Japonya Türk-Tatar Diasporası
Ali Merthan Dündar
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

Ülkemizde Türk-Japon ilişkileri üzerine yapılan çalışmalarda incelenen konuları, genellikle Ertuğrul faciası, Meiji dönemi yapılanmaları ve Osmanlı yenileşme hareketlerinin karşılaştırmaları ya da Osmanlı döneminde Türkiye’de yaşamış olan Japonların hayat öyküleri oluşturmaktadır. En az bu konular kadar önemli olan Japonya’daki Türk varlığı konusu ne yazık ki fazla incelenmemiştir. Biz de bu konuya, Amerikan, İngiliz, Japon, Türk arşiv belgeleri ile dönemi iyi bilen tanıkların anlattıkları bilgiler ışığında eğilerek açıklık getirmeye çalışacağız. Bu incelememiz Uzak Doğu’da yaşamış olan Türk-Tatar toplulukları ile ilgili seri çalışmanın ilkidir.
1450’lerin ortalarından itibaren kuzeydoğuda yayılmacı bir siyaset izlemeye başlayan Ruslar, Ekim 1552’de Kazan’ı işgal ederek Asya’daki Türk topraklarını yavaş yavaş ele geçirmeyi başarmışlardı. 19. yüzyılın sonlarında ise tüm Batı Türkistan Rusların eline geçmiş, Doğu Türkistan ise 1878’de Çin tarafından tamamen işgal edilmiş, böylece Asya’daki bütün Türk halkları esaret altına girmişti. Rusya’nın egemenliği altındaki Türkler zaman zaman isyan etmiş olsalar da, çeşitli imkânsızlıkların yanında, kendi aralarında da birlik olamamaları sebebiyle başarılı olamamışlardır. Bu durum 1905’teki Rus devrimine kadar devam etmiş, daha önce birlik hâlinde millî bir hareket başlatamamış olan Türkler arasında, plânlı bir mücadele kararı ortaya çıkarak gayrıresmî de olsa toplantılar yapılmaya başlanmıştır.
Rusya Türkleri arasındaki bu yeni yaklaşımın mimarlarının büyük çoğunluğunu şüphesiz İdil-Ural Türkleri oluşturuyordu. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren reformcu Tatar aydınlarını, dinî, ekonomik ve siyasî konularda Rusya Türklerinin önderliğinde görmek mümkündür. Aydınlar içten gayretleriyle toplantılar düzenleyerek özgürlük için strateji belirlemeye çalıştılarsa da, tüm çabalara rağmen 1917 ihtilâli patlak verdiğinde Rusya Türkleri hazırlıksız yakalandılar. Bunun doğal sonucu olarak Rusya’da iç savaş çıktığında, Türk halkları ortada kalmıştır. Topluluğun bir kısmı Bolşeviklerin (Kızıllar) saflarına katılırken, diğer kısmı Çarlık taraftarlarının (Beyazlar) saflarına dâhil olmuştur. Çarlık taraftarlarının savaştan yenik çıkması sonucunda, Amiral Kolçak, General Semenov ve Yüzbaşı Kalmıkov gibi Sibirya bölgesinde savaşan komutanların ordularındaki İdil-Ural Türkleri, 1919’dan itibaren perişan bir hâlde Mançurya’ya ve Japonya’nın kontrolündeki bölgelere akın etmişlerdir.
Bir başka göç dalgası da, 1920-1921 yıllarında ortaya çıkan büyük açlık döneminde gerçekleşmiş ve İdil-Ural Türklerin birçoğu vatanlarını terk ederek, Çin ve Mançurya’ya göç etmiştir. Göçmenlerin arasında fabrikatörler, zengin tüccarlar, imamlar, öğretmenler, kısaca toplumun her kesiminden birçok insan bulunmuş, şartların olumsuzluklarından ve sefaletten dolayı bu göçmenlerin birçoğu daha sonra geri dönmek zorunda kalmıştır. Geride kalanlar ise en büyük desteği şüphesiz daha önce bu bölgeye gelip yerleşen Türklerden almışlardır.
