1. #11
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    KANAL HAREKATI (*)

    Doğu'da Sarıkamış Harekatı'nın yapılması planlanırken, Suriye'de 4. Ordu kurulmuş ve Bahriye Nazırlığı üzerinde kalmak üzere Cemal Paşa, bu ordunun komutanlığına getirilmişti. Kafkasya'da Enver Paşa Turan için saldırırken, Cemal Paşa " İslam " için Mısır'daki İngiliz birliklerine saldıracaktı. Mısır, Süveyş Kanalı dolayısıyla İngiltere'nin Hindistan, Avustralya, Yeni Zelanda ile ulaşımını sağlaması açısından çok önemli bir yerdi. Bu nedenle İngilizler, daha savaş öncesi burada 100.000 kişilik bir ordu bulunduruyordu.

    Cemal Paşa, Kanal saldırısını Almanlarla birlikte planladı. 15 Eylül 1914'te İstanbul'da yapılan bir toplantıda Liman von Sanders, Cemal Paşa'nın düşüncesine karşı çıkmıştı. Oysa Almanya, İngiltere'yi Orta Doğu'da uğraştırmak, Suriye, Irak ve Mısır'da savaştırmak için Osmanlı Devleti ordusunun Süveyş Kanalı'na saldırmasını istiyordu.Bu nedenle Alman Genelkurmayı, Liman von Sanders'e doğrudan emir vererek " Genel çıkarlar açısından,Mısır'a karşı girişilecek harekat çok önemlidir. Ekselansınız, Osmanlı Devleti tarafından teklif edilen harekata karşı olmayarak bu görüşe uymalısınız." diyordu. Kasım 1914'te kurulan 4. Ordu Komutanlığı'na getirilen Cemal Paşa, 16.000 kişilik ve hafif silahlarla donatılmış bir ordu ile yedi günlük bir yürüyüşle Sina Çölü'nü geçerek, Süveyş Kanalı'nın doğu yakasına yaklaştı. İngilizler böyle bir şeyi beklemiyordu. 2/3 Şubat gecesi Osmanlı Devleti ordusu saldırıya geçti. Fakat İngilizlerin yoğun ateşi karşısında Osmanlı ordusundaki Arap askerleri paniğe kapıldılar. Kanala ulaşan iki Türk bölüğü ise imha edildi ve 3 Şubat gecesi orduya geri çekilme emri verildi. Kafkas cephesindeki hayalden sonra, Mısır'ı fethetme hayali de sona eriyordu. Ancak İngilizler de karşı saldırıya geçmediler ve beklediler. Çanakkale Savaşı'nın araya girmesi nedeniyle Kanal saldırısı ertelendi. Fakat Çanakkale Savaşı sona erdikten sonra ikinci kez Kanal Harekatı denendiyse de birincisi gibi başarısızlıkla sonuçlandı.

    * Ergün AYBARS,Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Ün. Basımevi, İzmir, 1986, s. 72
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  2. #12
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    ERMENİ SORUNU VE TEHCİR

    Ermeni Sorunu, Osmanlı Devleti'nin çöküş ve parçalanma döneminde, bütün Hıristiyan azınlıkların ayaklanmalarında olduğu gibi bir iç olay olarak başlamış, Avrupa'nın olaya karışmasıyla dış sorun durumuna gelmiştir. Bu olayda da diğer olaylarda olduğu gibi Rusya, İngiltere ve Fransa'nın etkilerini görmekteyiz. Bu nedenle üç devletin Osmanlı Devleti üzerindeki çıkarlarını görmek gerekir.

    18. yy. da Avusturya ile birlikte Osmanlı Devleti'nin topraklarını paylaşmak isteyen Rusya, 19. yy.ın başından itibaren bu amacına tek başına ulaşmak istedi. Rusya, Balkanlar'da başlayan, Karadeniz, Kafkasya, Kuzey İran ve Afganistan'dan geçen bir çizginin güneyine inmek istiyordu. Bu çizgide Rusya'yı durduran en büyük güç İngiltere idi. Bu çizginin en önemli bölümünde ise, Osmanlı Devleti bulunmaktaydı. Rusya Karadeniz'in batısından Balkanlar üzerinden ilerleyerek Boğazları, Karadeniz'in doğusundan ilerleyerek de Doğu Anadolu üzerinden İskenderun ve Basra Körfezleri'ni ele geçirmek istiyordu. Fakat karşısında daima İngiltere ve Fransa'yı buldu. Bu nedenle Balkanlar'da yaşayan Hıristiyanları Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtıp onları kendi nüfusu altına alma yoluna gitti. Aynı yöntemi Doğu Anadolu'da yaşayan "Ermeni"ler üzerinde kullandı.

    Fransız Devrimi'nin ulusal bağımsızlık fikirleri Osmanlı Devleti'nin önce Hıristiyan azınlıkları üzerinde etkili oldu. Balkanlar'da yaşayan Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar, Romenler ve diğerleri Osmanlı Devleti'ne karşı değişik zamanlarda ayaklandılar. Hıristiyan azınlıkların her ayaklanmasında, Avrupa kamuoyu ve büyük devletler hemen onları korudular. Rusya ise bundan yararlanıp Osmanlı Devleti'ne saldırdı, bunun en açık örneği ise Yunan İsyanı'nda görülmektedir. Avrupa Restorasyon döneminde ulusal bağımsızlıkları engelleme kararı almış iken ve Rusya bunun öncülüğünü yaparken, Yunan Ayaklanması'nda bu kararlarını çiğnediler. Hıristiyan Yunanlılar'ın Müslüman Türkler tarafından katledildiği propagandası ile olaya müdahale ettiler. 1827'de Navarin'de İngiliz, Fransız, Rus donanmaları, Osmanlı Devleti donanmasını yaktı. Rusya Osmanlı Devleti'ne savaş açtı ve Osmanlı Devleti yenildi. 1829 Edirne Antlaşması ile de Yunanlılar bağımsızlıklarını kazandılar. Aynı şekilde Sırp, Bulgar, Romen diğer Hıristiyan azınlıklar bağımsızlıklarını hep Avrupa'nın müdahalesi sayesinde kazandılar. Özellikle din faktörü, Türklere karşı bütün batılı Hıristiyan devletlerin kullandığı bir silahtı. Bu silahı Osmanlı Devleti'nde yaşayan bütün Hıristiyan azınlıklar, bağımsızlıkları için kullanırken büyük devletler de kendi çıkarlarına uygun olarak Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmak için kullandılar. Bundan en son yararlananlar ise Ermeniler oldular. Gerek Avrupa kamuoyu, gerekse devlet adamları, İslamiyet, özellikle Müslüman Türkler söz konusu olunca kendilerini din taraftarlığından kurtaramamışlardır. Avrupa'nın Türk tehlikesi altında kaldığı zamanın "Haçlı" düşünce ve geleneği ile davranan Avrupalılar Osmanlı Devleti'ndeki Hıristiyanlar söz konusu olunca, dini politikayı hep kullandılar. Öyle ki, Rusya'da halk sefalet içinde yaşarken ve köylü toprağın kölesi iken, Osmanlı Devleti'nin en rahat halkı Rumlardı. Akdeniz ve Karadeniz ticaretini ellerinde bulunduran Rumlar, bu sayede önemli ölçüde servet sahibi olmuşlardı. Fakat Rusya buna rağmen Rumların Osmanlı Devleti'nde ezildiğini ileri sürerek Ortodoks koruyuculuğu yapıyor ve Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışıyordu. Diğer yandan da, Hıristiyan Polonya'nın Rus egemenliği altında bulunuşuna ise tüm Avrupa sessiz kalıyordu. İrlanda'da ise İngiliz baskısı çok şiddetli bir şekilde sürüyordu. Bütün bunlara rağmen, Osmanlı Devleti'nde yaşayan Hıristiyanlar için Avrupa'nın müdahalesi ancak politik çıkarlarla açıklanabilir. 1798'den 1878'e kadar Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü koruyan İngiltere, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra bu politikasını değiştirdi. Osmanlı Devleti'nin Rusya'yı durduramayacağını düşünerek, Ege Denizi çevresinde İngiltere'nin himayesinde büyük bir Yunanistan ve Doğu Anadolu'da bu savaş sırasında ortaya çıkan ve Rusya tarafından savaş sırasında kışkırtılan Ermeni konusundan yararlanıp, yine kendi himayesinde bir Ermenistan kurulmasını desteklemeye başladı. Doğu Akdeniz'de güvenlik sağlamak bahanesiyle de Kıbrıs Adası'nı 99 yıl için zorla kiraladı. Böylece iki büyük devletin çıkarları açısından Hıristiyan Ermeni konusu önce dış sorun olarak başlatılıyor ve bundan yararlanan Ermeni örgütleri tarafından da bir iç sorun haline getiriliyordu. Hıristiyanlar konusundaki olayları iyi bilen Ermeniler, bu amaçla din faktörünü propaganda silahı olarak kullandılar. Bu tarihten sonra silahlı örgütlenmeye ve saldırıya başladılar.

