1. #1
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734


    Kamuoyunca 1908 yılında tanınacak olan ünlü hürriyet kahramanı Yüzbaşı (Geyikli) Niyazi Bey, Türk Halkına adını ilk defa 1897 Türk-Yunan savaşında duyurmuştu. O günlerde henüz Teğmen rütbesinde olan Resneli Niyazi, muharebe meydanında adeta tek kişilik bir ordu gibiydi. Savaşta gösterdiği inanılmaz başarıları birkaç yıl geçmeden Harp Okulunda öğrencilere örnek olarak anlatılacaktır. Mesela 1903 yılında Harp Okulu askeri coğrafya öğretmenlerinden Yarbay Muhittin Bey öğrencilerine "1897 Türk-yunan Savaşında Beş pınar kalesinin düşürülmesinde, elinde kılıcı askeri önünde aslanlar gibi ilerleyip büyük kahramanlık gösteren ve tek başına savaşın kazınılmasında etkisi olan Resneli Teğmen Niyazi'nin" harekâtını coşkuyla anlatmıştır. Bu savaşta Niyazi Bey, önemli sayıda (kendi birliğinin mevcudunun en az 5–6) katı esir de ele geçirmişti. Gösterdiği olağanüstü başarı üst kademelere bildirildi ve kendisi sekiz aylık teğmenken bir üst rütbeye (üsteğmenliğe) terfi ettirildi. Başkentten gelen talimatla Halka moral vermek için, ele geçirdiği bu esirlerle birlikte İstanbul'a gönderildi. Niyazi Beyin bu olayla ilgili anıları ibret vericidir ve dönemin özelliklerini bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. İzliyoruz:

    "... Beş pınar savaşında bölüğümle tutsak ettiğim Yunanlıları İstanbul'a götürmekle görevlendirilmiştim. Görevimi bitirip İstanbul'dan döndükten sonra ülkemin devrime olan ihtiyacını daha iyi anlamış oluyordum. Önce, yolun üstünde Manastır'a varışımda, buradaki komutanlar ve üst subayların bu görevimden faydalanarak oğullarını, yakınlarını kayırmak, hazineden bir şeyler koparmak kaygısında olduklarını gördüm. Selanik'teki koskoca Müşir bile bundan faydalanmaya koşmaktan geri kalmıyordu.

    Ulusun avuç dolusu parasını alan büyükleri, gördüm ki, ulus ve devletin çıkarından çok kendilerini düşünmekteydiler. Saray çevresine sığınanlardan alay alay kordonlular savaş başlayıp başarı belirtileri göründükten ve hatta sona erdikten sonra bile gönüllü adıyla rütbe ve maaşlarını arttırmak için akın akın savaş alanına koşuyorlardı. Savaşın bütün yükünü omuzlarında taşıyanlara karşı gizli bir çekişme başlamış, rütbe ve nişan yağmasında ön safa geçmişlerdi...

    Özellikle saray çevresinde Harp Okulu'ndan çıkmış subaylara karşı gösterilen güvensizlik ve davranış beni çok üzmüştü... Padişaha takdim edildiğimizde üsteğmenliğe yükseltildiğim bildirilmiş, on altın padişah ödülü almıştım. Oysa müşir Kazım Paşa'nın benimle birlikte gelen ve tutsakları alıp orada burada kendini gösteren onüç yaşındaki oğlu, iki yüz lira ödül ve iki derece terfi suretiyle değerlendirildi ve yaverliğe alındı...

    Bu olaylar karşısında devletin kendi kendini düzeltemeyeceğini anlıyor ve bir inkılâba olan zorunluluğu düşünüyordum... Savaş bitmeden önce komutanlardan ve Kurmay subaylardan Ordu ve yönetiminde yenileşme ile ilgili teklifler istendi. Sonradan bunların da uydurma manevralar olduğu ortaya çıktı. Böylece devlet bünyesinde batıya dönük atılımlar yapmak isteyenlerin avlanması için bir tuzak kurulmuştu. Bu tuzağa düşen aydın kişiler birer birer yok oldular. Devlet yönetimi gibi ordu da eskisinden daha kötü duruma geldi"
    (Resneli Niyazi Beyin Anıları, s.31–32)

    Milli kahraman Üsteğmen Niyazi'nin anılarından da anlaşılacağı gibi, maddi çıkar sağlama arzusu her hareketin önünde geliyordu. Bunun en önemli nedeni, maaş düzensizliğiydi. Subaylar bazen aylarca maaş alamıyorlar, kendileri birliklerinde bazen kümes misali bir odada aylarca konuşacak bir insan bulamadan görevlerini yapmaya çalışırken, onları en çok uzakta bıraktıkları aile mensuplarına para gönderememek üzüyor, ezik bırakıyordu.

