Türkiye Selçukluları Devleti'nin Kuruluş Dönemi

Türkiye Selçuklu Devleti Kutalmış'ın oğlu Süleyman şah tarafından kuruldu. Alp Arslan'ın ölümünden sonra Suriye'ye gelen Kutalmış'ın oğulları, buradan da Anadolu'ya geçtiler. Süleyman şah Bizanslılardan Konya'yı kardeşi Mansur' da Kütahya ve Afyon'u ele geçirdi. Süleyman şah (Bk Resim) daha sonra kuzeye yönelerek iznik'i aldı. Kendisine tavır alan Kardeşi Mansur Bey'i Melik şah'ın Porsuk Bey komutasında gönderdiği orduyla saf dışı bıraktı. Abbasi Halifesi, Süleyman şaha Sultan unvanı verdi. Melik şah da onu Türkiye Selçuklu hükümdarı olarak tanıdı. Bu tarih Türkiye Selçuklu Devleti'nin kuruluş yılı olarak kabul edilir (1077). Bizans'taki taht kavgalarından faydalanan Süleyman şah Kocaeli Yarımadası'nı, Üsküdar ve Kadıköy'ü ele geçirdi. Bizans'ın gönderdiği orduyu yendikten sonra Boğaz'ın Anadolu yakasını kontrolüne aldı. Boğazdan geçen gemilerden vergi aldı. Bizans, Balkanlardaki Türklerin akınlarını durdurmak için Süleyman şah'a başvurdu. Yapılan antlaşma ile Kocaeli yarımadasındaki Dragos Çayı sınır kabul edildi.

Ayrıca Bizans, Süleyman şah'a vergi verecekti. Süleyman şah, Bizans sınırını güvence altına aldıktan sonra güneye yöneldi. Adana ve dolayları ile Antakya'yı aldı (1084). Süleyman şah'ın ilerlemeye devam ederek Halep'i kuşatması Suriye Selçuklu Meliki Tutuş'u rahatsız etti. iki hükümdar Halep yakınlarında karşılaştı. 1086 yılında yapılan savaşta Süleyman şah hayatını kaybetti. Süleyman şah, Suriye'de Caber Kalesi yanına gömüldü. Lozan Antlaşmasına göre Süleyman şahin mezarının bulunduğu yer Türk toprağı kabul edildiğinden, buranın koruyuculuğunda Türk askerleri yapmaktadır.

Süleyman şah'ın Ölümünden Sonraki Gelişmeler

Süleyman şah güneye inerken yerine Ebul Kasım'ı bırakmıştı. Süleyman şah ölünce Ebul Kasım, devleti idare etmeye başladı. Bu arada Melik şah Türkiye Selçuklu Devleti'ni baskı altında tutmaya çalışıyordu. Fakat Melik şah'ın 1092'de ölmesi bu isteğinin sonuçsuz kalmasına neden oldu. Melik şah'ın ölmesiyle birlikte Süleyman şah'ın oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan Anadolu'ya geldi. Kılıç Arslan Türkiye Selçukluları Devleti tahtına oturdu. I. Kılıç Arslan hükümdar olunca devleti yeniden düzenledi. Bizans üzerinde baskı kurdu. izmir'de devlet kurmuş olan Çaka Bey'in kızıyla evlendi. Bizans, Çaka Bey'in başarılarından rahatsız oluyordu. Kendi devleti açısından Çaka Bey'in kuvvetlenmesini istemeyen I. Kılıç Arslan, Çaka Bey'in ortadan kaldırılması için Bizans'la bir antlaşma yaptı. Böylece batı sınırını güvence altına alan I. kılıç Arslan doğuya yöneldi. Malatya'yı kuşattığı sırada, büyük bir haçlı ordusunun Anadolu'ya doğru ilerlediği haberini aldı. Kuşatmayı kaldırarak iznik'e döndü. I. Kılıç Arslan 1. Haçlı Seferi esnasında başarılı savunma yaptıysa da iznik'i Bizans'a terk etmek zorunda kaldı ve devlet merkezini Konya'ya taşıdı.

