1. #1
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734


    Babür İmparatorluğu



    Timur'un torunlarından Zahireddin Muhammed Babür'ün kurduğu Hint-Türk İmparatorluğu bunların en uzun ömürlüsü, en güçlüsü olmuştur.Zahireddin Mahmud Babür, 14 Şubat 1483'te Fergana'da doğdu. Babası, Timur'un torunu ve Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mırza idi. Ömer Şeyh Mırza 1494'te ölünce yerine en büyük oğlu Babür geçti.

    Semerkant'ta Büyük Hakanlık tahtında oturan amcasını metbu tanıyordu. Fakat Babür henüz çok gençti ve taht kavgaları da başlamış bulunuyordu. Bu yüzden hayatını güçlükle kurtararak kendine bağlı beğlerle 1504'te Kabil'e gitti. Devletinin başkentini de buraya taşıdı.

    1507 yılında, padişah ünvanını alan Babür kendisini Timur'un en büyük varisi ilan etti. Ele geçirdiği yeni toprakları sadık beyleri arasında baylaştırdı. İdare ve orduyu düzene soktu. 1519'da Sind Irmağı'nı geçerek Pencab yöresinde hakimiyet kurdu. 1522'de Sind ve Belücistan arasındaki bölgeye de hakim oldu. 1524'de Delhi Sultanı İbrahim Ludi'nin kuvvetlerini yendikten sonra Lahor'a girdi.

    İmrahim Ludi'nin 100 bin asker ve 1000 filden oluşan büyük bir ordusu vardı. Bu ordu ile Babür'ü yok etmek azmiyle üzerine yürüdü. Babür'ün asıl kuvveti ise 13,500 kişilik şeçkin Türkistan atlılarından ibaretti. Ama ateşli silahlara da sahipti. Osmanlı Türlerinden Mustafa Rumi adlı subayın idare ettiği bir topçu birliği vardı. Babür'e savaşı kazandıran bu topçu birliği ve atlı askerleri oldu.

    Hinduların ateşli silahları yoktu. Yarım gün süren savaşta, Ludi'nin ordusundan 40 bin kişi ölmüş, büyük bir kısmı esir alınmış, diğerleri de kaçmışlardı. İbrahim Ludi bu savaşta öldü.Bundan sonra Delhi'ye giren Babür, 1526'da Hint-Türk İmparatorluğu'nu kurmuş oldu. 1527'de putperest Hindulardan oluşan bir orduyu yenince "Gazi" ünvanını aldı.

    Babür, kendisinin ve askerlerinin Türk oluşu ile iftihar eden, adil, koruyucu bir hükümdardı. Kendisini beğlerine ve kumandanlarına sevdirmişti. Aynı zamanda çok büyük bir edip ve şair idi. Arap alfabesini almış, ama Çağatay Türkçesini, daha doğrusu Orta Asya Türkçesini resmi dil olarak ilan etmişti. (Babürname adı ile meşhur olan hatıratından ve devrinin kültür hareketlerinden bölüm sonunda bahsedilecektir. Burada şu kadarını söyleyelim ki bu eseri hem bizim tarihçilerimiz, hem yabancılar, bütün Türk dünyasında ve bütün zamanlarında Türkçenin en büyük şaheseri sayarlar).

    Babür, Delhi'den sonra Agra'yı da almış ve burasını başkent yapmıştı. 1528'de Luknov ve Bengal'i de ele geçirdi. Fakat 1529 sonlarına doğru hastalandı. Devletin ileri gelenlerini huzuruna çağırarak, onlara oğlu Hümayun'u veliaht seçtiğini bildirdi ve kabul ettirdi. 1530'da başkent Agra'da öldü, fakat Kabil'de gömüldü. 1646'da torunu Şahcihan ona Kabil'deki kabri üzerinde muhteşem bir türbe yaptırdı.

    Babasının ölümü üzerine tahta çıkan Humayun 26 yıl saltanat sürdü Fakat saltanatının ilk yıllarında tahtına göz dikenlerle ve babasının yendiği düşmanlarla mücadele etmek zorunda kaldı. Altı erkek kardeşi vardı. Onlara ve öteki akrabalarına geniş araziler ve başka tavizler vererek tahtını korudu.