    "İlk görev aldığım 21. alayın 4. taburunda benden daha önce gelen Leskovikli Teğmen Kamil'in önerisiyle gerçekleri yavaş yavaş kavrayabiliyordum. Askerliğin en üst komutanından en alt komutanına kadar olan birbirine bağlanışında (emir-komuta zincirinde) boşlukları görüyor, daha doğrusu bu çalışmanın yasalar dışı yetkisiz kişilere verilmesinden doğan düzensizlikleri görebiliyordum. Askerlik kademelerini hak etmeden aşarak yüksek yerlere ulaşan ve buralarda bulunmuş olan general ve üst subaylardan bir kısmının uşaklıktan, damatlıktan, evlatlıktan, casusluktan yetişme, haksız yere orayı ele geçirmiş, devletten para almak için, daha doğrusu kapmak ve çalmak için çalışıp yaşayan birtakım şakşakçılardan ibaret olduğunu anlıyordum"
    (Rahmi Apak: Yetmişlik Bir Subayın Anıları, s.31-32)

    Anılarda görüldüğü gibi, genç subayların ordunun yüksek kademelerinde görevli komutanlar hakkındaki fikirleri olumsuzdur. İdealist fikirlerle bezenmiş Harbiye mezunları çevrelerinde gördükleri ekonomik çıkar sağlamayı amaçlayan tertipleri ahlaksızlık telakki etmekte ve nefret duymaktadırlar. Genç beyinler sonunda problemlerin kaynağının Yıldız Sarayı olduğunu kabul ediyor ve onu etkisiz hale getirip ulusun geleceğini kurtarmak için güçlü bir devrim'e ihtiyaç olduğunu düşünüyorlardı.

    Jön Türk hareketinin en hareketli olduğu günlerde, lider durumundaki Mizancı Murat Bey ve arkadaşlarının Abdülhamit'e dönmesi genç askerler üzerinde şok etkisi yaratmış ve sivillere karşı büyük bir güvensizlik duyulmasına sebep olmuştur. Bu konuda Niyazi Bey'in anıları şöyledir:

    Aydın çevrenin o sıralarda dayanağı olan Murat Bey'in dönüşü ile birlikte umutsuzluğa kapılanlar çoğaldı. Bazı kötü kişilerin, genel güvenlik ve birbirine bağlılık gibi dünyanın en değerli duygularını altın ve saltanata değişmesi, o zamana dek herkesin sevgi ve saygısını kazanmış olan gençleri büyük bir sorumluluğa itmiş, satın alınan kişiler ulusun vicdanında lanetlenmişti. Artık yurdun kurtuluşu için birlik kurmak isteyenler, bozgunculukla, ahlaksızlıkla suçlanıyorlardı. Murat Bey'in davranışı bütün gençlere bir kişiye bağlanmanın, çalışmada açıklık ve güvenin kötülüğünü göstermişti. Bu felaket gelecek için çok güzel ve yararlanılacak dersler vermişti. Artık sadece bir başa dayanan bir düzen kurulmayacaktı. Çünkü o ayrılınca düzen dağılabiliyordu. Kurulacak bütün teşkilatlarda emniyet birinci planda gelecek ve çalışmalar büyük bir gizlilik perdesi altında yürütülecekti.

    Niyazi Bey 1904–1908 yılları arasındaki yaşamının en önemli gençlik yıllarını hep Makedonya dağlarında devamlı isyancıların takibi ve ülkenin kurtuluşu için nasıl bir yol izlemesi gerektiğini araştırmakla geçmiştir. Bu dönemde elde ettiği sayısız başarılar her türlü övgünün üzerindedir. Teşkilatlanma konusundaki anıları şöyledir:

    "Bu süre içinde bizim de yapmamız gereken özgürlük savaşı için nasıl bir örgüt kurup davranmak gerektiğini, tüm arkadaşlarla danışıp görüşüyordum.