Haçlılara karşı Bizans imparatoru ile bir antlaşma yaparak doğuya yöneldi. Önce Danişmendlileri yendi. Malatya'yı aldı. Daha sonra Suriye'ye yöneldi. Musul'u elegeçirdi. Bunun üzerine Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar Emir Çavlı komutasında bir orduyu I. Kılıç Arslan üzerine gönderdi. Yapılan savaşta yenilen I. Kılıç Arslan, atıyla Habur ırmağını geçerken boğularak öldü (1107). I. Mesut I. Kılıç Arslan ölümünden sonra Selçuklu tahtı bir süre boş kaldı. Daha sonra I. Kılıç Arslan'ın oğlu şahin şah tahta geçti. Fakat kardeşi Mesud, Danişmendli Emir Gazi'nin yardımıyla Selçuklu hükümdarlığını ele geçirdi (1116).

I. Mesud Danişmendilerin elinde bulunan Anadolu hakimiyetin tekrar Selçuklulara kazandırdı. Ankara, Çankırı ve Kastamonu'yu ele geçirdi. Türkleri Anadolu'dan atmak isteyen Bizans imparatoru Manuel Komnenos'u yenilgiye uğrattı (1146). Bu sırada Anadolu'ya gelen II. Haçlı ordusu kuvvetlerine karşı Danişmentlilerle beraber başarılı mücadeleler verdi. II. Haçlı Seferinden sonra I. Mesud fazla yaşamadı. Çukurova'da bazı kale ve şehirleri ele geçirdikten sonra öldü (1155). Batı kaynaklarında Anadolu ilk defa Türkiye adı ile I. Mesud zamanında anıldı.

Türkiye Selçukluları Devletinin Yükseliş Dönemi

II. Kılıç Arslan (1155-1192)

II. Kılıç Arslan, 1155 yılında hükümdar oldu. Önce kardeşlerini bertaraf etti. Musul Atabeyi Nurettin Mahmud Zengi'yi Selçuklu topraklarından çıkardı. 1178 yılında Malatya'yı alarak Danişmedliler devletine son verdi. II. Kılıç Arslan zamanın en önemli olayı Bizans'la yapılan Miryokefalon Savaşı'dır. Türkleri tamamen Anadolu'dan atıp, Bizans'ı tekrar Anadolu'ya hakim kılmak isteyen Bizans imparoturu Manuel büyük bir ordu hazırladı. 1176 yılında Denizli yakınlarında Miryokefalon (Kumdanlı) vadisinde yapılan savaşta imparator Manuel, I. Kılıç Arslan karşısında bozguna uğradı.

Bu zaferle;
* Bizans'ın bu seferi Anadolu'ya yaptığı son sefer olmuştur. (Bizans artık Türklere karşı taarruz durumundan savunma durumuna geçmiştir.)
* Selçuklular yüklü bir tazminat aldı
* Türklerin batıya yayılmaları için engel ortadan kalktı.

Malazgirt zaferi Türklere Anadolu'nun kapılarını açarken Miryakefalon Zaferi, burasının Türk vatanı olduğunu ve Türklerden geri alınamayacağını dünyaya ispat etmiştir. II. Kılıç Arslan 1186 yılından itibaren yaşlandığını ileri sürerek ülkeyi on bir oğlu arasında paylaştırdı. Kendisi de Konya'ya çekildi. Fakat daha sağlığında oğulları arasında taht kavgaları başladı ve devlet zayışadı. 1192 yılında II. Kılıç Arslan vefat etti.

Türkiye Selçukluları Devleti'nin Zayıflaması ve Moğol istilası

Alaeddin Keykubad'ın ölümünden sonra devletin başına II. Gıyaseddin Keyhüsrev geçti. Onun zayıf kişiliği devlet yönetiminin bozulmasına ve devletin zayışamasına yol açtı. Moğol istilasından kaçarak Anadolu'ya gelen Türkmenler, iktisadi sıkıntılar bahane edilerek Baba ishak tarafından ayaklandırıldı. isyan Sivas, Tokat ve Amasya'ya kadar genişledi. Dini nitelik taşıyan bu isyanın zorlukla bastırılması, Türkiye Selçuklularının eski gücünde olmadıklarının, özellikle Moğollar tarafından anlaşılmasına sebep oldu. Bu isyandan sonra Moğollar Anadolu'yu istila etmeye karar verdiler. Sivas'ın doğusunda Kösedağ denilen yerde yapılan savaşta (Kösedağ Savaşı 1243) Selçuklu ordusu ağır bir yenilgiye uğradı. Böylece Anadolu'da Moğol hakimiyeti süreci başladı. Türkiye Selçukluları devleti yıkılış sürecine girdi. Moğollar Sivas, Kayseri gibi önemli şehirleri yağmaladılar. Anadolu'da siyasi birlik bozuldu ve bir süre sonra yeni beylikler kurulmaya başladı. Anadolu ekonomisi ve ticareti büyük ölçüde zarar gördü.