    Ermeniler kendilerini "Hayk" ülkelerini "Hayastan" olarak isimlendirirler. "Ermeni" ve "Ermenistan" kelimelerinin nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle beraber bir coğrafi ad olarak bilinmektedir. Ermeni egemenliği Doğu Anadolu'da Bizans İmparatorluğu tarafından, en son yaşayan Kilikya Ermeni Krallığı ise 13. yy.da Memluk Devleti tarafından ortadan kaldırılmıştı. 1071'den itibaren Anadolu'ya giren Türkler burada Bizans egemenliğine son vererek, Asya'dan gelen Türk göçmenleri ile Anadolu'yu bir Türk ülkesi haline getirdiler. Öyle ki batı kaynakları daha 12. ve 13. yy.dan itibaren buralara Türkiye ve burada kurulan Selçuklu ve Osmanlı Devleti'ne de Türk Devleti demekteydiler. Osmanlı Devleti Doğu Anadolu'yu ele geçirdiğinde ise bir Ermeni Devleti söz konusu değildi. Van, Bitlis, Diyarbakır, Sivas ve Toroslar'ın güneyi Ermenilerin en yoğun olduğu yerlerdi. Fakat buralarda bile hiçbir zaman Türklerden çok değillerdi. En yoğun oldukları yerlerde bile ancak nüfusun % 39'nu oluşturuyorlardı. Fatih Sultan Mehmet zamanında İstanbul'da bir Ermeni Patrikliği kurulmuş ve kendi cemaatleri iç yönetiminde serbest bırakılmışlardı. "Osmanlı Devleti tarihinde dinsel nefretten kaynaklanan katliam ve dini taassup Avrupa'nın 13. yy.a kadarki tarihine kıyasla çok azdır.Haçlılar Filistin'de Müslüman esirleri keserken, İspanya'da Engizisyon'un dehşeti had safhada iken, Kromvel'in askeri İrlandalı Katolikleri katlederken, Fransa Kralı'nın emri ile Fransa'da Protestanların kökü kazınırken, bütün Avrupa ülkelerinde Museviler hesapsız zulüm ve vahşete tabi tutulurken, Küçük Asya'da (Anadolu'da) Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerin yan yana tam bir dostluk içinde yaşadıklarını... " (Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, 1983) belirtirsek Türklerin dini hoşgörüsü anlaşılır. Bu dini hoşgörünün Osmanlı Devleti'nin ve Türklerin aleyhine işlediği gerçektir. Bu dini hoşgörü sayesinde cemaatler halinde ulusal varlıklarını koruyabilmiş ve kiliseleri çevresinde örgütlenmiş olan Hıristiyan azınlıklar büyük sorun oldular. Gerek Ortodoks Rumlara, gerekse Gregoryan Ermenilere, devlet içinde devlet denecek ölçüde sayılacak dini ayrıcalıktan başka, kültürel ve hukuki haklar tanınmış olması, Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde çeşitli devletlerin iç işlerine karışma aracı oldu.
    Ermeni Kilisesi'nin Ermeni cemaati üzerindeki geniş hakları, Ermeni milliyetçiliğinin de kaynağı oldu. Ermeni Kilisesi cemaat içi suçları cezalandırma yetkisine sahip olduğu gibi, Kilise'nin otoritesini kaybeden bir Ermeni bütün haklarını yitiriyor, hiç kimse kendisiyle görüşmüyor, kimse kendisine mal satmıyor, evlenmiyor, vaftiz edilmiyor ve hatta ölüsü gömülmüyordu. Kilise'nin Ermeniler üzerindeki bu otoritesi Ermeni örgütlenmesinde en önemli rolü oynadı. 19. yy.da Osmanlı Devleti'ne gelen misyonerler, Müslümanlar üzerinde etkili olamayınca Ermenilerle daha çok ilgilendiler. Ermenilerin durumunu kendi ülkelerine abartarak anlattılar. Hıristiyan Avrupalılar daha 1829 yılından itibaren Ermenilerle ilgilenmeye başladı. Bu tarihte biten Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Doğu Anadolu'ya giren Ruslar Ermenileri kullandılar. Ermeniler de Ruslar sayesinde bağımsızlık kazanacaklarını, Çar'ın aynı zamanda " Polonya Kralı" olduğu gibi "Ermenistan Kralı" unvanını da alacağını ümit ediyorlardı. Oysa Kafkasya'yı ele geçiren Rusya, Kafkasya'daki diğer toplumların bağımsızlık duygularını kamçılayacak bir şekilde bir Ermenistan Devleti'nin kurulmasını kendi çıkarlarına aykırı buluyordu. Nitekim buradaki 500 Ermeni Okulu kapatıldı ve 20.000 öğrenci sokağa atıldı. Baskı ve kırbaç ile Ermeniler Rusça'yı öğrenmeye zorlandılar. Ermeni kilisesi, Ermeni hareketinin örgütleyicisi oldu. Rumlardan farklı olarak, Müslüman olmayan uyruklar arasında devlete en bağlı olan Ermenilerin örgütlenmesini ve isyan hazırlılarını sürdüren kilise propaganda silahını ustalıkla kullandı. Yayın yoluyla ve özellikle Anadolu'daki misyonerler aracılığı ile Doğu Anadolu'daki Hıristiyan Ermenilerin büyük sıkıntı ve baskı altında yaşadığı propagandası yapıldı. Kötü idare ve sıkıntılar, bütün Müslüman halk için de söz konusu olmasına rağmen, Hıristiyan-Müslüman düşmanlığı işlenerek tek yönlü gösterildi. 1869'da Patrik olan Hrimyan doğu illerinin durumunu Patrikhane milli meclisinin gündemine getirdi. Bütün Piskoposlardan kendi bölgelerindeki şikayet konularını bildirmelerini istedi. 1875'te Hersek İsyanı çıkınca, kilise bundan yararlanarak doğu illeri için bir Ermeni muhtariyeti elde edebileceğini umdu. 1876'da bütün büyük devletlere bir muhtıra yollanarak Ermeni davası anlatıldı. Eçmiyazin Katolikosluğu da Çar nezninde konuyu destekledi. Patrikhane İstanbul'daki büyük elçileri dolaşarak ilgilerini çekmeye çalışıyordu. Aynı tarihte 23 Aralık 1876'da Osmanlı Devleti'nde I. Meşrutiyet ilan edildi. Meclis-i Mebusan'da bütün azınlıklar temsil edildiler. Halep Mebusu Manok efendi meclis kürsüsünde, Ermeni ve Hıristiyanların dış korumaya gereksinimleri olmadığını belirtti. Ve bundan kilise memnun olmadı. Umutlarını 1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus savaşına bağlayan Ermeniler, Rusların yönetimi altına da girmek istemiyorlardı. Fakat Plevne'nin tesliminden sonra, ancak Ruslar sayesinde bir şeyler elde edebileceklerini zannettiler. Ocak 1878'de Ermeniler Edirne'de yapılan ateşkes görüşmelerinde Rus Çar'ından yardım istemeye karar verdiler ve Rus himayesini istediler. Edirne'de Grandük Nicola ve kont İgnatiyef'e başvurdular. İgnatiyef bu durumdan yararlanarak onları ayaklanmaya kışkırttı. Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesinde Ermeniler için ıslahat yapılması hükmü yer aldı, fakat Rusya'daki Ermenilere örnek olabileceği endişesiyle Rusya, Ermenilere muhtariyet verilmesini kabul etmedi. Berlin Antlaşması'nda ise Ermeniler hakkındaki hükümler Osmanlı Devleti'nin lehine yumuşatıldı ve Rusya ıslahat ile ilgili baskısını kaldırdı. Çok uğraşmış olmalarına rağmen Ermeniler Berlin'de muhtariyet elde edemediler. Ermeni Patriği, Berlin kongresi öncesi İngiltere elçisine, Avrupa devletlerinin ilgisini çekmek için isyan etmek gerekli ise bunun zor olmadığını söyleyerek, başvuracakları yöntemi daha o tarihte belirtti. Ermeniler Berlin'den eli boş dönünce, silahlı ayaklanma olmadan istediklerini elde edemeyeceklerini gördüler ve bundan sonra silahlı ayaklanmalara ve gizli siyasal örgütlenmelere başladılar. Bu tedhişçi örgütlerin en önemlileri
    "İhtilalci Hınçak Partisi" ile "Ermeni İhtilalci Taşnaksutyun Partisi" daha önce Paris'te başlayan çalışmaların sonunda fiilen 1887'de Cenevre'de kuruldu. Türkiye Ermenistan'ın politik ve ulusal bağımsızlığını sağlamak için, yöntem olarak propaganda, tahrik, tedhiş yollarına başvurmayı ve işçi-köylü teşkilatlanmasını kullanmak istemeyen Marksist bir kuruluştu. İhtilal için seçtikleri en uygun zaman, Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesiydi. Hınçak programı hem milliyetçi, hem de komünist idi. İhtilali ekonomik istismara karşı sınıf mücadelesine dayandırıp, milliyetçi bir devlet kurmak istiyordu. Osmanlı Devleti'ndeki bütün Ermeni ayaklanmalarının hazırlanmasında bu partinin büyük rolü oldu. Ermeni Dili'nde Federasyon (Birlik) anlamına gelen Taşnaksutyun veya kısaca Taşnak Partisi, özellikle Rusya'daki Ermeniler tarafından Kafkasya'da kuruldu. 1890'larda ortaya çıkan bu örgüt 1846'lardan beri kurulmaya çalışılıyordu. Tüm Ermeni örgütlerini bir araya getirmeye çalışan bu örgüte bir ara Hınçak Partisi de katılmış, fakat 1891'de Taşnakların yönetimi yumuşak bulduklarından, fakat esasta komünist olduklarından birlikten ayrıldılar. Taşnak Partisi de tedhiş ve ihtilal yöntemini seçmişti. Çeteler kurmak, halkı silahlandırmak, öldürme olaylarını araç olarak kullanacakları programlarında açık olarak yer almaktaydı. Özellikle Hınçaklar, amaçları uğruna kendi soydaşlarını da öldürmekten çekinmiyorlardı.

