1. #1
    ilteriş - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16.Nisan.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    6,777


    ANKARA MÜFTÜSÜ MEHMET RİFAT EFENDİ

    I- HAYATI

    Mehmet Rifat Efendi, 1860'ta Ankara'da doğmuştur. Babası Börekçizadelerden Ali Kazım Efendi'dir. Mehmet Rifat Efendi, ilk ve orta öğrenimini Ankara'da tamamladıktan sonra yüksek öğrenim için İstanbul'a gitmiştir. Burada Bayezıt Medresesi müderrislerinden Atıf Efendi'nin tedrisine (ders halkasına) devam edip ulum-u âliye ve a'liyye (dini yüksek ilimleri ve alet ilimleri) tahsil ederek icazetname (diploma) almaya hak kazanmıştır.

    İlk memuriyetine Ankara-Fazliye Medresesi'nde öğretim üyesi olarak başlayan Mehmet Rifat Efendi, 10 Ekim 1898'de Ankara İstinaf Mahkemesi azalığına getirildi. 25 Kasım 1908 tarihinde de Ankara Müftüsü oldu. Ayrıca 1911 yılında bir müddet Sivrihisar Kaymakamlığı görevini de vekaleten yürüttü. Bu arada memuriyetinin yanı sıra, eğitim-öğretimle olan ilgisini devam ettirdi. Bu cümleden olarak, 1918'de Musile-i Süleymaniye (Süleymaniye Medresesinde büyük müderrislere verilen bir ünvan) payesi ile Bursa Müderrisliği kendisine tekrar tevcih edilmiştir. 1920'de "İzmir Paye-i Mücerridi" ve yine aynı yılda "Mahreç Payesi"ne lâyık görülmüştür. Mehmet Rifat Efendi, göstermiş olduğu bu başarılarının bir mükâfatı olarak, 25 C.Evvel 1336/1920'de de her türlü devlet hizmetlerinde güzel işler görenlere iftihar ve imtiyazı mucip olmak üzere çıkarılan "Dördüncü Rütbeden Osmani Nişanı" ile ödüllendirilmiştir.

    Mehmet Rifat Efendi, 23 Nisan 1920'de toplanan B.M.M.'ne Menteşe (Muğla) mebusu olarak girdi. Ancak Müftülük görevini tercih ederek, Milletvekilliğinden istifa etti. Bu arada 23 Aralık 1922-30 Mart 1924 tarihleri arasında Şer'iye Vekaleti Heyet-i İftâ azalığında bulundu. 4 Nisan 1924'te de yeni kurulan Diyanet Reisliği'nin ilk Başkanı oldu. Soyadı Kanunuyla Börekçi soyadını alan Mehmet Rifat Efendi, vefatına kadar (5 Mart 1941) bu görevde kaldı.
    YAZILI KAĞIDI HAZIRLAMAK NE KADAR ZAMANINIZI ALIYOR? Soru Bankamızı ziyaret etmek için tıklayınız.
    DOSYA İNDİRMEKTE SIKINTI MI YAŞIYORSUNUZ?
    FORUMA DESTEK OLMAK MI İSTİYORSUNUZ?
    ALTIN ÜYE OLUN.
    AYRINTILI BİLGİ İÇİN TIKLAYINIZ.


    Ölmek yenilmek değil yüceltmektir şanını

  2. #2
    ilteriş - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16.Nisan.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    6,777

    A. Mehmet Rifat Efendi'nin Milli Mücadele'ye Katılışı

    Sivas Kongresi'nin toplandığı gün (5 Eylül 1919) aynı zamanda Kurban Bayramı arefesine tesadüf etmişti. Bu vesile ile Ankara halkının ileri gelenleri, Padişaha telgraf çekerek bayramını tebrik etmek istemişlerdi. Fakat Sadrazam Damat Ferit Paşa, anılan telgrafı "Padişahla vasıtasız görüşülemeyeceği" gerekçesiyle kabul etmemişti. Sadrazamın bu davranışı başta Müftü Mehmet Rifat Efendi olmak üzere, Ankaralıları sinirlendirir. Bunun üzerine, Ankaralılar başka bir telgrafla "... ne Padişah, ne de onun hükümetini tanımadıklarını bildirirler"(2).

    Bu tarihten sonra, Ankara, Sivas'taki Heyet-i Temsiliye ile daha sıkı bir ilişkiye girmiştir. Başka bir deyişle, Müftü Mehmet Rifat Efendi tamamen Kuva-yı Milliye'nin emrine girmiştir. Artık onun için, İstanbul'dan emir almak ve oraca tayin edilecek valilere itaat etmek sözkonusu olamazdı. Nitekim de öyle oldu. Milli harekat aleyhindeki faaliyetlerinden dolayı, Ankara Valisi Muhiddin Paşa, 28 Ekim 1919'da Keskin'de Kuva-yı Milliyece tutuklanınca, yerine İstanbul Hükümeti tarafından Ziya Paşa tayin edildi. Ancak Ankaralılar, Ziya Paşa'yı vali olarak istemediler. Bu yöndeki tavırlarını da Müftü Mehmet Rifat Efendi ile Belediye Reisi Kütükçüzade Alibey, ahali namına çektikleri telgraflarla İstanbul'a ilettiler. Yeni Vali Eskişehir'e kadar gelmesine rağmen, bu gelişme üzerine oradan geriye (İstanbul'a) dönmek zorunda kalmıştı (3).