Türkiye Selçukluları Devletinin Yıkılışı
Kösedağ yenilgisi Türkiye Selçukluları için çöküşün başlangıcı oldu. Moğollarla yıllık vergi ödemek şartıyla bir antlaşma yapıldı. II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in 1246 yılında ölmesinden sonra oğulları II. izzeddin Keykavus, IV. Rükneddin Kılıç Arslan, II. Alaeddin Keykubad bazen tek, bazen müşterek sultanlık yaptılar. III. Gıyaseddin Keyhüsrev küçük yaşta hükümdar olduğundan, onun zamanında Vezir Muineddin Süleyman Pervane devlet idaresini ele aldı. Pervane; devletin iskan ve istihbarat işlerine bakan görevli Muineddin Pervane, bir taraftan Moğollarla iyi geçinirken diğer taraftan onları Anadolu'dan atma çareleri aradı. Memlük Sultanı Baybars'tan yardım istedi. 1277 yılında Anadolu'ya gelen Baybars Moğolları Elbistan ovasında mağlubiyete uğratarak Kayseri'ye kadar geldi. Ancak Muineddin Pervane'nin yardıma gelmemesi ve kışın yaklaşması üzerine geri döndü. Bu olayı duyan ilhanlı hükümdarı Abaka, Muineddin Pervaneyi öldürttü ve Anadolu'da Moğol hakimiyetini yeniden güçlendirdi. 1281 yılında Selçuklu ülkesini Moğollar III. Keyhüsrev ile II. Mesud arasında paylaştırdılar. III. Keyhüsrevin ölümüyle II. Mesud tek başına hükümdar oldu. 1308 yılında II. Mesud'un ölmesiyle birlikte, Türkiye Selçukluları tahtına hiçbir hükümdar çıkarılmadı. Böylece Türkiye Selçukluları Devleti son buldu. Moğollar merkezden yolladıkları valilerle Anadolu'yu yönetmeye başladılar. Bu durum 1336'da ilhanlı Devletinin yıkılmasına kadar devam etti.

Devlet Yönetimi

Eski Türk egemenlik anlayışı, Anadolu Selçuklularında da vardı. Hükümdarın yetkileri sınırsız değildi. Diğer Anadolu beylerine ve meliklere göre bir derece daha üstündü. Hükümdarlık babadan oğula ve kardeşlere de geçebilirdi. Sık sık saltanat kavgaları görülürdü. Devleti yönetecek şehzadeler daha küçük yaşta bilim adamları yanında eğitim görür, daha sonra atabey gözetiminde melik unvanıyla tahta geçmeye hazırlanırdı. Tahta geçtiği zaman da adına hutbe okutup, para bastırırdı. Hükümdarların tuğ, çetr, sancak, otağ, nevbet ve mühür gibi alametleri olurdu. Yeni hükümdarlara Abbasi halifeleri hükümdarlık fermanı ve değerli hediyeler gönderirdi.

Saray Teşkilatı:

Türkiye Selçuklularında saray teşkilatı Büyük Selçuklularınkinin aynısıydı.

Merkez Teşkilatı:

Devlet işlerini yürüten Büyük Divan ve diğer divanlar bulunmaktaydı. Bu divan devlet merkezinde bulunurdu. inşa, Arz, işraf, istifa divanlarının başkanları ile pervane gibi görevliler Büyük Divan'ın üyeleri idi. Emir-i şemsir denilen kişi Divan'ın güvenliğini sağlardı. Büyük Divan yaptığı işler
bakımından bugünkü Bakanlar Kurulu'na benzemekteydi.

Niyabet-i Saltanat Divanı:
Hükümdar başkentte olmadığı zaman ona ait devlet işlerini yürütürlerdi. Bu divanda bulunan komutan ve devlet adamlarına naib denilirdi.

