Antik çağlarda savaş yazılı tarihin başlangıcından antik dönemin sonuna kadar geçen dönemdeki savaş tarzıdır. Avrupa'da Eski Çağ'ın sonu genellikle Roma İmparatorluğu'nun bölünmesiyle (476) eş tutulur. Çin'de de aynı şekilde beşinci yüzyılın sonu sayılabilir. Bu dönemde kuzeyden gelen ve gittikçe artan tehditlere karşı atlı savaşçıların önemi artmaya başlamıştır.


Tarih öncesi çağda savaş ile antik çağda savaşı birbirinden ayıran, teknolojiden ziyade örgütlenme farklılığıdır. İlk şehir-devletlerin ve imparatorlukların kurulmasıyla savaşlar önemli değişikliklere uğramıştır. Başta Mezopotamya olmak üzere yeteri kadar tarımsal artı ürün sağlandığından, tam zamanlı yönetici elitler ve asker sınıfı ortaya çıkmıştır. Askerî kuvvetlerin çoğunluğunu hâlâ çiftçiler oluştursa da, topluluk yılın bir bölümünde bunların tarlada çalışmaktan çok savaşmasını destekleyebiliyordu. Böylece ilk düzenli ordular ortaya çıkmıştır.

Bu yeni ordular devletlerin büyümelerine ve merkezîleşmelerine yardımcı olacak ve Mezopotamya'da ilk imparatorluk olan Sümer İmparatorluğu kurulacaktı. Antik çağdaki ilk ordular, tarih öncesi çağda avlanmak için geliştirilen yayları ve mızrakları silah olarak kullanmaya devam edecekti. Eski Mısır ve Çin'deki ilk ordular da aynı şekilde gelişerek yoğun piyade kuvvetlerini yay ve mızraklarla donatacaklardı.

Savaş Arabaları

Devletler büyüdükçe askerî hareketlerde hızın önemi de arttı, çünkü merkezî otorite isyanlar hızla bastırılmazsa dizginleri elinde tutamıyordu. Buna getirilen ilk çözüm MÖ 2000 yıllarında Orta Doğu'da kullanılmaya başlanan savaş arabalarıdır. Bunlar önceleri yaban eşekleri, öküzler ve eşekler tarafından çekiliyordu ve Orta Doğu'nun görece düz arazilerinde hızlı yol almayı sağlıyordu. Savaş arabaları nehirleri yüzerek geçecek kadar hafifti. Kuvvetli atların yetiştirilmesiyle savaş arabaları atlar tarafından çekilmeye başlandı. Atların hızı savaş arabalarını daha da etkin hale getirmiştir.

Savaş arabalarının hem ulaşımda hem de savaş alanındaki gücü, MÖ ikinci binyılda Antik Yakın Asya'daki halklar tarafından ana silah olarak kullanılmasını sağlamıştır. Tipik bir savaş arabasında iki kişi bulunurdu: Biri okçuluk yaparak düşman kuvvetlerine saldırır diğeri de arabayı sürerdi. Zamanla, beş savaşçıyı taşıyacak savaş arabaları geliştirildi. Bu araçların yeterince etkili olup olmadığı hâlâ tartışma konusudur. Çin'deyse savaş arabaları Shang hanedanı'nın ana silahı olmuş ve hanedanın büyük bir alana hâkim olmasına olanak sağlamıştır.

Savaş arabaları savaşlarda oynadıkları rol açısından günümüzün tanklarına benzetilse de, asıl katkıları, yaya okçulara taktik manevra sağlama yeteneğidir. Bu devirlerde generallerin savaş sırasında sevk ve idareyi elde tutabilmek ve ortak korunmayı sağlamak için seçtiği sık saflı piyade düzenine karşılık uzak mesafeden piyadelere ok yağdıran savaş arabaları bu birliklere karşı koyabiliyordu. Hızları nedeniyle piyade saldırılarından kaçmaları mümkün oluyordu. Öte yandan, oklardan gelen zararı azaltmak için dağınık düzene geçen piyade birlikleri ortak korunma avantajlarını kaybediyor ve savaş arabaları tarafından kolaylıkla ezilebiliyordu.

Taktik açıdan bakılırsa savaş arabalarının karşısına çıkan kuvvetler bir ikilem karşısında kalıyor, bu da savaş arabalarını ordular için elzem kılıyordu. Savaş arabaları bakım için özel zanaatkâr gerektiren karmaşık yapılı araçlardı. Bu da savaş arabalarını pahalı kılıyordu. Savaş arabaları, Homeros'un İlyada'sında görüleceği gibi bir topluluk içindeki bireyler tarafından sahip olunduğunda savaşçı sınıfının ve feodal sistemin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Kamu malı olduğu yerlerde ise, Yeni Mısır Krallığı gibi güçlü merkezî devletlerin kurulmasına olanak sağlıyordu.