    Milli Mücadele lehine olan bu gelişmeyi Ali Fuat Paşa (Cebesoy) hatıratında şöyle anlatır:

    "Heyet-i Temsiliye, 22 Ekim 1919'da bazı mühim meselelerin müzakeresi ve bir karara bağlanması maksadıyle Kolordu Kumandanlarını Sivas'a davet etmişti. Bu sırada ben karargahımla beraber Seyitgazi'de bulunuyordum. Sivas'tan evvel Ankara'ya gitmek istiyordum. Çünkü hükümetle Ankara halkı arasında yeni bir ihtilâf başgöstermişti. Ali Rıza Paşa kabinesi beni mezuniyetle Ankara'dan uzaklaştırmak istediği bir zamanda eski Bitlis Valisi Ziya Paşa adında bir zatı da vali olarak göndermişti. Ortada hiçbir sebep yokken ilk icraat olarak Ankara muhitinin itimadını kazanmış bir kumandanla vali vekilinin değiştirilmesi vatanperver Ankaralılar üzerinde iyi bir tesir bırakmamıştı. Vali Vekili Yahya Galip Bey, Heyet-i Temsiliye reisi Mustafa Kemal Paşa'ya 15 Ekim'de şifreli bir telgraf çekmişti. Bunda, "Biz mukadderatımızı, ne böyle milletin mukadderatını bilmeyen hükümete, ve ne de sümmetedarik gönderilecek valilere terkedemeyiz. Defaatle Zatıâlilerine arzettiğimiz düşünceler nazarı itibara alınmadığından dolayı, hükümeti merkeziye, mahut Ferit Paşa kabinesini tayin edip de gönderemedi. Bitlis Vali sabıkı Ziya Paşa'yı buraya ve hayatı memuriyetinde hiçbir muvaffakiyet gösterememiş olan Suphi Beyi de Konya'ya Vali tayin etmek suretiyle ilk adımını atmaya başladı. İşte bu gibi mülahazata binaen Meclisi Mebusan teşekkül etmeden evvel, hiçbir memuriyete hariçten kimsenin getirilmemesini geçen de arzetmiştim. Madem ki hükümeti hazıra buraya yeniden vali göndermeye kıyam etmiştir, şu halde buradaki harekât-ı milliye'nin söndürülmesi iltizam ediliyor demektir" diyordu..."

    "Diğer taraftan başta Müftü Rifat Efendi olmak üzere eşrafı belde hükümete müracaat ederek hadiseyi protesto etmiştir, hariçten gelecek valiyi kabul etmeyeceklerini bildirmişlerdi. Bunun üzerine Harbiye Nazırı Cemal Paşa da o sırada Amasya'da bulunan Mustafa Kemal Paşa'ya bir telgraf göndermiş, "Böyle her taraftan ayrı ayrı metalip dermeyanının hükümeti müşkül bir vaziyete soktuğunu" iddia etmişti (4). Ali Rıza Paşa kabinesiyle ihtilâf çıkarmak istemeyen ve eğer bu kabine istifa ederse Damat Ferit Paşa ve arkadaşları gibi ihanetleri sübût bulmuş kimselerin iktidara geleceğinden çekinen Heyet-i Temsiliye, Ankara halkını teskin etmek istemişti. Takip edilen bu yol iyi bir netice vermemişti..."

    "23 Ekim'de Seyitgazi'den hareket ederek o akşam Sivrihisar'a, 24 Ekim'de Polatlı'ya ve 26 Akşamı Ankara'ya gelmiştim. Birinci Eskişehir hareketini mahallinde idare etmek üzere ayrıldığım günden bugüne kadar kırk altı gün geçmişti. Ankara'da bırakmış olduğum silah arkadaşlarım başta vekilim Kaymakam Mahmut ve erkân-ı harp reisim Binbaşı Ömer Halis Beyler olduğu halde beni hararetle karşılamışlardı. O akşam geç vakitlere kadar kendileriyle beraber kalmış, gaybubetim sırasında vukubulan hadiseler hakkında izahat almıştım. Ömer Halis Bey:

    "Ankara halkının millî dava etrafındaki canlılık ve heyecanı her türlü sitayişin üstündedir."

    Diyordu. Bundan ne kadar memnun olduğumu tarif edemem..."

    "Ertesi günü, vali vekili Yahya Galip Beyi, Müftü Hoca Rifat Efendi'yi davet ederek kendileriyle konuşmuştum. Hadiseyi bütün teferruatiyle anlatmışlardı. Ne Ziya Paşa'yı ve ne de tayin edilecek başka bir valiyi istiyorlardı. Rifat Efendi:

    "Siz de aynı fikirde değil misiniz paşam?"

    Diye sormuştu. Mücadelenin başından beri feragatle çalışan ve Ankara'nın millî bir merkez olması için bana her türlü yardımı yapan Ankaralıların haklarını teslim etmemek mümkün değildi. Merak etmemelerini ve elimden gelen herşeyi yapacağımı söyledim.

    Neticede Ankaralılarla hükümet arasındaki ihtilafı halletmeye muvaffak oldum. Hükümet, yeni tayin etmiş olduğu vali Ziya Paşa'yı geri çağıracak ve vali vekili bulunan Ankara Defterdarı Yahya Galip Bey'i halkın arzusu üzerine yerinde bırakacaktı..." (5).

    Mustafa Kemal Paşa da Nutku'nda, Ankaralıların Ziya Paşa'yı vali olarak kabul etmeyişlerinden şöyle söz etmektedir:

    "Gerçekten de, başta Müftü Efendi olduğu halde (bugün Diyanet İşleri Başkanı bulunan Sayın Rifat Efendi Hazretleri idi), Ankaralılar bu atamayı protesto etmek üzere, İstanbul'a başvurmuşlardı. Ankara'yı yatıştırarak, hükümet otoritesini kırmamak için telgraf başında birçok nasihatlarda bulundum. Ancak, Ankara'nın haklı olduğunu teslim etmemek mümkün değildi..." (6).

    Görüldüğü üzere, M. Rifat Efendi, Kuva-yı Milliye emrine girmekle kalmamış, aynı zamanda Milli Mücadele lehinde, Ankara halkının liderliği görevini de üstlenmiştir.

    B- Heyet-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'ya Gelişlerinde M. Rifat Efendi

    Bilindiği üzere Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, 22 Aralık günü "Sivas'tan ayrılarak Kayseri-Kırşehir yoluyla 27 Aralık'ta Ankara'ya gelmişlerdi. Uğradıkları her yerde büyük tezahüratla karşılanmışlar, teşyi edilmişlerdi. Fakat Ankara'nın gösterdiği hüsn-ü kabul hepsinin üstünde olmuştu..." (7).

