İslam Medeniyetinin Avrupa'yı Etkileme Yolları

Son yüzyılda, objektif görüşlü müsteşrik ve bilim tarihçileri tarafından hazırlanan eserlerdeki bilgileri şu şekilde özetlemek mümkündür.
8. ile 16. yüzyıl arasında yaşayan İslâm bilginleri tarafından ortaya konan eserlerin asılları ve Latince tercümeleri, 10. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa'da müracaat edilen ilk kaynak eser olarak itibar edilmiştir... Bu eserlerdeki bilgilerden önce beslenen, bilahare de cesaret ve hız alan Avrupalı bilginlerin gayretleri sonucu, bilim ve bunun tatbikatı olan teknoloji, 17. yüzyıl başlarından itibaren hızla gelişerek bugünkü doruk noktasına ulaşabilmiştir...

Müsteşrik ve bilim tarihçilerini bu görüşlere iten en büyük etken, 8. ile 16. yüzyıl arasında İslâm Dünyasında ortaya konan eserler ve faaliyet halinde bulunan bilim müesseselerinin sayıları ve niteliğidir.

Bu durumda, 8. ile 16. yüzyıl arasında İslâm bilginleri tarafından yazılan eserlerin ve ilk defa İslâm Dünyasında görülen bilim müesseselerinin Avrupa'ya intikal (veya nakilleri) önemli bir faktör olarak karşımıza çıkar.

Bu gerçekler çerçevesinde, bilim tarihi ile ilgili eserlerin birçoğu şu ifadeyi kullanır: “10. yüzyıl Avrupa'nın aydınlanma çağıdır.”
Bu aydınlanma olayını bir pencere gibi müteala ederek, soruyu şu şekilde düzenlemek uygun olacaktır.
Doğunun Batı'ya açılan bilim ve teknoloji pencereleri nerelerdir?
Burada, İslâm Dünyasında mevcut bilim ve teknolojinin Avrupa'ya intikal yollarını beş ayrı pencere halinde ortaya koymak uygun olacaktır. Bunlar:

BİRİNCİ PENCERE: ENDÜLÜS (İSPANYA)

İslâm idaresi altında bulunan Endülüs'te (İslâm ordularının Endülüs'teki hâkimiyetleri 771 yılında başlar) 9. yüzyılın ilk yarısından itibaren, İslâm bilim ve kültürü her tarafa yayıldı. Öyle ki; İspanyollar kendi dilleri olan Romen dilini bir kenara bırakarak, Arapçayı kendi dilberine tercih ettiler. Bu durum, İspanya Hıristiyan Dünyası tarafından, İslâm Dünyasında mevcut ilmî üstünlüğün kabul edildiğinin en açık örneğidir.

Bu konuda, bilim tarihinden ilginç örnekler ortaya koymak mümkündür. Bunlardan:
İspanya'da bilim ve kültürde görülen gelişmelerin bir sonucu olarak, hemen hemen aynı yıllarda (9. yüzyılın ilk yılları), Fransız, İngiliz, Alman ve İtalyan bilim ve din adamlarının bir kısmı Endülüs medreselerinde İslâm bilginlerinden ders görerek öğrendikleri yeni bilgileri memleketlerine intikal ettirmişlerdir. Böylece Endülüs'ün merkezi şehri Kurtuba ile Toledo ve Gımata'da mevcut İslâm medreselerinde; matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp, felsefe, mühendislik... konularını kapsayan bilgiler ve elde ettikleri eserler Avrupa'ya intikal etmiştir. Başka bir örnek:

Aurillac'lı Gerbert (940–1003) isimli bilim sempatizanı, Toledo'da İslâm bilginlerinden üç yıl süreyle matematik, astronomi, fizik, kimya ve tıp konularında ders alır. Bu zat daha sonraları Sylvestra II unvanı ile Fransa'da papa ve 10. yüzyılın ünlü bir bilgini olarak karşımıza çıkar.

Başka bir örnek:
830 yılında Avusturya Hükümdarı olan Büyük Alfons, veliaht olacak oğlunu yetiştirmek için, Bağdat ve Şam medreselerinden müslüman bilginleri getirmek maksadıyla, İslâm ülkelerine elçiler göndermesi de, bu medreselerde mevcut ilmî atmosferin seviyesini gösteren başka bir örnek olarak karşımıza çıkar.