    Ermeni Kilisesi ve Ermeni örgütleri öncelikle, nüfus konusunda asılsız iddialar ileri sürdüler. Berlin Kongresi sırasında, nüfuslarının 3.000.000 olduğunu ileri süren Patrik, kongreden umduklarını elde edemeyince nüfusun 1.780.000 olduğunu belirtti. Yabancı kaynaklar Ermeni nüfusu 1.500.000 olarak gösterirken, Osmanlı Devleti kaynakları 1.300.000 olarak göstermekteydi.

    Ermeni sorunundan yararlanarak, kurulacak bir Ermeni Devleti'ni kendi himayesi altına almak isteyen İngiltere, 1880 yılında Avrupa devletlerinin de desteğini sağlayıp, Berlin Antlaşması'nın Ermeni ıslahatı ile ilgili hükmüne dayanıp Osmanlı Devleti'nden bilgi istedi. Islahat önlemleri Avrupa'ya Ermeniler tarafından, Türklerin katliam yaptıkları şeklinde asılsız propagandalarla duyuruldu. Bunun sonunda Osmanlı Devleti, ıslahat girişimlerine başladı. Almanya, Avusturya ve Fransa'nın İngiltere'yi yalnız bırakmaları üzerine İngiltere de ileri gitmedi. 1885 yılında Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a katılması Ermenileri harekete geçirdi. Avrupa'da yaşayan Ermenilerin kışkırtması ile 1888'de Van'da ayaklanma çıktı, fakat hemen bastırıldı. 1890'da Erzurum'da yeni bir ayaklanma çıktı. İstanbul'da bazı Ermeniler kendi örgütleri tarafından casus diye öldürüldüler. Bütün bu hareketler devlet tarafından çabuk bastırıldı. Fakat 1884 yılında Rusya ve İran Ermeni komitelerinin kışkırtmasıyla Bitlis'in Sasun bölgesinde yeni olaylar patlak verdi. Yöre halkı ile Ermeniler çatışmaya başladı. Osmanlı Devleti önlem almaya kalkışınca Ermeni ayaklanması çıktı. Osmanlı Devleti'nin ayaklanmayı bastırmak için aldığı önlemler, Avrupa'da katliam propagandasına dönüştü. Bundan yararlanan İngiltere 1895 yılında Osmanlı Devleti'ne baskıya başladı ve Ermenistan Devleti konusunu ele aldı. Rusya, Ermenilerin bağımsız devlet kurmasını istemediği için İngiltere'ye karşı çıktı. Zaten Ermeni komiteleri de Rusya'nın çıkarlarına ters düşerek, işi ileri götürmüştü İngiltere'den aldıkları cesaretle Osmanlı Devleti, İran ve Rusya'daki Ermenileri birleştirmeyi ve bağımsız Ermenistan aaaini ileri sürmüşlerdi.

    1895 yılının sonunda Ermenilerin Bab-ı Ali'ye doğru yürüyüş yapmaları sırasında askere ateş açmaları ve bir kaç erin şehit olması üzerine askerin de Ermenilere ateş açması sonucu çıkan olaylar, Trabzon, Erzurum, Harput, Diyarbakır, Sivas, Antep ve Maraş'a yayıldı. Avrupa'da Türklerin katliama başladıkları, Hıristiyan Ermenilerin Müslüman Türkler tarafından kılıçtan geçirildiği şeklinde propagandalar yapıldı. İngiltere sert bir müdahale amacıyla girişimde bulunduysa da Rusya'nın karşı çıkması Almanya'nın Osmanlı Devleti'ni desteklemesi, Avusturya ve Fransa'nın çekinser kalması İngiltere'yi yine yalnız bıraktı. Bu sayede Osmanlı Devleti ayaklanmaları bastırabildi. 1896'da Ermeniler ellerinde bombalarla Osmanlı Bankası'nı basınca Osmanlı Devleti'nin olayı bastırmak için önlem alması sırasında çıkan çatışmada bir çok Ermeni öldü. Ayrıca Van'da isyan eden Ermeniler, 20.000 yerli halk tarafından kuşatıldılar. İmha etmek için Vali'nin emrini beklediler, fakat Vali Ermenileri korudu. İngiltere'nin yine Osmanlı Devleti'ne karşı sert bir tutum içerisine girdiyse de yalnız kaldığı için yine ileriye gidemedi. Bütün bu ayaklanmaların ihtilalci Ermeni örgütleri tarafından çıkartıldıkları, İngiliz Konsolosları'nın ve görevlilerinin raporlarında ve anılarında da yer almasına rağmen İngiltere, politik çıkarlarına uygun olarak Osmanlı Devleti'ne baskı yaptı. Hatta yakalanan suçluların çoğu bu baskı sayesinde serbest bırakıldılar. Türklerin Ermenileri kılıçtan geçirdiği ve binlerce Ermeni'nin katledildiği haberlerinin de asılsız olduğu ortaya çıktı. Örneğin Erzurum olayında 12 ermeni ölmüş 250 kişi yaralanmıştı. Sasun İsyanı sırasında yoğunlaşan İngiliz baskısı karşısında Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Rusya'nın Erzurum Konsolosları'nın resmi soruşturma yapmasını kabul etti. Bu soruşturma sonucu hazırlanan 20 Temmuz 1895 tarihli raporda, Ermenilerin masum olmadığı ve katliama uğramadığı anlaşılıyordu. 1895 yılında Osmanlı Devleti tüm isyanlarda ölü ve yaralı Müslüman ve gayrimüslim sayısını yayımladı. 1828 Müslüman ve 8777 gayrimüslimin öldüğü anlaşıldı. 1890-1895 yılları arasında çıkan Ermeni isyanları batı dünyasında bir soykırım dönemi olarak gösterildi. Ermeni kaynakları bu dönemde 100.000 ile 300.000 Ermeni'nin öldüğünü ileri sürdüler. Oysa İngiliz kaynakları ancak 42.000'e ulaşır, Osmanlı kaynakları ise bu sayıyı 13.432 olarak belirtir. Fakat bütün bu olayların ortak yönü, hepsinin de Ermeni örgütleri tarafından yapılmış olmasıydı. Bu olaylarda Ermeniler tarafından öldürülen Müslüman halkın durumundan ise Avrupa'da söz edilmiyordu.
    Balkan Savaşı'ndan sonra Ermeni ıslahatı yeniden gündeme gelirken, Osmanlı Devleti'nin ekonomik paylaşımı da yapılıyordu. Büyük devletleri Ermeniler lehinde baskıları ve sonunda Rusya'nın önerisi ile Almanya'nın da kabul ettiği bir çözüm şekli 8 Şubat 1914'te İttihat ve Terakki tarafından da kabul edildi. Çözüm, Doğu Anadolu'da iki yabancı genel müfettişin yönetimine bırakılacaktı. Fakat bu program uygulanamadan I. Dünya Savaşı çıktı. Birinci Dünya Savaşı Ermenilere istedikleri fırsatı verdi. Osmanlı Devleti o tarihe kadar Ermenileri desteklemiş bulunan devletler (İngiltere, Fransa, Rusya) ile büyük savaşa girdi. Ordularını birbirinden binlerce km. uzak yerlerde savaşa sokan Osmanlı Devleti, Anadolu'nun içinde yeterince kuvvet bırakamadı. Bu durumdan yararlanan Ermeniler, İstanbul ve Anadolu'da gizli çalışmalara başladılar. Dışarıdaki Ermeniler de tarihi bir fırsatın geldiğini ilan ettiler. Çar Nikola da bir bildiri ile Ermenileri ayaklanmaya kışkırttı. Rus Ermenileri Rus ordusunda savaşırken, Osmanlı Devleti'ndekiler de Osmanlı Devleti ordusunu arkadan tehdit ediyorlardı. 1 Kasım 1914'te, Rusya'nın savaş ilanı ile birlikte Ermeni çeteleri Anadolu'da saldırılara başladılar. Osmanlı Devleti ordularının Çanakkale Cephesi'nde İngiltere ve Fransa'ya, Doğu Cephesi'nde Rusya'ya, Güney Cephesi'nde İngiltere'ye karşı savaştığı bir sırada Ermeniler bu cephelerin ortasında yani Osmanlı Devleti ordusunun arkasında tehdit unsuru olarak bulunuyorlardı.Daha açık bir deyimle Osmanlı Devleti'ne karşı bir savaş başlattılar.