İstifa Divanı:
Devletin mali işlerini yürütürdü.

Pervanecilik:
Türkiye Selçuklularında ülke topraklarının defterlerini tutan has ve iktalara ait kararları düzenleyen divandır. Bu divanın başkanına pervaneci, hazırladıkları fermanlara da pervane denirdi.

Divan-ı Arz:
Hassa askerinin maaşını ve her türlü techizat ve defter kayıtlarını kontrol eder ve denetlerdi. Savunmayla ilgilidir.

Divan-ı Tuğra:
Devletin iç ve dış yazışmalarını yapardı. Buna Divan-ı inşa da denirdi.

Divan-ı işraf:
Mali yönetimle ilgili işleri denetlerdi. Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Anadolu'daki diğer devlet ve beyliklerdeki merkez teşkilatları Türkiye Selçuklularınkiyle aynıydı.

Taşra Teşkilatı:

Türkiye Selçuklularında ülke vilayetlere ayrılmıştı. Üç tip vilayet vardı.

Meliklerin Yönettiği Vilayetler:
Selçuklu ailesinden gelen melikler doğrudan hükümdara bağlı idi. Meliklerin de divanı ve veziri olurdu.

Vilayet:
Bunların yönetimleri divana bağlıydı. Bu tip vilayetlerin başında subaşılar bulunurdu.

Bizans Sınırlarında Bulunan Eyaletler (sınır vilayetleri):
Bu eyaletlerin başındakiler uc beyi ve vali olarak görev yapar, sınırları korurlardı. Türkiye Selçuklularında vilayetlerde bir çeşit belediye işlerine bakan kişilere muhtesib denirdi. Önemli şehir merkezlerinde şıhne denilen askeri valiler bulunurdu. Yargı işlerini ise
kadılar bakardı. Beyliklerde ise taşrada siyasi otoriteyi hükümdar adına mirliva, yargıyı kadı temsil ederdi.

Askerî Teşkilat:

Türkiye Selçukluları ordusu, hassa (gulam) askerleri, ikta (dirlik) sahiplerinin verdiği kuvvetler, bağlı devletlerin kuvvetleri ve ücretli askerlerden oluşurdu. Hassa birlikleri hükümdarın kapıkulu askerleriydi. ikta sahiplerinin yetiştirdiği askerler tamamen Türklerden oluşuyordu. Tımarlı Sipahiler, asıl Selçuklu kuvvetlerini bunlar oluşturuyordu. Bulundukları bölgelerin asayiş ve güvenliğini sağlayan subaşılar aynı zamanda Tımarlı Sipahilerin komutanlarıydı. Türkmenlerin meydana getirdiği kuvvetler uclarda daima savaşa hazır halde bulunurlardı. Türkiye Selçukluları donanmaya önem verdiler. Sinop, Alaiye, Antalya ve Samsun gibi yerlerde tersaneler kurdular. Türkiye Selçuklularında ordu komutanına emirü'l ümera, donanma komutanına ise reis'ül bahr veya melikü's sevahil denirdi. Karakoyunlular ve Akkoyunluların askeri teşkilatlarında Moğolların ve Timurluların etkisi görülür. Her iki devlette de ordunun esasını Tımarlı Sipahi ve Çerik denen aşiret kuvvetleri teşkil ederdi. Ordu komutanına emir-i azam denirdi. Dulkadıroğulları ve Ramazanoğullarının askeri teşkilatlarında Memlûklerin tesiri vardır. Diğer beyliklerde ise Selçuklu askeri teşkilatının etkisi vardır. Germiyanoğulları ve Karamanoğulları, beylikler içinde en güçlü ordulara sahipti.

Toprak Yönetimi

Türklerin Anadolu'yu ele geçirmesi ile Bizans'tan alınan topraklar devlet malı oldu. Mülkiyeti devlete ait olan miri toprakları dört bölüme ayrılıyordu.

Has Arazi:
Devlet adamlarına ve devlet memurlarına hizmet ve maaşlarına karşılık verilen toprağın gelirleridir.

Mülk Arazi:
Devlet adamlarına başarılarından dolayı mülk olarak verilen topraklardır.