İspanya'nın bu özelliği dolayısıyla bilim tarihi eserleri şunu yazar : “Endülüs (İspanya), İslâm âleminin Avrupa'ya açılan ilk penceresidir.”

İKİNCİ PENCERE: SİCİLYA

Müslümanlar, Sicilya'yı 827 yılında fethe girişmişler, 878 yılında da adanın tamamına egemen olmuşlardır. Sicilya, 1092 yılına kadar iki yüz yıldan fazla bir zaman, kısmen veya tamamen Müslümanların elinde kalmıştır. Bu sürede, Sicilya'da Doğu İslâm bilim ve kültürü köklü bir tesir bırakmıştır. Latince (Bu dilin halk arasında konuşulan şekli olan İtalyanca), Yunanca ve Arapça Ada'da konuşulan diller arasında idi. Arapça eserlerden yapılan tercümelerin her geçen yıl hızlanması sonucu Ada'nın tamamında yaygınlaşmıştır...

Nihayet, Sicilya'da Müslümanların yerini alan Norman Hanedanı, 13. yüzyıla kadar tamamıyla İslamlaşmış bir memleket üzerinde hüküm sürdü. Norman Hanedanının en parlak devrini teşkil eden Roger II (1101 – 1154)'nın hüküm sürdüğü yıllarda İslam ve Hıristiyan Dinî arasında tefrik yapabilmekte müşkülat çekiliyordu. Saray adamlarının bildikleri diller arasında Arapça daha yaygın idi.

Müslümanların vazettikleri medenî hukuk memleketin ihtiyaçlarını o derece karşılamıştı ki, Normanlar onları hiç değiştirmeden tatbik etmekte devam ettiler.

İslâm ülkelerindeki, medreseler esas alınarak kurulan bilim ve sanat akademileri bütün milletlere açıktı. Bu sebeple çeşitli milletlere mensup bilginler bir araya gelmişlerdir.

Norman Hanedanının iktidardan düşmesi, Müslüman tesirlerine son vermedi. Sicilya Kralı ve aynı zamanda Almanya İmparatoru olan Frederic II'nin (1194–1250) saltanat senelerinde Palermo Sarayı, daha çok müslüman sarayına benziyordu. Bu geniş düşünceli ve cesaretli İmparator, 1224 senesinde kendi eliyle kurduğu Napoli Üniverstesi için pek çok Arapça elyazma (manüskri) kitap toplatmış ve tercüme ettirmiştir. Bunlardan çıkarılan birer kopyayı Paris ve Polanya'ya gönderdi. Böylece İslâm bilim ve kültürü Avrupa'nın merkezlerine kadar intikal etmiş oldu.

Maiyetinde Müslüman vezirlerini, hukukçularını ve subayların bulunduran bu hükümdar, İslâm Dünyasının en şöhretli bilginleriyle daima temas halinde idi. Endülüs bilginlerinden İbn-i Bab ile karşılıklı yazdıkları mektuplar günümüze kadar gelmiştir.

Frederic II, Hıristiyan şairleri olduğu kadar Müslüman şairleri de himaye ediyordu. Palermo Sarayının halk şairleri, Müslüman halk şairlerinden örneklerle, İtalyan şairinin esasını teşkil eden Sicilya şiirini meydana getirdiler.

ÜÇÜNCÜ PENCERE: İSLÂM ÜLKELERİNE YAPILAN SEYAHATLER

İslâm bilginleri tarafından yazılan eserlerin Avrupa ülkelerine intikalini takip eden yıllarda. Avrupa'da bilim ve teknolojide önemli gelişmeler başlamıştır. Eser nakillerinde en önemli faktörlerden biri de, bilim heveslisi İspanyol seyyah öğreneler ile ticaret erbabı bazı kimselerin gayretleridir.
Önceleri, 10. yüzyıl başlarından itibaren bilim heveslisi İspanyol seyyah öğrenciler, İslâm ülkelerinde bulunan medreselere öğrenim gayesiyle guruplar halinde gelmeye başlar. Bu öğrenci gurupları medreselerde öğrendikleri bilgileri ve ilginç gördükleri eser ve aletleri Endülüs'e (İspanya'ya) intikal ettirmişlerdir (götürmüşlerdir).