    Rusya ve İngiltere'nin kışkırtmaları, Osmanlı Devleti'ndeki Ermenileri etkiledi ve daha savaşın başında Osmanlı Devleti'nin düşmanlarıyla işbirliğine başladılar. Savaş başlayınca Rusya Ermenileri sınırı geçip, Türk köylerini yakmaya başladılar. Van ile Bitlis arasındaki köprülere sabotaj yaptılar. 1915 Şubat'ında, Zeytin Kasabası'nı ele geçirip Müslüman aileleri katlettiler. 2 Nisan 1915'te 1.500 Ermeni çeteci Van'a saldırıp geçici Ermeni Hükümeti'ni kurdular. Sivas dolaylarında 30.000 Ermeni asker kaçağı (Osmanlı Devleti ordusunda kaçmışlardı.) Osmanlı Devleti ordusunu arkadan vurmak için örgütlendiler. Sivas Valisi'nin 22 Nisan'da İçişleri Bakanlığı'na çektiği telgrafta, yöredeki 30.000 Ermeni'nin silahlanmış ve 15.000'inin Rus ordusuna katılmış olduğunu, diğer 15.000'inin ise Osmanlı Devleti ordusunu arkadan vurmak için beklediğini bildirdi. Ermenilerin yoğun bulunduğu cephe gerisindeki yerlerde 1915 yılında ayaklanmaları, ordunun geri hizmet ve ulaşım yollarını tehdit etmeleri, cephede savaşan Türk askerinin yokluğundan yararlanarak korumasız olan Türk halkını öldürmek ve daha sonra da Rus ordusuna gönüllü katılmak gibi davranışları, Osmanlı Devleti'ni önlem almak zorunda bıraktı.Rus Dışişleri Bakanı Sazanof'un da kabul ettiği gibi, Ermeniler Doğu Anadolu'da hiçbir zaman nüfus üstünlüğüne sahip olmamışlardı. Fakat Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı fırsattan yararlanarak Ermeni Devleti kurmak için Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklandılar. Osmanlı Devleti, iç güvenliği sağlamak ve cephe gerisini güven altına almak için 27 Mayıs 1915 tarihinde, yani Çanakkale Savaşı'nın en yoğun olduğu bir sırada, Ermenilerin göç ettirilmesi için " Muvakkat Kanunu " nu çıkardı. Ayaklanan halka karşı komutanlara askeri kuvvet kullanma ve silahlı direnme durumunda ise direnenleri imha etme, hıyaneti görülen köy (özellikle düşmanla işbirliği yapan) ve kasaba halkının ayrı ayrı veya toplu olarak başka yerlere gönderilip, yerleştirilmeleri için yetki tanındı. 2 Haziran buyruğu ile de Ermeni halkın askeri harekat bölgelerinden alınıp, Irak ve Suriye'ye yerleştirilmeleri bildirildi. Ermenilerin toptan Halep'e gönderilmeleri iki yıl sürdü. Kafileler, yanlarında koruyucu jandarma birlikleri ile yola çıkarılıyordu. Yolda yiyeceklerini kendileri sağlayacaklardı. Ermenilerin yakın geçmişte zulmüne uğramış bazı köy ve kasaba halkının Ermenilere yiyecek vermemelerine karşılık, bazı yerlerde ise yardım ediliyordu. Yabancı kaynaklar genel olarak 1.500.000 Ermeni'nin göç ettirildiğini ileri sürerler. Yollarda bazı aşiretleri saldırısı, hastalık ve bakımsızlıktan ölenler olması, bir kıyım politikası olarak gösterildi. Oysa bu tarihte Osmanlı Devleti kendi askerini bile doyuracak kadar yiyecek bulamıyordu ve Birinci Dünya Savaşı'nda ve hastalıktan ölen Türk askerinin sayısı yüz binlerle ifade ediliyordu. Tehcir sırasında koruyucu önlemler alınması için hükümetin emirlerine rağmen askerin cephede oluşu ve jandarma birliklerinin yetersizliği, aşiretlerin saldırıları sonucu bazı Ermenilerin ölümüne yol açmıştı. Fakat bu saldırıları yapanlar yakalanarak Örfi İdare (Sıkı Yönetim) Mahkemeleri'ne veriliyorlardı. 1397 kişi suçlu bulunmuş ve bir bölümü idam edilmiş, diğerleri hapis cezasına çarptırılmıştı. 1915 yılında bu ölümlerin bir soykırım politikası olmadığı ele geçen belgelerden de açıkça bellidir. 20. yy.a kadar Ermenilerle birlikte yaşamış, yakın tarihe kadar birçok Ermeni'ye devlet yönetiminde bakanlık görevi vermiş olan Osmanlı Devleti'nin 1915 yılına kadar hiç bir şey yapmayıp, 1915 yılı içinde Ermeni İsyanı yüzünden cephe güvenliğini sağlamak için böyle bir uygulamaya başvurması, bunun savaş döneminin zorunlu bir uygulaması olduğunu, sorumluluğunun ise Osmanlı Devleti'nden çok, isyan eden Ermenilere ve onlara kendi çıkarları için isyana kışkırtanlara ait olduğunu gösterir. Rus ordusu ile birlikte, Doğu Anadolu'yu işgal eden Ermeni alaylarının yalnızca Erzurum'da en az 10.000 Türk'ü öldürdüklerini,1915-1918 yılları arasında 600.000 Türk ve Kürdü katlettiklerini, Rus işgali ve Ermeni öldürmelerinden dolayı ise 2.000.000 Türk'ün İç Anadolu'ya göç zorunda kaldığı dikkate alınırsa tek yönlü suçlamaların asılsızlığı ve bunun katliam değil bir iç savaş olduğu daha iyi anlaşılır. Hele, milyonlarca (bazıları 3.000.000 bazıları 1.500.000 olduğunu ileri sürüyorlar) Ermeni'nin öldürüldüğü iddialarıysa tamamen gerçek dışıdır. Ermeni tehcirine ait rakamları, ölü sayısı gibi göstermek istemektedirler.

    Birinci Dünya Savaşı'na kadar Ermeni sorununu bir baskı aracı olarak kullanan İngiltere ve Fransa, savaş içinde yaptıkları gizli antlaşmalarla Boğazları ve Doğu Anadolu'yu Ruslara bırakırlarken Ermenileri unuttular. 3 Ocak 1916'da yapılan Syks-Picot Antlaşması ile Boğazlar ve Doğu Anadolu, Trabzon dahil olmak üzere Rusya'ya bırakıldı. Irak İngiltere'ye, Suriye Fransa'ya kaldı ve Rusya bu antlaşmayı Nisan ayında kabul etti. Daha sonra 19-21 Nisan 1917'de İtalya ile St. Jean de Maurienne Antlaşması yapılarak Antalya ve İzmir İtalyanlara bırakıldı. İşin ilginç yanı da bu antlaşmalarda Ermenilerden tek kelime bile edilmemesiydi.

    Ancak Rusya'da 1917'dde devrim çıkıp, Rusya savaştan çekilince Ermenistan kurulması fikri yeniden gündeme geldi. Rusya ise, Brest-Litowsk Antlaşması'nı imzalayarak savaştan çekilmeden önce, Lenin ve Stalin imzası ile Pravda Gazetesi'nde 13 Ocak 1918 tarihinde bir Decret (Bildiri) yayımladı. "Türk Ermenistan'ından Rus askerlerinin çekilmesinden sonra güvenlik için Ermeni milisleri kurulup silahlandırılması, Ermeni göçmenlerin yerine dönmeleri" gibi hükümler taşıyan bu bildiri, Rusya'nın ileriki emellerini gösteriyordu. Çünkü devrimi başarabilmek isteyen Sovyetler Birliği Brest-Litowsk'u istemeyerek imzalamışlardır. Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması ile savaştan çekildi. Antlaşmanın İngilizce metninde, Kafkasya'nın Türklerce boşaltılması yanı sıra 24. maddede "Altı Ermeni Vilayeti'nde ayaklanma çıktığı taktirde buraların işgal hakkının saklı olduğu " yazılı idi. Diğer yandan İngilizlerin etkisi ile İstanbul'da Ermeni tehciri suçlusu aranmaya başlandı. 8 Nisan'da Boğazlayan Kaymakam'ı Kemal Bey suçlu ilan edilerek bu mahkeme kararıyla idam edildi. Damat Ferit Paşa'nın kurduğu Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbi Talat, Enver ve Cemal Paşaları gıyaben idama mahkum etti. Oysa tüm Osmanlı Arşivi İngilizlerin elindeydi. Tehcir konusunda suç unsuru bulamadılar. Hatta Osmanlı Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) 18 Şubat 1919 günü Danimarka, Hollanda, İsveç ve İspanya Hükümetleri'ne başvurarak tehcir konusunu araştıracak tarafsız bir komisyon kurulmasının düşünüldüğünü ve ikişer temsilci görevlendirilmesini istedi. İngiliz sansürü bu telgrafları duyurmayınca, ilgili devletlerin komisyona katılmalarını engelleme yoluna gitti. Ermeni Tehciri konusunda suç ve suçlu aramak çalışmaları sonuçsuz kaldı. Osmanlı Devleti'nde yaşamış olan Amerikan Konsolosları'nın da ellerinde belge bulunmadığı anlaşıldı. Malta'ya sürgüne gönderilmiş olan İttihatçılar için bu yolda suçlayıcı delil bulunmadığı kesinlik kazandı. Sonunda Malta'da tutuklu Türklerle, Osmanlı Devleti'nde tutuklu bulunan İngilizlerin mübadelesiyle de (takas) konu kapandı. Ermenilerin 1920 yılında yayınladıkları "Ermeni Katliamı" rapor ve kitapları gerçek olmadığı için etkisiz kaldı.