    Çoğu başarı ile sonuçlanan komitalarla karşılaşmamızda bombasıyla, tüfeğiyle, zararlı yayınıyla ele geçirdiğimiz komitacıların çeşitli etkilerle bağışlanıp salıverilmesi görevini yerine getiren subayları derin üzüntülere itmekteydi. Bu yersiz aflar dolayısıyla komitacılık, eşkıyalık ve ayaklanmanın kökünü kurutmanın olanaksızlığı herkesçe çok iyi anlaşılmıştı.

    Ölüm cezasına uğratılmış binlerce kişi, çeşitli etkenlere güvenerek hayatının bağışlanacağına, bir gün gelip hapisten çıkacağına inanıyordu. İşte bu güvenç, ayaklanma ve dağa çıkmak için en büyük kışkırtıcıydı.

    Erlerin çıplaklığı, kışlaların berbatlığı, asker yiyeceğinin kötülüğü, devletin maaşları ödemedeki aksaklığı orduda devrim düşüncesini genelleştirmiş ve kökleştirmişti."

    Makedonya; teşkilatlanma için en uygun, en emniyetli ortama sahipti. İngiltere Kralı 7. Edward'la, Rus Çarı 2. Nikola'nın 9–10 Haziran 1908'de Reval (Estonya'nın sonraki bilenen adı ve Talin) de buluşmaları ve Makedonya konusunda kararlar alması İttihatçıları çok rahatsız etmiş ve bilindiği gibi harekete geçmelerini hızlandırmıştır. Sivil asker bütün Osmanlı aydınları arasında ilk harekete geçen de kahramanımız ve artık Kolağası (günümüz rütbesiyle Kıdemli Yüzbaşı) rütbesinde bulunan Niyazi Bey olmuştur.





    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  2. #2
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    1908 yılı Haziran ayının ilk günlerinde, İngiltere Kralı VII. Edward ile Rus Çarı II.Nicolanın Reval'de buluşup görüşmeleri sırasında, Balkanların durumunu da ele alıp, Osmanlı Devletini sıkıntıya sokacak bazı kararlar almaları, İttihat Terakki cemiyetini fazlası ile rahatsız edince Balkanlarda kıpırdanmalar başladı. 1878 yılından beri rafa kaldırılmış olan 1876 Anayasasının hükümlerinin tekrar yürürlüğe konulması, seçimlerin yapılıp Meşruti yönetime geçilmesi halinde her şeyin düzene gireceği ve Avrupa devletlerinin baskısının azalacağı yolunda genel bir inanış her tarafa hakim oldu. Sonunda özellikle askerler bu konuda harekete geçmek zamanının geldiğini düşünerek teker teker kendilerini Uluslarının mutluluk ve refahı için feda etme anlamına gelecek isyan bayrağı açmaya, diğer Balkan militanları gibi dağlara çıkmaya başladılar. İlk hareket kahramanımız Kolağası Niyazi Beyden geldi. Niyazi Bey anılarında dağa çıkışını ve nedenlerini şu sözlerle anlatır: (Balkanlarda Bir Gerillacı, s.79–80)
    "...Reval buluşmasında Rusya ve İngiltere tarafından kararlaştırılan sonucu düşünerek üç gün üç gece heyecan içinde çırpındım. Ölümden başka bir kurtuluş yolu göremiyordum. Reval buluşmasının tüm Türklüğün gönlünde yarattığı karanlığın, ancak milletçe bir ölümü göze almak yoluyla son bulacağını düşünerek, etkilerini her gördüğüm aydının yüzünden okuyordum. Hepimiz ve Cemiyet'e bağlı aydınlar, yurdumuz için verilen kötü kararı öğrenmiştik. Hiç çelişkiye düşmedik. Bir çete meydana getirmek düşüncesini kafamda geçirmeye başladım. Bir yandan da hazırlanıyordum. Akılsızca bir bekleme, çok kanlı olaylar hazırlayabilirdi. Kararan ufuklar, dolayısıyla yurdumuzun bir daha yaşama imkânı bulamayacak bir felakete doğru sürüklendiğini açıkça görmekteydik.