Müteakip yıllarda uzman seviyesindeki kimseler ile ticaret erbabı kisvesi altındaki şahsiyetler İslâm ülkelerindeki eserleri Endülüs'e intikal ettirmek gayesiyle Bağdat, Şam, Basra, Kahire, İstanbul... gibi şehirleri adım adım dolaşarak elde ettikleri ilmî eserleri sandıklar içerisinde Endülüs'e nakletmişlerdir.
Bu tarihi gerçeklerden diğerlerini şu şekilde özetlemek mümkündür.

Afrikalı Constantine (Kartaca -Tunus- doğumlu olduğu için bu isim ile tanınır, 1016–1087) bir doğu seyahatine çıkar (11. yüzyıl ortaları). Mısır, Arabistan ve Hint bölgelerini adım adım dolaşır. Bağdat'ta uzun yıllar ikamet eder. Burada tıp öğrenimi yapar (tamamlar). Avrupa'ya döndüğünde Avrupa'nın en eski tıp okulunun bulunduğu Napoli Krallığının bir şehri olan Salemo'ya (İtalya) yerleşir. Burada yanında getirdiği Arapça yazılmış 76 elyazma (manüskri) eseri Latinceye tercüme etmiştir.

Constantine, Salerno'da bazı eserlerin yazarı olarak da karşımıza çıkar. Bunlardan birisi Liber Viatcium ismini taşıyan «seyahat kitabı.» diğeri ise Liber Pantegni isimli eserdir.

Tıp tarihçilerinin belirttiğine göre, bu iki kitap Cerrahi, anatomi, kırık-çıkık tedavisi, bademcik, göz tababeti, çıbanların yayılması ve tedavisi, tanapaze, kılcal damarlar, idrar, sıtma, perhiz, kimya... gibi konular da zamanı için orijinal bilgiler ihtiva eder.

Bu iki eserin yazılmasını takip eden 40 – 50 yıl sonraları ilk haçlı seferleri başladı (1095). Bu yıllarda Avrupa'da uzman seviyesinde Arapça bilenlerin sayısı da çoğalmaya başlar.

Bu dil uzmanlarından, Salerno'da üç yıl tıp öğrenimi yapmış olan Pizalı Stephan ilk haçlı seferleri sırasında Antakya'ya uğrar. Burada Ali bin Abbas'm (? —994) Kitab'ül Meliki isimli eserinin bir nüshasını ele geçirir. Neticede bu eseri Latinceye tercüme edip Batı bilim dünyasına kazandırır.

Pizalı Stephan, konu ile ilgili araştırmaları sonucu şu gerçeği tesbit ederek tıp dünyasına açıklar: “Afrikalı Constantine'in Liber Pantegni isimli eseri. Ali bin Ab¬bas'ın Kitab'ül Meliki isimli eserinin orijinalidir (kopyasıdır).” Ali bin Abbas, Kitab'ül Melikî isimli eserini, Büveyhi Hükümdarı (Meliki) Adud'ud Devli Fenne Hüsrev (949–983) adına telif etmiştir. Bu sebepten bu eser Doğu'da Sultan Kitap veya Kamil’üs-Sınaat-it Tıbbiye (Tıp İlim ve Sanatını İçine Alan Hazine) isimleri ile tanınır. Batı dünyasında ise Liber Reguis olarak bilinmektedir.

Burada şu gerçeği de belirtmek icap eder. Pek tabidir ki, Ali bin Abbas Grek bilginlerinden Hipokrat (M.Ö. 460 377) ve Galen (M.S. 121 -201) tarafından hazırlanan eserler ile İslâm Dünyasının ünlü bilgini Ebu Bekir el-Râzî (864 – 925) tarafından yazılan el-Hâvî ve el-Mansur isimli eserleri görmüş ve incelemiş olabilir. Ancak, Ali bin Abbas'ın Kitab'ül Meliki isimli eserindeki bilgilerin, zamanı için orijinal olduğu hakkında tıp tarihçilerinin hemfikirdir.
Kitab'ül Melikî adlı eser Latince dışında, müteakip yıl¬larda Fransızca ve Almancaya da tercüme edildi. 1294 yılında da Kahire'de basıldığını görmekteyiz. Bergama Kadısı tarafından da 1453 yılında bir kısmı Türkçeye tercüme edilmiştir.

