Tarihçiler Sultan Melikşah'ın, kılıcını iki defa denize batırıp çıkardığını yazarlar: Batum'da Karadeniz'e ve İskenderun'da Akdeniz'e. Bu, denizlere açılışı, daha doğrusu kavuşmayı sembolize eden bir jesttir.
Nitekim Fatih de kendisini “iki denizin ve iki kıtanın sultanı” ilan ederek Melikşah'ın yüzyıllar önce çizdiği stratejinin tamamlayıcısı olduğunu bildirmiyor muydu? Osmanlı denizcileri Yavuz devrinde Hint Okyanusu'na, Kanuni devrinden itibaren de Atlas Okyanusu'na açılacaklar, İngiltere sahillerine, daha kuzeydeki İzlanda adasına kadar gideceklerdi.
Osmanlı tarihi, yanlış bir şekilde hep bir Avrupa topraklarına ilerleme ve geri çekiliş tarihi olarak takdim edildiğinden, yani Avrupa'yı merkeze alarak bir Osmanlı senaryosu yazıldığından asıl gayesi ihmal edilir. Mesela Kanuni'nin ölümünden 12 yıl sonra başlayan büyük Kafkas harekâtından söz edilmez de, hep Viyana'ya kadar gittik ve döndük diye yazılır. Oysa Kafkas harekâtı, tarihimizin en hayranlık uyandıran kişiliklerinden birisini, Özdemiroğlu Osman Paşa'yı hediye etmiştir hafızamıza.
Belki de bir bayram günü ziyaretine gittiğiniz Eyüp Sultan Hazretleri'nin türbesini geçince yine avlunun içinde demir parmaklıkla ayrılmış kısımda bazı mezar taşlarına rast gelirsiniz. Orada mütevazi bir mezarda karşılar sizi: Kanuni'den itibaren dinmeyen bir fırtına Lala Mustafa Paşa. Ufuklardan ufuklara koşan bu zat, aslen Boşnak'tır. Ama Balkan kökenli oluşu, Erzurum'da şirin bir cami yaptırmasına mani olmamıştır. Hatta Konya Ilgın'da Mimar Sinan'a muhteşem bir külliye yaptırmıştır ki, içerisinde medresesinden kervansarayına kadar yok yoktur: Cami, sıbyan mektebi, imaret, tabhane adları, çarşı (arasta), iki han fırın, mutfak, medrese, hamam, kütüphane, dükkanlar, çeşme-şadırvan, sebil... (Osmanlı hep Balkanlara yatırım yapmıştı diyenlerin kulakları çınlasın. Bakın bir Balkanlı general görev yaptığı yerleri nasıl imar etmiş?) Lala Mustafa Paşa “Kıbrıs fatihi” olarak bilinir daha çok. Ama Anadolu'nun imar tarihindeki yeri de teslim edilmelidir.
İşte Eyüp Sultan'ın yanı başındaki bu sakin mezarın ev sahipliği yaptığı vücut, 400 yıl önce Kafkas harekâtını Serdar-ı Ekrem unvanıyla üstlenmiş bulunuyordu. Yardımcısı, Özdemiroğlu Osman Paşa'ydı. Peki Özdemiroğlu Osman Paşa kimdi?
Babası Özdemir Paşa, Mısır'ın Memlûk beylerindendir. Abbasi hanedanından bir prensesle evlendirildi. Hadım Süleyman Paşa'nın Hint Okyanusu seferine katılan Özdemir Paşa'ya, daha sonra Mısır eyaletinin sınırlarını güneye doğru genişletme emrinin verildiğini görüyoruz. Sudan, Eritre, Somali, Habeşistan ve Yemen'deki fetihlerle Osmanlı bayrağını ekvatora yaklaştırdı. İşin garibi, bütün bu işleri, hepi topu birkaç bin askerle gerçekleştirmesi. Kanuni, kendisini Habeş Beylerbeyi olarak atadı. Burada İslamiyet'in yayılması için öylesine çalıştı ki, Yılmaz Öztuna'nın ifadesiyle, bugün Habeşistan nüfusunun yarısının Müslüman olması, doğrudan Özdemir Paşa'nın eseridir. O ve oğlu Osman Paşa sayesinde Afrika'nın doğusu Katolik sömürgecilerin eline geçmekten kurtulmuş ve bugüne kadar Müslüman kalabilmiştir. Kanuni'nin coğrafyamıza yağdırdığı yıldızların hangisini anlatacağımı ben de şaşırdım sevgili okur. Hangisinin peşine takılsam teslim almaya kalkıyor kalemimi. Beni de anlat der gibi...
