEVRİM
18 yy. ve 19 yy.da ekonomide, siyasette, teknolojide, kültürde devrimler yaşandığı gibi bilimsel teorilerde de önemli devrimler yaşandı. Bu dönemlerdeki bilimsel değişimlere damgasını vuran en temel eserler hangileri sorusu sorulduğunda karşımıza çok kısa bir liste çıkar. İlki, İngiliz matematikçi ve fizikçi Sir Isaac Newton’un 1687 tarihinde yazdığı “Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri”, ikincisi de yine bir İngiliz olan Charles Darwin’in 1859’da “Türlerin Kökeni”dir.
Sir Isaac Newton “Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri” adlı kitabında algıladığımız dünyadaki bütün hareketleri açıklayabilecek üç ana yasayı tespit etti. Kuvvet, kütle, ivme ilişkisi, Etki – Tepki yasası ve Eylemsizlik prensibi. Newton fiziğinin arkasında yatan evren görüşünü (kozmoloji) şu kavramlar betimlemeye yeter: Mekanizm, Kesinlik, Mutlak Uzay ve Mutlak Zaman.
18 – 19 yy. bilim tarihine, Newton mutlaklık ve kesinlik kavramlarını kazandırırken, Charles Darwin Evrim teorisini geliştirerek insanlığın doğal seçme (Natural Selection) yolu ile geliştiği ve bu seçmede ayakta kalanların güçlüler olduğu düşüncesini kazandırdı.
Mutlaklık, kesinlik, sonunda “güçlülerin” kazandığı doğal seçme, söz konusu dönemin bilimsel devrimlerini karakterize eden bu kavramlar (ve barındırdıkları düşünceler) o dönemde gelişmekte olan Kapitalizm ve onun temsilcisi olan burjuva ideolojisinin temel özellikleri ile de örtüşmektedir.
Burjuva sınıfının yeni bir toplum modeli ve ideali geliştirmekte, Evrensellik, Mutlaklık ve Kesinlik kavramlarının büyük rolü olmuştur. Bu toplum modeli 19 yy. sonlarından başlayarak ideolojik ve kültürel düzeyde önemli bir açmaza girmiştir.
19 yy. sonları ve 20 yy. başlarında yaşanan siyasi, ekonomik gelişmeler, özellikle 1. Dünya Savaşı, mutlaklık, kesinlik ve doğal seçme düşüncelerine dayanan toplum modelinin pek de umulan sonuçları doğurmadığını işaret etmiştir. Tam da bu dönemde politik düzlemde sarsılan mutlaklık, kesinlik kavramları paralel olarak bilimsel düşüncede de sarsılmıştır. Bu sarsıntıyı doğuran üç temel bilimsel değişim şunlardır. i) Öklidyen olmayan geometriler ii) Einstein’ın Görelilik teorisi iii) Heisenberg’in Belirsizlik ilkesi.
19 yy. başlarına dek Öklid’in geometrisinin yaşadığımız dünyanın görsel olarak tek temsili ve resmi olduğu düşünülüyordu. Bu da Aydınlanma ile gelişen burjuva ideolojisinin mutlaklık, evrensellik, aklın ve gözün yolunun birliği varsayımları ile örtüşen bir bakış idi. Fakat 19 yy.ın ortalarına doğru bütün geometrik bilgimizin, bildiğimiz ve iç açılarının toplamının 180 derece olan üçgenlere dayanmayabileceği tam tersi şekiller ile de ifade edilebileceği ispatlanınca, burjuva ideolojisinin mutlaklık iddiası yara alıyordu. Bir başka deyişle, Newton’un sandığı gibi mutlak olan bir uzay, uzam yoktu aslında.
Öklid geometrisine ek olarak, 20 yy.ın başlarında ortaya çıkan Einstein’ın görelilik teorisi de tek doğruluk ve mutlaklığa önemli bir darbe olmuştur. Bu teorinin önemli bir sonucu zamanın bağlı olduğunu iddia etmesiydi. Işık hızına yaklaştıkça “zaman” daha hızlı akıyordu. Newton’un teorisi bu bakımdan da çürütülmüş oldu.
Mutlaklık algısı hem zaman hem de uzay boyutunda yok olmuştu, yeni gelişen toplum ve bunun temel temsilcisi burjuvazinin elinde kalan tek şey kesinlik iddiasıydı. Bu iddia doğa bilimlerinde 1930’lara dek devam etti. Ta ki Heisenberg kesin ölçümün mümkün olmadığını söyleyene dek. Heisenberg öncesi ölçüm aletlerimiz yeteri kadar yetkin olduğunda her şeyi kesin olarak ölçebileceğimiz düşünülüyordu. Tek sorun ölçüm aletlerimizin gelişmesiydi. Fakat Heisenberg gösterdi ki, ölçüm aletlerimiz ne kadar gelişir ise gelişsin, ölçümün her zaman bir belirsizliği olacaktır. Bu kavrayış ile burjuva ideolojisinin dayanakları da ortadan kalkmış oldu.