    Baskı idaresinin kendilerine sağladığı mutluluk içinde yaşayan Abdülhamit'in adamları, ne yazık ki, bu tehlikeleri göremiyordu. Tehlikeleri önlemek bize, bizim gibi küçük rütbelilere kalmıştı, bunu iyi biliyorduk. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden fazla bir yardım bekleyemezdim... Doğup büyüdüğüm, gençliğimin geçtiği ve Rumeli'mizin bir parçası olan Resne'nin gözlerini bana çevirip benden bir şey istediğini çok iyi anlıyordum. Çeşitli düşüncelerin etkisi altında kafamda geçen baskı yönetimine karşı ayaklanmanın düzenlenmesiyle üç gün üç gecemi geçirdim. En çok silah, cephane, araç, gereç ve beslenme durumu beni düşündürüyordu. Bunu da, bulunduğum bölgedeki hükümet kaynaklarına, milletimin yardımından geri kalmayacağına inanıyor, Cemiyetin dolaylı da olsa yardımı esirgemeyeceğini biliyordum.

    Kararımı, hatta hiç kimse katılmasa bile tek başıma uygulamaya kesinlikle Tanrı üzerine yemin ederek, 28 Haziran 1908'de Resne'de İttihat ve Terakki'ye bağlı Belediye reisi Cemal ve Polis Komiseri Tahir'e açtım. Bir çete tertip ederek ihtilale bir an önce geçmek üzere Salı günü sabahı evimin bahçesinde buluşmayı kararlaştırdık. O gün aramızda ciddi ve önemli bir görüşme oldu. Onlara şunları söyledim: Sizin ve benim budalaca ölmemizden bir şey çıkmaz. Cemiyetin toplum üzerindeki etkisini kullanarak yapılacak genel bir ayaklanma bize beklediğimiz sonucu verebilir. Ben ve siz burada Cemiyet'e bağlılardan, asker ve köylülerden yüz elli, iki yüz kişilik bir çete çıkarabiliriz. Bu akşam Hacı Ağa'nın evinde tüm cemiyete bağlı olanlarla durumu görüşelim, onların da kararlarını alalım. Her ilçe cemiyetin her merkezi bize uyarsa iş kendiliğinden çözülür gider. Yalnız biz, en önce biz örnek olalım. Ben her şeyi hazırladım. Şimdiye dek aldığım yolluklardan beş yüz elli lira biriktirdim. Para, silah, cephane, çarık, keçe, kütüklük gibi şeyleri de bulma kolaydır. Yalnız sizden bana yardım ve katılmak için mertçe bir söz beklerim."
    Belediye Reisi Cemal ve Komiser Tahir Beylerin destek sözü vermesi üzerine o akşam 21.30'da Hacı Ağa'nın evinde bir toplantı yapılır. Toplantıda etkili bir konuşma yapan Niyazi Bey, Bulgarların da ilk olarak Resne'de ayaklandıklarını belirterek, hürriyet mücadelesi için yapılacak ayaklanmanın en önce Resne'de başlamasının gerektiğini belirtti. Daha sonra Osmanlı toplumunda Müslümanlarla Hıristiyanların eşit olduklarını, Avrupa devletlerinin Hıristiyan toplulukları bahane ederek dış müdahalelerde bulunmalarının haksızlık olduğunu ve Osmanlı yöneticilerinin bu isteklere uymalarının onur kırıcı bir davranış olduğunu ifade ederek sözlerini şöyle bağladı:
    "Özet olarak diyebilirim ki, biz millet adına eşitliği sağlamaya çalışacağız. Ben cemiyetin bizi destekleyeceğinden kesinlikle eminim."
    Niyazi Bey'in bundan sonraki son cümlesi o dönemdeki bütün subayların değişmez durumunu yansıtır. Günümüzde her şeyin maddi ve ailevi çıkar açısından değerlendirildiği ve bunun o kişinin özgür düşünce ve imkânlarını akıllı kullanması sonucunda elde ettiği bir hak ve bir meziyet olarak kabul edilen bir ortamda, kişilerin Niyazi Bey ve benzerlerinin neden böyle davrandıklarını anlamaların bekleyemeyiz. Ancak, bu ülkede özgür bir yaşamın temelini atmak üzere silaha sarılmış bir genç subayımızın hangi şartlarla mücadeleye atıldığını yansıtmak, vicdani ve insani bir borçtur.