    Öte yandan, Ludi hükümdarı Mahmud Ludi, Afgan emirleri ve bazı racalar ile birleşerek Humayun'a karşı harekete geçti. Gucerat hükümdarını da hareket için tahrik etti. Fakat Humayun Şah ikisini de yendi. Ancak çok geçmeden kardeşler arasında da kavga çıktı. Gucercat valisi olan kardeşi Askeri, başkent Agra üzerine yürüdü. Sonunda barıştılar ama kardeşler arasında birlik yine sağlanamadı.Bu sırada, Ludilerin yerine Sur Devleti'in kurmaya çalışan Şir-Han, bir gece Agra'ya baskın yaptı ve Hümayun Şah, kardeşlerinden de yardım görmeyince Şah Tahmasb'a (Safevilere) sığındı.

    Şir-Han, Safevileri ortadan kaldırmak için Osmanlılarla anlaşınca Şah Tahmasb da Humayun Şah'ı kendi ordusu ile destekleyerek onun üzerine, yani Hindistan'a gönderdi. Bu Hümayun Şah için iyi bir fırsat oldu. Artan ve toparlanan kuvvetleriyle Kabil, Kandehar ve Bedahşan'ı geri aldı. Babası Babür gibi o da Kabil'i üs yaparak yeniden fetihlere başladı. 1555'te büyük Afgan ordusunu yenerek Delhi'ye girdi. Kardeşleriyle anlaştı ve yeniden İmparatorluğa hakim oldu.

    Hümayun Şah, Tahmesb'dan yardım görse de Şiiliğe itibar etmedi ve Safevileri kendi devletinin geleceğini tehdit eden bir tehlike olarak gördü. Onun için Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a "Padişah Baba" diye hitap eder mektuplar yazdı. Doğunun kendisine bırakılması halinde Safevi tehlikesini birlikte yok edebileceklerini bildirdi. Humayun Şah, babası Babür Şah kadar iyi bir kumandan ve idaresi değildi. Sık sık ayaklanmalar oluyordu. Ama yine de imparatorluğu koruyabilmişti.

    1556'da kütüphanesinin yüksek raflarından kitap almaya çalışırken merdivenden düştü ve ağır yaralandı. 28 şubat 1556 günü öldü. Ölmeden önce, o sırada misafiri olan Osmanlı Derya Kaptanı Seydi Ali Reis'in de tavsiyesi ile Bedahşah'da ayaklanan Afgan birlikleriyle çarpışmakta olan oğlu Ekber'e bir name göndererek onu veliaht tayin etmişti. Yine Seydi Ali Reis'in tavsiyesiyle, Ekber'in şavaşı bitirip dönüşüne kadar ölümü gizli tutuldu. Bir ay kadar sonra, ayaklanmayı bastıran Ekber geldi ve tahta çıkarıldı.Ekber henüz 14 yaşındaydı ama sadık kumandanları ve kudretli atabeyi Bayram Han sayesinde başarılı olmuştu. Humayun Şah da babası kadar kudretli olmamakla beraber divan sahibi iyi bir şairdi. Delhi'de güzel bir türbesi vardır.

    On dört yaşında tahta çıkan Ekber Şah, 49 yıl saltanat sürdü. Yirmi yaşına kadar devlet idaresinde baş yardımcısı ve yetkili olan atabeyi Bayram Han'ı zorla emekli ederek Hacca gönderdi ve bundan sonra ülkenin tek hakimi oldu. Güçlü bir teşkilat kurdu. Ayaklanmaları dağılmaları önledi. 1578'de Bengal, 1581'de Kabil, 1587'de Keşmir, 1592'de Sind ve 1594'de Kandehar'ı tam olarak itaat altına aldı.

    Ekber Şah zamanında, sarayda, Hint tesiri artmaya başladı. Haremine aldığı Hintli kadınların tesiri ve hoşgörüsü ile, Hinduların da vatandaş sayılarak asker ve devlet memuru olmalarını sağladı. Müslümanlarla ordular arasında eşitlik sağlanınca ülkede gerginlikler azaldı. O "halkın devlet için değil, devletin halk için var olduğu" anlayışını benimsedi ve benimsetti. Muazzam nüfusu olan Hindistan'da Türkler küçük bir azınlık durumunda idiler ve daha çok asker ve memur oluyorlardı. Bir çok bakımdan eşitlik sağlandığı için azınlığın çoğunluk üzerindeki hakimiyeti bir mesele olmaktan çıkmıştı.