Vakıf Arazi:
Miri veya mülk arazilerden gelirleri ilmi veya sosyal kuruluşların masraşarına tahsis edilen topraklardır. Karakoyunlular, Akkoyunlular ve diğer devlet ve beyliklerdeki toprak sistemi de Türkiye Selçuklularının toprak sistemine benzemektedir.

Hukuk Sistemi:

Selçuklu adalet teşkilatı bütün ortaçağ Türk islam devletlerinde olduğu gibi, şeri ve örş yargı sistemi olmak üzere ikiye ayrılıyordu. şeri yargı sisteminde davalara kadılar bakardı. Bunların başkanına başkadı (kazi'l kuzat) denirdi. Başkadı devlet merkezi olan Konya'da otururdu. Örş yargı asayişi bozan ve yasaları çiğneyenlerle ilgili davaları kapsardı. Örş davalara bakan kimseye emir-i dad denirdi. Emir-i Dad gerektiği zaman vezir ve divan üyelerini de yargılardı. Askeri davalara ise kadı asker (kadı-yı leşker- kazasker) denilen ordu kadıları bakardı. Akkoyunlular, Karakoyunlular ile diğer devletlerde de Türkiye Selçuklularından farklı bir hukuk anlayışı yoktu.

Sosyal ve iktisadi Hayat

Sosyal Hayat:

Türkiye Selçukluları kendilerine has bir sosyal ve iktisadi politika izlediler. Aralıklarla Anadolu'ya Türkistan'dan Maveraünnehir ve Horasan'dan gelen Türklerin büyük bir bölümünü yerli halk tarafından boşaltılan yerlere yerleştirdiler. Bir kısmını ise uc bölgelere yerleştirdiler. Selçuklu hükümdarları kendi yönetiminde yaşayan Hristiyan halkı himaye ettiler. Bizans yönetiminin baskısından ve ağır vergilerinden bunalanlardan isteyenlerin kendi topraklarına yerleşmelerine izin verdiler. Hristiyan-Müslüman ayrımı gözetmeden uyguladıkları adil yönetim Rum, Ermeni ve Süryani halkın Türk yönetimini tercih etmelerine sebep oldu. Türkiye Selçukluları döneminde Anadolu'da yaşayan halkın büyük çoğunluğunu Türkler oluştururdu. Halk şehirleri ve köylü olmak üzere ikiye ayrılırdı. şehirliler: Devlet memurları, âyân, bilim adamları ve ahiler olmak üzere dört gruba ayrılıyorlardı.

Devlet Memurları:
Bir şehirde hükümeti temsil eden görevlilerdi.

Âyân:
Hükümet nezdinde halkı temsil eden kişilerde. Tacirler (tüccarlar) da bu sınıfa girerlerdi.

Bilim Adamları:
Müderrisler, kadılar, zaviye, tekke şeyhleri ve medrese öğrencileri bu gruba girmekteydi.

Ahîler:
Ahîler (kardeşler) şehirde oturan ve kendi aralarında dinî ve iktisadi özellikler taşıyan esnaşardır. Aralarında kurdukları teşkilata ahîlik denirdi. Ahî teşkilatı ticareti ve ticaret ahlakını düzenlemiş, üretim kalitesini yükseltmiş ve kaliteli eleman yetiştirilmesini sağlamıştır.

Köylüler:
Türkmen kökenli olan Türk köylüsü göçebe ve yerleşik olmak üzere iki kısma ayrılıyordu. Göçebeler hayvancılıkla geçinirlerdi. Yerleşik köylüler ise devletin veya ikta sahibinin idaresi altındaydılar.

İktisadi Hayat:

Türkiye Selçuklu Devletinin iktisadi hayatı tarım, ticaret ve sanayiye dayanmakta idi. Tarım ve hayvancılık göçebelerin ve köylülerin geçim kaynağı idi. şehir halkı ise meyvecilik ve bağcılıkla uğraşıyordu. Dokumacılık ve dericilik bu dönemde çok gelişmişti. Maden işçiliğiyle daha çok Hristiyan halk (Rum-Ermeni) uğraşıyordu. Ticaret devletin ana politikasını belirleyen başlıca meselelerden biriydi. Türkiye Selçukluları ticaretin gelişmesi amacıyla tüccarların konaklaması için kervansaraylar yaptırmışlar, Avrupalı tüccarlara düşük gümrük vergisi uygulamışlar, Sinop, Alanya ve Antalya gibi liman şehirlerini fethetmişlerdir. Ayrıca tüccarların mallarını, zarar görmelerine karşı koruyan sigorta sistemini uygulamışlardır . ilk kervansaraylar II. Kılıç Arslan döneminde yapılmıştır.

