TARİHÇE / BELGELER

19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı topraklarında yaşanan savaşlar, toprak kayıpları, tarım alanındaki bölgesel dengesizlik gibi çeşitli faktörler Osmanlı toplumunun ekonomik, sosyal, etnik ve kültürel yapısında çok büyük değişikliklere yol açtı. Bu değişiklilerle aynı zamanlara rastlayan Güney ve Kuzey Amerika'da özellikle tarım ve endüstri alanlarında büyük gelişmelerin olması bu iki dünya arasında bir itme ve çekme kuvveti yaratmıs oldu. Sonuçta Güney Amerika'daki büyük tarım işletmelerine ve Kuzey Amerikadaki endüstri merkezlerine doğru dünyanın çeşitli ülkelerinden olduğu gibi Osmanlı topraklarından da bir göç başlamış oldu.

Özellikle 1870-1914 yılları arasındaki dönemde ekonomik ve sosyal yapıdaki problemler sonucunda Amerika topraklarına yaklaşık 1200000 insan Osmanlı topraklarından göç etti. Bu insanların da yaklaşık %15-20'si Müslüman ve Türklerdi.

Amerika kıtasına göç genelde Balkanlardan, Kafkaslardan, Akdeniz Adalarından ve Asya'daki Osmanlı topraklarından oldu. Türklerin en yoğun göçü ise özellikle Harput Vilayetinden ve diğer Anadolu'nun vilayetlerinden oldu.

Göç sırasında izlenen yollar ise; genellikle insanlar limanlara kadar araba,at, eşek ve yaya olarak ulaşmaya çalıştılar. Harput ve çevresi daha çok Samsun ve Trabzon limanlarına, Konya civarı Mersin Limanına, Ankara ve İç Anadolu ise İzmir limanı ve bu limanların dışında ise İstanbul limanını tercih ettiler. Bu limanlardan Yunanistan , İtalya, Fransa, Portekiz ve İngilere'deki limanlara oradan da Amerika'daki limanlara doğru bir yolculuk başladı. İlk gidenlerin hemen hemen tümü yoksul, tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanlardı ve çoğu kez çok zor koşullar altında Amerika'ya ulaştılar.

Amerika'ya giriş merkezleri ise NewYork, Boston ve gemilerin rotasına göre bunların dışındaki bir iki liman oldu. Ayrıca projenin başlangıç safhasında edinilen bilgilerden Amerika'ya yasal yollardan giremeyen pek çok göçmenin önce Kanada'ya oradan Niyagara bölgesi üzerinden Amerika Birleşik Devletine geçtikleri ortaya çıktı.

Amerika'da yeni bir yaşama başlayan göçmen-gurbetçiler çoğunlukla fiziksel güç isteyen zor işlerde; yoğun olarak Otomotiv Fabrikaları, Demir Çelik İşletmeleri, Deri, Ayakkabı Fabrikaları, Boya Sektörü, Tekstil Sektörü ve Demiryollarında çalıştılar.

Göç eden Türklerin bir kısmı hayatlarının sonuna kadar ABD'de kaldılar, bir kısmı ise tekrar Turkiye ye geri dondu.

19. yüzyılda Amerika’ya göç etmiş olanların oluşturdukları zengin bir göç literatürü vardır. Siyasi ve ekonomik nedenlerle Avrupa’dan, Rusya’dan, Uzak Doğu’dan ya da Güney Amerika’dan Kuzey Amerika’ya göç etmiş olan insanlar yaşadıklarını, umutlarını, hayallerini ve hayal kırıklıklarını, yeni dünyada bulduklarını ve bulamadıklarını, kendi kültürel özelliklerini ve karşılaştıkları yeni kültürün niteliklerini, kişisel anıları ve otobiyografileri ile anlamaya ve anlatmaya çalışmışlar. Çinli, Japon, İrlandalı, Meksikalı, Yahudi, İtalyan göçmen kadın ve erkeklerin tuttukları anılar ve yayınladıkları otobiyografiler kendilerini ve dünyayı anlamalarının bir aracı olmuş ve böylece hem kendi kültürel miraslarının yok olmasını önlemişler hem de üçüncü kültür olarak kabul edilen göç kültürü konusunda zengin bir kaynak bırakmışlar. Söz konusu belgeler yeniden yayınlanmakta, araştırma merkezlerinde inceleme alanı oluşturmakta ve bu araştırma ve yayınlar göçmen Amerikalıların, örneğin Yahudi Amerikalıların, Çinli Amerikalıların ya da Meksikalı Amerikalıların kültürel kimliklerinin can damarlarından birini sergilemektedir, üstelik yalnızca Amerika’da değil, geride bıraktıkları anavatanlarında da.