    Ekber Şah, 1603'te hastalandı ve konuşamaz hale geldi. Oğlu Cihangir'i cağırarak ona kendi eliyle kılıç kuşandırdı ve hükümdarlık sarığın giydirdi. Ölümünden evvel Sıkanda'da kendisi için bir türbe inşaatı başlatmıştı. Fakat kat ve piramidi andıran bu türbe oğlu Cihangir tarafından tamamlatıldı ve oraya gömüldü. Ekber Şah 1605'te ölmüştü.

    Selim Cihangir Şah, yirmi iki yıl saltanat sürdü. Adil, fakat zevk ve eğlenceye düşkün bir hükümdar idi. Hemen hemen hiçbir askeri başarı elde edemedi ve Kandahar şehrini İranlılara kaptırdı. Devletin ileri gelenleri de kendi nüfuzlarını arttırmak için mücadele etmekten başka bir şey yapmadılar. Cihangir'in yaptığı en önemli iş Ağra ve Lahor arasındaki yol idi.

    Zayıf iradeli bir hükümdar olan Cihangir zamanında saray ve entrikalarına kadınlar da karışmaya başladılar. Gevşek yönetimi yüzünden oğulları ile arası açıldı.

    İngilizlerin, Hindistan ticaretine el atmaları ve Gucerat'ın Surat limanında tüccarlarının yerleşeceği bir yer açmaları da Cihangir zamanına rastlar (1613). İngiltere'nin bir köprü başı gibi kullandığı bu liman, zaman içinde bütün ülkeyi ele geçirmesini sağlayacaktı.
    Cihangir, tahttan indirileceği bir sırada öldü ve oğlu Hürrem Şah, "Şah Cihan" adı ila tahta çıktı (1628).

    Evrengzib'in (I. Alemgir'in) 1707'ye kadar süren saltanat döneminde, imparatorluk en geniş sınırlarına ulaştı ve Hindistan'ın tamamı Türk hakimiyetine girdi. Evrengzib koyu bir Müslüman, cesur bir komutan, iyi bir idareci ve yeniliklere açık bir devlet adamı idi. Taht kavgasına girişen kardeşlerini ortadan kaldırdı.

    Evrengizb Türk ve Müslüman dünyası ile iyi ilişkilerde bulunmuş, komşuları ile önemli bir meselesi olmamıştır. Halktan alınan vergileri azaltmış, düzeni ve huzuru sağlamıştı. Yemen İmamına, Habeşistan Hükümdarına gümüş ve altın para yardımı yapmıştır.

    Fakat, onun zamanında Hindistan ticaretine İngilizlerden sonra Hollandalılar da el atmış, Gucerat limanlarında onlara da bazı imtiyazlar verilmişti. Ülkesinde gittikçe çoğalan yabancı şirketlerin sömürücü tutumlarından şikayetçi idi ama, kendi ticaret gemilerini Hint Denizi'nde korsanlara karşı İngilizler koruduğu ve Hindistan'ın ekonomik menfaatleri onları hoş tutmayı gerektirdiği için gümrük vergileri biraz arttırmaktan başka bir şey yapamadı.

    Evrengzib, Hindistan'ın en adil hükümdarı olarak isim yaptı. En büyük kusuru, Türkistan'dan yeteri kadar Türk askeri getirmemiş olmasıdır. Çünkü Türkistan askerleriyle hem çoğunluğun baskısına hem de ülkeyi ele geçirmeye çalışan Batılılara karşı daha güçlü ve başarılı olacaktı.

    Evrengzib, 1707 yılında öldü ve bütün Türk devletlerinde kötü bir gelenek halini alan taht kavgaları yine başladı.

    Evrengzib'den sonra, kabiliyetsiz şehzadelerin birbirlerine düşmeleri, racaların isyanı, ülkeyi sarstı ve gerileme başladı. Nihayet Alemgir'in (Evrengzib'in ) oğullarından I. Bahadır Şah tahta çıktı. Fakat onun zamanında Racputlar isyan ettiler. Sih'ler de başkaldırdı ve büyük karışıklıklar yarattılar. Bu kargaşalıktan yararlanan Afganlılar bağımsızlıklarını ilan etmekte gecikmediler.