Adı geçen eser, İbn-i Sina'nın (980–1037) Tıp Kanunu adlı eserin Latince tercümeleri ortaya çıkıncaya kadar, Batı dünyasında en itibar edilir kaynak eser olarak değe¬rini korumuştur.

Başka bir örnek ise: Fetih yılları sırasında hümanist Giovannî Ausria'nın (1368–1460), 238 elyazma eseri, Bizans'tan Venedik'e naklettiği de tarihi bir gerçektir. İstanbul'un özel kitaplıklarında gizli kalmış birkaç elyazma eser müstesna, İstanbul kütüphanelerinde de elyazma eserlerden fazla bir şey kalmamış gibiydi.

DÖRDÜNCÜ PENCERE: HAÇLI SEFERLERİ

Bilim tarihi ile ilgili eserlerin bir kısmı Doğu ile Batı arasında bilim ve kültür alışverişine ilk sebep olarak haçlı seferlerini gösterir. Bir vehimden ibaret olan bu görüş gerçekleri saptırmuk için kasıtlı olarak ortaya konmuştur. Müsteşrikler tarafından ortaya konan bu yanlış görüşe açıklık getirmemiz gerekir. Şöyle ki: İlk (birinci) haçlı seferi, Selçuklu egemenliğinin giderek yayılması ve Malazgirtteki Büyük Zaferden sonra kutsal topraklardan olan Filistin ve Kudüs'ü ele geçirmek için 1095 yılında başlamıştır. (Kudüs'ün ele geçirilişi 1098). İkinci Haçlı Seferi ise İznik, Konya ve Antakya üzerinden Şam'ı kurtarmak için 1145 yılında gerçekleştirilmiştir. (1204 yılında Haçlıların İstanbul'u zaptı sırasında birkaç elyazma eserin kaybolduğu ve birçok eserin de tahrip edildiği bilinmektedir.)

Yıllara dayalı olan bu kısa tarihi bilgiden sonra, konunun gerçek yönünün şu şekilde olması gerekmektedir.
Avrupa ülkeleri İslâm Dünyasının sahip olduğu bilim ve kültürü haçlı seferlerinden çok önceki yıllarda tanımıştır, elde etmiştir. Bu tanıma 9. yüzyıl başlarından itibaren Endülüs (İspanya) yoluyla olmuştur. Yani haçlı seferlerinden iki asır önceleri. Ancak; Avrupa haçlı seferleri yıllarda, İslâm ülkelerinde ortaya konan yeni eserleri elde etti. Netice itibariyle de İslâm âleminde yeni gelişen bilim ve kültürü öğrendi. Bunların dışında, İslâm Dünyasında mevcut askerlik ve ticaretle ilgili bilgiler de, Avrupalılar tarafından Haçlı Seferleri sırasında öğrenildi.

Bu konuda Riesler şunları yazar: “Suriye, Haçlı Seferleri boyunca Doğu ve Batı'yı birleştiren bir nokta olmasına rağmen, Batı'ya tesirinin ölçüsü bakımından İspanya ve Sicilya'dan sonra gelir.”

BEŞİNCİ PENCERE: HIRİSTİYAN AİLELERİN MÜSLÜMAN AİLELER İLE AKRABALIK TESİSİ GAYRETLERİ

Son derece enteresan olmasına rağmen, bilim heveslisi ve bilim erbabı bazı Hıristiyan aileler, İslâm bilim ve kültürünü elde etmek gayesiyle, Müslüman aileler ile evlenmek suretiyle akrabalık tesisi kurma yolunu tercih ettiler.

Teledo'yu istila eden ve Müslüman İşbuliye (Sevilla) Melikesinin kızı ile evlenen Alphons VI. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında ilmî ve kültürel yakınlığın meydana gelmesinde büyük hizmetleri (etkileri) oldu. Kaynakların bir kısmı, bu evliliği takip eden yıllarda, Bağdat'taki Beyt'ül Hikme'nin benzeri olan medreselerin Toledo'da da tesis edildiğini belirtir.