Kısaca bu insanların kendilerini tanımalarının ve başkaları tarafından tanınmalarının temel bir aracıdır bu kişisel belgeler. Ayrıca günümüzde iletişim aracı olarak giderek yaygınlaşan ve etkinleşen internet ortamında da Amerika’ya göç etmiş olanlar kültürel geçmişlerini ve bugünkü kültürel kimliklerini dünyanın her yerine ve herkese ulaştırabiliyorlar. Binlerce web sayfası bu konudaki gelişmeler ve yürütülmekte olan projeler hakkında bilgi veriyor bu insanları tanımamızı ve kültürlerini değerlendirmemizi sağlıyor.

Bu söylenenleri Amerika’ya göçen ilk Türkler bağlamına taşırsak ne ile karşılaşıyoruz? Amerika’ya göçmen işçi olarak gitmiş olan ilk Türklerden bize birinci elden ulaşan anı ya da otobiyografi olmayabilir ama ikinci ya da üçüncü kuşaktan bu yönde belgelerin geleceği beklenebilir.

Bu tür girişimlerden ilki bir Türk-Amerikalıdan, Frank Ahmed’ten geldi. Frank Ahmed 1900’lerin başında Elazığ, Sedeftepe’den (Migi) Amerika’ya göçmüş olan Yakub Ahmed’in oğlu ve 1993 yılında yayınlanan Turks in America: The Ottoman Turk’s Immigrant Experience (Amerika’da Türkler: Osmanlı Türk’ün Göç Deneyimi)1 başlıklı kitabın yazarıdır. Frank Ahmed kitabının önsözünde Amerika’ya göç eden ilk Türklere ilişkin belgeleri gün ışığına çıkarma girişiminde bulunduğu zaman Türk göçüne ilişkin ne denli az kaynak bulunduğunu gördüğünü ve bunu şaşırtıcı ve üzücü bulduğunu söylüyor. Amerika’ya Türk göçünden aşağı yukarı yüz yıl sonra gelen bu kitap tam da burada söz ettiğim bağlamda değerli bir belgedir çünkü bir Türk-Amerikalının kültürel deneyimini ve bakış açısını yansıtmakta ve Amerika’daki ilk Türklerin yaşadıklarını belgelerle göstererek kültürel mirasına sahip çıkmaktadır. Ayrıca Frank Ahmed kitabında söz ettiği birçok isim ve olay aracılığı ile başka hikayelere ulaştıracak bir köprü oluşturmaktadır.

Aslında, bu konuda çok daha önce Türkiye’de basılmış olan başka belge var. Hatırlanması ve gün ışığına çıkarılması gereken bu değerli kaynak 1925 (1341) yılında eski harflerle basılmış olan Doktor Fuad’ın Amerika’da Türkler ve Gördüklerim2 başlıklı kitabıdır. İlk dönem milletvekillerinden Doktor Fuad Amerika’da etkinliklerde bulunan sivil toplum kuruluşları, örneğin Türk Teavün Cemiyeti, tarafından davetli olarak ve Büyük Millet Meclisi tarafından görevlendirilerek temaslarda bulunmak üzere 1923 yılında Amerika’ya gidiyor ve Türkiye’ye dönüşünde gördüklerini ve izlenimlerini yazıyor. Bu kitap kültürel geçmişimize ilişkin önemli ipuçları sunuyor ve geçmişi bugüne bağlayacak ve bir bakıma efsaneler yaratacak öykülere temel hazırlıyor. Ayrıca Doktor Fuad da Frank Ahmed’in kitabında olduğu gibi, söz ettiği birçok isim aracılığı ile başka öykülere ulaştıracak bir yol da açıyor.