    1723'te "Delhi" ve "Haydarabad" şahlıkları olmak üzere ülke ikiye ayrıldı. Bu durumdan yararlanan İran (Avşar) hükümdarı Nadir Şah 1739'da Kuzey Hindistan'ı ve Delhi'yi zaptetti. Çok büyük ganimet aldı. Hint-Türk İmparatorluğu'nun hazinesinden o zamanın parasıyla 700 milyon rupilik kısmına el koydu. Fakat Bahadır Şah'ın torunu yerine bıraktı. İdare Nadir Şah'ın tayin ettiği umumi valinin elindeydi.

    1748'de bu defa Afganlı Ahmed Şah Hindistan'a girdi. Sind, Pencap ve Keşmir eyaletlerini hakimiyeti altına aldı.

    Artık Babürlü Hakimiyeti iyice zayıflamış, sınırları daralmıştı. 1760'ta II. Alemgir Şah, veziri tarafından öldürüldü ve yerine II.Şah Alem geçti. Bu şah, ülkeye gittikçe yayılan İngilizlerle savaştı. Ama, 1764 Baksar Savaşında yenilgiye uğrayınca, İngilizler idareye hakim oldular ve bundan sonra gelen hükümdarlar bir İngiliz memuru olmaktan ibaret kaldılar.

    1766'da, Allahabad Anlaşması'yla pekişen İngiliz hakimiyetinden sonra bazı direnişler, isyanlar oldu. Mesela 1857'de büyük "Sipahi isyanı" çıktı. Ama İngilizler bu isyanı da bastırdıktan sonra 1858'de bütün Hindistan'ı İngiliz İmparatorluğu'na kattılar. 1877'de Kraliçe Victoria resmen Hindistan İmparatoriçesi ilan edildi.

    Kendi adıyla anılan imparatorluğun kurucusu, büyük kumandan devlet adamı ve teşkilatçı olan Babür, aynı zamanda büyük bir edip, şair, alim idi. Bilim ve sanat adamlarını koruyor, teşvik ediyordu. "Eğer baban iyi kanun koymuşsa onu muhafaza et, yürürlükte tut, eğer bu kanun fena ise, ihtiyacı karşılamaz duruma gelmişse, yenisini yap" ilkesinden hareket ederek, yararlı kanun ve müesseselere işlerlik kazandırıyor, bunları geliştiriyor, modası geçmiş, yetersiz kalmış olanlarını yürürlükten kaldırıyordu.

    Babür İmparatorluğu'nda ekonomik hayat tarıma dayanıyordu. Sebzecilik, tütüncülük, afyonculuk yaygındı. En çok pamuk üretilirdi ve dokumacılık ileriydi. Yün, pamuk ve ipekli kumaşlar, elle yapılan eşyalar Avrupalılara satılır, dışarıdan çok az şey alınırdı. Çünkü ülke, o zamanki nüfusuna yeterli bir ekonomiye sahipti. Bununla beraber, yağmursuz geçen yıllarda büyük kıtlıklar olurdu.

    Babür İmparatorluğu'nda büyük şair, edip ve tarihçiler yetişmiştir. Mimarlık çok yüksek bir seviyeye çıkmış, bütün Hindistan çok güzel eserlerle adeta doldurulmuştur. Hindistan'daki bu Türk İmparatorluğu'nu yöneten hükümdarların en büyük hata veya kusuru, devletin geleceğini düşünerek, çok nüfuslu bu ülkede Türk nüfusu çoğaltmamak olmuştur. Mevcut Türkler azınlıkta kalıyor, onlar da orduda ve devlet işlerinde görev alıyorlardı. Bunun sonucu olarak, Babür zamanında Türkçe olan konuşma ve yazı dili Babür'den sonra yavaş yavaş bırakılmış, onun yerini Farsça, daha sonra Urduca almıştır. Urduca (Orduca), çoğunluğu Türklerden oluşan askerlerin, yerlilerle anlaşmak için kullandığı karma bir dil olarak gelişti. Türkçe, Farsça ve değişik Hindu lehçelerinden alınan kelimelerle meydana gelen bu dil, bu gün Pakistanlıların resmi dilidir ve Hindistan'ın büyük bir bölümünde de konuşulmaktadır.