Din ve inanış

Selçuklu yönetimi islamiyetin 'gaza' şkri ile Türklerin fetih anlayışını birleştiren bir siyasi kuruluş oldu. Bu sayede Müslüman ülkeler üzerinde hakimiyet kurması kolay oldu. Türkmenler islam dininin temel ilkelerine ters gelmeyen gelenekleri sürdürüyorlardı. Akıncı Türkmenler arasında birçok tarikat mensubu vardı. Bunlara 'Horasan Erenleri' deniyordu. Türkmenler Anadolu'ya geldiklerinde dini bilgileri zayıftı. Bunları kuvvetlendirmek için Türkiye Selçuklu hükümdarları çok çaba sarfettiler. Hükümdarlar dindar oldukları gibi büyük bir hoşgörüye de sahiptiler. Tarikat, Allah'a giden yol anlamında bir kelimedir. XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu'da tarikatçılık geniş boyutlara ulaştı. Bunlar içinde Türklük için en önemli olanı Ahmet Yesevi'nin kurduğu Yesevi tarikatı idi. Ahmed Yesevi islamiyetin esaslarını Türkçe olarak öğretmeye çalışan bir suşdir. Divan-ı Hikmet adlı eserinde Türklere islamiyetin ve dervişliğin basit yollarını öğretir. Babaîlik, Bektaşîlik, Ekberîlik, Mevlevîlik, Nakşibendilik, Kadirîlik, Rufaîlik, Kübrevîlik gibi çok tarikat mevcuttu.

Bunlardan her biri muhtelif kişilerin kendi kabiliyetlerine, kültür seviyelerine ve bulundukları ortamlara göre dini yorumlama ve yaşama biçimleridir. Bu çeşitlilik Türk toplumundaki din ve vicdan özgürlüğünün en açık örneğiydi.

Dil ve Edebiyat

Türkiye Selçukluları zamanında bilim dili Arapça, devletin resmi dili ve edebiyat dili Farsça idi. Beylikler ise hem edebiyat dili hem de resmi dil olarak Türkçeyi kullanmışlardır. Karamanoğlu Mehmed Bey 1277 tarihinde Konya'da yayınladığı fermanla 'Bu günden sonra divanda, dergahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır' diyerek Türkçeyi resmî dil ilan etti. Selçuklular ve Beylikler dönemindeki edebi akımları, Halk Edebiyatı, Tasavvuf Edebiyatı ve Divan Edebiyatı diye gruplandırabiliriz. Halk edebiyatının önemli ürünlerinden biri destanlarıdır. Bunların başında Battalname Destanı gelir. Bu destan XII. ve XIII. yüzyılda Danişmentli topraklarında söylenen ve yazıya geçirilen Türkçe bir destandır. ikincisi Danişmendname'dir. Selçuklu dönemi Türkiye'sinde diğer bir halk edebiyatı ürünü Dede Korkut Hikayeleridir. Bu hikayelerde, Türklerin Gürcüler ve Abazalar ile yaptıkları savaşlar anlatılır. Ayrıca Türk boylarının yeni vatanlarındaki iç çarpışmaları hikaye edilir. XIV. yüzyılda Türkiye'de Türk dili ile milli bir edebiyat meydana getirildi. Bunda şairlerin büyük rolü oldu. Bu şairlerin başında Kırşehirli şeyh Ahmed Gülşehri ve Aşık Paşa gelir. Gülşehri'nin en önemli esere Mantıku't Tayr (Kuşların dili) dir. Aşık Paşa'nın en büyük esere Garibname adlı mesnevidir. Hoca Mesud, Aydınoğlu Umur Bey adına Kelile ve Dimne'yi Farsça'dan Türkçe'ye tercüme etti. Halk edebiyatında fıkralarında ayrı bir yeri vardı. Bunların başında Bektaşi ve Nasreddin Hoca fıkraları gelir. Tasavvuf edebiyatının en büyük siması Mevlâna Celaleddin Rumi'dir (1207-1273). Mevlâna Allah'a bilgi, düşünce, sanat, heyecan ve bunların hepsinden daha çok üstün bir aşk yolu ile varmak isteyenlerin en büyüklerindendir. I. Alaeddin Keykubad'ın daveti üzerine Konya'ya yerleşmiştir. En önemli eserleri Divan-ı Kebir, Mesnevi, şhi Mâşh ve Mektubat'tır. Ahmed Fakih Seyyad Hamza ve Sultan Veled de bu dönemin ünlü tasavvuf şairlerindendir. XIII. yüzyılda Türkiye'de dil, vezin, şekil ve üslup bakımından millî bir tasavvuf edebiyatı doğdu. Bu edebiyatın en güçlü temsilcisi Yunus Emre'dir (1240-1320). iki önemli eseri vardır. Biri Divanı diğeri Risaletün Nushiyye adlı mesnevidir. Eserlerin ana konusu Allah ve insan sevgisidir. Hoca Dehhani ilk divan edebiyatı şairi olarak kabul edilir. Türkçeyi çok sade ve akıcı bir şekilde kullanmıştır. En önemli eseri 'Selçuklu şehnamesi'dir' Hoca Ahmed ve izzettin Ahmed de bu akımın önemli temsilcilerindendir