Fuad Bey kitabında Amerika’daki ilk Türklerin nerelerde çalıştıklarını, neler yaşadıklarını ayrıntıyla belgeliyor. Ayrıca, kitabının birçok bölümünde Amerika’daki Türk işçilerinin kurdukları Türk Teavün Cemiyetlerini ve gezdiği şehirlerde düzenledikleri toplantıları anlatıyor. Bu toplantılar esas olarak Kurtuluş Savaşı sırasında yetim kalan çocuklar yararına düzenlenmiş ve işçiler bir bayram sevinci yaşayarak ve birbirleri ile yarışarak ceplerinde ne varsa bağışlamışlar. Fuad Bey toplantıların nasıl şölene dönüştüğünü, işçilerin aidiyet duygularını nasıl gösterdiklerini ve şahit olduğu fedakarlıkları etkili bir dille, sanki bir efsane anlatır gibi kaleme almış.

Fuad Bey’in bu toplantılara ilişkin anlattıklarından örnekler o gün Amerika’daki Türklerin ruh halini canlandırmak açısından önemli. Bu nedenle düzenlenen toplantılardan iki örnek alıntılamak istiyorum. Ama bundan önce Fuad Bey’in anlatımıyla “bir iki saniyede keselerini boşaltan çok fedakar ve hamiyetli vatandaşların” (Fuad 1341: 84) nasıl para kazandıklarını hatırlamak gerekiyor. Fuad Bey bunu görmek için Detroit’te Ford fabrikalarında, Worcester’de tel fabrikalarında incelemeler yapmış. İşçiler fabrikaların demir-çelik ünitelerinde yüksek sıcaklıklarda ve zor koşullar altında çalışıyorlarmış. Tel fabrikalarında çalışma şartları son derece dikkat gerektiriyormuş ve tehlikeliymiş. Örneğin, tel öyle ince çekiliyormuş ki iyice yakına gitmeden gözle görmek mümkün değilmiş. Fuad Bey fabrika yetkililerine işçilere ilişkin sorular da sormuş ve çalışkan ve dürüst oldukları yanıtını almış, ayrıca en az şikayet eden ve en güç koşullara katlananlar Türk işçileriymiş.

Bunu hatırladıktan sonra Fuad Bey’in Kurtuluş Savaşı’nda yetim kalan çocuklar yararına düzenlenen toplantılara ilişkin anlattıklarından iki örnek vermek istiyorum. Birinci örnek New York Türk Teavün Cemiyeti toplantısından, burada Fuad Bey Türkiye’deki yetim çocuklara para yardımında bulunmak için Amerika’daki Türklerin nasıl coşkuyla bağışta bulunduklarını şöyle tasvir ediyor:

Parayı kabz için teşkil edilen heyet para almaya yetişemiyordu. Hamiyet ve mürüvvet o dereceye varmıştı ki, ceplerini boşaltmakla iktifa etmeyen bazı zevat harice çıkıyor, borç alıyor, getirip veriyor, sahnede görülmeye layık hamiyet numuneleri izhar ediyordu. Para verenlere yetimler namına teşekkür ediyor ve ellerini sıkıyordum. Bazıları o kadar coşkunluk gösteriyorlardı ki, “A canım, verdiğiniz yeter, kendinize de bir günlük olsun harçlık bırakınız” demek hissi hasıl oluyordu. İki saat zarfında iki yüz kişilik, ekserisi işçi halkın verdikleri para altı bin dolara yakın olmuştu. İzmirliler namına güzel bir altın kalem hediye eden Hamdi Bey’e teşekkür ederek kalemi yetimler menfaatine müzayedeye koymuştum. Kalem müzayedede 664 dolara çıkmıştı. Harputlu Hafız Mehmet Efendi kalemi tekrar hediye etti. Bir hatıra olarak saklamasını rica ettim (26).

