Yurdumuz üzerinde, başrolünü komşumuz Yunanistan’ın oynadığı oyunlardan yalnızca biridir Pontus. Bölgeye eski Yunanlıların verdiği ad olan ve deniz anlamına gelen pontus en geniş anlamıyla doğuda Kafkasya’dan bütün Karadeniz kıyıları boyunca Sinop ötesine kadar olan bölgedir; Pontus Karadeniz’in ilk adı değildir, Karadeniz’in ilk adı eski İran yada İskit dilinde olması muhtemel Koyu karanlık anlamına gelen “Ahşeana” dır.Buraya sömürmek ve ticaret için gelen Yunanlıların verdiği isim ise “Pontus Eukseinos” tur ve “Mutluluk Denizi” anlamına gelir ki buda hırçınlığı, bölge halkına yaşattığı acılarla adı daha evvel Koyu Karanlık –Ahşeana- olan “Karadeniz” sonradan gelen Yunanlıları mutlu etmiş demektir.

Pontus Krallığı ise Yunanlılıkla hiç ilgisi olmayan Persli “Mithridates” sülalesi tarafından M.Ö.298’de kurulmuştur, M.Ö.63’de ise Roma orduları tarafından yıkılmıştır. Pontus Yunanlıların “Megalo İdea” larına araç olarak kullandıkları gibi hiçbir zaman Yunanlı olmamıştır. Yeri gelmişken değinmekte fayda olan bir konuda Yunanlı ve Rum tabirlerinin farkıdır; Yunanlı bilindiği üzere kendilerinin “Hellen veya Helen” dedikleri diğer milletlerin “Grek” dediği halktır, ordularının askerleri bazı komutanları ve valileri dışında Küçük Asya’da bu tarihe kadar bir Yunan topluluğu yaşamamıştır. Bu ordular ve valiler ise her zaman bu coğrafyada ölü veya diri, fakat kaçarken bulunmuşlardır. Rum tabiri ise Yunan halkıyla hiç ilgisi olmayan ileride işleyeceğimiz, büyük çoğunluğunu Turanlı kavimlerin oluşturduğu topluluğa İranlı ve Arapların verdiği addır.

Bölgeye ilk yerleşim M.Ö.2500’de Turani kökenli Sümerlere son veren Turanlı Guttiler (Kut’lar) dir. M.Ö.1900-700 yılları arasında yine Turani bir kavim olan Kimmerler bütün Anadolu’yu da içine alacak şekilde hakim oldu (3), bunları kısa süre sonra başta İskitler, Hurriler,Avarlar olmak üzere küçüklü büyüklü birçok Asya orijinli kavim izledi. Kuman, Peçenek, Hazar, Çepni, Oğuz... gibi boyların gelmesi bunlardan çok sonralarıdır. Greklerin bölgeye gelmesi ise M.Ö.4.-3. yüzyıllardır, onlardan önce Persler Anadolu’ya akın etmişlerdir, M.Ö.546 yılında Lidyalıları yenerek Adalar Denizine kadar bütün Anadolu’yu hakimiyetleri altına almışlardır. Doğu Anadolu’da yaşayan “Hint-Avrupa dillerinden olmayan bir dil kullanan” (bu tabir ünlü ansiklopedi Larousse’un “sondan eklemeli bir dil kullanan yani Ural-Altay dil ailesinden olan, bunun sonucu Turanlı bir kavim olduğu anlaşılan” anlamı çıkmasın diye ezilip büzülerek yaptığı bir tabirdir.) Urartulara da 600’lü yıllarda Persler son vermiştir.

Fransız Akademisi üyesi Lebeau şöyle diyordu: Mitridat Pont ülkesine geldiğinde bu bölgede oturan halk üç bölümdü; birincisi İranlılar ki birtakım tapınak kahinleriyle soylu kişilerden ibaretti, ikincisi Yunanlılar ki kıyı illerinin şehirlerinde oturuyorlardı, üçüncüsü Turanlılar ki çok eskiden beri burayı vatanları yapmış olan, bölgenin asıl yerli ahalisiydiler. Romalıların M.Ö.63’te Pontus’u yıkmasından önce pontus’un bayrağı dahi o zamanlardan beri Turanlıların sembolü olan ay-yıldızlı bayraktı


Sonradan uydurulan Pontus bayrakları


Bölge halkı Roma hakimiyetine girmesinden sonra 300’lü yıllarda Hıristiyan olan Roma İmparatorluğunun ve daha sonra Doğu Roma’nın baskısıyla zorla Hıristiyanlaştırılmışlardır.