Bilim ve Sanat

Bilim:

Türkiye Selçukluları Devletinin siyasi ve ekonomik alanda olduğu gibi bilim ve sanat bakımından da en parlak dönemi I. Alaeddin Keykubad dönemidir. Türkiye Selçukluları zamanında Konya'ya yerleşen Muhyiddin Arabi, Türkiye'de tasavvufun gelişmesine öncülük etti. Sadreddin Konevi, Arabi'nin düşüncelerinin yayılmasını sağladı. Mehmed Ravendi, Kadı Burhaneddin Anevi ve ibn-i Bibi Selçuklu sultanları için tarih yazdılar. Ayrıca XIII yüzyıl Türkiye'sinde Urmiyeli Kadı Siraceddin, mantık ve kelam üzerine 'Metali'ül Envar' adlı eserini yazdı. Erzincan'da yaşayan Muvaffakuddin Abdullatif de tıp, şzik ve felsefe alanlarında eserler verdi. Artuklular, Germiyanoğulları ve Aydınoğulları, kendi bölgelerini önemli bilim ve kültür merkezleri haline getirdiler. Akkoyunlular da bilim hayatının gelişmesine büyük önem vermişler, pek çok bilgin ve sanatçıyı ülkelerine toplayıp korumuşlardır. idris-i Bitlisi, Bekr-i Tihrani, Mahmud Can, Celaleddin Devvani, Fazlullah bin Ruzbehan ve Ali Kuşçu Akkoyunluların himayesinde pek çok eser yazdılar.

Sanat:

Türkiye Selçukluları ve beylikler döneminde; Türk sanatı görülmedik bir canlılık kazandı.Genellikle vakıf olarak yapılan Selçuklu mimari eserleri, dini ve sivil mimari olmak üzere iki grupta incelenebilir.

Dini Mimari:

Camiler, mescidler, medreseler, kümbetler ve külleyeler bu gruba girer. Konya ve Niğde'deki Alaeddin Camileri ile Sivas ve Malatya Ulu Camileri çok sütunlu camilere örnektir. Ayrıca Saltuklardan Erzurum Ulu Camii, Mengüceklilerden Divriği Ulu Camii, Artuklulardan Ulu Camii o dönemden kalma eserlerdir. ikinci tip camiiler, ağaç direkler üzerine oturtulmuş zengin süslemeli, ahşap camilerdir. Selçuklu mescitleri tek kubbeli, bir kaçı düz çatılı yapılardır. Medreseler hemen hemen her şehirde vardı. Burada akli ve nakli bilimler okutulmaktaydı. Anadolu'da bilenen en eski medrese Danişmentli Yağıbasan tarafından yaptırılan Tokat ve Niksar Yağıbasan Medreseleridir. Günümüze kadar gelen medreselerden bazıları şunlardır; Konya'da Karatay ve ince Minareli Medrese, Sivas'ta şifaiye medresesi, Gök Medrese, Buruciye Medresesi, Çifte Minareli Medrese, Kayseri'de Hond Hatun ve Hatuniye Medreseleri, Afyon'un Çay ilçesinde Çay Medresesi, Kırşehir' de Caca Bey Medresesi. Selçuklu mimarisinde türbelerinde önemli bir yeri vardır. Bunlardan dört duvarının üzeri kubbeyle örtülenlerine türbe, silindirik veya çokgen gövdeli, konik yada piramit çatıyla örtülü olanlarına da kümbet adı verilirdi. Kısacası bunlar mezar anıtlardır. Bunların en önemlileri; Erzurum Emir Saltuk, Divriği Site Melik, Kayseri Melik Danişment Gazi ve Döner Kümbet, Konya II. Kılıç Arslan, Niğde Hüdavend Hatun, Sivas izzettin Keykâvus, Tercan Mama Hatun kümbetleridir.