    Ermeniler, Osmanlı Devleti'nin çöktüğünü görerek İngiltere'nin desteği ile bir Ermenistan kurabilecekleri umuduyla yeniden harekete geçtiler. 12 Şubat 1919'da Paris Barış Konferansı'na başvurarak, Kilikya dahil, Doğu Anadolu'da bir Ermenistan kurulmasını, tehcir suçlularının cezalandırılmasını ve Ermenistan'ın büyük devletlerden birinin "Manda" sına verilmesini istediler. A.B.D. Başkanı Wilson Manda konusunda eğilimli görünüyordu. Lloyd George, Ermeni isteklerini "Ermeni Masalı" olarak kabul ettiği halde isteklerini ciddiye aldı. Doğu Anadolu'ya bir komisyon gönderilmesi kararlaştırıldı. Fakat Fransa ve İngiltere bu komisyona katılmayınca A.B.D. yalnız kaldı. General Harbord başkanlığındaki komisyon Doğu Anadolu'yu gezdi. Gerek King-Crane Komisyonu'nun, gerekse Harbord'un raporları Ermeni Mandası konusunda A.B.D. Kongresi'ni etkiledi ve Monroe Doktrini'ne dönen A.B.D. manda önerisini reddetti. General Harbord raporunda Ermenilerin hiçbir zaman ve hiçbir yerde çoğunluk olmadıklarını bildirmişti. Ermeni mandasının A.B.D.'ye büyük bir ekonomik ve askeri yük getireceği de belirtilmişti. Ermeniler diğer yandan İtilaf Devletleri'ne ve İstanbul'daki temsilcilerine başvurarak, göç ettirilmiş bulunan Ermenilerin İtilaf askerlerinin koruyuculuğunda Doğu Anadolu'ya döndürülmesini istediler. Fakat hiçbiri bunu kabul etmedi. Ancak Paris Barış Konferansı'nda, İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti'ne Sevr Antlaşması'nı imzalattılar. Ölü doğan bu antlaşmaya göre, bağımsız Ermenistan kurulacağı kabul ediliyordu. Ermeniler diğer yandan, Doğu Cephesi'nde Türk kuvvetlerine ve köylerine saldırıyordu. Rusya'nın çekilmesinden sonra kurulan Ermeni Devleti'ne karşı 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir ileri harekat için T.B.M.M.'nden izin istedi. Fakat Türk-Sovyet ilişkilerinin durumu nedeniyle harekat Mustafa Kemal Paşa tarafından ertelendi. Kafkasya'yı boşaltmış bulunan Sovyetler, Rusya'nın savaş içinde yaptığı gizli antlaşmaları ilan ederek, emperyalist olmadıklarını göstermek istediler. Oysa, göç ettirilmiş Ermenilerin geri dönmesini ve Doğu Anadolu'nun Türk olan şehirlerinin kurulacak olan Ermenistan'a verilmesini istiyorlardı. Böylece Çarlık döneminin politikası uygulanarak, önce Ermenistan kurulacak,sonra yutulacak ve Sovyetler Doğu Anadolu'yu ele geçireceklerdi. Mustafa Kemal Paşa bu istekleri kabul etmediği gibi, Eylül sonunda Kazım Karabekir Paşa'ya da Ermeni harekatını başlatmasını bildirdi. Ermenilerin bağımsızlılık istekleri Sovyetleri de rahatsız edince Türkiye ve Sovyetler anlaştılar. Ermeniler Türk ordusu karşısında yenildiler ve Gümrü Antlaşması
    (3 Aralık 1920) imza edildi. Türk aaaini kabul eden Sovyetlerle de 16 Mart 1921'de Moskova Antlaşması imzalanarak sorun çözüldü. Bu olay Avrupa'da özellikle A.B.D.'nde Türkler ile komünistlerin Ermenistan'ı paylaştıkları şeklinde yorumlandı. Varolmayan Ermenistan'ın yağmalandığı propagandaları yapıldı.

    Güney Doğu Anadolu'yu işgal eden Fransızlar, burada Ermenilerden polis teşkilatı kurdular. Ermeniler, Türklere zulüm ve hakaretlere başladılar. Türk polisi ve jandarması, serbest çalışmasın diye Fransız komutanların emrine verildi. Ermenilerin her çeşit hakaret ve onur kırıcı davranışlarına göz yumulunca Antep, Urfa, Maraş halkı ayaklandı ve Fransızlara karşı kahramanlık örneği yarattılar. 1921 yılında II. İnönü Zaferi'nden sonra Fransız politikası değişti ve Sakarya Zaferi'nden sonra da 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara'da Türk-Fransız antlaşması imzalandı. Fransa, her iki tarafın elinde kalan topraklarda genel af ilan edileceği hükmünü kabul ettirerek, suçlu Ermeniler lehine son kozunu kullandı.

    Türkiye Kurtuluş Savaşı'nda Yunanlıları ve onun arkasındaki İtilaf Devletleri'ni yenince 11 Ekim 1922'de Mudanya Ateşkesi imzalandı. Daha sonra Lozan'da gerçek barış sağlandı. Her iki metinde de Ermenistan konusundan söz edilmedi. Ermeniler Lozan Konferansı'na başvurdularsa da, artık zayıf bir Osmanlı Devleti değil, vatanını ve hakkını canıyla kanıyla kazanmış Türk Devleti vardı. Ermeni Devleti için toprak ayrılması önerilerini İsmet Paşa, Ermeni yurdu için ayrılacak bir karış dahi toprak bulunmadığını belirterek reddetti. 14 Aralık 1922'de yaptığı konuşmada Lord Curzon'un, Küçük Asya'daki 3.000.000 Ermeni'nin 130.000'e nasıl indiği sorusunu da İsmet Paşa, Türkiye tarihinde hiçbir zaman 3.000.000 Ermeni bulunmadığını, hatta dünyada bile bu kadar Ermeni bulunmadığını yabancı istatistiklere dayanarak ortaya koydu. Buna karşılık Balkanlar'da ve Doğu Anadolu'da son on yılda 2.500.000 Türk nüfusu azaldığını hatırlatarak bunların savaş kurbanları olduğuna dikkati çekti. İngilizlere, sömürgelerde ve İrlanda'da bağımsızlık vermesi gerektiği hatırlatıldı.

    Uzun ve sert görüşmelerden sonra 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı. Ermeni konusu artık uluslararası bir sorun olarak kapanmıştı. Ülke dışında olan Ermenilerin iki yıl içinde dönmeleri kabul edildi. Fakat dünyanın bir çok yerine dağılmış olan Ermeniler bu hakkı kullanmadılar. Osmanlı Devleti'nin çöküşü sırasında bir çok savaşlar ve ayaklanmalar oldu. Devletin içindeki uluslar özellikle son 150 yıl içerisinde çok sıkıntı çektiler. Fakat bu ulusların içinde en çok sıkıntı çeken, savaşlarda en çok kıyılan Türkler oldu. Osmanlı-Rus savaşları ve en son Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'nda milyonlarca Türk öldü ve göç etti. Bugün bile Türklerin bulundukları ülkelerden Türkiye'ye göçleri devam etmektedir. Bu Ermeni olayı tek yönlü bir olay olan "Katliam" değil, olayların çıkması ve gelişmesinin bir sonucu olarak bir "Mukatele " dir. Yani karşılıklı öldürme ve devletin iç güvenliğini korumak için başvurduğu bir yer değiştirme olayıdır. Bu konuda dünyada hiçbir devletin Türkiye Cumhuriyeti'ni suçlamaya hakkı yoktur. Devletlerin bu konuda suçlayacakları bir liste yapılırsa, Türkiye bu listede hiç kuşkusuz Almanya, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, A.B.D., Belçika ve daha bir çok ülkeden sonra gelir.

    * Ergün AYBARS,Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Ün. Basımevi, İzmir, 1986, ss 78-9
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  3. #13
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    A.B.D. BAŞKANI WİLSON'UN BARIŞ BİLDİRİSİ

    1918 yılının başında tüm uluslarda savaşa karşı bıkkınlık ve barış özlemleri açıkça görülüyordu. Milyonlarca insan ölmüş, açlık ve sefalet tüm Avrupa'yı etkilemişti. l918 yılının başında ise hangi tarafın kazandığı kesin belli olmamakla beraber, savaş uzadıkça İtilaf Devletleri'nin kazanacağı görülüyordu. 1917 yılında Almanya ve Avusturya'nın barış girişimleri ile İtilaf Devletleri'nin barış koşullarını ağırlaştırmak istemeleri yüzünden başarılamamıştı.

