"Bazı bilim adamlarına göre eski Chou’lar, aynı ailede her beş kuşakta bir döngüsel yeniden doğumların gerçekleştiğine inanıyorlardı. İnsan ruhu, bir göksel, parlak ve sıcak ruh olan şen diğeri de toprak merkezli, Karanlık ve soğuk olan kuei olmak üzere iki parçadan oluşmuştu. Şen bedenin üst, kuei ise alt kısmında bulunmaktaydı. Ölüm gerçekleştiğinde yeniden doğum beklentisindeki kuei ruh, kuzeye doğru (karanlık geleneksel ikametgâhı) yer altındaki “Sarı pınarlara” (sarı toprağın simgesel rengiydi) giderdi. Şen ruh, göksel özüne doğru süzülmeye çalışırdı. Bununla birlikte ruh, kendi özelliklerine bürünebilen cinler tarafından yok edilme tehlikesi içindeydi. Ölümün hemen ardından ağıt yakılan bir tören gerçekleştirilir ve ruh belirlenen bir ikametgâhta kalmak üzere geri çağrılırdı.

Ruh için ayrılan geçici ikametgâh, üzerinde ölünün özü olarak kabul edilen hayvanın amblemi bulunan bir bayraktı. Alplerin ve hakanların amblemi kotuz olduğundan, savaş arabasına çekilen kotuz kuyruklu bayrak alpe ya da hakana ait ruhun geçici ikametgâhı olarak kabul edilirdi. Daha sonra ruhun kesin ikametgâhı olarak bir tapınak ya da tapınak modeli ve bir dikilitaş dikilirdi. Hentze, tapınağın ya kimi kez tepesine bir baca bulunan silindir şeklinde kubbeli bir çadır ya da Çin köşkü biçiminde olduğu sonucuna varmıştır.” [1]

“Kök Türkler hakkındaki Çin rivayetlerinden anlaşıldığına göre ceset, kubbeli ve yuvarlak biçimli olan Türk çadırına yatırılıyordu. Takvimde uygun bir gün seçerek yuğ merasiminin iki safhası icra edilirdi. Kök Türk beylerinin mezar taşlarında yuğ tarihleri verildiğine göre, gün belirlenirken bazı astrolojik düşüncelerin varlığından da söz edilebilir. Esasen görüleceği gibi, mezar taşlarında astrolojik simgeler de bulunuyordu. Merasim için seçilen günde ceset, at üzerine bindirilip bazen çadır şeklinde bir köşk içinde, silahları ve madeni ayna gibi kıymetli eşyaları yakılıyor ve başka bir mevsimde küller gömülüyordu.

Türk kağanlarının mezar abideleri dağ şeklindeydi. Daha sonra Kök Türklerde ve Oğuz Türklerinde olduğu gibi ceset yakılmadan gömülüyorsa giyimli ve zırhlı olarak, silahları ve elinde bir kadeh içki bulunan ceset, atıyla mezara yerleştiriliyordu. Mezar abidesi olarak ölenin bir portresi ve hayatı sırasında giriştiği savaşlardan sahneler tasvir ediliyordu.

Ölen kimsenin hayattayken savaşta öldürdüğü kişilerin simgesi olan taşlar veya heykellere balbal deniyor ve bunlar da mezarın etrafına dikiliyordu. Balballar ve ölene kurban edilen hayvanlar, öbür dünyada hizmete tahsis edilmiş sayılıyordu. J. R. Hamilton ve E. Tryjarski tarafından yeni okunan geyikli bir Kök Türk mezar taşı yazısından anlaşıldığı üzere, kurban edilen hayvanların da tasviri yapılıyordu.

Ölenin, onun maiyetinin ve balballar ile kurbanlık hayvanların tasvirleri dikili taşa oyulmuş bir heykel veya kabartma olmaktaydı. Ölenin hayat safhalarını temsil eden levhalar da taşa naklediliyor veya az kabartmalı şekilde oyuluyor ya da kırmızı boyayla çiziliyordu. Bu eserlerin üslubu ilkel, fakat çarpıcı bir ifade biçimiyle kendini gösteriyordu. İnsan tasvirlerinin hiçbiri diğerine benzememek ile, kaynaklarda ölenin portresinin yapıldığı hakkındaki bilgi teyit edilmiş bulunmaktadır. Sin adı verilen bu mezar abidelerinin bazısında Türk sanatkârlarının adları da okunmuştur.” [2]

“Halen ölüme uçan ruhun shungkur, sungur şeklinde algılanmış olup olmadığını saptama olanağımız yok, ancak ‘öldü’ demek yerine shungkur boldi, ‘sungur haline geldi’ deyiminin İslam dinini kabul ettikten sonra bile Batı Türklerinde kullanıldığı görülmektedir.” [3]