    Bu tarihi olayı görgü tanıklarından Mazhar Müfit Kansu'nun hâtıratından izleyelim:

    "O sabah (27 Aralık 1919) ajanslar ile Mustafa Kemal Paşa'nın geldiği haberi herkese bildirildiği gibi, bir taraftan da sabahtan itibaren davullar ve zurnalarla bütün Ankara halkı istikbale hazırlanmıştı. Çankaya ve Dikmen tepelerinden güzel sesli hafızlar, ezan ve salat okuyorlardı. Ve köylerden birçok atlı ve kağnı arabalarıyle binlerce halk Ankara'ya gelmiş; öğleye doğru "geliyor" diye tellallar bağırmış, seçilen atlı alayı Ulucanlar'dan Hacıbayram Camiinin önünde toplanarak merasimi diniye yapılmış; yediyüz piyade, üç bin atlıdan teşekkül eden bir seymen alayını Ankara'da bulunan dervişler takip ediyor...

    ...Bunların arkasında bütün esnaf ve ondan sonra da mektepliler yürüyorlar. Mektepliler, İstasyon caddesine; Seymen alayının bir kısmı Dikmen bağlarına; bir kısmı Çankaya bağlarına; Kızılyokuş eteklerine ve diğer bir kısmı da istasyon yoluna dizilmişti. Jandarma ve yirmi kadar polis de burada idi.

    Halkın bir Namazgâh tepesine ve diğer kısmı Yenişehir'in bulunduğu yerlere ve İstasyon yoluna sıralanmışlardı.

    Ankara şehri namına istikbal heyetinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti azasından Müftü Hoca Rifat Efendi, Binbaşı Fuat Bey, Kınacızade Şakir Bey, Aktarbaşızade Rasim Bey, Toygarzade Ahmet, Ademzade Ahmet, Hatip Ahmet, Kütükçüzade Ali, Hanifzade Mehmet, Bulgurzade Tevfik Beyler vardı.

    Dikmen bağlarının eteğinde bir çeşmenin önünde Eskişehir mebusu Emin (Sazak) ve Ankara eşrafından Naşit Efendi ve arkadaşları bekliyordu.

    ...Alkışlar ve türlü türlü tezahürat ve dualar arasında hükümet meydanına geldik" (8).

    O günlerin bir diğer tanığı olan Ali Fuat Paşa da konuyla ilgili izlenimlerini şöyle anlatmaktadır:

    "... O günü hatırladığımda aynı heyecanı daima duyarım. 27 Aralık'ta saat onbirde Temsil Heyetinin üç otomobilden mürekkep kafilesi, Dikmen sırtlarından geçen Kırşehir-Ankara şosesinin Ankara havzasına döndüğü yüksek noktada görünmüştü. Burada, yanımda Vali Vekili Yahya Galip Bey olduğu halde, Ankara namına kendilerini karşılamıştım. Birinci otomobilde Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf ve Ahmet Rüstem Beyler'le yaver Yüzbaşı Cevat Abbas Bey vardı. İkinci otomobilde Temsil Heyetinin diğer azaları Süreyya, Mazhar Müfit ve Hakkı Behiç Beylerle katipleri yer almışlardı. Üçüncü otomobilden üçüncü ordu müfettişliği karargâhından Paşa'ya refakat etmiş olan Doktor Binbaşı Refik (rahmetli Başvekil Doktor Refik Saydam), Erkân-ı Harp Binbaşısı Hüsrev (eski Büyükelçilerden Sayın Hüsrev Gerede) Beylerle diğer bazı zevat çıkmışlardı..."

    "Otomobillerimizden inmiş, bulunduğumuz yüksek noktadan Ankara'yı seyretmiştik. Etrafta dağlar karla örtülmüştü. Bizi Ankara şehrine götürecek olan yol, bugünkü Dikmen şosesinin istikametini takip ediyor, beyaz karlı tepelerin üstünde kıvrıla kıvrıla İncesu vadisine doğru iniyordu. İstikbale gelenlerin bir ucu bugün Harp Okulu'nun bulunduğu tepeden başlıyor, dolaşa dolaşa istasyon civarına iniyor ve oradan kıvrılarak hükümet konağına doğru uzanıyordu. Karşıcı gelenlerin adedini otuz kırk bine çıkaranlar olmuştur. O zamanlar Ankara şehrinin nüfusunun yirmi iki bini geçmediği hatırlanırsa bu muazzam kalabalığın etraftan ve uzaklardan geldiği anlaşılır. Milli müfrezelerimizin atlı miktarı da bini geçmişti. İlk defa Ankara'ya gelen Mustafa Kemal Paşa, bu manzara karşısında fevkalade mütehassıs olmuş, âdeta gözleri dolmuştu. Kendisine:

    –Ankara'yı nasıl buldunuz Paşam?

    Diye sorunca, heyecanla ellerimi sıkmış:

    –Cidden fevkalâde, tebrik ederim, Ankara hakikaten millî bir merkez haline gelmiş.

    Cevabını vermişti. Paşanın bu sözleri, günlerdir devam eden yorgunluğumu unutturmuştu.."

    Mustafa Kemal Paşa:

    "-Karşıcı gelenleri bu soğukta bekletmiyelim!

    Dedi. Otomobillere binerek hareket ettik. Paşa, Vali Vekili ile beni kendi arabasına almıştı. Kalabalığa yaklaştığımız sırada başta Ankara Hukuk Cemiyeti Reisi Müftü Rifat (rahmetli Diyanet İşleri Reisi Rıfat Hoca) Efendi olmak üzere Kaymakam Mahmut ve Erkân-ı Harp Reisi Binbaşı Ömer Halis Beyler karşıladılar. Paşa, yol yorgunluğuna bakmaksızın otomobilden inerek ellerini ayrı ayrı sıktı. Teşekkür etti, hatır sordu. Tekrar otomobillerimize binerek yola düzüldük. Bundan sonra ilk tesadüf ettiğimiz atlı millî süvari müfrezelerimizdi. Merhabalarımız "Varol!" nidaları ile karşılanıyordu. İstikbale yaya olarak çıkan halkın baş tarafı, bugünkü Milli Savunma Bakanlığı'nın bulunduğu yerde idi. Bunlar, yolun sağ tarafında mevki almışlardı. Aralıksız bir kütle halinde şehrin ta içerlerine kadar uzanıyor, aylardan beri adını ve şöhretini işitmiş oldukları aziz misafirlerini ve arkadaşlarını bekliyorlardı.