Pontus’un daha sonra kurulan ve Trabzon İmparatorluğu diye bilinen (1204 – 1461) devletle bir ilgisi yoktur. Bu devletin asli unsuru olan Rumlar ise (dinlerinden ve dillerinden ötürü rum diye adlandırılanlar ve pek az bir kısmı Grek olan topluluk) 1828 Türk-Rus savaşında 3 günlük Rus işgaline fazlasıyla sevinerek kimliklerini açıkladıkları için 2000’den fazla aile bölgeyi terk etmiştir daha önemlisi 1924 mübadelesi ki bunda daha sonra bölgenin Yunanlaşması için Rusya ve Yunanistan’dan “Kordos Komitesi” adlı bir Yunan örgütünün yardımıyla getirilen Yunanlılar ve eskiden kalan pek az Rum bölgeden ayrılmıştır. Bölgede mübadele sonrası Türk’ten gayrı ırki ve dini bir oluşum kalmamıştır.


Bölgenin Pontus’a dolayısıyla Yunan kültürüne bağlanmak istenen bazı kültürel özelliklerine gelince; bunlardan ilk akla geleni ve en çok kullanılanları müzik aletleridir ve kemençe ile tulum başta gelenlerdir, bu aletleri ele aldığımızda ise Türk Kültüründen ayırmak mümkün olmamaktadır. Orta Asya Türklerinde şaman baksıların kullandığı saza “kopuz” da denir. Kopuz bugünkü Türk bağlamasının atasıdır. İçi boş bir teknesi ve uzun bir sapı vardır. Tel yerine kıl kullanılır ve ilk dönemlerde mızrapla değil ”yay”la çalınırdı. Kopuzun Anadolu da aldığı bir şekilde bugün Türk halk müziğinin temel sazlarından biri olan “kabak kemanesi”dir (kemençe de denir) . Teknesi içi boş bir kabaktır ve iki karış sapı, burguları vardır. Tellidir ve yayla çalınır. Bugün Lazlara özgü bir saz olan kemençe de temel yapısı itibariyle bir “kemane”dir. Sapı kısadır, teknesi uzun ve ağaçtır, tellidir ve yayla çalınır.

Bağlama ,kabak kemanesi ile çalınan ezgiler makam denilen ses dizgileri itibariyle , aynı seslerden oluşur. Karadeniz ezgilerinin de bütün bölgelerde olduğu gibi “yerel” özellikleri vardır. Kısacası hem bağlamanın hem de kabak kemanesinin atası kopuzdur. Rosanyi’ nin Dünya Tarihinde Türklük adlı eserinde verdiği bilgiye göre KEMENÇE Kuman Türklerinde erkek ismi olarakta kullanılmıştır (6) Kumanların Lazları da içine alan bölgenin etnik oluşumunda etkin bir unsur oldukları da bilinen bir gerçektir.

Önemli birer Türk sazı olan ve yine Pontus’a mal edilen “tulum” ve “çifte düdükle” ilgili araştırmalar bu sazların bölgenin etnik oluşumunda etkin olan Avar Türklerinin enstrümanları olduğunu göstermektedir.

Çok önemli olan bu bulguları, L.Rosanyi, Macar Arkeolojisinde Hunlar, Avarlar, Macarlar adlı eserinde söyle değerlendirmektedir.

“ Bu eser muhaceret devrinden kalmış biricik musiki aletidir. Bu alet 1933 senesinde Szolnok vilayetinde –şimdiye kadar yalnız kısmen kazılmış- bir mezarlıkta çıkmıştı. Bir Avar erkek iskeleti el kemikleri arasında bulunmuş, turna kemiğinden yapılmış bir çift-kaval vardır, ses deliklerinin sistemli sıralanışı (2-5) delik ve kemik işlenmesinin ince ve muayyen olması çok yükselmiş bir tekniği gösteriyor. Bu alet kendi cinsinin en mükemmel tipindedir ve her halde uzun bir tekamülün mahsulüdür. Benzerleri Kafkas ve Türkistan’da ve bilhassa İtil civarındaki halklarda bu gün de bulunuyor. Bu alet hakkında Arkeologia Hungaria serisinde müstakil bir cilt çıkaran Barth Çin ve Garbi Avrupa arasındaki sahalarda bulunan her çift-kaval tiplerini tetkik ederken şu neticeye varmıştır: İtil civarındaki numunelerinin Avar Zummara tipinden daha çok inkişaf etmiş oluşu bu kavalların yayılma merkezinin de takriben Ural-Altay arasındaki saha olması fikrini kuvvetlendiriyor. Bu surette bu alet müzik Folkloru’nun güzel bir tabakası gibi Ural-Altaylıların, yahut Pretürklerin en eski müşterek medeniyet mahsullerinden biridir.”

“Anadolu’nun bilhassa Trabzon ile Artvin vilayetleri çevresinde halen yaşayan ve halk arasında Tulum ismiyle anılan bu çalgı bile, çok eski bir Türk icadıdır. Ve bu Türk çalgısının icat tarihi milattan önceki yüzyıllara dahi uzanır. Buna en yakın canlı misal ise, Anadolu’daki tulum çalgılarında görülen çift-düdük şeklinin aynısına, 1933 yılında Macaristan’ın Szolnok vilayetinde Avar Türklerine ait olduğu tespit edilen bir mezarda meydana çıkarılmış olmasıdır.


Szolnok’ta Avar mezarında bulunan Çift-düdük

Szolnok Avar mezarının genel görünümü