    Niyazi Bey'in son sözleri ailesi ile ilgilidir ve şöyledir:
    "Kimsesiz kız kardeşlerimi, yeğenlerimi, eşimi, Manastır'a gönderiyorum. Bunlardan belki bir daha buluşmamak üzere ayrılıyorum. Evimi kapayacağım, kararım budur. İçinizde candan ve gönülden bana uymak isteyen var mıdır?

    Sözlerimi bitirmiştim ki, hepsi bir ağızdan:

    "Seninle birlikte ölmeyi şeref ve mutluluk sayarız, hepimiz hazırız diye bana koştular ve hepsi beni gözyaşlarıyla kucaklamaya başladılar. Bundan böyle dağa çıkış günü kararlaştırıldı.

    Cuma günü, Cuma namazından sonra harekete geçilmesi kararlaştırıldı. Çarşamba günü kız kardeşimle çocuklarını Perşembe günü eşimi Manastır'daki yakınlarıma gönderdiğim için gecemi yalnız ve evimde, geleceğin aydınlık günlerini düşünmekle geçirdim. Geçimini, terbiyesini kendisine bıraktığım kız kardeşim ile beş kişiden oluşan çocuklarını, kardeşlerimi kimsesiz bırakıyordum. Onların hayali ve geleceği yüreğimi parçalıyordu. Büyük bir davaya girişmenin gücüyle dolu olan maneviyatım böyle küçük problemlerle uğraşmaz duruma gelmişti. Mutlu bir evlilik hayatına girişimin dokuzuncu ayında eşimden ayrı kalmanın üzüntüleri içindeydim. Bacanağım Manastır Kaymakamı İsmail Hakkı Bey'i durumdan şu mektubumla haberdar ettim.

    Saygıdeğer Bacanağım,

    Bir saate kadar Tanrı'ya sığınarak hareket edeceğim için özet olarak yazacağım isteklerimin eksiksiz ve geciktirilmeden yerine getirilmesini sizden beklerim. Uzun yazmayı gereksiz buluyorum. Alçakça yaşamaktansa ölmeyi daha doğru buldum. Bu nedenle, silahlandırdığım şimdilik iki yüz vatan çocuğu ile yurdum için ölüme gidiyorum. Gerek eşimi, gerekse kardeşimin çocuklarını sana emanet ediyorum. Eşimi yarın, olmazsa Pazar günü Yeğenim Şevki ile İstanbul'a gönderiniz.

    Bundan böyle ya ölüm, ya da vatanın kurtuluşu

    3 Temmuz 1908
    Önyüzbaşı Ahmet Niyazi"

    Niyazi Bey de, 3 Temmuzdan itibaren Saraya resmi idari kademelere ve uğradığı şehir ve kasabaların halkına ard arda birçok bildiri yayınlamıştır. 3 Temmuz tarihinde yazdığı bildirilerin birincisi "Yıldız Sarayı Başkâtipliğine, Rumeli Genel Müfettişliğine ve Manastır Valiliğine" hitap etmektedir ve şu sözlerle başlamaktadır:
    "Tüm ulusun isteği, Anayasanın yürürlüğe konmasıdır... Padişahına karşı millet şimdiye dek yapılanlardan herhangi bir hesap sormamaktadır. Amacımız, bundan sonra uygar milletler gibi bir yönetim kurulmasıdır. Kanımız pahasına koruduğumuz vatanı otuz yıldan beri uğraşmakta olduğu bölünmeden kurtarmak için yurt çapında yayılmış olan dünün ayrılıklarını kaldırmak ve bugün, karanlık geleceğimizi aydınlığa kavuşturmak ve sağlam bir temele oturtmak kararındayız... Biz Anayasa'nın hemen bugün yürürlüğe konmasını istiyoruz. Eğer hükümet bunu sağlayamazsa millet zorla alacaktır. Kuruluşumuz bu milli isteği gerçekleştirmek, hürriyetimizi ele geçirmek gücünü sağlamak amacındadır. Bunu en kısa süre içinde yapacağız."
    Halka yazdığı bildirilerde de Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kuruluşu ve örgütün amaçları hakkında bilgi veriyordu. Bütün istedikleri:
    "Osmanlı İmparatorluğunun şimdiki sınırları içindeki tüm halkların din, mezhep ayrımı gözetmeksizin özgürlüklerini elde etmek, yaşamlarının ve mal varlıklarının güvenliğini sağlamak, onların kardeşçe, insanın onurlu soyuna yaraşır bir yaşam sürmeleri için gerekli koşulları yaratmaktı. Bunları elde etmek, özgürlüklerin, eşitliğin, kardeşliğin, adaletin elde edilmesiyle mümkün olabilecekti. Mevcut despotik rejim, meşrutiyetçi bir yapıyla değiştirilmeliydi."
    Makedonya ilinin bazen Müslüman, bazen de Müslüman olmayan köylerini ziyaret edip köylülerle konuşan Niyazi Bey ve arkadaşları tüm Makedonya halklarının kardeş olduklarını ifade edip, herhangi bir yağma ve çapulculuk hareketine meydan vermeden herkese eşit ve adil davranarak büyük destek sağlıyorlardı. Bulgarlar Resne, Ohri, Bersene gibi birçok bölgelerde mitingler düzenliyorlardı. Kısa süre sonra birçok Bulgar, Sırp ve Arnavut çetesi, ayaklanan Jön Türk saflarına katıldılar. (Y.A. Petrosyan: Sovyet Gözü ile Jön Türkler, s.310)


