İran Şahı'nın Türkmen ordusu
ŞAH İsmail'in Safevi devleti, hem din anlayışı, hem askeri yapısı ile tam bir Türkmen aşiret devleti olarak kurulmuştur.
Parry'nin yazdıkları önemlidir:
"Şah İsmail'in kurduğu Safevi devletinin askeri gücü, öncelikle, uzun süre Anadolu'da yaşamış Türkmen aşiretlerinin savaşçılarına dayanıyordu. Bu savaşçılar İran'a geldiklerinde de aşiret kimliklerini korudular, aşiretlerinin reisleri Şah'ın eyalet valileri oldular; gençleri Şah'ın ordusunun esas kitlesini oluşturdular..."(1)
Tarihçi Arjomand, Anadolu'dan gelen bu heterodoks - Müslüman göçer aşiretlerini Şah İsmail'in "militan bir 'gazi' hareketine dönüştürdüğünü" belirtir. İsmail, kendisini Tanrı'nın tecelli ettiği ilahi bir kişilik gibi göstererek, kuvvetli mistik ve mehdici duygularını bildiğimiz bu saf göçer Türkmenleri müthiş etkilemiş ve dinamik, savaşkan bir 'gazi ordusu' haline getirmişti.(2)
Safevilerin Sünni Osmanlı, Özbek ve güneydeki Araplarla savaşması, mezhep farkının 'keskinleştirilmesi'ni gerektirmiş, İran milliyetçiliğine zemin hazırlamıştır.
Osmanlı ise aynı "gazi" dinamizmini Balkanlı Hıristiyan devletlere karşı seferber ediyordu. Osmanlı'da "merkez"de 'nizami ordu'nun ve yerleşik kurumların gelişmesi sürecinde Türkmen göçerlerin "kenar"da kaldığını, devlete yabancılaştığını görmüştük.
Buna karşılık, Safevi devletinde göçer Türkmenler sadece duygudaşları olan bir 'başbuğ'a kavuşmakla kalmıyorlar, itibar da görüyorlar, aşağılanma yerine mevki makam sahibi oluyorlardı.
Prof. Faruk Sümer'e göre, Ustaclu, Varsak, Rumlu, Tekeli, Şumlu, Kaçar, Afşar ve Kamanlı Türkmenleri Safevi süvari ordusunu oluşturuyordu. Hatta Türkmen beyleri Safevi devletinde 14 'hanlık' (üst komutanlık) ve 10 sancak beyliği (valilik) Şah tarafından Türkmen beylerine verilmişti.
Hatta İsmail'den sonraki bir saltanat krizinde, yeni Şah'ı Türkmen oymakları seçmişti.
"Emir ül umera" denilen başkumandanlık ile başka bir önemli askeri - siyasi makam olan "korucubaşılık" Türkmen beylerinin elindeydi.
Osmanlı'da ise ya Medrese'den ya Endurun okulundan geçmeden böyle makamların Türkmenlere verilmesi özellikle Fatih'in merkeziyetçi reformlarından sonra, istisnai hale gelmişti.