Piyade

Savaş arabası çok yararlı olsa da Akdeniz'in kuzey kıyılarında yani Anadolu, Yunanistan ve İtalya'daki engebeli ve dağlık arazide çok etkili değildi. Bu nedenle Eski Yunanlılar daha çok piyade taktikleri kullanıyordu. Etrafa kapalı kalan Mısır'ın aksine Yunanistan dışarıdan gelen kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Dağlık arazi, birlik olasılığını azaltıyor ve dolayısıyla da şehir-devletler birbirleri ile sürekli çatışma halinde oluyorlardı. Bu yüksek baskılı ortamda piyade silah ve taktikleri hızla gelişti. Yaratılan falanks düzeni, birlikte hareket eden bir grup insandan oluşan bir duvarın tek başına hareket edenlerden daha etkili olduğunu göstermiştir. Eski Yunanlılar daha önce kullanılandan daha uzun mızraklar kullanıyor ve daha çok zırh kuşanıyorlardı. Pers Savaşlarında Perslerin çok sayıda piyadeyi kitlesel olarak kullanma ve dalgalar halinde taarruz etme taktikleriyle karşı karşıya kalan Eski Yunanlılar daha az olsalar da bu savaşlardan zaferle çıkmışlardır. Ama Romalılar, Eski Yunanlılara benzer Falanks taktikleri kullanan Makedonyalılarla karşılaşınca, Roma Lejyonerlerinin taktik esnekliği, Falankslara kanat açıklarından saldırıp yenmelerine olanak verdi. Falanks Eski Yunan savaşlarında hüküm sürdü ancak daha hareketli bir rakibi yenmek için yeterli esnekliğe sahip değildi.

Pers İmparatorluğunun hâkimiyetinde olan Orta Doğu'da savaş arabaları giderek önemini yitirmeye başladı. Bu arada evrimi süren atlar artık tepeden tırnağa silahlı bir adamı kolaylıkla taşıyabilecek kadar güçlenmişti. Böylece savaş arabalarındaki okçular, at üstündeki okçular ve mızrak taşıyan hafif süvarilerle yer değiştirmişti.

Bu gelişme, düzlüklerde yaşayanlara büyük bir dezavantaj getiriyordu. Yalnızca piyadelerden oluşan bir çatışmada tarımsal bölgelerdeki daha büyük insan gücü her zaman galip çıkabiliyordu. Savaş arabaları için gerekli olan altyapı ve eğitim ise yalnızca şehirlerde bulunuyordu. Yalnız gezen atlı savaşçılar kendilerini tarımsal alanlardan çok bozkırlarda evinde hissediyordu. Daha güçlü atlar ve eyer gibi donanımlar yayıldıkça, tarımın mümkün olmadığı ancak hayvancılıkla uğraşılan yerlerdeki göçebeler tarafından kısa sürede kullanılmaya başlandı. Bu göçebeler zamanlarının çoğunu at sırtında geçirdiklerinden savaş sırasında atları daha etkin kullanabiliyorlardı. Yüzyıllar boyunca, Avrupa, Orta Doğu, Çin ve Güney Asya'daki devletler Avrasya bozkırlarından gelen atlılar tarafından tehdit altında kalacaktı.



Süvari

MÖ 4. yüzyılda II. Philip ve oğlu Büyük İskender yönetimindeki Makedonyalılar atlı savaşçılarla kuvvetli Yunanlı piyade birliklerini başarıyla birleştirerek eşi görülmemiş güçte bir ordu yarattılar. Yunanistanı fetheden Büyük İskender dikkatini görkemli Pers İmparatorluğu'na çevirdi.

Bu sırada Persler savaş arabasından tamamen vazgeçmişlerdi ancak Büyük İskender'e karşı giriştikleri MÖ 331 yılındaki Gaugamela savaşında tek tük de olsa kullanılmıştı. Savaş arabası sadece imparatorun tören aracı olarak kullanılıyordu ve Pers ordusu piyade ve süvariden oluşan bir karma orduydu ve savaş filleri gibi egzotik birlikler de bulunuyordu. Yine Makedonların saldırı gücü karşısında bu ordu pek işe yaramadı ve arka arkaya yapılan üç savaşta da Persler bozguna uğradılar.

Bu sırada Çin'deki vadi imparatorlukları kuzeyde bulunan Moğolistan, Mançurya ve Orta Asya'daki Türkler ve diğer halklar tarafından gittikçe artan bir şekilde taciz ediliyorlardı. Krallıklarını korumak için insan gücü ve örgütlenme üstünlüklerini kullanan Çinli hükümdarlar süvari güçlerinin önünü kesmek için Büyük Çin Seddini inşa ettiler. Bu bile yeterli olmadığından Çin ordusuna süvari birliklerini de katmak zorunda kaldılar ve bu birlikleri de korunmak zorunda kaldıkları kuzeydeki halklardan oluşturdular.