    Mustafa Kemal Paşa, bazen arabadan iniyor:

    –Yaşayın, varolun!

    Sadaları, alkışlar arasında halkı selâmlıyordu..."

    "...Mustafa Kemal Paşa, halkın gösterdiği hüsn-ü kabulden fevkalâde memnun olmuştu (9).

    –Yoruldunuz mu Paşam?

    Sualine:

    –Hayır, hiç yorulmadım, hatta yol yorgunluğumu da unuttum.

    Cevabını vermişti..." (10).

    Netice olarak, Mahmut GOLOĞLU'nun da tesbit ettiği gibi "Vali Vekili Yahya Galip Bey'le Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Rifat Efendi (Bu arada Ali Fuat Paşa), Mustafa Kemal Paşa'yı olağanüstü bir şekilde karşılamak ve bu arada Ankara'daki İngiliz ve Fransızlara da Kuva-yı Milliye'nin gücünü göstermek için geceli gündüzlü çalışmışlar, bölgedeki bütün seymenlerin karşılama törenine katılmalarını sağlamaya uğraşmışlardır" (11).
    YAZILI KAĞIDI HAZIRLAMAK NE KADAR ZAMANINIZI ALIYOR? Soru Bankamızı ziyaret etmek için tıklayınız.
    DOSYA İNDİRMEKTE SIKINTI MI YAŞIYORSUNUZ?
    FORUMA DESTEK OLMAK MI İSTİYORSUNUZ?
    ALTIN ÜYE OLUN.
    AYRINTILI BİLGİ İÇİN TIKLAYINIZ.


    Ölmek yenilmek değil yüceltmektir şanını

  3. #3
    ilteriş - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    16.Nisan.2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    6,777

    C. Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Kuruluşu ve Faaliyetlerinde M. Rifat Efendi

    Sivas Kongresinde daha önce teşkil edilmiş olan bütün millî cemiyetlerin, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, ismi altında birleştirilerek, yeniden teşkil edilmesine karar verildi. İşte bu karar gereğince, Ankara'da da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulması cihetine gidildi. 29 Ekim 1919 tarihinde yapılan seçim sonunda sözkonusu cemiyet; Müftü M. Rifat Efendi'nin başkanlığında kuruldu (12).

    Müftü M. Rifat Efendi'nin başkanlık ettiği bu cemiyet, çok yönlü ve değişik çalışmalarda bulunmuştur. Özellikle, Heyet-i Temsiliye ve Mustafa Kemal Paşa'nın Ankara'ya geldiği tarihe (27 Aralık 1919) kadar olan sürede; Vilayet dahilinde (livalar ve kazalarla beraber) teşkilâtlanmaya önem verildiği, memleket dahilindeki millî faaliyetlerle irtibatlı olarak, gerektiğinde yardım veya yerine göre, millî birlik ve beraberliğin sağlanmasında her türlü destekte bulunulduğu görülmektedir. Heyet-i Temsiliye'nin Ankara'da çalışmalarına başlamasıyla da cemiyet; Mustafa Kemal ve arkadaşlarına her türlü yardımda bulunmuştur. Öyle ki, bizzat Cemiyet Başkanı Müftü M. Rifat Efendi, kendisi ile eşi Samiye Hanım için ayırdığı "cenaze parasını" bir torba içinde Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret ederek ayağının yanına bırakmıştır. Yine Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Ankara'ya geldiklerinin ilk haftasında Müftü M. Rifat Efendi'nin önderliğinde Ankaralıların aralarında kırkaltıbinbeşyüz liralık yardım topladıkları bilinmektedir (13).

    O günlerde sözkonusu yardımlar çok önemliydi. Bu cümleden olarak, Uluğ İğdemir Yılların İçinden adlı eserinde; "Atatürk Sivas'tan Ankara'ya yeni gelmişti. Devlet hazinesi bomboştu. Hükümet üç-dört bin lirayı bir araya getirmekte sıkıntı çekiyordu. Bir gün Atatürk'e çok inanmış, o zaman Ankara Müftüsü olan rahmetli Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi, elinde bir mendile sarılmış 1200 lira kadar bozuk para ile Mustafa Kemal'i ziyarete geldi... ve bağlı mendili masanın üzerine bıraktı. Atatürk kendisini son derece duygulandıran bu davranışın anısını hiç bir zaman unutmamıştı. Her bayram Rifat Börekçi'ye bir hediye gönderir ve buna 1200 liralık bir çeki de eklerdi" (14) diyerek M. Rifat Efendi'den ve yapmış olduğu yardımın öneminden söz etmektedir.

    Cemal Kutay da Ali Fuat Paşa (Cebesoy)'dan naklen Müftü Rifat Börekçi'nin;

    "Millet Meclisi binası olarak hazırlanmasına karar verilen yarım kalmış okul yapısının tamamlanmasını, şahsi imkânıyla sağladığını, Mustafa Kemal Paşa'ya Ankara'da adına armağan edilen ve o zamanki adı Papazın Bağı olan Çankaya'daki ilk yapıyı sahiplerinden satın almak için şehrin eşrafını tesbitleyen listenin başına kendi adını eliyle yazdığını, Heyet-i Temsiliye Ankara'ya geldiği zaman Belediyenin misafiri sayılması kararını aldığını, bu müddet içinde de evvela 1000, daha sonra 800 lira toplayarak, bunlardan birincisini Mazhar Müfit Bey'e, ikincisini Cevad Abbas Bey'e verdiğini, fakat bütün bu himmet ve yardımlarını, alakaya layık görülenlerden habersiz yerine getirdiğini" (15) belirtir.