    Hindistan'da dini hayat canlıydı. Müslümanlık, yerliler arasında yayılmıştı. Yalnız Delhi'de binden fazla medrese vardı. Türkistan'dan gelen tasavvuf hareketi Hindistan'ı da etkilemiş ve burada Çişti, Nakşibendi, Kadiri, Sühreverdi, Şettari tarikatları yaygın hale gelmişti.

    Fakat, Hindistan'da en ileri giden kültür ve sanat kolları, mimarlık ve edebiyat olmuştur. Bütün dünyanın hayranlığını kazanan Tac Mahal, Hindistan'daki Türk mimarlığının, mimarideki zevk, incelik ve ustalığın sembolü olmuştur. Çağatay edebiyatının en güzel örneklerinden biri sayılan eseri de, bu imparatorluğun kurucusu olan Babür Şah'ın yazdığı Vekayi (Babürname) ile, baş mimarı İstanbullu Mehmed İsa Efendi olan Tac Mahal'i ayrı başlıklarla tanıtacağız.

    Alıntı
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  2. #2
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    Panipat Zaferi

    Babür 1525'te hep hayallerini kurduğu Hindistan'ın tamamını fethetmek üzere Kabil'den ayrılır. Ama bu ayrılış öyle bir ayrılış değildir. O çok sevdiği Semerkand'dan vazgeçmiş, Kabil ile vedalaşmış ve yönünü Delhi'ye çevirmiştir artık. 1526'da, yani Osmanlıların Mohaç Zaferinden birkaç ay önce, Paniput Meydan Muharebesinde Sultan İbrahim Ludi'nin 100.000 asker ve 1.000 filden müteşekkil büyük ordusunu yenerek Türk İslam tarihine altın harflerle Babür Şahlar İmparatorluğunun ismini yazmıştır.

    Bu zaferle Babürlüler (Gürgâniyye) Devletini kesin olarak kurdu kabul edilir (1526). Böylece Hindistan Türk İmparatorluğu tacı Ludilerden Babür'e geçmiştir.

    Bu başarıdan sonra Delhi, Agra ve Hanpur'u alan Babür Şah, Agra'yı başşehir yaptı. 1527'de Hindular üzerine yürümek için Agra'dan çıktı. Hindular, aralarında ittifak kurduktan sonra, 100.000 kişilik bir ordu ve birkaç yüz zırhlı fille yeni Hindistan fatihinin üzerine yürümeye başladılar. Çok kritik ve tarihi bir andı. Babür'ün harbi kaybetmesi demek, Ganj Vadisinin Hinduların eline düşmesi, netice itibariyle beş asırlık Müslüman ve Türk hâkimiyetinin Hint kıtasından atılması demekti. Babür 13.500 kişilik pek seçkin bir Türkistan atlı birliği ile düşman üzerine yürüdü. Yanında Osmanlı Türklerinden Mustafa Rumi'nin kumanda ettiği bir topçu birliği de bulunuyordu. Hindularda ne top, ne de tüfek vardı. Ateşli silahlar ve Türk atlısının üstün savaş kabiliyeti, Babür'e savaşı kazandırdı. Düşman tamamen imha edildi. Bu, Babür Şah için Paniput'tan daha büyük bir zaferdi. Biyana civarında geçen bu Kanva Meydan Muharebesinde birkaç saat içerisinde düşmanı yok eden Babür, "Gazi" unvanını aldı. Meşhur Zeynüddin Hafî'nin torunu Şeyh Zeyn Hafî'nin kaleme aldığı Zafername, bütün İslam memleketlerinin hükümdarlarına gönderildi. Bundan sonra Udh eyaleti de fethedildi. Art arda yapılan fetihlerle Babür İmparatorluğunun sınırları çok genişledi.

    Alıntı
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  3. #3
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    Hûmayun Şah Dönemi


    Babasının ölümü üzerine tahta çıkan Humayun 26 yıl saltanat sürdü Fakat saltanatının ilk yıllarında tahtına göz dikenlerle ve babasının yendiği düşmanlarla mücadele etmek zorunda kaldı. Altı erkek kardeşi vardı. Onlara ve öteki akrabalarına geniş araziler ve başka tavizler vererek tahtını korudu.