    İşte bu ortam içerisinde Başkan Wilson, gelecek barışın esaslarını saptayan "14 Nokta" sını açıkladı. 8 Ocak 1918'de Kongre'ye gönderdiği mesajda barışın ve ondan sonra dünya da demokrasinin ve küçük milletlerin bağımsızlığının esaslarını saptamaya çalışıyordu. Başkan Wilson'un bu çabalarından haberi olan Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı 27 Aralık 1917'de Fransa'nın savaş amaçlarını açıklarken, Fransa'nın istila amacı gütmediğini, kul hayatı yaşayan doğu halklarına kendi kaderlerini kararlaştırmak hakkını verecek "uluslar prensibi" için savaştıklarını belirtiyorlardı. İngiltere Başbakanı Lloyd George ise 5 ocak 1918'de yaptığı konuşmada, Türklerin başkentinde gözleri, Türk halkına dayanan bir Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığına karşı olmadıklarını belirtti. Böylece hem Wilson tatmin edildi hem de İttifak Devletleri kamuoyu savaştan çıkmak isteyeceklerdi. Daha sonra eklenenlerle birlikte 27'ye ulaşan bu noktalar, 11 Şubat'ta Wilson'un bir konuşmasında, devletlerin yeni topraklar kazanamayacakları, savaş tazminatı alınamayacağını açıklanmasıyla özet olarak şu esasları belirliyordu:

    1- Barış antlaşmaları açık olacak, gelecek uluslararası antlaşmaların açık olması.
    2- Karasuları dışında, savaş ve barışta denizlerde mutlak serbesti bulunması.
    3- Uluslararası bütün ekonomik engeller kaldırılacak ve eşitlik sağlanması.
    4- Ülkelerin silahlanmayı bırakıp, yalnızca iç güvenlikleri seviyesine indirilmesi için karşılıklı garanti verilmesi.
    5- Sömürgeler üzerindeki isteklerin serbestçe ve tam yansızlıkla incelenerek, bu bölgeler halkının çıkarların göz önünde tutularak sonuca bağlanması.
    6- İşgal edilmiş Rus toprakları boşaltılacak ve Rusya'ya kendi gelişmesini sağlamak için her çeşit imkan verilmesi.
    7- Belçika'nın egemenlik haklarına dokunulmaksızın, boşaltılıp yeniden kurulması.
    8- İşgal edilen Fransız topraklarının boşaltılıp, Almanya'nın 1871 yılında Alsas-Loren'i almakla yaptığı hatanın düzeltilmesi, yani bu toprakların tekrar Fransa'ya geri verilmesi ve barışın garanti altına alınması.
    9- İtalyan sınırlarının ulusal esaslara göre düzeltilmesi.
    10- Romanya, Sırbistan, Karadağ topraklarının boşaltılması Sırbistan'a denizden serbest bir kapı verilmesi Balkan Devletleri'nin ilişkilerinin ulusallık bakımından, tarihsel esaslara göre dostça düzenlenmesi, Balkan Devletleri'nin siyasal ve ekonomik bağımsızlıkları ve sınırlarının dokunulmazlığı için uluslararası garantiler verilmesi.
    11-Osmanlı İmparatorluğu'nda Türklerin oturdukları bölgelerin bağımsızlığının sağlanması. Türk egemenliği altında bulunan diğer uluslara da özerk bir gelişme için tam ve engelsiz bir fırsatın sağlanması. Boğazların uluslararası garanti altında bütün devletlerin ticaret gemilerine açılması.
    12-Denizden bir kapısı bulunan bağımsız bir Polonya kurulması.
    13-Büyük ve küçük ulusların siyasal bir bağımsızlıklarının ve toprak bütünlüklerinin karşılıklı güvenliğinin garanti altına alınması amacı ile bir millet teşkilatı kurmak.

    Bu bildirinin yayınlanmasında Wilson'un insanlık ve barış inancının bulunduğunu kabul etmekle beraber, açıklamanın yeterli olamayacağını belirtmek gerekir. Rusya'nın Almanya ile ayrı bir barış yapma hazırlıkları içinde olduğunu gören Wilson, Rusya'nın bu isteğinden vazgeçeceğini umuyordu. Çünkü Rusya'nın savaştan ayrılması Almanya'nın Doğu Cephesi'ni boşaltacak ve buradaki kuvvetlerini aktaracak ve İtilaf Devletleri'nin işini zorlaştıracaktı. Lenin'in "Ulusların kendi kaderini tayin etmeleri" sloganına karşı, Wi1son ulusların demokrasilere özgü olarak kendi kaderlerini ve bağımsızlıklarını sağlamaları garantisi için Milletler Cemiyeti kurulmasını getiriyordu. Bunlardan da önemlisi bu bildirinin arkasında yatan başka bir gerçek daha vardı. A.B.D. 20 .y.y da emperyalist bir aşamaya erişmiş ve deniz aşırı ticaret yapmak için olanakların kısıtlanmış olduğunu görmüştü. Çünkü dünyanın 2/3 ü İngiliz, Fransız ve diğer devletlerin sömürgesi halinde idi. Sömürgelerde ticaret yapma olanakları kısıtlıydı. Eğer sömürgecilik yıkılırsa, bunun yıkılışını sağlayan A.B.D. bu sayede dünya ticaretine kolaylıkla ağırlığını koyabilecekti. Gerçekten de dünyada sömürgeciliğin yıkılışının teorisini Wilson ilan etmiş, uygulamasını da Türkiye göstermiştir. Bildirinin etkisi özellikle İttifak bloğunda görüldü. "Wilson Bildirisi" esaslarına dayanarak barış yapılacağına göre yenilenler fazla bir şey kaybetmeyeceklerdi. Bu sebeple yıpranmış olan Avrupa kamuoyunda barış eğilimleri görülmeye başladı. Bildiri Orta Doğu'da Türk kamuoyunda olduğu kadar Ermeni, Rum ve Araplar üzerinde de etki yaptı. İtilaf Devletleri'nin verdikleri söze ve Wilson Prensipleri'ne göre kendilerine bağımsız devlet kurma hakkı tanıyacaklarına inanıyorlardı. Gerçekte İngiltere ve Fransa bu programı benimsememişlerdi. Fakat Başkan Wilson'a karşı sayılacak açıklamalardan da kaçındılar. Savaşın kendi lehlerine geliştiğini gören bu iki ülke, yengiyle çıktıktan sonra savaşın nimetlerinden de yararlanmayı düşünüyorlardı. Almanya ve Avusturya kamuoylarında ise bu on dört nokta "adalete uygun sürekli bir barışın" sembolü olarak karşılandı. Barışın sağlanmasında Almanya, Avusturya, Osmanlı İmparatorluğu, Bulgaristan bloğu üzerindeki etkisi bir süre kendini gösterdi. A.B.D. aracılığı ile barış yollarını aramaya başladılar.

    *Ergün AYBARS, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1,Ege Ün.Basımevi, 1986, İzmir,ss 96-98
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  4. #14
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI
    (30 EKİM 1918)

    İngiltere Devleti temsilcisi Amiral Calthrope ile Osmanlı Devleti temsilcisi Bahriye Nazırı Rauf Bey'in başkanlıklarında süren görüşmelerden sonra 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması hükümleri şöyleydi:

    1.Çanakkale ve İstanbul Boğazları'nın açılması ve Karadeniz'e serbestçe geçiş, Çanakkale ve İstanbul Boğazları'nın İtilaf Devletleri tarafından işgali
    2.Türk sularındaki tüm torpil tarlaları ile torpido ve kovan yerleri, diğer engellerin yerleri gösterilecek ve bunları taramak veya kaldırmak için istenildiğinde yardım edilecektir.
    3.Karadeniz'de bulunan torpil yerleri hakkındaki bilgiler verilecektir.
    4.İtilaf Devletleri'nin savaş esirleri ile Ermeni esirleri, tutukluları İstanbul'da toplanacak ve kayıtsız koşulsuz İtilaf Devletleri'ne teslim edilecektir.
    5.Sınırların korunması ve iç güvenliğin sağlanması için gerekli görülecek askeri kuvvetten başkası hemen terhis edilecek. (İşbu askeri kuvvetin sayısı durumu İtilaf Devletleri tarafından Osmanlı Devleti ile görüşüldükten sonra kararlaştırılacaktır.)
    6.Osmanlı kara sularında güvenlik ve buna benzer konular için kullanılacak küçük gemiler dışında, Osmanlı sularında veya Osmanlı Devleti tarafından işgal edilen sularda bulunan bütün savaş gemileri teslim olunup Osmanlı liman veya limanlarında tutuklu bulundurulacaktır.
    7.İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edici bir durum olduğunda herhangi bir strateji noktasını işgal hakkına sahip olacaklardır.
    8.Bugün Osmanlı Devleti işgali altında bulunan bütün liman ve demiryollarından İtilaf Devletleri gemilerinin yararlanması ve İtilaf Devletleri'yle savaş halinde bulunanlara karşı kapalı bulundurulması. Osmanlı Devleti gemileri de ticaret ve ordunun terhisi konusunda buna benzer koşullarda yararlanacaklardır.
    9.İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti'ne ait tersane ve limanlardaki bütün gemi onarım ve araçlarını kullanacaklardır.
    10.Toros Tünelleri'nin İtilaf devletleri tarafından işgali
    11.İran'ın kuzeybatı bölgesindeki Osmanlı Devleti kuvvetlerinin derhal savaştan önceki sınır gerisine çekilmesi konusunda önceden verilen emir uygulanacaktır. Kafkasya ötesinde önceleri Osmanlı kuvvetleri tarafından bir bölümü boşaltılan yerlerin geri kalan bölümü de İtilaf Devletleri tarafından yerinde incelenerek, istenirse boşaltılacaktır.
    12.Hükümet haberleşmeleri dışındaki telsiz ve kablolar İtilaf Devletleri memurları tarafından denetlenecektir.
    13.Denizciliğe, askerliğe ve ticarete ait maddelerin ve malzemelerin tahrip edilmesi önlenecektir.
    14.Osmanlı Devleti'nin gereksinimi karşılandıktan sonra geri kalan kömür, akaryakıt ve deniz gereçleri satın alınacak, bunların hiçbiri dış ülkelere satılmayacaktır.
    15.Tüm demiryolları İtilaf Devletleri subaylarının denetimine verilecektir. Bu demiryolları arasında halen Osmanlı Devleti'nin denetiminde bulunan Kafkas Demiryolları dahildir.İşbu Kafkas hatları serbest ve tam olarak İtilaf Devletleri memurlarının idaresi altına verilecektir. Halkın gereksiniminin karşılanması göz önünde tutulacaktır. Bu maddeye Batum'un işgali dahildir. Osmanlı Devleti Batum'un işgaline karşı koymayacaktır.
    16.Hicaz, Yemen, Asir, Suriye ve ırak'ta bulunan Muhafız Kıtaları, en yakın İtilaf Devleti komutanına teslim olunacaktır. Kilikya'da bulunan kuvvetlerin düzeni koruması için gerekli sayıdan çoğu 5. maddedeki koşullara uyularak, kararlaştırılacak şekilde geri çekilecektir.
    17.Trablus ve Bingazi'de bulunan Osmanlı Devleti Subayları en yakın İtalyan kuvvetlerine teslim olacaklardır. Osmanlı Devleti, teslim emrine uymadıkları taktirde, bunlarla haberleşmeyi ve yardımı kesmeyi kabul eder.
    18.Mısratada dahil olmak üzere Trablus ve Bingazi'de işgal edilen limanların en yakın İtilaf muhafız kıtalarına teslimi gerekmektedir.
    19.Alman, Avusturya deniz, kara ve sivil memurların ve uyruklarının bir ay içinde ve uzak yerlerde bulunanların bir aydan sonraki en kısa zamanda Osmanlı Devleti'ni terk etmeleri
    20.Beşinci madde gereğince terhis edilecek Osmanlı Devleti kuvvetlerine ait donanım, silahlar ve cephane taşıma araçlarının kullanılmasına ait verilecek emirlere uyulacaktır.
    21.İtilaf Devletleri'nin çıkarlarını korumak için İaşe Nezaretinde İtilaf temsilcisi bulundurulacak ve kendilerine bu yolda gerekli görülen bütün bilgiler verilecektir.
    22.Osmanlı savaş esirleri İtilaf Devletleri'nce tutulacaktır. Sivil savaş esirleri ile askerlik yaşları dışında olanların bırakılması göz önünde bulundurulacaktır.
    23.Osmanlı Devleti İttifak Devletleri ile tüm ilişkisini kesecektir.
    24.Vilayet-i Sitte'de (altı ilde: Erzurum,Van, Harput(Elazığ), Diyarbakır, Sivas, Bitlis) karışıklık çıktığında bu illerin herhangi bir bölümünün ele geçirilmesi hakkını İtilaf Devletleri saklı tutar.
    25.İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında çatışma 1918 yılı Ekiminin otuz birinci günü yerel saatle öğle zamanı kesilecektir.

    MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI'NIN ÖNEMİ

    Bu ateşkes antlaşmasının hükümleri gereğince Osmanlı Devleti fiilen tarihe karışıyordu. Çünkü, bu bir ateşkes değil kayıtsız koşulsuz bir teslim belgesi idi. Yaklaşık sekiz yıl savaştan sonra, bir zamanların muhteşem Osmanlı Devleti perişan bir şekilde yenilmiş, orduları dağılmış, morali çökmüş, savaşlarda büyük insan kayıplarına uğramış, kaynakları tükenmiş, galiplerin kendisi hakkında vereceği karara razı ve kadere boyun eğmiş bir görünümdeydi. Ordu dağılıyor, silah, cephane ve ulaşım yolları ile tüm haberleşme araçları ve liman, tersaneler İtilaf Devletleri'nin denetimine bırakılıyordu. İtilaf Devletleri'ne, 7. maddeye dayanarak, ülkenin herhangi bir yerini işgal hakkı tanınıyor, Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurulması için olanak hazırlanıyor ve İtilaf Devletleri'ne işgallerine yardımcı olunacağı belirtiliyordu.

    İtilaf Devletleri, özellikle İngiltere, savaştan yenik çıkmış olan Almanya, Avusturya ve Bulgaristan'a Osmanlı Devleti'ne uyguladıkları paylaşma politikasını izlemiyorlardı. Almanya, Avusturya ve Bulgaristan'ın topraklarına ateşkes imzaladıkları tarihte İtilaf devletleri askerlerince girilmişti. Oysa Osmanlı Devleti ateşkes imzaladığı tarihte ülkesine düşman askeri girmemişti. İngiltere, Mondros'un imzalanmasından sonra Türk Ulusu'na doğu ulusu gözüyle bakıyor, Türk Ulusu'nu padişahın buyruğu altında bir sürü olarak görüyor ve padişah elde edilince tüm ulusun da avuç içinde olacağını düşünüyordu. Lloyd George'nin planı, Yunanistan'ı yeter derecede güçlendirmek ve Güney Kafkasya'da Rusya ile Osmanlı Devleti arasında kalmış olan hükümetlere yardım edip, Osmanlı Devleti'ni doğudan ve batıdan istila ve baskı altına almaktı. Avrupa'nın hasta adamı ölmüş ve mirasını paylaşmak birinci derecede İngiltere'nin sonra Fransa ve diğerlerinin eline kalmıştı. Rusya savaştan çekilmiş olduğu için Doğu Sorunu nu İngiltere ve Fransa'nın diledikleri gibi çözebileceklerdi. Avrupa'yı pasta dilimleri gibi, ulusal sınırlara bakmaksızın bölen, II. Dünya Savaşı'nın tohumlarını daha o zaman eken İtilaf Devletleri tüm Orta Doğu'yu, yani Osmanlı Devleti'nin topraklarını yağma edebilecek şekilde ele geçirmişlerdi. 1878'den beri Osmanlı Devleti ile ilgili politikasını değiştirmiş bulunan İngiltere, Osmanlı Devleti'nin artık yaşayamayacağına karar vermişti.Yüzyıllardır güneye inmek isteyen Rusya'nın Balkanlar üzerinden Boğazlara ve Kafkasya üzerinden ise İskenderun ve Basra Körfezleri'ne ilerleyişinin ve buraları ele geçirmesinin Osmanlı Devleti tarafından durdurulamayacağını gören İngiltere, 1. Dünya Savaşı sonunda, kendi politikasını uygulama olanağı bulduğundan Kafkasya'daki Rus ilerleyişini durdurmak için Ermenistan ve Balkanlar'da ilerleyen Rus tehlikesine karşı da Ege Denizi'ne egemen, Batı Anadolu'yu hatta Kıbrıs'ı da içine alan güçlü bir Yunanistan yaratmak ve İngiltere'nin desteğinde bu devletleri Rusya'ya karşı tampon olarak kullanmak, bu sayede İngiltere'nin sömürge yollarının güvenliğini sağlamak istiyordu. İşte Mondros Ateşkes Antlaşması İngiltere'nin bu politikasının ürünü olarak İngiltere temsilcisi Amiral Calthrope'nun dikte ettirdiği şekilde kabul edilmişti.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

  5. #15
    ziberkan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    29.Ağustos.2007
    Yaş
    46
    Mesajlar
    2,462

    SAVAŞIN SONU


    Rus İhtilali'nden sonra Bolşevikler Almanya ile barışa hazır olduklarını daha 21 Kasım 1917'de bildirmişlerdi. Diğer yandan, Çarlık Rusya'nın yaptığı tüm gizli anlaşmaları açıklayarak onun emperyalist isteklerini taşımadıklarını göstermek istediler. Rusya'da kurdukları yeni düzeni yerleştirmek için barışa gereksinim duyan Bolşevikler, özellikle Lenin'in baskısı ile 3 Mart 1918'de Almanya, Avusturya ve Devleti ile Brest-Litowsk Antlaşması'nı imzaladı. Avrupa'da Polonya, Kurtlan, Litvanya, Estonya üzerindeki tüm egemenlik haklarından vazgeçen Rusya Almanya'nın bütün iktisadi isteklerini kabul ediyor ve 1878 yılında ele geçirdiği Kars, Ardahan ve Batum'u Osmanlı İmparatorluğu'na geri veriyordu. Bu barışla büyük bir bozguna uğradıklarını kabul eden Lenin "Uluslararası proletaryanın ayaklanmasını bekleyeceklerini" belirterek yandaşlarını umutlandırıyordu. Bundan iki gün sonra da Romanya İttifak Devletleri'yle ateşkes imzalayarak savaştan çekildi. 7 Mayıs'ta da Bükreş'te barış anlaşması yapıldı.