Efendim, işte bu Osman Paşa'nın oğlu Özdemir Paşa, Lala Mustafa Paşa'nın kurmay başkanı olarak çıktığı Kafkas harekâtında öylesine görkemli başarılara imza atmıştı ki, sonunda Sadrazamlığa getirildi. Neler yaptığına hızla göz atalım:
Bugünkü Gürcistan'ın başkenti Tiflis'i fethetti. (Ağustos 1578)
Hemen ardından Koyun Geçidi zaferi (Eylül 1578) geldi. 2 saat içinde Safevi ordusu perişan edildi. Hazar denizine ulaşıldı. Şirvan fethedildi ve şair Baki bu fetih için özel bir gazel yazdı.
Şamahı Zaferi (Kasım 1578)
Meşaleler Savaşı (Mayıs 1583): Osmanlı ordusu geceleri de süren savaşta binlerce meşale yaktığı için “Meşaleler Savaşı” adı verilmiştir. 3 gün, 3 gece sürdü. Erivan dahil bütün Ermenistan ele geçirildi.
Beş yıl süren büyük Kafkas seferinde Osmanlı Devleti'nin toprakları tam 300 bin kilometrekare büyümüştü. (Bu rakam, yaklaşık olarak bugünkü Türkiye topraklarının yarısına tekabül eder.) 28 Haziran 1584'te İstanbul'a döndü. Muhteşem bir karşılama töreni düzenlendi. Huzura kabul edildi. Padişah bu büyük serdarın oturmasını istedi. Ancak Osman Paşa, edebinden oturamadı. Ancak dördüncü defa ısrar edilince oturabildi.
III. Murad “Gaza ve cihadlarınızı bir de sizin ağzınızdan dinlemek isteriz.” deyince “Bizim ne haddimize sultanım. Heman Cenab-ı Hakk'ın inayeti ve sultanımın helal lokma yedirdiği gazilerin himmeti berekâtıdır.” diye tam bir Osmanlı'ya yakışır, olgun bir cevap verdi. Heyecanlanan padişah, belindeki murassa (mücevherli) kılıç ve hançerini çıkarıp “Ananın ak sütü gibi helal olsun!” diyerek paşanın beline taktı. Bundan sonra artık Osman Paşa'yı Sadrazam olarak göreceğiz.
Yaşlanmış, önce Yemen ve Habeşistan'da, sonra da Kafkaslardaki görevlerinde büyük iklim değişikliklerine dayanamayan vücudu yıpranmıştı. Yine de Eylül 1584'te Tebriz'i fethetti. Yavuz'un fethinden tam 71 yıl sonra Tebriz'de yine Osmanlı müezzinleri ezan okudu.
Hastalığı ilerleyince vasiyetini yazdırdı. 10 milyon akçeyi bulan muazzam servetinden hayatta olan annesine, hanımına ve kızına sadece İstanbul'da oturmakta oldukları evi miras bıraktı. Geri kalanını Peygamber Ocağına, yani askerlerine devretti. Zaten askerlerine hazineden değil, kendi cebinden maaş ödüyordu.
29 Ekim 1585'te vefat etti. Babası Kızıldeniz kenarındaki Musavva şehrine gömülmüştü. Kendisi Diyarbakır'da toprağa verildi.
Özdemiroğlu Osman Paşa yalnız zaferleriyle değil, yaşadığı örnek hayatla da günümüze eskimez bir mesaj bırakmış oldu. Yalnız başkasını değil, kendini yenmenin de erdemini keşfetmiş alperenlerimizden biriydi o.  Cenab-ı Hakk'ın, gönülleri, geleceği geçmişinden daha parlak bir Türkiye idealiyle yanıp tutuşanlardan olmayı nasip etmesi niyazıyla...
Yazar ve kaynak bilinmiyor