    Cemal Kutay'ın bildirdiği para yardımına ait ayrıntıyı; Mazhar Müfit Kansu şöyle anlatır:

    "... İçeriye giren zat Müftü Efendi'nin geldiğini söyledi. Eyvah, şimdi Müftü Efendi'ye kahve ısmarlamak lazım. Kahve var ama şeker yok.. Ya şekerli kahve içerse... Çünkü şeker çok pahalı idi... Kimde para vardı ki?...

    –Paşa'ya haber veriniz, dedim.

    –Paşa size gönderdi. Paşa ile görüştüler.

    –Peki buyursunlar.

    Müftü Efendi; (Diyanet İşleri Reisi iken vefat eden merhum Rifat Efendi) odama girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.

    –Müftü Efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?

    –Evet içmem.

    –Sigara?

    –Onu da kullanmam.

    Halbuki Müftü Efendi kahve içerdi. Biz buna meydan vermemek için süalde bulunduk. Müftü Efendi derhal vaziyeti anladı ve "içmem" dedi (tebessüm ederek):

    –Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik. Az da olsa yardımda bulunmayı vazife bildik... (diyerek) cüppesinin altından bir torba çıkardı. İçindeki kağıt paraları saymaya hazırlanıyordu.

    –Müftü Efendi, teşekkür ederiz. Evvela Paşa ile bu hususta görüşseniz iyi olur dedim.

    –Görüştüm. Kasa Mazhar Müfit Bey'dedir, ona veriniz, dedi.

    –Müftü Efendi... nihayet tamam bin lira saydı. Ben de ... paraları aldım ve kasaya koydum" (16).

    M. Rifat Efendi'nin Milli Mücadele için yaptığı malî yardımlar, sadece belirtilenlerden ibaret değildir. Meselâ, Onun başkanı bulunduğu Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin TBMM hizmet binası için harcadığı miktar, 5068 (Beşbinaltmışsekiz) liradır (17). Bu para o tarihlerdeki değerine göre hiç de azımsanmayacak bir miktardır. Ali Fuat Paşa'nın da teyid ettiği gibi bu paranın büyük bir kısmını Müftü Efendi; şahsi gayret ve çabasıyla halktan toplamıştır. Buna, M. Rifat Efendi'nin Keskin Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti idaresine gönderdiği ve aslı B. Sakallı'da mahfuz olan 1.4.1336 (1920) tarihli telgrafı güzel bir örnektir. Bu telgrafla yardım olarak Keskin halkından 100 (yüz) lira istenmektedir (18).

    Özetle, Müftü M. Rifat Efendi'nin de teşvikiyle Ankara halkı; Milli Mücadele'ye manevî desteğinin yanı sıra, maddî bakımdan da önemli katkıda bulunmuştur. Şüphesiz böyle küçük bir çalışmada bunların hepsinden sözetmemiz imkânsızdır. Bunun için burada çalışmamızın bu kısmını konuya açıklık getirmesi bakımından o günlerin müşahitlerinden Hayri Helvacıoğlu'nun şu sözleriyle bitiriyoruz:

    "... Hatırlarım. Gece hiç bilinmeyen ve şimdiye kadar isimleri, hizmetleri duyulmayan insanlar, faytonlarla ziyaretine gittiler (Mustafa Kemal Paşa'ya). Şimdiye kadar açıklanmadı. Çünkü Ankaralılar gösterişi sevmezler. Milli Mücadele için... heybeyle para bıraktılar..." (19).

    D. Ankara'da Kuva-yı Milliye Teşkilatı ve Faaliyetlerinde M. Rifat Efendi

    Ankara'da ilk millî kıpırdanmalar; Mondros Mütarekesi'nin hemen sonrasında (Aralık 1918), İngiliz ve Fransız güçlerinin şehrin önemli yerlerini işgal etmeleri (*) ve bazı taşkın hareketlerde bulunmalarına karşı, Ankaralıların müdafaa hareketleriyle başlamıştır. Milli hareket taraftarlarınca karşı bir mukavemet gösterilmiş olunmalıdır ki; İngilizler buradaki güçlerini daha sonraki günlerde 200 kişilik bir kuvvetle takviye etme gereğini duymuşlardır (20). Bu arada 19 Ocak 1919 tarihinde iki İngiliz Subayı Ankara'ya gelmiştir (21). Aynı tarihlerde bir Fransız Albayı da Ankara'ya uğramıştır (22).

    Halbuki o tarihlerde bu yörede düşman kuvvetlerine karşı koyabilecek sayıda Türk askeri bulunmamaktaydı. Ayrıca o günlerde Harbiye-i Umumiye Riyaseti'nin Genelkurmay Başkanlığı 7 Ocak 1919 tarihli telgrafında belirtildiği gibi, "Ankara'ya hiç bir taraftan kuvvet celbi de mümkün değildi" (23).

    Buna rağmen, emperyalist güçler, Ankara'da 22 Mayıs 1919 tarihine kadar kalabilmişlerdir (24). Gerçi işgalci güçlerin şehri terke mecbur oluşlarında; 20. Kolordu merkezinin (24. fırka 1919 Haziran'ının ilk günlerinde Ankara'ya gelmiştir) Ankara'ya taşınmasının etkisi inkâr edilemez. Bununla beraber başta Müftü M. Rifat Efendi olmak üzere, birçok Ankaralının başlatılan Milli Mücadele'yi canla-başla desteklemiş olmalarıdır (25).