DÖNÜM NOKTASI: ÇALDIRAN

Çaldıran'da Şah'ın ordusu Türkmen aşiret süvarilerinden ibarettir; kılıç, mızrak, gürz, ok gibi 'ateşsiz' silahlar kullanmaktadırlar.
Osmanlı'da ise yeniçerilerden oluşan "ağır piyade tümeni" vardır, tüfek kullanan "hafif piyade tümeni" vardır, "topçu birlikleri" vardır. Askeri techizat, eğitim ve disiplinleri mükemmeldir. Yavuz ve komutanları savaş planı yapmışlardır. Şah İsmail ise, 'keşif' dahi yaptırmadan hücum emri vermiştir.(3)
Şah'ın Türkmenleri gerçekten kahramanca savaştılar. Osmanlı askerlerinde ise kahramanlığa ilaveten "teknoloji" ve rasyonel bir "sevk ve idare" de vardı.
David Morgan, Çaldıran'daki Osmanlı başarısını, "modern askeri teknolojinin, modası geçmiş bozkır savaşçılığı üzerine zaferi" olarak niteler.(4)
Göçerlikle yerleşiklik ya da kurumlaşma farkı! Göçer süvarilikle, nizami ordu farkı!
Safeviler artık göçer gelenekleriyle devam edilemeyeceğini görmüşlerdir.
Çaldıran savaşı, başka bir sonuç daha doğurdu:
"Şah İsmail'in kendi yenilmezliği hakkındaki inancını mahvetti... Venedikli tacirlerin o zamanki raporları, Kızılbaşların ölümsüz olduklarına inandıkları başkanlarına (Şah'a) körükörüne bağlandıklarına tanıklık etmektedir. Bu inanç Çaldıran'da büyük bir darbe yedi...
Kızılbaşlar... bu inançlarının zayıflamasıyla, eski kabile bağlılıklarına döndüler... Kabileler arasında iç savaş patladı..."(5)
Çünkü, kabile toplum yapısının kaçınılmaz eseri olarak:
"Aralarında kan davaları vardı, kabile düşmanlıklarından ve taht'ın etrafında üstünlük kavgalarından dolayı disiplinsizlikleri artıyordu; kısacası devletin geleceği bakımından ciddi bir tehdit haline gelmişlerdi."(6)
Prof. Sümer'in de belirttiği gibi, kabile asabiyyeti (bağnazlığı), Sünni olsun Alevi olsun, mezhep inançlarından da, Osmanlı'ya olsun, Safevi'ye olsun hanedan ve devlete sadakat duygusundan da daha güçlüdür.(7)
Büyük sosyolog İbni Haldun'un "kabile asabiyeti" (bağnazlığı) kavramı dikkate alınmadan, Orta Doğu ve Anadolu tarihi anlaşılamaz.

'NİZAMSIZ' ORDU

İran'da Türkmen aşiretlerinin hem Safevi devletiyle hem birbirleriyle kavgaya tutuştukları bu dönemde bazı Kızılbaş askerleri tekrar Osmanlı'ya katıldılar.(8)
Tekeli aşiretinin beyi Ulama (ya da Olama) Han, aşiret sosyolojisi bakımından tipik bir örnektir. Ulama Bey, bir Osmanlı sipahisi iken dirliği (toprağı) elinden alındığı için Anadolu'da ünlü Şahkulu isyanına katılmış, yiğitliği sebebiyle "Yavuz Oğlan" olarak ün yapmıştır.
Ulama, aşiretiyle birlikte İran'a gitmiş ve Şah İsmail tarafından Azerbaycan'a vali tayin edilmiştir. Şah Tahmasp zamanında isyan etmiş ve yenilerek tekrar Osmanlı'ya gelmiştir. İstanbul'da Kanuni Süleyman tarafından kabul edilmiş, Almanya seferine katılmış ve sonra "Ulama Paşa" olarak Bitlis valiliğine tayin edilmiştir. Buna kızan 'Bitlis Hakimi' (Valisi) Sünni Kürt Şeref Bey ise Safevilere katılmış, valiliği iade edilince Osmanlı'ya dönmüş, Ulama Paşa'ya da başka bir valilik verilmiştir.(9)
Alevi, Sünni farketmez, böyle akışkan, kaygan bir göçer ve aşiret yapısına dayanarak 'nizami ordu' kurulabilir mi, devlet yürütülebilir mi, kentli ve köylü olarak yerleşik medeniyete geçmiş bir toplum kurulabilir mi?