    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  3. #3
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    Ayaklanan subay sayısı artarken Sultan ve Babıâli, başlayan hareketi bastırmak için bütün imkânları kullanmaya çalışıyordu. Metreviçe'de Nizamiye Fırkası'nın (Piyade Tümeninin) komutanı olan Arnavut Şemsi Paşa, Niyazi Bey'in hareketini bastırmakla görevlendirildi. Şemsi Paşa; okuma yazması kıt, alaylı ve padişaha çok bağlı sert bir askerdi(2). Etrafına da Arnavutlardan özel kuvvetler, muhafızlar toplamıştı. İttihat ve Terakki Genel Sekreteri Mithat Şükrü Bleda'nın ifadeleriyle Şemsi Paşa olayı şöyle cereyan etmiştir:
    "Arnavutlar üzerinde büyük nüfuzu olduğu söylenen Şemsi Paşa'nın Mabeyin'deki silahşorlarla işi ele alıp aleyhimizde atıp tuttuğunu öğrendik. Şemsi Paşa, emrine verilecek bu silahşorlarla Rumeli'deki ayaklanmayı birkaç gün içinde bastıracağını söyleyip padişahtan bu yolda bir irade çıkarılmasını istemiş. Öylesine ısrar etmiş ki, başta Abdülhamit olmak üzere herkes inanmış ve gerekli emir çıkarılmış. Örgütümüz tarafından adım adım izlenen Şemsi Paşa'nın Manastır'a gelmesinin ertesi günü biz her şeyi hazırlamıştık. Onu da saf dışı etmek gerekiyordu"(3).
    Birinci Ferik (Korgeneral) Şemsi Paşa; Manastır Postanesinden saraya maruzatını ve sadakatini bildirdi. Daha sonra postaneden çıkıp Resne yönüne gitmek için arabasına binerken, o anda ortaya çıkan genç bir teğmen (Atıf Kamçıl), Şemsi Paşa'nın çevresindeki muhafızların arasından süzülüp, büyük bir sükûnetle tabancasını çıkardı ve üç el ateş etti. Meydan karıştı, muhafızlar arkasından yoğun bir ateşle kovalarken, Teğmen Atıf sokaklar arasında izini kaybettirmeyi başardı. Ancak bu kovalamaca sırasında topuğundan yaralanmıştı.(4). Şemsi Paşa'nın öldürülmesi mukavemet etmeye azimli İttihatçıların moralini güçlendirdi.

    16 Temmuz 1908 günü, deniz yolu ile İzmir'den Selanik'e asker göndermek için teşebbüse geçilince, Yakup Hoca kimliğindeki Dr. Nazım ve diğer Jön Türk ajanları İzmir'deki bindirme işlemi sırasında subaylardan kimlerin devrime sempatisi olduğunu saptamak için görüşmeler, sohbetler yapmış, erleri inandırmaya, ikna etmeye çalışarak büyük bir faaliyet göstermişlerdir. Sonuçta ayaklandırmayı bastırmak için giden bu askerler, Selanik'e indirildikten sonra "yüce amaç"ı anlayıp ayaklananlara destek vermişlerdir(5).