İkinci örnek Worcester İslamiyye Cemiyeti toplantısından. Fuad Bey bu anısına Worcester’da “Ankara’lı misafirin” (78) nasıl hararetle karşılandığını anlatarak başlıyor ve bu toplantının ayrıntılarını kendi ağzından değil, New York’da yayınlanan Birlik gazetesinin 7 Mayıs 923 tarihli nüshasının başmakalesinden doğrudan alıntı yaparak aktarıyor. Böylece ulaşılması gereken bir belgeye de işaret etmiş oluyor. Makale yukarıdaki örnekte olduğu gibi toplantıda yaşanan coşkuyu tasvir ederek başlıyor:

Amerika Müslümanları Amerika toprağına ayak bastıkları günden beri ilk defa bu yabancı toprak üstünde bayram yapıyorlar. Senelerden beri hasret düştükleri vatanlarına karşı duydukları garipliği gözyaşları ve çılgın heyecanlar içinde gösteren bu halk hissi-samimiyetin tecessüm etmiş bir numunesidir (79).

Makalede bu girişten sonra Fuad Bey’in yaptığı konuşmaya ve ardından Sabiha Zekeriya Hanım’ın [Sabiha Sertel]3 Amerika Müslümanlarının vatana ve yetimlere karşı gösterdikleri fedakarlıkları öven konuşmasına değiniliyor. Makalede bu konuşmaların ardından Sabiha Sertel’in küçük kızı Sevim’in masumane bir lisanla okuduğu Yetimler Marşı alıntılanıyor ve Sevim’in okuduğu şiirin insanlar üzerindeki etkisi anlatılıyor. Makalenin son bölümünde “Heyecan ve Hamiyet Saatleri” başlığı altında toplantıda yetimler için nasıl yardım toplandığı Fuad Bey’in kendi anlatımında olduğu gibi destan tarzında şöyle tasvir ediliyor:

Kalpleri gibi keselerini de açan bu halkın gösterdiği hamiyet, verdikleri paranın miktarıyla ölçülemez. Hiç şüphesiz 170 kişinin altı saat içinde on yedi bin beş yüz dolar vermeleri hamiyet ve fedakarlığın en yüksek bir numunesini teşkil eder. Fakat bu vermekten ziyade verişin, nesi varsa, imkanı olsa canını koparıp vermek isteyen bu verişin kıymeti ne verdikleri para, ne yaptıkları alkışla ölçülür. Bunun en güzel mikyası içlerine sığamayan heyecanları ve kalplerinden dökülüp taşan gözyaşları idi.

Bin türlü müşkülat içinde alınlarının teriyle kazandıkları parayı sentine kadar veren bu halkın öyle fedakarlık ve alicenap numuneleri var ki saymakla tükenmez.

Yirmi seneden beri vatan topraklarından uzak düşen bir ihtiyar, Fuad Bey’i görünce ellerine sarıldı. Heyecanından ağlıyor, bütün vücudu titriyor, fakat duyduklarını ve heyecanlarını yalnız gözyaşları anlatıyordu.

Bütün Müslümanların hayatta aynı dakikada acı ve sevinci bu kadar kuvvetle yaşadıkları gün olmamıştır. Gözyaşıyla sevinç birbirine karışmış, onları sarhoş etmişti. Yüz dolardan bin üç yüz dolara kadar veren bu alicenap vatan çocukları duyduklarını paralarıyla, gözyaşlarıyla göstermekle iktifa etmiyor. Sevinçten çıldıran bu halk ayak üstünde verenleri alkışlıyor. Kimi bağırıyor, kimi gülüyor, kimi ağlıyordu. Ben hayatımda bu kadar kuvvetli bir heyecan ile sarhoş olan halkı ilk defa gördüm.

