Tarabya adının tarihi kaynaklara göre ilk şekli “FARMAKIA” idi. Farmakia, Rumca ilaç demektir. Efsanelere göre Cholchis Kralının kızı ve Jason’un karısı “Medea” Tarabya köyünün yakınlarındaki küçük ve şirin körfezde toprağa ayak basmış sihirli ilaçlarının ve şerbetlerinin bulunduğu sandığını burada açmıştır.

Başka bir efsaneye göre de “Medea” kıskanç,kötü ve büyücü bir kadındır. Kocası Jason’u zehirlemek için denize zehir atmış olduğundan dolayı bu koy zehir anlamına da gelen “Pharmakeus” olarak anılmaya başlamış. Ancak daha sonraları Bizanslı ortodoks Patrik Attikus’un buradaki havanın temizliği ve mevcut olan şifalı suları dolayısıyla bu köye şifa manasına gelen “Therapia” adını vermiştir. O yüzyıllardan itibaren köy, yerleşik olan Rumlar tarafından”Therapia” olarak adlandırılmış, Türkçe’ye de Tarabya olarak girmiştir…

Başka bir rivayet de bu köye balık yemek için gelen Sultan 2. Selim’in burada bir saray inşa ettirdiği ve adını eğlence manasına gelen “Tarabiye” olarak adlandırdığından söz edilir…



İtalya’da Mihitar Manastırı’nda rahiplik rütbesine kadar çıkan gözlemci ve tarihçi yazar İncicyan’ın 1794’de kaleme aldığı Boğaziçi Sayfiyeleri adlı kitabında Bizanslı kaynaklara da dayanarak yazdığı manzum eserinde Tarabya şu şekilde anlatılır :

Bir zamanlar Tarabya’nın

Linos denilen ucuna geldim

Bana derin bir acı vermekteydi

İçimi Dolduran kederim



Tepenin başı tam bir yumru

Koydan uzanan Tarabya ucu

Yeldeğirmeni, eski bir fener

Yön verir gelen gemiye



Bir mil uzanır bu koy kenarı

İskelesi güzel balıkları bol

Kuzey ucunda derindir deniz

Güneyde sığ ve kayalık



Şimdi burada yaşayanların

Büyük küçük hepsi Rumlar

Ve Metropolit’in oturma yeri

Terkos’tan geldi buraya…….

Manzumeden anlaşıldığına göre eski zamanlarda Tarabya körfezinin ucundaki tepede ,muhtemelen otelin bulunduğu kıyının tepesinde bir yel değirmeni ve eski bir fener mevcutmuş.

Başka bir kaynağa göre bu yapılar Kanuni Sultan Süleyman döneminde terk edilip harap oldukları halde köy halkı hala onların bir zamalar var olduklarından bahsetmektedir.Yine manzumede adı geçen Terkos yöresinde Türkler çoğalınca Metropolitlik binası da Tarabya’ya taşınmıştır. (Ayrıca konu başlığı olacaktır)

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ne göre 17.yüzyılda Kazak korsanlarının saldırısından sonra yakılıp yıkılan Tarabya Koyu’nun mevcudu 800 hane kadarmış. Ve bu köyün mahalle dağılımı bir Müslüman ve yedi Hristiyan mahallesi şeklindeymiş. Bağlık ve bahçelik olan bu köyün bir camisi mevcutmuş ve en büyük yalısı da Gümrük Emini Ali Ağa’nın yalısıymış..



18.Yüzyıl boyunca Tarabya gözde bir yazlık mesire yeri olmuş, bir çok yabancı elçilikler burada yazlık saraylar ve köşkler edinmişlerdir. Bunlardan bir çoğu padişahların özel hediye ve tahsisleri ile olmuştur. III. Selim devrinde (1789-1807) Fransa, İsviçre,Napoli elçilikleri, II. Mahmut döneminde, (1808-1839) Danimarka ve Romanya elçilikleri, Sultan II. Abdülhamid döneminde ise(1876-1909) İngiltere ve Almanya elçilikleri Tarabya’da yazlıklar edinmişlerdir.

19.Yüzyılda Sultan II.Mahmut Tarabya’da yazlık bir saray,Tarabya parkındaki dört yüzlü çeşme ve Bezm- i Alem Valide Sultan da Dereiçi Sokak’da bir çeşme yaptırmıştır.

1821 Yılında Mora’da isyan eden Yunanlıların meydana getirdiği hadiselerin sonunda İstanbul’un her yanında olduğu gibi Tarabya’da da karşı tepki olarak yapılan misillemelerden biri de 4 Haziran 1821 günü Tarabya’da oturan Terkos Rum Metropoliti Grigorios ile dört Rum’un Osmanlı Devleti aleyhine faaliyette oldukları ve isyancılara destek verdikleri gerekçesiyle evlerinin önünde idam edilmeleri idi..