    Ali Fuat Paşa'nın Ankara'ya gelişiyle oradaki millî faaliyetler daha da hızlanmıştır. Gönüllü alayları teşkil edilmiştir. Bu cümleden olarak, Müftü M. Rifat Efendi önderliğinde başlatılan gönüllü toplama çalışmalarından (26) İrade-i Milliye'nin 7 Teşrin-i Evvel 1335 (7 Ekim 1919) tarihli nüshasında şöyle bildirilmektedir: (Sadeleştirilmiş şekli)

    "Evvelki günkü mitingten sonra Müftü Efendi Hazretlerinin delâlet ve irşadiyle, ihtiyaç görüldüğü takdirde, meşru haklarımızı müdafaa için millî bir alayın teşkili tensip edilmiş, Müftü Rıfat Efendi Hazretleri alaya nefer sıfatıyle yazılmasını istemiş, vukubulan teklif üzerine alayın fahri komutanlığıyle sancaktarlığını kabul ettiği gibi, ülemadan Hacı Atıf Efendi Hazretleri de alayın müftülüğünü ve Hacı Bayram Hatibi Hafız Mehmet Efendi birinci taburun imamlığını üzerlerine almışlardır. Bunu müteakip ileri gelenlerden Kütükçüoğlu Fevzi, Kınacıoğlu Mehmet, Belediye âzasından Emin ve Taygaroğlu Naşit Efendiler gönüllü nefer kaydedilmişlerdir.

    Bugün bütün ileri gelenler, yedek ve emekli subaylar büyük bir istekle komisyona müracaat ile kaydolunmaktadırlar. Hükûmet memurlarının pek çoğu bu alaya gönüllü yazıldıkları gibi, Ankara ilçelerinden gelen telgraflardan muhterem halkın ve ileri gelenlerin mahallerinden aynı teşkilâtı yapmaya başladıklarını bildirmişlerdir."

    Hatırlanacağı üzere, bu alayın teşkilinden kısa bir süre sonra 29 Ekim 1919 tarihinde, Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Bundan sonra oradaki her türlü millî faaliyetler, bu cemiyet ve bu cemiyetin başkanı Müftü M. Rifat Efendi tarafından yürütülmüştür.*

    E. Ankara'dan Yayınlanan Fetva'nın Hazırlanışında M. Rifat Efendi ve Bu Fetvanın Milli Birliği Sağlamaktaki Önemi

    1- Fetvanın Hazırlanış Nedeni:

    Bilindiği gibi İstanbul hükümetleri, özellikle Damat Ferit Paşa Hükümeti, Anadolu'daki millî hareketin gelişmesini önlemek için çeşitli yolları denemekten kaçınmamaktaydı. Nitekim Damat Ferit Paşa Hükümeti daha Sivas Kongresi'nden önce böyle bir mücadeleye girişmişti. Ferit Paşa, Haziran 1919'da vali ve mutasarrıflara gönderdiği telgrafta, Milli Ordu teşkilinin yasaklandığını bildirerek, buna uymayanlara pek insafsız davranılmasını, gerekirse İstanbul Divan-ı Örfi'ye gönderilmesini emretti (27).

    Ayrıca, Damat Ferit Paşa Hükümeti, her ne suretle olursa olsun Sivas Kongresi'nin toplanmasına engel olmak istemişti. Bunun için Ali Galip adında birisi Harput Valiliğine tayin edilerek Sivas Kongresi'ni basmaya ve üyelerini tevkif etmeye memur edilmişti (28).

    Diğer taraftan Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gelişen milli harekat sebebiyle, çaresizliğe düşen İstanbul Hükümeti, bazı şehzadeler başkanlığında taşraya "Heyet-i Nasihalar" göndermişti (29).

    Hükümet Başkanı Damat Ferit'e göre bu heyetler, halka Padişah'ın selâmlarını ve onun kendilerini düşünmekte olduğunu bildireceklerdi (30).

    Böylece Hükümet, kendi otoritesini Anadolu'da artırmak istiyordu. Hükümet aleyhine doğabilecek millî cereyanları köreltmek niyetinde idi. Halkın hükümetten ziyade padişah otoritesine olan saygısından dolayı, nasihat heyetlerinin başına özellikle şehzadeler verilmiştir (31).

    Bunlardan başka İstanbul Hükümeti, Anadolu'da teşekkül eden millî birlik ve azmi yer yer hazırladığı ayaklanmalarla baltalamaya çalışıyordu. Bilhassa, Damat Ferit Paşa'nın kurduğu hükümetler döneminde, "Kuva-yı Milliye" aleyhindeki faaliyetler daha da şiddetleniyordu. Son olarak 5.4.1920'de Salih Paşa Hükümeti düşmüş, onun yerine tekrar Ferit Paşa Hükümeti (dördüncü kez) kurulmuştu. Damat Ferit Sadrazam olduktan sonra, özellikle İtilâf güçlerinin baskısı ve desteğiyle "Anadolu birliğini içten yıkmak için her türlü tezvire" başvuruyordu. Öyle ki, "...Emir-i Sultaniye itaat etmeyen Müslümanlar..."a ceza tehdidinde bulunan fetvalar yayınlatmıştı(32). İşte bunlardan en tesirlisi, en önemlisi ve Anadolu'daki millî hareket için en tehlikelisi, 11 Nisan 1920 tarihinde Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah imzasıyla yayınlanan oldu(33).

    İtilâf güçlerinin özellikle İngiliz istek ve baskısıyla (34) hazırlanan bu Fetva-yı Şerife'de özetle; Anadolu hareketi Padişah'a karşı ayaklanma sayılıyor, Kuva-yı Milliye kötülenerek Padişahın sadık tebaasına zulüm edenlerin katledilmeleri gerektiği ileri sürülüyordu. Ayrıca fetvada Kuva-yı Milliye'ye karşı savaşırken ölenlerin şehit olacakları da belirtiliyordu. Bu fetva şöyledir:

    "Dünya düzeninin sebebi olan ve kıyamet gününe kadar Ulu Tanrı'nın daim eyleyeceği İslâm Halifesi Hazretleri'nin veliliği altında bulunan İslâm memleketlerinde bazı kötü kimseler anlaşarak ve birleşerek ve kendilerine elebaşılar seçerek Padişahın sadık uyruklarını hile ve yalanlarla aldatmakta, yoldan çıkarmaktadırlar. Padişahın yüksek buyrukları olmaksızın asker toplamaktadırlar. Görünüşte askeri beslemek ve donatmak bahaneleriyle, gerçekte ise mal toplamak sevdasıyla, şeriate uymayan ve yüksek emirlere aykırı bir takım haksız ödemeler ve vergiler koymakta ve çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mal ve eşyalarını zorla almakta ve yağmalamaktadırlar. Böylece insanlara zulmetmekte, suçlamakta ve Padişahın ülkesinin bazı köy ve şehirlerine saldırmak suretiyle tahrip ve yerle bir etmektedirler. Padişahın sâdık tebasından nice suçsuz insanları öldürmekte ve kan döktürmektedirler. Padişah tarafından atanmış bazı dini, askerî ve sivil memurları istedikleri gibi memuriyetten çıkarmakta ve kendi yardakçılarını atamaktadırlar. Hilâfet merkezi ile Padişah ülkesi arasındaki ulaştırmayı ve haberleşmeyi kesmekte ve devletin emirlerinin yapılmasına engel olmaktadırlar.