Bin dolar verenlere Fuad Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın kendi el yazısıyla imzaladığı resimlerini veriyordu. Resmi her alan kalbinden kopan samimi bir heyecan ile onu öpüyor ve sonra zaferini ilan için resmi arkadaşlarına çevirip gösteriyordu. (…)Altı saat bila-fasıla verdiler, verdiler, ceplerindeki son sente kadar ne varsa hepsini verdiler. Sonra başları dönmüş, gözleri kararmış, bu hamiyet ve fazilet kahramanlarını altı okka edip sırtlarında gezdiriyorlar, gülüyorlar, ağlıyorlar. Gurbette ilk defa bu vatan gününde bayram ediyorlardı. Yetim kardeşlerine yardım için kucaktan kucağa dolaşıp para toplayan küçük Sevim her doları getirdikçe daha fazla seviliyor, diğer taraftan Fuad Bey’e hediye ettikleri birçok eşyayı Fuad Bey’in arzusu üzerine müzayedeye koyanlar bağırıyorlardı. Bu müstesna günde herkes kendini vatana daha yakın, ulviyet ve fazilete daha yakın buluyordu. (…)Bu gurbet zedelerin ilk defa bütün kalpleriyle, hisleriyle, ruhlarıyla yaşadıkları bir vatan günüydü (81-83).

Makalenin sonunda “bu çok heyecanlı, çok mes’ud gün yetimlerimize 17bin 500 dolar bıraktı” (83) deniliyor ve iki resim ekleniyor. Resimlerin altında şu ibare var: “Worcester’da yetimlere bin dolar teberru eden Hafız Mehmet Efendi ve yetimlerimize 1300 dolar teberru ile birinciliği kazanan Elazizli Yasin Efendi” (83). Özetleyerek aktardığım yazıyı alıntıladıktan sonra Fuad Bey “bu tatlı, heyecanlı günün hatırası dimağımın bir köşesinde daima yaşayacaktır” diyor ve “Yetimlere yardım yapan fedakar zevatın ekserisinin” Worcester’daki fabrikalarda çalıştığını ekliyor, örneğin yardımda birinciliği kazanan Elazizli Yasin Efendi tel fabrikasındaymış (83).

Fuad Bey’in anılarının en önemli işlevi kültürel mirasımıza ilişkin hafızamızı tazelemesi, kim olduğumuzu anlamaya ve anlatmaya yarayacak önemli veriler sunması ve bunu tekil örneklerle somutlaştırmasıdır. Verdiği örnekler şartlar ne denli ağır olursa olsun, imkan elde ettikleri zaman, bu insanların nelere göğüs gerdiklerini ve neleri başardıklarını gösteriyor ve daha da önemlisi sosyal bilinçlerinin ve sorumluluk anlayışlarının ne denli gelişmiş olduğunu anımsatıyor.

Bugün kim olduğumuzu bilmek için Amerika’daki ilk Türklerden İzmirli Hamdi Beyi, Harputlu Hafız Mehmet Efendi’yi, Elazizli Yasin Efendiyi, İbrahim Mustafa Efendiyi, ve daha bir çok insanı hatırlamalı ve tanımalıyız. Bu insanların çocukları veya torunları vasıtasıyla hayat hikayelerine ilişkin verilere ulaşmalı ve elde edilenlerle hikayeleri yeniden kurgulamalıyız. Bu insanların o gün yaşadıklarının ve daha sonra neler yaptıklarının ikinci veya üçüncü kuşağa aktarılanlar aracılığı ile bilinmesi, bu konuda var olan yayınların yeniden gün ışığına çıkarılarak dolaşıma sokulması, başka yayınlar yapılması ya da özendirilmesi, belgesel çekilmesi, Web siteleri hazırlanması gerekir; bu tür yayınların bıraktığı etki ya da iz tarihi belgelere oranla daha kalıcıdır.

Yürütülmekte olan projenin başlıca amacı budur. Frank Ahmed ya da Doktor Fuad’ın anılarının tanıtılması ve dolaşıma sokulması, bunlar veya gelecek başka belgeler yoluyla ip uçlarının yakalanması, Türkiye’de ve Amerika’daki akrabalarla görüşmeler yapılması, hafızalarının bir köşesine yerleşmiş bir anektod, bir mektup, bir resim veya küçük bir anı kullanılarak parçaların birleştirilmeye, boşlukların doldurulmaya çalışılması ve böylece hayat hikayelerinin yeniden canlandırılması veya kurgulanması ve sonuçta toplumsal hafızayı oluşturacak işlevsel bilgi üretilmesi bu projenin etkinliklerinden bazıları olacak. Bugün bu toplantıda Amerika’daki ilk Türklerin akrabaları ile tanışmanın ve yazılmamış belgelere ulaşılma yollarının yüz yüze görüşerek aranmasının da amacı bu.