'NİZAMİ' ORDU

Göçer oymaklarını denetim altına almak ve güçlü bir merkezi devlet kurmak için, aşiret ve yöre bağlarından kopmuş, doğrudan hükümdarın şahsına bağlı, bugün için 'otarşik' bir 'nizami' ordu...
Bunun adı Roma imparatorluğunda "Pretoryen birlikleri" idi: 'Vilayetliler' demektir, yani uzak illerden 'devşirilmiş', tamamen imparatora bağlı 'nizami' askerler...
Selçuklularda bunun adı "gulam" idi ama fazla gelişmemişti.
Osmanlı'da bunun adı "devşirme", askeri birliğin adı ise "Yeniçeri" idi.
Osmanlılar gibi Türkmen - Oğuz boyundan gelen Şah'lar da aşiretlerden ayrı, böyle bir "merkezi" ve 'nizami' ordu kurmaya yöneldiler.
Özellikle de Şah Abbas, başta Hıristiyan kökenli Gürcülerden topladığı (devşirdiği) "sadık gulamlar"la böyle bir ordu kurdu. Farsça "gulam"ın Osmanlılardaki karşılığı "kul"dur.
Mezheplerine aldırmadan bütün Oğuz - Türkmen kültürüne büyük sevgiyle bakan değerli tarihçi Prof. Faruk Sümer'den dinleyelim:
"Şah Abbas, gayet haklı olarak herşeyden önce devletin dayandığı 'Kızılbaş Türk' unsurunu inzibat altına almanın bir zaruret olduğunu anlamıştı... Birçok oymakların (aşiretleri) eski yurtlarında kalabalık bir halde yaşamalarına son vererek onları İran içinde dağıttı..."
Osmanlı da ünlü "iskan siyaseti" ile, göçerleri Anadolu ve Balkanlara dağıtarak yerleşikliğe geçirmek için çok kararlı davranmış, bunun için tabii 'merkezi' ve 'nizami' gücünü kullanmıştı.(10)
Osmanlı'nın bu yerleşikliğe geçirme siyasetinin sosyolojik anlamda "uluslaşma" sürecimiz için kuvvetli bir zemin hazırladığını belirtmeliyim.
Prof. Sümer'in yazdıklarına devam edelim:
"Şah Abbas Kızılbaş emirlerinin bir daha gaile çıkarmalarını, itaatsizlik göstermelerini önlemek için bu tedbirler ile iktifa etmedi. Küçük yaştan saraya alınıp büyütülen Ermeni, Gürcü, Çerkes soyundan kabiliyetli köleleri yükseltti ve onların muktedir olanlarını en mühim mevkilere tayin etti. Hatta köleleri tedarik edip yetiştirmek için bir de teşkilat kurdu. Bu Yeniçeri Ocağı'nın daha küçük nisbette bir benzeri idi. Bu ocağın reisine kullar ağası deniliyordu."
Ve yine Osmanlı'da, Sünni olsun, Alevi olsun göçerlerin "kapı kulları"ndan nefret etmesi gibi:
"II. Abbas zamanında İran'ı ziyaret eden Avrupalı seyyah Chardin, Kızılbaşların kullardan nefret ettiklerini ve bununla ilgili olarak onlara 'Kara Oğlu' dediklerini yazmaktadır."(11)
Çünkü, "merkezileşme" ve 'nizami' kurumlar geliştikçe, Safevi - Türkmen devletinde de göçer Türkmenler "kenar"da kalıyordu!
Haftaya: Alevilikten Şiiliğe...


1) V.J. Parry, "Warfare", The Cambridge History of Islam, vol 2B, sf. 838.
2) Said Amir Arjomand, "Religion, Political Action and Legitimate Domination in Shi'te Iran", European Journal of Sociology, XX, 1991, sf. 79.
3) Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, II, sf. 214 - 215.
4) D. Morgan, Medieval Persia, London 1988, sf. 117.
5) Prof. R.M. Sanvory, "Safevi İranı", Ed. M. Holt, İslam Tarihi, I, İstanbul 1988, sf. 405 - 407.
6) V.J. Parry, aynı yer.
7) Bkz. F. Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü, TTK yay. Ankara 1992, sf. 57 vd., 134.
8) M. Hott, age, sf. 408.
9) Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, sf. 348 - 361; Sümer, age, sf. 32 - 33, 61 - 62.
10) Bkz. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretlerin İskanı, Eren yay. İstanbul 1987.
11) Sümer, age, sf. 147 - 148.


(Not: Bu yazı, Milliyet'in 'Gazete Pazar' ekinde yayınlanmıştır) Taha Akyol