    Böylece, hükümet merkezini tek başına bırakmak, Hâlifenin yüceliğini zedelemek ve zayıflatmak suretiyle yüksek Hilâfet katına ihanet etmektedirler. Ayrıca Padişah'a itaatsizlik suretiyle devletin düzenini ve asayişini bozmak için düzme yayımlar ve yalan söylentiler yayarak halkı azdırmaya çalıştıkları da açık bir gerçektir. Bu işleri yapan yukarıda söylenmiş elebaşılar ve yardımcıları ile bunların peşlerine takılanların dağılmaları için çıkarılan yüksek emirlerden sonra bunlar, hâlâ kötülüklerine inatla devam ettikleri takdirde işledikleri kötülüklerden memleketi temizlemek ve kulları fenalıklardan kurtarmak, dince yapılması gerekli olup, Allah'ın "öldürünüz" emri gereğince öldürülmeleri şeriata uygun ve farz mıdır? Beyan buyrula...

    Cevap: Allah bilir ki olur.

    Dürri Zâde El-Seyid Abdullah

    Böylece Padişahın ülkesinde savaşma kabiliyeti bulunan müslümanların adil Hâlifemiz Sultan Mehmet Vahdettin Han Hazretlerinin etrafında toplanarak savaşmak için yapacağı davet ve vereceği emre uymak suretiyle adı geçen asilerle çarpışmaları dince gerekir mi? Beyan Buyrula.

    Cevap: Allah bilir ki gerekir.

    Dürri Zâde El-Seyid Abdullah

    Bu takdirde, Halife Hazretleri tarafından sözü edilen asilerle savaşmak üzere görevlendirilen askerler, çarpışmazlar ve kaçarlarsa büyük kötülük yapmış ve suç işlemiş olacaklarından dünyada şiddetle cezayı, ahirette de çok acı azâbı hakk ederler mi? Beyan buyrula.

    Cevap: Allah bilir, ederler.

    Dürri Zâde El-Seyid Abdullah

    Bu takdirde, Halife askerlerinden asileri öldürenler gazi, asilerin öldürdükleri şehit sayılırlar mı? Beyan buyrula.

    Cevap: Allah bilir ki, sayılırlar.

    Dürri Zâde El-Seyid Abdullah

    Bu takdirde, Padişah'ın asilerle savaşmak için verdiği emre itaat etmeyen müslümanlar, günahkâr ve suçlu sayılıp şerîat yargılarına göre cezalandırılmayı hak ederler mi? Beyan buyrula.

    Cevap: Allah bilir ki, ederler.

    Dürri Zâde El-Seyid Abdullah (35).

    İstanbul'da basılan gazetelerde de yayınlanan bu fetvadan çok miktarda Anadolu'nun her tarafına çeşitli vasıtalarla (postayla, Anadolu'ya geçen kimseler aracılığıyla, vs.) hatta Yunan ve diğer İtilâf güçlerinin uçaklarıyla dağıtılmıştı (36). Fetvanın Anadolu'da yayılmasını ve zararlarını önlemek için sıkı önlemler alınmış ise de bunda pek başarılı olunduğu söylenemez. Zira TBMM, 23 Nisan 1920 Cuma günü toplandığı zaman, ülkenin işgalden kurtulabilmiş köşeleri ayrı görüşlerin kavga sahnesi haline gelmişti. Bu yıkıcı fetvalar ve Bab-ı Ali'nin beyannameleri ile aldatılan halk, yer yer vatan kurtarıcılarının önüne dikilmişti. Anadolu'nun muhtelif yerlerinde ayaklanmalar başgöstermişti. Bu tehlikeli isyan hareketleri Ankara'nın yakınlarına kadar sirayet etmişti (37).

    Türk Milli Mücadelesi için zor günler yaşanıyordu. İç ve dış ihanet, elele vererek Anadolu'da bir kardeş kavgası çıkartmak suretiyle Türk'ü Türk'e kırdırtmak istiyorlardı. Durum her geçen gün daha da tehlikeli bir hal aldı. Milli hareketin başarısızlığı dahi sözkonusu olabilirdi. Öyle ki, eldeki Kuva-yı Milliye ve Milli Mücadele taraftarı askerî birliklerden de firarların başladığı görülmektedir. 56. Fırka Kumandanı Bekir Sami Bey'in Ankara'ya ilettiği şu sözleri, meselenin vehametini göstermesi bakımından ilginçtir. "Eğer bu gece alelacele, Ankara vesaire baş müftüleri ve ulema-i meşhure-i İslâmiye (den) mukabil fetvalar alınmazsa Bursa vilayetinde pek ziyade kesb-i vehamet etmesi muhtemeldir" (38) diyordu. Bu üzücü gelişmeler, İstanbul'un fetvasına karşı en önemli tedbirin; mukabil fetvaların yayınlanması ile alınacağı gerçeğini ortaya koymuştu.

    2- Fetvanın Hazırlanışı

    Başta M. Kemal olmak üzere, millî hareketin ileri gelenleri; "Padişah ve halife dahi esirdir. Makam-ı hilafet ve saltanatın tahlisi (kurtarılması) lâzımdır" (39). Bu nokta'yı nazardan hareketle; düşman elinde esir olan halifenin zor ve baskı kullanılarak böyle bir fetvanın yayınlattırıldığı, haliyle de bu fetvadaki hükümlerin geçersiz olduğu hususu üzerinde durdular. Ankara'da, bu ana fikirden hareketle, bir fetva yayınlanması çalışmalarına başlandı. Neticede, Ankara Müftüsü ve aynı zamanda Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi de olan Mehmet Rifat Efendi başkanlığında, Ankara'da bulunan beş müftü, dokuz müderris ve medrese müdürü ile altı kişilik ilmiye sınıfından müteşekkil toplam yirmi kişilik bir grup da bir fetva hazırladı (40).