Bu proje böyle bir temelde sözlü tarih ve kültürel ya da toplumsal bellek oluşturma ve hayat hikayeleri kurgulama projesi. Yani Amerika’daki başka Amerikalı göçmenlerin, Çinli Amerikalıların, Yahudi Amerikalıların, ya da Meksikalı Amerikalıların çeşitli merkezlerde yürüttükleri ve web sayfaları ile tanıttıkları projelerin benzeri. Bu konuda fikir sahibi olmak için internette dolaşmak yetebilir. Kuşkusuz bu tür projeler interdisipliner olarak çalışacak bir ekip işidir, antropolog, sosyolog, sosyal psikolog, kültür incelemecisi, edebiyatçı, ve tarihçiden oluşan bir ekip. Daha da önemlisi parasal kaynak gerekir. Web sitelerinde bunun gibi projelerin sponsorlar tarafından desteklenerek yürütüldüğü de görülüyor. Sivil toplum kuruluşları veya özel şirketler parasal kaynak sağlıyorlar ve bunların hangi kuruluşlar oldukları belirtiliyor. Bu tür desteğin destekleyen kuruluşlar için ciddi bir tanıtım aracı olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok.

Bu projenin bir başka amacı da benzeri projelere ve Türkiye’de göç literatürünün gelişmesine yol açması. Aslında, bu konuda son yıllarda bireysel girişimlerin bulunduğuna değinmek gerekir. Örneğin, bu yıl iki kitap yayınlandı; Avrupa’da yaşayan Türk göçmenleri ele alan Nermin Abadan Unat’ın Bitmeyen Göç: Konuk İşçilikten Ulus-Ötesi Yurttaşlığa başlıklı incelemesi ve Gündüz Vassaf’ın Daha Sesimizi Duyurmadık: Avrupa’da Türk İşçi Çocukları4 başlıklı kitabı. Bu kitapların amacı göçün yarattığı üçüncü kültürü incelemektir ama böylece Avrupa’daki Türk göçmenlerin yaşadıkları kaydedilerek yarına kalacak bir belge oluşturuyor. Son yıllarda Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de de kültür araştırmaları alanının disiplinler-arası bir temelde gelişmesi sonucu göç literatürüne katkıda bulunacak başka göçler konusunda benzer projelerin ortaya çıkması ve bunların sayılarının artması beklenebilir.

Konuşmamda bu tür projelerin temel kaynaklarından birisinin anı ve hayat hikayeleri, ya da hayat hikayelerine ulaştıracak bireysel bilgi ve belgeler olduğunu gündeme getirmeye çalıştım. Kültür araştırmaları alanında bir kültürü incelemenin ve başkalarına tanıtmanın ve yarına bırakmanın en etkili yollarından birisinin bireysel hafızalara ulaşmak ve bunlardan işlevsel bilgi üretmek olduğu biliniyor. Bu tür yazılmamış bilgi ya da parça parça anılar küçük bir çocuğun ırmakta yüzmeye bıraktığı kağıttan bir kayık gibi suda süzülür ve uzun bir yolculuktan sonra evlatların ya da torunların hayatına ulaşarak zengin bir hazine sunar. Böyle bir yolculuk bireysel hafızadan toplumsal hafızaya giden yol olarak da tanımlanabilir. Bu projenin amaçlarından birisi de budur: bireysel hafızadan toplumsal hafızaya giden yolu açmak ve böylece kültürel geçmişimizi canlandırmak ve kültürümüze yeni bir gözle bakmak ve bunu başkalarının da görmesini sağlamak.

* Günseli Sönmez İşçi, Prof. Dr., Ege Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı, Amerika’ya Türk Göçü:1860-1921 projesi kadın araştırmaları koordinatör ve editörü.

** Bu bildiri söz konusu proje çerçevesinde 4 Ocak 2003 tarihinde İstanbul’da Yeditepe Üniversitesinde düzenlenen Amerika’da İlk Türkler Sempozyumunda sunulmuştur.