Avrasya'nın büyük bölümünde süvari ve piyade karmasından oluşan ordular standart hale gelse de Avrupa ve Kuzey Afrika'da farklı bir savaş tarzı gelişiyordu. Akdeniz bölgesi atların bile kullanımını zorlaştıran dağlarla çevrilidir. Üstüne üstlük piyade deniz yoluyla daha kolay taşınabiliyordu. Dolayısıyla süvari gücünden aşağı kalmayacak bir piyade gücüne sahip olabilen topluluk bölgeyi yönetimi altına alabilecekti.

Bu kuvvet Roma şehrinde geliştirilecek ve Roma daha önce eşi görülmemiş şekilde Akdeniz bölgesinde yayılmaya başlayacaktı. Roma orduları teknolojik yeniliklere sahip değildi, ama yoğun örgütlenme ve eğitim sayesinde başarılı oluyordu. Roma orduları profesyonel askerî güç oldu. Hayatlarını bu yola adayan askerler disiplinleri, yetenekleri, müstahkem bölgeleri ve sayıları ile bölgedeki diğer tüm kuvvetleri yenebiliyordu. Piyadenin yavaş ilerleme hızını çözmek için önemli derecedeki kuvvetlerin hızlı hareket etmesini sağlayan yüksek kaliteli ve düzenli bakılan yollarla tüm imparatorluğu birbirine bağladılar. Süvari sadece izcilik ve destek kuvvetler olarak kullanılıyordu.

Romalıların başarısı imparatorluğun yaygın yapısına ve örgütlenmesine bağlıydı. Bu yapı sallanmaya başladığında ordu da yıkılmaya başladı. Bozkırlardan gelen atlılar olan Hunlar sürekli ilerliyordu. Atlar güçleniyor, yaylar daha ölümcül, sürüş ekipmanları daha etkili oluyordu. 4'ncü yüzyıldan itibaren ordudaki merkezî rolü ağır piyade değil, süvari birlikleri almaya başlamıştı. Destek kuvveti olarak piyade görev yapıyordu.

Deniz savaşları



Tarihte kaydedilmiş ilk deniz savaşı MÖ 1210 yılında geçmiştir. Hitit kralı II. Şuppililiuma Kıbrıs'tan gelen bir filoyu yenmiş ve tüm gemilerini yakmıştır.

İlk geniş çaplı deniz harekâtları Pers Savaşları sırasında görülmüştür. Yalnızca her iki taraftaki düzinelerce trireme'in birbiriyle mücadelesi değil aynı zamanda kara ve deniz harekâtları da bağlantılı olarak yapılmıştır. Antik çağlarda gemiler yalnızca sakin sularda ve ırmaklarda kullanılabiliyordu. Okyanuslar sınır ötesiydi. Donanmalar kara kuvvetlerine destek veriyor ve erzak taşımacılığı da yapıyordu. Kendi başlarına nadiren saldırıda bulunuyorlardı. Menzili sınırlı silahlar kullanıldığından deniz savaşları da aslında kara savaşları gibiydi ve çarpışmanın çoğu gemiye çıkan gruplar tarafından gerçekleştiriliyordu.

Pön savaşları ile birlikte açık denizlere de çıkılmaya başlandı. Roma o güne kadar daha çok İtalya yarımadası ile ilgilendiğinden deniz savaşlarına çok fazla eğilmemişti. Ticaret uygarlığı olan Kartaca ise geniş bir donanmaya sahipti. Romalılar Kartaca gemilerinin kalıntılarını inceleyerek etkili bir donanma kurmuşlardır. Düşman gemisine borda iskelesini yerleştirmek için corvus adlı bir alet de geliştiren Romalılar büyük avantaj sağladılar. Yakın döğüşte üstün olan Lejyonerler, kolaylıkla Kartaca gemilerine bordalayıp mürettebatı öldürebiliyordu.
Taktikler ve silahlar



Strateji

Antik çağda strateji kabaca iki noktada yoğunlaşır: savaşa devam etmenin teslim olmaktan daha çok kayba neden olacağına düşmanı inandırmak ve savaştan mümkün olan en büyük kazançla çıkmak.