Bu medreselerde, önce mütercimler, daha sonra da uzman seviyesindeki kimseler (bilim adamları), müslüman bilginlerin ortaya koydukları; matematik, fizik, kimya, tıp, felsefe., ile ilgili eserlerin çoğunluğunu Latinceye tercüme ettiler.

Netice olarak:
Yukarda beş ayrı pencere halinde belirttiğimiz gayretler sonucu, İslâm bilginleri tarafından yazılan eserlerin pek çoğu, elyazma halinde Avrupalı bilginlerin eline geçmiş oldu. Bu tarihi gerçekleri bilimin terakkisi ne gölgelendirebilir ve ne de unutturabilir.

Bugün; Vatikan Oxford, Paris (Bibloteque Nationelle), Londra (Brisch Museum), Berlin, Moskova ve Leyden Kütüphaneleri, Doğu yazma eserlerinin zenginliği ile ün yapmış kütüphanelerdir.

Burada okuyucunun aklına şöyle bir soru gelmektedir. Bu eser intikâlleri hangi sonuçları ortaya koydu?
Avrupa'ya intikal eden eserlerin bir kısmı Abbasî Halifesi el-Me'mun zamanında Bağdat'ta 815 yılında kurulan Beyt'üi Hikme ve Halife el-Hakem tarafından Kahire'de 1005 yılında kurulan Dar'ül Hikme benzeri; Kurtuba, Toledo, Sevilla, Ferrara, Salerno, Venedik... gibi şehirlerde kurulan medreselerde, bir kısmı da şahsi gayretler sonucu Avrupa'nın ünlü mütercimleri tarafından önce Latlnceye. müteakip yıllarda da günümüz Batı dillerine tercüme edilmiştir.

Burada belirttiğimiz şehirlerde görülen tercüme faaliyeti kesintisiz olarak 250 yıl kadar, başka bir ifade ile 5–6 nesil (kuşak) devam etmiştir.
Önceleri, 10. yüzyılın ilk yıllarında başlayan ve 12. yüzyıl sonlarına kadar kesintisiz devam eden bu tercüme faaliyeti için geçen zamana, bazı kaynaklarda “Avrupa'nın aydınlanma Çağı (dönemi)”, bazı kaynaklarda da tercüme faaliyetinin yoğun olduğu yılları dikkate alarak 12. yüzyıl için "Tercüme Yüzyılı" ifadesini kullanır.

İspanya ve İtalya'da tercüme faaliyetleri ile ilgili yapılan çalışmaları şu şekilde özetlemek mümkündür.

1. Buralarda toplanan zamanın ünlü mütercimleri, İslâm bilginleri tarafından Arapça ve Farsça yazılan, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ...konuları ile ilgili eserleri önce Latinceye tercüme etmişlerdir.

2. Antik dönem Grek bilginlerinden; Euclides, Archimides, Aristo, Fisagor, Apolonyos, Batlamyos ve çağdaşları tarafından yazılan eserlerin, Arapça şerh ve tahlilleri de, Latinceye tercüme edildi. Böylece, antik Yunan'da yazılan eserler, Batı üniversite ve benzeri bilim çevrelerinde tanıma ve okunma imkânı buldu İtalya'da Roma İmparatoru Frederik II ( 1194–1250), 1224 yılında Napoli ve Padua'da birer üniversite yaptırır (kurar). Bu üniversiteleri, İslâm bilim ve kültürünü Batı'ya tanıtmak için tercüme akademisi hüviyeti haline getirtmiştir. Frederik II, bu kuruluşlara Avrupalı ünlü mütercimler yanında, zamanın yahudi asıllı mütercimleri de toplamıştır.

3. Bu tercüme akademilerinde, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan bilim ve din adamları, muhtelif tarihlerde, İslâm bilginlerinden ders gördükleri de tarihi bir gerçektir.