    17 Temmuzda Saray taktiğini değiştirdi ve Manastır'a yollanan bir telgrafta isyancı subayların silahlarını bırakmaları halinde bağışlanacakları bildirildi. Asker Jön Türkler buna çok çabuk tepki gösterdiler, Komutanları Osman Hidayet Paşa, kışlada toplanan subaylara telgrafı okumaya başladı, ancak bitiremedi. Genç bir subayın ateş etmesi ile Manastır'da konaklamış olan Tugay'ın komutanı ağır yaralandı(6).


    22 Temmuz günü, Niyazi Bey'in Resne Milli Taburu ile Önyüzbaşı Eyüp Sabri Bey'in Ohri Milli Taburu birlikte Manastır'ı işgal için yürüdüler. Manastır yolunda aralarına iki yaşlarında bir dişi geyik bulunan birkaç jandarma da katıldı. Geyik insanlara alışık olduğu ve yanlarından ayrılmadığı için Niyazi Bey birliğinin sembolü oldu. Bu nedenle de Niyazi Bey "Geyikli Niyazi" olarak anılmaya başlandı. O akşam Manastır işgal edildi ve aynı gece Niyazi Beye bağlı iki genç subay, Şemsi Paşa'nın öldürülmesinden sonra Manastır'daki kuvvetlerin başına komutan olarak atanan Mareşal Osman Fevzi Paşa'yı tutsak ettiler(7).

    Sonunda isyancı birlikler ve her yerde onlara katılan küçük askeri birlikler Makedonya'nın yönetim merkezlerinde iktidarı ele geçirmeye başladılar. Selanik, Manastır, Üsküp ve öteki büyük illerde iktidar, devrimci güçlerin eline geçti(8). Her yerde mitingler yapılıyor ve 1876 Anayasası'nın ilanı isteminde bulunuluyordu. Manastır'da 23 Temmuz 1908 Perşembe öğle üzeri, "Manastır Harbiye'si Ders Nazırı" Kurmay Binbaşı Yanyalı Vehip Bey (Paşa) hemen Hürriyet adı verilen meydanda bir top arabasına çıkarak ateşli bir nutuk vermiş ve Hürriyet'i resmen ilan etmiştir(9).

    Vehip Bey'in nutku demokratik haklar açısından büyük bir değer taşımaktaydı. Vehip Bey sözlerine " Sevgili Vatandaşlar ve Aziz Kardeşlerim" diye başladı. Terakki ve ittihat Cemiyeti'nin "adalet, eşitlik ve kardeşlik" uğruna savaş verdiğini açıkladı. Böylece Osmanlı halkı kulluk statüsünden çıkarılmış ve eşit haklara sahip vatandaşlık statüsüne sokulmuş olmaktaydı. Sözlerini şöyle tamamladı: "Osmanlı ülkesini kaplayan çeşitli unsurlar birbirlerinin canını, ırzını aynı şiddet ve asabiyetle muhafaza etmeyi hırz-ı can (kendi canları gibi korumayı) bilirler"(10).

    Ülkede bundan böyle 1876 Anayasası'nın yürürlükte olduğunun açıklanması, 21 pare top atışı ile selamlandı. Aynı gece, Manastır Jön Türk Komitesi, Meşrutiyet'in ilanı ve Meclis-i Mebusan'ın toplanması için hemen bir irade yayınlaması isteğiyle Sultan'a bir telgraf gönderdi ve iradenin yayınlanması için 26 Temmuz Pazar gününe kadar süre tanıdı. Manastır Valisi Hıfzı Paşa, Sultan'ın Ser kâtip'ine gönderdiği telgrafta, Jön Türklerin isteklerinin yerine getirilmesini öneriyordu. Aynı gün Müşir İbrahim Paşa, Selanik'ten çektiği telgrafta, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin amaç ve ilkelerinin hemen hemen genel bir nitelik kazandığını söylüyordu(11).