Düşmanı teslim olmaya zorlamanın yolu genellikle savaş alanında ordusunu yenmekten geçiyordu. Düşman bir kere bozguna uğratıldıktan sonra, kuşatma tehdidi, sivil ölümler ve benzeri tehlikeler, çoğunlukla pazarlık masasına oturmayı sağlıyordu. Tabii ki bunu sağlamanın başka yolları da vardı. Düşman tarlalarını yakmak iki seçenek bırakıyordu: Ya teslim olmak ya da baskı altında savaşmak. Hasat sezonunun başlaması ya da paralı askerlere verecek para kalmaması nedeniyle düşmanın karşısına çıkmayı geciktirmek de aynı seçeneklere itiyordu. Bu savaş kurallarına uyulmadığında ortaya antik çağın istisna çatışmaları çıkmıştır. Spartalılar ve Atinalıların uzun yıllar süren Peloponnez Savaşı'nda neredeyse iflas etmelerine rağmen teslim olmayı kabul etmemesi böyle bir örnektir. Başka bir örnek de II. Pön Savaşları sırasında gerçekleşen Cannae savaşı'ndan sonra Romalıların teslim olmayı reddetmesidir.

Daha kişisel bir amaç da kâr etmekti. Gallilerin yağma kültüründe görüldüğü gibi bu kâr genellikle parasaldı. Başarılı komutanlar hükümette görev aldıkları için siyasî kârdan da söz edilebilir. Bu "stratejiler" genellikle savaşa katılan devletlerin sağlayacağı fayda ile çatıştığından günümüz anlayışı ile çelişir.

Taktik

Geçerli taktikler bazı kriterlere bağlı olarak değişiyordu:

1. Generalin emri altındaki kuvvetin büyüklüğü,
2. Karşı kuvvetin büyüklüğü,
3. Arazi koşulları,
4. Hava durumu.

Eğer general büyük bir güç avantajı olduğunu biliyorsa, sıklıkla piyadeleriyle düşmanın cephesine saldırır ve süvarisini kanatlarda tutardı. Bu manevra piyadenin gerisinde güven altında tutulan okçular ve kuşatma araçları tarafından düşman üstüne birkaç vole atıştan sonra yapılırdı. Bu atışlar düşmanı yumuşattıktan sonra piyade ilerler ve düşman hattına hücum ederdi. Piyade yakın dövüşe girip düşmanın dikkatini üzerine topladıktan sonra sağ-sol kanatlardan saldıran süvari düşmanı kuşatma altına alır ve geri çekilmek için bile olanak vermeden kırıp geçerdi.

Eğer generalin avantajı çok değilse düşmanı bozguna uğratmayı seçebilirdi. Bozguna uğrayan birlikler daha az örgütlü olduğundan öldürülmeleri daha kolay oluyordu. Bunu sağlamak için düşmanın zayıf birliklerine güçlü piyade birlikleri ile saldırılıyor, içlerinden çoğu katlediliyor ve bozguna uğraması sağlanıyordu. Bir birliğin bozguna uğradığını gören diğer birlikler paniğe kapılıp kaçmaya daha meyilli oluyordu. Daha büyük bir başarı ise düşman generalinin iradesini kırmak ve hatta onu öldürmekti. İradesi kırılan düşman generali ve fedaisi kaçmaya başlıyor, geride kalan birliklerine de onu izlemekten başka seçenek kalmıyordu. Bu taktik, domino etkisi başlatarak karşı kuvvetin tamamının savaş alanından kaçmasıyla sonuçlanıyordu. Düşman kuvvetinin tamamı bozguna uğratıldıktan sonra süvari kullanılarak kaçan kuvvetlerin çoğu yokediliyor ve düşman daha da zayıflatılıyordu.

Silahlar



Antik Çağ silahları arasında ok ve yay, mızrak ve cirit, kılıç, sopa, balta, topuz, gürz ve bıçak sayılabilir. Katapult ve koçbaşı kuşatmalar sırasında kullanılan araçlardı.

Kuşatmalar


Antik çağda Yakın Asya’da bulunan ilk şehir surları ve müstahkem yerler savunma için gerekliydi. Bu surlar toprak tuğla, taş, odun kullanılarak ya da yörede bulunma imkânlarına göre bunların karışımından yapılıyordu. Bilinen en erken kuşatma savaşları MÖ 3000 yıllarında Eski Mısır’ın hanedanlar öncesi dönemine rastlar. MÖ 24'üncü yüzyıla ait Eski Mısır mezar rölyeflerindeki tekerlekli merdivenler, resmedilmiş ilk kuşatma araçlarıdır. MÖ 9'uncu yüzyıldan 7'nci yüzyıla kadar olan Asur saray rölyefleri değişik Yakın Asya şehirlerinin kuşatmalarını resmeder. Basit koçbaşları bir önceki binyılda bulunmuş olsa da Asurlular kuşatma savaşlarını çok geliştirdiler. Kuşatma savaşında uygulanan en yaygın uygulama, kuşatmayı başlatmak ve içeride kalan düşmanın teslim olmasını beklemekti. Lojistik problemler nedeniyle az sayıda birlikle yapılan kuşatmalar dışındakiler nadiren sürdürülebiliyordu.