Bu tür çalışmalar sonucu; 9. yüzyılın ilk yıllarında, İslâm idaresi altında bulunan İspanya, Sicilya ve Güney Fransa'da İslâm bilim ve kültürü her tarafı kapladı. İspanyollar, kendi dilleri olan Romen dilini bir kenara bırakarak, bilim ve kültürdeki üstünlüğü dolayısıyla Arapçayı kendi dillerine tercih ettiler.
Buraya kadar olan kısımda belirtmeye çalıştığımız tercüme gayretleri sonucu, Harezrhî, Beyrûnî, İbn-i Sina, Ali bin Abbas, Câbir bin Hayyân, İbn-i Heysem ve diğer İslâm bilginleri tarafından hazırlanan eserler, önceleri İspanya'da yayılır. Bilahare de İspanya'nın yakınlığı dolayısıyla Fransa'da yaygınlaşır. Fransa'nın da Avrupa ülkelerinin merkezi durumda olması sonucu Avrupa'nın bütün ül¬kelerine 10. yüzyıl başlarından itibaren hızla yayılmıştır.

Bu yayılma faaliyeti (gayreti), hangi merkezlerde (şehirlerde) olmuştur?
Bu merkezlerin önde gelenleri olarak; Kurtuba, Toledo, Segavio, Venedik, Ferrare, Salerno, Padua, Numberg, Basel, Paris, Londra... gibi şehirleri belirtebiliriz.

İslâm bilginlerine ait eserlerin önce Latinceye, müteakip, yıllarda da günümüz Batı dillerine tercümeleri deyince, aklımıza Avrupa'nın ünlü mütercimleri gelir. Bu mütercimlerin önde gelenlerinden bazılarını şu şekilde gruplandırarak zikretmek uygun olacaktır

İspanyollardan; Sevilleli John (1),Dalmaçyalı Herman (2), Santallalı Hung (3), Abraham Bar Hiyve (4)... İtalyanlardan; Cremonalı Gerherd (5), Tvolili Palato (6), Pizalı “Antakyalı” Stephan (7), Venedikli James (8), Palermolu Eugene (9), Katanyalı Aristippus(10), Romalı Pascal(11), Willîam le Mire(12), Sarazin (13), Pizalı Burgundie (14) Padovalı Salioı (15) Leo Tuscus(16)... İngilizlerden; Bathlı Adhelard (17), Chesterli Robert(18), Yaşlı Peter(19), Roger Bacon (20), Alfred Sareshel (21), Pizalı Leonardo (22), Arnaldus Villanovanos (23), İskoçyalı Scot... gibi isimleri belirtebiliriz.

Tercüme konusunda yeterli bilgi verebilmek için, tercümesi yapılan eserleri her yüzyıl için ayrı ayrı belirtmek gerekir. Hatta bu iş yapılırken, tercümesi yapılan eser isimlerinin yanında, kimler tarafından tercüme edildiği, tercüme ve yayın tarihleri ile konularını da kısaca açıklamak icap eder.
Ancak, burada konu hakkında toplu (özet) bilgi verebilmek için, zamanın bilim dili olan Arapça ile edebiyat ve sanat dili olan Farsçadan Batı dillerine yapılan tercümeleri:
Arapça ve Farsçadan Latinceye
Arapça ve Farsçadan İbranlceye
Arapça ve Farsçadan Yunancaya
Arapça ve Farsçadan İspanyolcaya Arapça ve Farsçadan Portekizceye şeklinde gruplandırarak açıklamak uygun olacaktır. Bu açıklama gurubu içerisinde, ölü dillerden olan Sankstritce ve Pevleviceden yapılan tercümeleri de katmak icap eder. Daha sonraki yıllarda, günümüz Batı dillerine yapılan tercümeleri de zikretmek gerekir.

Meseleyi bu haliyle mütalaa ettiğimizde, sahifelerini sınırlı tuttuğumuz bu çalışma içerisine sığmaz. Bilim dallarının çeşitliliğini de dikkate alırsak bu çalışma birkaç cilt olur...

Burada okuyucuya toplu bilgi vermiş olmak için, konunun akışı içerisinde, bu merkezlerde tercümesi yapılan ve yayınlanan eser isimlerinin sınırlı bir sergilemesini yaptık. Gerekli durumlarda değişik bilim dalları ile ilgili örnekler belirttik.