“Ölümü izleyen dönemde bazen birdenbire ortaya çıkan, bazen önceden düzenlenen ağlayıp sızlamalar ile cenaze törenlerinde yer alan ritüele dayalı dövünmeleri birbirine karıştırmamak gerekir. Çinliler bu ayrımı gayet iyi yapmıştır, konuyla ilgili tanımlamaları klâsik niteliktedir:

‘Onlar, cenazenin içinde olduğu çadırın kapısı önüne gelir gelmez kanlarının gözyaşlarıyla birlikte aktığının görülmesi için yüzlerini bir bıçakla kesmektedirler.’ Jordanes bunun Hunlar tarafından da yapıldığını belirtmiştir. Diğer gözlemciler arasında İbn Faldan, ‘korkunç ve vahşi bir şekilde bağırıp ağlayan’ erkekler olduğunu açıklamaktadır. Aynı zamanda at yarışları düzenlenmekte, yani ölünün çevresinde düzensiz şekilde dönülmekte, ayrıca koyunlar ve atlar kurban edilerek ‘çadırın önüne serilmektedir’. Ölünün seyredilmesi için açıkta bırakıldığı süreyle ilgili olarak dikkat çeken yedi rakamına, çoğu kez yukarıda belirtilen değişik faaliyetler söz konusu olduğunda da rastlanmaktadır: yedi yara, yedi defa çevresinde dönüş…

Gömülme tarihi geldiğinde ceset, Herodotos tarafından belirtildiği ve Pazırık kazılarında da görüldüğü gibi, en azından İskitlerde ve ayrıca Moğollarda, mezarında kadar taşınmak için araba üzerine konmaktadır. Tukiulerde, Vuhuanlarda, Huan-Huanlarda ve diğer Türk kabilelerinde bunlara bir cenaze alayı eşlik etmektedir. Cenaze törenleri bir araya gelmek için büyük nedenlerin birini oluşturduğu için eskiden olduğu gibi günümüzde de halk toplanmakta ve bunun için uzak yerlerden gelinmektedir. Yabancı heyetler davet edilmektedir.” [4]

“Aksine bir kanıt bulunmadığı sürece tarihsel çağdaki Altay toplumlarının cenaze töreni geleneklerinin, Orta Asya’nın tarih öncesi (Paleo-Asya, Altay veya Hint-Avrupa) geleneklerinin bir devamı olduğunu söyleyebiliriz.” [5]

Sonuç olarak, Altaylıların cenaze törenleri için kullandıkları değişik yöntemleri aşağıdaki şemayla özetlemek mümkündür.

1.Ağaçlar üzerinde sergilenen ceset

2.Hayvanlara terk edilen ceset

3.Yakılan ceset

4.Mumyalama uygulanan ceset

5.Gömülen ceset

Bu beş durumda 2. ve 3. sıradaki işlemlerden sonra, hemen hemen her zaman bir gömme işlemi gerçekleştirilmektedir. [6]

“Çok sayıdaki metinden ölünün çadıra yerleştirildiğini öğrenmekteyiz. Kuşkusuz söz konusu olan çadır, ölenin hayattayken sahip olduğu çadır değildir. Bu çadır, genellikle cenaze törenleri için kullanılan ya da bu vesileyle kurulan özel bir yer, bir cenaze yeridir.” [7]

“Türklerin eski tarihlerden beri kefen kullandıkları kanıtlanmıştır.”[8]

“Genel olarak ölünün etlerle ve içeceklerle birlikte gömüldüğünü öne sürebilecek yeterli bilgimiz vardır.”[9]

“Özetle, öteki dünyada ihtiyacı olan her türlü nesneyi gömmekteler.”[10]

(1) Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu / Emel ESİN (sy.228-229)
(2) Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu / Emel ESİN (sy.252-253)
(3) Türklerin ve Moğolların Eski Dini / Jean-Paul Roux (sy. 268) ISBN 9758240706
(4) Türklerin ve Moğolların Eski Dini / Jean-Paul Roux (sy.281)
ISBN 9758240706
(5) Altay Türklerinde Ölüm / Jean-Paul Roux (sy.219)
(6) Altay Türklerinde Ölüm / Jean-Paul Roux (sy.236-237)
(7) Altay Türklerinde Ölüm / Jean-Paul Roux (sy.239-240)
(8) Altay Türklerinde Ölüm / Jean-Paul Roux (sy.241)
(9) Altay Türklerinde Ölüm / Jean-Paul Roux (sy.288)
(10) Altay Türklerinde Ölüm / Jean-Paul Roux (sy.293)

Konu ile ilgili iki üç kitaptan alıntı yapılmış, ikisi yabancıya ait biz ne zaman kendi tarihimizi yazabileceğiz acaba?