    Rusya ve Romanya'nın yenilerek savaş dışı kalmaları Almanya'yı doğu cephesinde serbest bıraktı. Bu kuvvetlerini batıya kaydırması durumuna İngiltere, Mezopotamya ve Suriye'deki kuvvetlerini azaltmak zorunda kalacaktı. A.B.D. nin katılması ise zaman istiyordu. Bu durumda İngiltere Başbakanı Lloyd George 5 Ocak 1918 'de yaptığı bir konuşmada, Türklerin başkentinde gözleri bulunmadığını, Türk halkına dayanan bir Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığına karşı olmadıklarını belirtti. Bu konuşma ve Başkan Wilson'un on dört noktası ve hatta Ekim 1917'de M. Kemal Paşa'nın, ülkenin içinde bulunduğu kötü durumu ve savaşın kazanılması umudunun bulunmadığını bildiren mektubu da Enver Paşa üzerinde barış istemesi için etkili olmadı. Irak ve Suriye cephelerindeki yenilgileri önemsemeyen Enver Paşa hala Turan hayali peşindeydi. Fakat 29 Eylül 1918'de Bulgaristan yenilerek ateşkes imzaladı.Artık Almanya ile ilişki koptuğuna göre yalnız kalınmıştı. Suriye ve Irak cephelerinde ordularımız bozulmuşlardı. Asker kaçakları sayısı 300.000'e ulaşmıştı. Filistin cephesindeki tehlike uzaktı fakat Bulgaristan'ın teslim olması ile Trakya ve İstanbul şimdi, Franchet d'Esperey'in kuvvetlerinin tehdidi altında bulunuyordu. Ayrıca İngiliz donanması, Çanakkale Boğazı'nı geçmeye hazırlanıyordu. Türkiye ise böyle iki büyük saldırıyı karşılayabilecek kuvvette değildi. 1915 'in gücü kalmamıştı. Ülkeyi yöneten İ.T.'nin liderleri umutlarını yitirmiş ve birbirlerini suçluyorlardı. Türkiye dört yıl süreyle dünyanın en büyük devletleriyle Irak, Suriye, Kafkasya, Çanakkale, Galiçya gibi cephelerde amansız bir mücadele vermiş ve 1918 yılı sonunda kaynakları tükenmişti. Filistin cephesinde yapılan ve 19 Eylül'den 26 Ekim 1918'e kadar süren İngiliz taarruzunda, yalnızca Yıldırım Orduları Grubu'nun kayıpları 75 bin esir, 360 top, 800 makineli tüfek , 210 kamyon, 44 Otomobil, 89 Lokomotif, 468 yük ve yolcu vagonu idi. Bu kadar araç ve silahı tüm Kurtuluş Savaşı'nda güçlükle
    tamamlayabildiğimizi hatırlarsak, kayıpların büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Bu koşullar altında 7 Ekim 1918 'de Hükümet Mebusan Meclisi'nde güvensizlik oyu aldı ve ertesi gün Sadrazam Talat Paşa istifa etti. Yeni Hükümeti, İttihatçıların politikasına karşı olan Ahmet İzzet Paşa 14 Ekim'de kurdu. Suriye cephesinde bulunan M. Kemal Paşa bu yeni kabine de Harbiye Nazırı olmak istedi, tavsiye ettiği Fethi Bey Dahiliye Nazırı oldu. Bahriye Nazırlığı'na da Rauf Bey seçildi. A. İzzet Paşa, Harbiye Nazırlığı'na kimseyi atamadı. Bu Hükümetin görevi, Almanya teslim olmadan önce, en kısa sürede barışı sağlamaktı. Wilson'a barış için başvuruldu, fakat yanıtını beklemeye tahammül edilecek zaman yoktu. Almanya'dan ayrı barış yapılırsa İtilaf Devletleri'nin daha yumuşak davranacağı umuluyordu. Balkanlar'dan İstanbul'a yürüyecek ordunun komutanının İngiliz mi, Fransız mı, olacağı tartışması bu ilerleyişi ertelemişti. Kut-ül Amare'de esir düşmüş olan General Tawshand acele olarak, İngiltere'nin Akdeniz Filosu Kumandanı Amiral Catrhrope ile görüşmesi için 18 Ekim'de serbest bırakıldı. 23 Ekim de Calthrope'un delegelerin gönderilmesini bildiren telgraf geldi. Padişah delege olarak Damat Ferit Paşa'yı göndermek istiyordu, Fakat İzzet Paşa'nın kararlı davranışı sonunda vazgeçti. Bahriye Nazırı Rauf Bey'in Başkanlığında seçilen bir heyet görevlendirildi. Padişah bu heyete "Hilafet-i celile ve Saltanat-ı seniye ve Osmanlı Hanedanı'nın hukukunun bütününün dokunulmazlığının sağlanması ve ayrıca bazı eyaletlere idari muhtariyet tanınması fakat siyasi muhtariyet verilmemesi" gibi son kısmı pek açık olmayan bir talimat verdi. Heyete asıl talimatı 24 Ekim'de Hükümet verdi. Wilson'un barış bildirisinin çok etkisinde kalmış bulunan Hükümet, iyimser bir biçimde, Hükümet yönetimine karışılmaması, ülkenin hiç bir yerine yabancı askeri çıkartılmaması, Alman yardımı sona erdiğine göre İtilaf Devletleri'nin para yardımı yapması, Yunan gemilerinin geçmemesi koşuluyla Boğazların açılacağını ve askerin terhis edileceğini bildirdi. Bu iyimser görüşle Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda demirli bulunan Agamemnon zırhlısına giden Osmanlı Heyeti 4 gün süren görüşmeler sonunda Amiral Calthrope'un dikte ettirdiği barış şartlarını kabul etti. "Mondros Ateşkes Antlaşması" 30 Ekim 1918'de imzalandı. Bu ateşkes ile Osmanlı İmparatorluğu fiilen tarihe karışıyordu, ülkeyi savaşa sürükleyen ve savaş içinde izledikleri yanlış uygulama ve savaş stratejisi Türkiye'yi bir uçurumun kenarına getiren İ.T. liderleri 1 Kasım 1918'de Parti Kongresi'ni topladı. Kendisini dağıtma kararı alan Parti'nin liderleri Enver, Talat ve Cemal Paşalar ise ateşkes imzalanmış olduğundan İngilizlerin her an İstanbul'a geleceklerini düşünerek 8-9 Kasım gecesi bir Alman denizaltısı ile Karadeniz üzerinden ülkeden kaçtılar. İ.T.'nin dağıtılması üzerine Parti, Teceddüt Fırkası'na dönüştürülmeye çalışıldı. Enver Paşa daha sonra Moskova'ya gelip, İtilaf Devletleri'nin de düşmanı olan Bolşeviklerle anlaşabileceklerini belirtti. Oysa Talat Paşa artık siyasi yaşamlarının sona erdiğini, haklı veya haksız, ulusun kin ve gazabını kazandıklarını söyleyerek, Avrupa'ya kaçmalarının gereğini daha gerçekçi bir biçimde açıklıyordu. Birinci Dünya Savaşı boyunca birbirinden binlerce kilometre uzaklıklarda, her çeşit olanaksızlıklar içinde savaşan Türk orduları dört yıl boyunca 2.850 .000 kişiyi askere aldı. Bunlardan 550.000'i savaşlarda şehit düştü. 891.000'i yaralanarak sakat kaldı. 240.000 hastalıktan öldü. 103.731 kayıp ve 129.000'i esir oldu. Diğer yaralılarla beraber bu rakam 2.167.841'e varır. Ayrıca savaşta düşman işgalinden kaçan Türk göçmenlerden yaklaşık 500.000'nin ve 250.000 Ermeni'nin tehcir sırasında, 200.000 Rum'un da geri hizmetlerde amele taburlarında çeşitli sebeplerden öldükleri tahmin edilmektedir. Balkan Savaşı'nın yıkıntıları da eklenince Anadolu'da, savaşlarda çocuklarını kaybetmemiş aile yok gibiydi Yokluk, açlık, hastalıktan perişan savaş yılgını bir ulus kalmıştı geride.
    Allah'ım, huşu duymaz bir kalpten, dinlenmeyen bir duadan, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden sana sığınırım.
    Linklerde Sorun varsa Lütfen Bildiriniz.(Konu İsmi Veriniz)

Sayfa 2 Toplam 2 Sayfadan Birinci 12

Benzer Konular

  1. II.Dünya Savaşı (Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi 2.Ünite Ders Notları)
    Konu Sahibi tulayabakaymindiz Forum İkinci Dünya Savaşı Ders Notları
    Cevap: 5
    Son Mesaj : 17.Mayıs.2011, 16:53
  2. İkinci Dünya Savaşı’nın Başında Dünya'nın Genel Siyasal Yapısı
    Konu Sahibi ilteriş Forum İkinci Dünya Savaşı Araştırmalar
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 13.Ocak.2010, 12:33
  3. Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi Dersi II. Dünya Savaşı Ünitesi (II. Ünite) PDF
    Konu Sahibi turgutreis Forum İkinci Dünya Savaşı Ders Notları
    Cevap: 2
    Son Mesaj : 17.Kasım.2009, 19:56
  4. Ynt: I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nı İçeren Bulmaca
    Konu Sahibi ozkanduman1977 Forum Çöp Kutusuu
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 16.Ekim.2008, 19:33
  5. I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nı İçeren Bulmaca
    Konu Sahibi karadut Forum İnkılap Tarihi Genel Etkinlikleri
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 09.Mart.2008, 17:29

Bu Konu için Etiketler

Giriş