    Anadolu'daki Milli Hareketin meşru olduğu, Padişah ve Halife'nin dahi esir bulunduğu, düşman elinde esir olan Halife'ye zor ve baskı kullanılarak fetva yayınlatıldığı, haliyle bu fetvadaki hükümlerin geçersiz olduğu hususlarının dile getirildiği bu fetva da 19-22 Nisan 1920 tarihlerinde, Öğüt, İrade-i Milliye, Açıksöz gibi Milli Mücadele yanlısı gazetelerde yayınlandı. Bu fetva, sadeleştirilmiş şekliyle (41) şöyledir:

    "1- Dünyanın nizâmının sebebi olan İslâm Halifesi Hazretlerinin halifelik makamı ve saltanat yeri olan İstanbul, mü'minlerin emirinin (Padişahın) varlığının sebebine aykırı olarak, İslâmların düşmanı olan düşman devletler tarafından fiilen işgal edilerek, İslâm askerleri silahlarından uzaklaştırılıp, bazıları haksız olarak şehit edilmiş, Halifelik merkezini koruyan bütün istihkâmlar, kaleler, savaş aletleri zapt edilmiş ve resmî işleri yürüten ve İslâm Ordusunu donatmakla görevli Bab-ı Ali'ye (Başbakanlık) ve Harbiye Nezâretine el konmuştur.

    Bu suretle Halife, milletin gerçek menfaatleri uğrunda tedbir almaktan men'edilmiştir.

    Sıkıyönetim ilân edilip harp divanları kurulmuş, İngiliz kanunları uygulanarak kararlar verilmek suretiyle Halife'nin yargı hakkına müdahale edilmiştir.

    Yine Halife'nin rızası olmadığı halde, Osmanlı toprakları olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa taraflarına düşmanlar saldırıp oradakileri müslüman olmayan uyruklarımızla el-ele vererek İslâmları toptan yok etmeye, mallarını yağmalamaya ve kadınlarına tecavüze, müslüman halkın bütün kutsal inançlarına hakarete kalkışmışlardır.

    Anlatılan şekilde hakarete ve esirliğe uğrayan Halifelerini kurtarmak için, ellerinden geleni yapmaları bütün Müslümanlara farz olur mu?

    Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olur.

    2- Bu suretle, Halifeliğin meşru hakkını elinden alanlardan kurtarmak ve fiilen saldırıya uğrayan vatan topraklarını düşmandan temizlemek için uğraşan ve çalışan İslâm halkı Şeriatça Tanrı (Allah) yolundan ayrılmış olurlar mı?

    Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olmazlar.

    3- Halifeliğin gasbedilen haklarını geri almak için düşmanlara karşı açılan mücadelede ölenler "Şehit", kalanlar "gazi" olurlar mı?

    Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olurlar.

    4- Bu suretle din uğrunda savaşan ve görevini yapan halka karşı düşman tarafını iltizâm ederek İslâmlar arasında silâh kullananlar ve adam öldürenler şeriat bakımından en büyük günahı işlemiş ve fesatçılık işlemiş olurlar mı?

    Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olurlar.

    5- Bu suretle aslında istemediği halde düşman devletlerinin zoru ve kandırması ile, olaylara ve gerçeğe uymayarak çıkarılan fetvalar, müslümanlar için şeriatça dinlenir mi ve ona uyulur mu?

    Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, uyulmaz" (42).

    Bu fetva, 16 Nisan 1920'de Heyet-i Temsiliye Riyaseti'nce Anadolu'ya gönderilerek bütün müftülüklere tebliğ edildi ve bunu, her müftünün onaması talep edildi. Ayrıca bu konuda mülki ve askerî yetkililerden yardımcı olunması istenilmiştir (43).

    Mustafa Kemal Paşa'nın çağrısıyla bu fetva, Anadolu'nun değişik yerlerindeki 153 müftü ve din alimi tarafından tasdik edildi.

    Fetvayı tastikleyen 153 müftü ve din adamının adlarını görmek için tıklayınız.

    Devam edecek.
    YAZILI KAĞIDI HAZIRLAMAK NE KADAR ZAMANINIZI ALIYOR? Soru Bankamızı ziyaret etmek için tıklayınız.
    DOSYA İNDİRMEKTE SIKINTI MI YAŞIYORSUNUZ?
    FORUMA DESTEK OLMAK MI İSTİYORSUNUZ?
    ALTIN ÜYE OLUN.
    AYRINTILI BİLGİ İÇİN TIKLAYINIZ.


    Ölmek yenilmek değil yüceltmektir şanını

Benzer Konular

  1. Çal müftüsü AHMET İZZET ÇALGÜNER
    Konu Sahibi kuvvacı Forum Genel Tarih Araştırmaları ve Makaleler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 25.Eylül.2010, 20:12
  2. Çelebi Mehmet (I. Mehmet) Dönemi Ders Notu
    Konu Sahibi ziberkan Forum Beylikten Devlete Ders Notları
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 15.Eylül.2009, 12:51
  3. Ankara Hükümeti'nin Dünya'ya Açılan Kapısı İnebolu-Ankara Yolu
    Konu Sahibi ilteriş Forum Kurtuluş Savaşı’nda Cepheler Ders Notları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 08.Temmuz.2009, 16:22
  4. İşkodra Müftüsü hapishane hayallerini gerçekleştiriyor
    Konu Sahibi ahugur74 Forum Tarih Haberleri
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 15.Eylül.2008, 20:44
  5. Vani Mehmet Efendi
    Konu Sahibi Vanlı65 Forum Dini Liderler
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 27.Nisan.2007, 18:38

Bu Konu için Etiketler

Giriş

Giriş