    Öte yandan, Ludî hükümdarı Mahmud Ludi, Afgan emirleri ve bazı racalar ile birleşerek Humayun'a karşı harekete geçti. Gucerat hükümdarını da hareket için tahrik etti. Fakat Humayun Şah ikisini de yendi. Ancak çok geçmeden kardeşler arasında da kavga çıktı. Gucercat valisi olan kardeşi Askerî, başkent Arga üzerine yürüdü. Sonunda barıştılar ama kardeşler arasında birlik yine sağlanamadı.Bu sırada, Ludîlerin yerine Sur Devleti'in kurmaya çalışan Şir-Han, bir gece Agra'ya baskın yaptı ve Hümayun Şah, kardeşlerinden de yardım görmeyince Şah Tahmasb'a (Safevilere) sığındı.

    Şir-Han Safevîleri ortadan kaldırmak için Osmanlılarla anlaşınca Şah Tahmasb da Humayun Şah'ı kendi ordusu ile destekleyerek onun üzerine, yani Hindistan'a gönderdi. Bu Hümayun Şah için iyi bir fırsat oldu. Artan ve toparlanan kuvvetleriyle Kabil, Kandehar ve Bedahşan'ı geri aldı. Babası Babür gibi o da Kabil'i üs yaparak yeniden fetihlere başladı. 1555'te büyük Afgan ordusunu yenerek Delhi'ye girdi. Kardeşleriyle anlaştı ve yeniden İmparatorluğa hakim oldu.

    Hümayun Şah Tahmesb'dan yardım görse de Şiiliğe itibar etmedi ve Safevîleri kendi devletinin geleceğini tehdit eden bir tehlike olarak gördü. Onun için Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a "Padişah Baba" diye hitap eder mektuplar yazdı. Doğunun kendisine bırakılması halinde Safevî tehlikesini birlikte yok edebileceklerini bildirdi.

    Humayun Şah, babası Babür Şah kadar iyi bir kumandan ve idaresi değildi. Sık sık ayaklanmalar oluyordu. Ama yine de imparatorluğu koruyabilmişti.


    Alıntı

    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  4. #4
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    İmparatorluğun İkiye Bölünüşü


    Evrengzib'den sonra, kabiliyetsiz şehzadelerin birbirlerine düşmeleri, racaların isyanı, ülkeyi sarstı ve gerileme başladı. Nihayet Alemgir'in (Evrengzib'in ) oğullarından I. Bahadır Şah tahta çıktı. Fakat onun zamanında Racputlar isyan ettiler. Sih'ler de başkaldırdı ve büyük karışıklıklar yarattılar. Bu kargaşalıktan yararlanan Afganlılar bağımsızlıklarını ilan etmekte gecikmediler.

    1723'te "Delhi" ve "Haydarabad" şahlıkları olmak üzere ülke ikiye ayrıldı. Bu durumdan yararlanan İran (Avşar) hükümdarı Nadir Şah 1739'da Kuzey Hindistan'ı ve Delhi'yi zaptetti. Çok büyük ganimet aldı. Hint-Türk İmparatorluğu'nun hazinesinden o zamanın parasıyla 700 milyon rupilik kısmına el koydu. Fakat Bahadır Şah'ın torunu yerine bıraktı. İdare Nadir Şah'ın tayin ettiği umumi valinin elindeydi.

    1748'de bu defa Afganlı Ahmed Şah Hindistan'a girdi. Sind, Pencap ve Keşmir eyaletlerini hakimiyeti altına aldı.

    Alıntı
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

Benzer Konular

  1. Timur, Babür ve Altınorda Devleti Türk Mü?
    Konu Sahibi tarih.20 Forum Er Meydanı
    Cevap: 22
    Son Mesaj : 03.Ekim.2009, 01:07
  2. Babür Devleti
    Konu Sahibi akalin Forum İlk Türk İslam Devletleri Ders Notları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 15.Eylül.2009, 14:13
  3. Babür Devleti Haritası
    Konu Sahibi Katun Forum İlk Türk İslam Devletleri Haritaları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 09.Haziran.2009, 23:03
  4. Babür Şah'tan Benzersiz Bir Şiir
    Konu Sahibi ilteriş Forum Şiirler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 18.Temmuz.2008, 16:10
  5. Avrupa Hun İmparatorluğu
    Konu Sahibi raltar Forum İlk Türk Devletleri Araştırmalar
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 18.Mart.2008, 00:50

Bu Konu için Etiketler

Giriş