Türkiye Selçuklularından günümüze kalan mimari eserlerden biri de külliyelerdir. Külliye camii ile birlikte kurulan medrese, kütüphane ve hastane gibi yapıların bütününe denir. Selçukluların ilk külliyesi Kayseri Hond Hatun Külliyesidir. ikinci Selçuklu külliyesi ise yine Kayseri'de Hacı Kılıç Külliyesidir. Anadolu'nun en eski külliyesi Mengücekliler tarafında yaptırılan Divriği Külliyesidir. Dini mimarinin bir diğer örneği de tekke ve zaviyelerdir. XIII. yüzyıldan kalma en ünlü dini yapılar arasında Konya' da Sırçalı Sultan Miskinler Tekkesi ve Konya Sahip Ata Hankâhı ile Tokat Sünbül Baba ve Halifet Gazi Zaviyesidir.

Sivil Mimari:

Sivil mimarinin en güzel örneklerinin başında köşk ve saraylar gelmektedir. Kayseri yakınında Argıncık'ta Haydar Bey Köşkü, Erkilet tepesinde Hızır ilyas Köşkü ve Diyarbakır'ın içkalesinde Artuklu Sarayı kesme taşlardan yapılmış bu döneme ait yapılardır. Selçuklu saltanatının gücünü ve yönetim anlayışını gösteren önemli kuruluşlarda biri de kervansaraylardır. Bunlar yolların emniyetini sağlamak, ticaret hayatını canlandırmak ve insanların yolculuğunu kolaylaştırmak anlayışı ile yapılmıştır. Anadolu'da ilk kervansaray II. Kılıç Arslan döneminde yaptırılan Aksaray-Kayseri yolu üzerindeki Alay Han'dır. Antalya- Isparta yolu üzerindeki Evdir Han, Konya- Aksaray yolu üzerindeki Sultan Hanı, Kayseri-Sivas yolu üzerindeki Sultan Hanı ve Antalya- Alanya yolu üzerindeki Alaca Han diğer önemli hanlardır. O dönemin önemli mimari eserlerinden biride darüşşifalardır. Darrüşşifa veya şifahane denilen bu yapılar günümüzün hastahaneleridir. Darüşşifalardan bazıları şunlardır; Kayseri' de Çifte Medrese denilen yapılar ile Gevher Nesibe ve Gıyasiye Darüşşifaları, Sivas' ta I. Keykavus şifahanesi, Tokat'ta Gök Medrese ve Divriği'de Kaleler, surlar ve köprüler de sivil mimarinin örneklerindendir. şehirlerin yüksek yerlerine yapılan kale ve surların bazıları günümüze kadar gelebilmiştir. Köprülerin ilk örnekleri Artukluların hüküm sürdükleri Güney Doğu Anadolu'dadır. Selçuklular ve Beylikler döneminde süsleme, çinicilik, halıcılık ve el sanatları son derece gelişmişti. Morco Polo (XIII. yüzyıl) ve ibni Batuta'nın (XIV. yüzyıl) eserlerinde Anadolu'da halı dokuma sanatının ileri düzeyde olduğu ve halı ihraç edildiği belirtilmektedir. Selçuklularda hat, tezhip, minyatür ve çinicilikte gelişmişti.

Çiniler:

Yüzeyleri süslemek için kullanılan pişmiş balçık topraktan yapılanmyüzü sırlı levhalardır. Kitap sanatlarının en önemlileri hat, tezhip ve cilt sanatıdır. Minyatür, resim sanatının rağbet görmemesinden dolayı önemli gelişme göstermiştir.