    O gece İstanbul'da hükümet, yaptığı toplantı sonunda Padişah'a 1876 Kanuni Esasi'nin yürürlüğe konduğunun ilan edilmesini tavsiye edince, Abdülhamit bu tavsiyeye uyma mecburiyetini duydu ve meşrutiyet'in iadesiyle Mebusan Meclisinin hazırlıklarına geçilmesi için bütün vilayet ve sancaklara tebligat yapılmak üzere iradesi alındı(12). Artık bütün Makedonya bayram yapmaktadır. Özellikle Binbaşı Enver ve Önyüzbaşı Niyazi, halk tarafından "Hürriyet Kahramanları" olarak kucaklanmaktadırlar.

    İttihat ve Terakki, 23 Temmuz'da Hürriyet'i ilan etmişti, fakat bunu sadece Rumeli'de yapabilmişti. İstanbul ve Anadolu'da böyle bir gücü yoktu(13). Sultan Abdülhamit'in Meşrutiyeti kendisinin ilan etmesi, her ne kadar İttihat ve Terakki'nin (özellikle asker kanadının) bir zaferi kabul edilse de, bu çıkışla Abdülhamit, olayların kontrolünü elinde tutma imkânını yitirmemiş oluyordu. Teşebbüs Sultan'ın bir lütfu gibi sunulunca, Abdülhamit'in varlığından hoşlanılmasa bile Sarayla İttihat ve Terakki arasında bir anlaşma doğmuş bulunuyordu

    Makedonya'nın ünlü kahramanı Resne'li Niyazi Bey, 1.Balkan Savaşının son günlerinde, alınan yenilgiler ve yoğun bir mücadele dönemi sonrasında şahsi kanaatimize göre, düşman ordularının uyguladığı Biyolojik Savaş nedeniyle yakalandığı ağır tifo vakasından dolayı, bitkin vaziyette 17 Nisan 1913 günü Avlonya'ya gelmişti. İstanbul'a dönmek için bir vapura binmek üzere iken, iskelede bir Arnavut fedainin kurşunlarına hedef olup yaşamını yitirdi. Niyazi Bey yerde yatarken sadece "Niçin?" diyebilmişti(14).

    Ünlü kahramanımız Niyazi Beyin bu sorusu hiçbir zaman net cevabını bulamadı.

    Araştırmalarımıza göre Arnavutların da bağımsız bir devlet kurmaları kesinleşince, liderlik savaşı kızışmış ve Arnavut asıllı Osmanlı toplumunda büyük bir üne sahip, Arnavut asıllı en büyük rakiplerden biri elimine edilmiştir. Olay Osmanlı Toplumunda şaşkınlık yarattı ve o günden bu güne o ünlü tekerleme kaldı. " Ne şehittir ne gazi, pisi pisine ( veya tam halk deyimiyle b..u b..una) gitti Niyazi. Biz Niyazi Bey ve arkadaşlarının Türk Demokrasisi ve İnkılâplarının doğması ve gelişmesi adına yaptıklarını unutmuyor, hepsini rahmetle anarken hatıraları önünde saygı ile eğiliyoruz.

    DİPNOTLAR:
    (1) Y. A. Petrosyan, Sovyet Gözü ile Jön Türkler, Ankara–1974) s. 310
    (2) S. Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, s. 73
    (3) M. Ş. Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, s.42–43 İstanbul–1979; Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, s. 12–17 (Tercüman Yayınları, İstanbul–1978)
    (4) M: Ş. Bleda, age. s. 43; Ş.S. Aydemir: Enver Paşa-I, s. 537–540; S. Akşin, Jön Türkler, s. 75
    (5) Y. A. Petrosyan, age. s. 316
    (6) Aynı Eser, s. 315
    (7) Niyazi Bey'in Anıları, s. 196–202 (Balkanlarda Bir Gerillacı, İstanbul–1975)
    (8) Y. A. Petrosyan, age. s. 316
    (9) T. Z. Tunaya, Türkiye'de Siyasi Partiler III, s. 24 (İttihat ve Terakki, Hürriyet Vakfı Yayınları)
    (10) Aynı Eser, s. 25
    (11) Y. A. Petrosyan, age. s. 318
    (12) Enver Paşa-I, s. 558
    (13) S. Akşin, s.83
    (14) Balkanlarda Bir gerillacı, s.237

    Alıntı
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

Benzer Konular

  1. AĞIT / Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU
    Konu Sahibi telleyay Forum Şiirler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 28.Mayıs.2008, 00:09

Bu Konu için Etiketler

Giriş