Rusya’nın 19. yüzyılın sonlarında Çin’den, Doğu Çin Demiryolu’nun inşaat ve işletme haklarını almasıyla binlerce Rusyalı, inşaat bölgelerine akmaya başlamıştı. Demiryolu inşaatında çalışanların arasında çok sayıda Türk-Tatar da vardı. Ayrıca yine birçok Tatar Türkünün çalışma bölgelerinde bulunan ve çalışanlarla ailelerinin ihtiyaçlarını gidermek için kurulan dükkânlarda, işçi ya da patron olarak bulunmaktaydı. 1904 yılından itibaren, özellikle Harbin’de Türk-Tatar nüfusu artmaya başladı. Göçmenler bu yeni topraklarda dinî ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, 1906’da Harbin’de bir mescit açmış, aynı zamanda mescit binasını okul olarak da kullanmışlardır. Çocuk sayısı artmaya başlayınca, 1917-1918 yılları arasında yeni bir okul inşa edilmiştir. Uzakdoğu’daki Türklerin sosyal ve kültürel merkezi 1930 yılında Japonya’ya kayana kadar Harbin olmuştur. Uzak Doğu’daki ilk Türk-Tatar matbaası bu şehirde kurulmuş, Yırak Şark , Miñ (Bin) Yıl Mescidi, Beyrem Nurı, Çatkı gibi gazeteler ile bir çok kitap basılarak, Türk-Tatar toplulukları arasında bilgi ve haber akışı sağlanmıştır

Vatanlarından uzakta kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışan İdil-Ural Türk-Tatarları, Harbin’den başka; Haylar, Mukden, Mançurya, Şanghay, Hun Hul Di, Dairen gibi şehirlere yerleşerek dernekler kurmuş, bu yerleşim birimleri Japonya’ya geçişte onlar için birer atlama noktası olmuştur. Özellikle ticaretle uğraşanlar bölgede kurdukları ticaret ağının kendilerine sağladığı avantajla Japonya ve Japon pazarında kendilerine önemli yer edinmişlerdir.
İdil-Ural Türklerinin, Çin ve Kore’den Japonya’ya göç etmelerinin sebepleri arasında daha iyi bir hayat, daha kârlı ticaret gibi düşünceler yanında siyasî sebepler de bulunmaktaydı. Bu konu Japonya’nın Asya politikaları ile ilgilidir.
1868’de Meiji döneminin başlaması ile birlikte Japonya’da güç feodal beylerden İmparator’a geçerek merkezî bir yönetim sağlanmıştır. Bu geçiş kanlı olmakla beraber, Japonya’nın dışa açılması sonucunu doğurarak bilim, teknik, ticaret ve askerlik konularında ileri Batılı devletler seviyesine ulaşmasını ve yeni bir güç olarak tarih sahnesine çıkmasını sağlamıştır. Özellikle ekonomik alanda gerçekleşen ilerleme, hammadde-pazar gibi yeni ihtiyaçlar doğurmuş, bu durum da Japonya’yı bölgesindeki diğer güçlerle, yani Rusya ve Çin ile karşı karşıya getirmiştir. Kaçınılmaz olarak önce 1894-1895 Çin-Japon savaşı patlak vermiş, ardından 1904-1905 Rus-Japon savaşı meydana gelmiştir. Japonya her iki savaştan da zaferle çıkarak tüm dünyanın ve özellikle de Rusya mağduru milletlerin -Müslümanlar ve Türklerin- dikkatini çekmiş, sempatisini kazanmıştır. Sadece sempati kazanmaktan öte Japonya, zaferleriyle Asya kıtasında yeni topraklar ve ekonomik ayrıcalıklar da elde etmiştir.
1917 Rus ihtilâli sonrasındaki iç savaş sırasında, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, İtalya, Fransa ile birlikte Sibirya’ya asker çıkaran Japonya, bölgedeki Beyaz Rus yöneticileri ile temaslar kurup, onları askerî ve ekonomik konularda destekleyerek kendine bağlı kukla yönetimler kurmaya çalışmıştır. Beyaz Rus orduları içerisinde bulunan Müslüman Türk-Tatar gruplarıyla ilişkilerin gelişmesi de bu döneme rastlamaktadır. Bu ilişki Batılı ülkelerin baskıları sonucunda Japonya’nın bölgeden askerlerini çekmesinden sonra da devam etmiştir. Bu dönem aynı zamanda Japon dış politikasını belirleyenlerce, Müslümanların potansiyel gücünün fark edildiği dönemdir.
Aslında Japonya ile Rusya Müslümanları arasındaki ilişki daha eskilere uzanmaktadır. Bölgesinde güçlü bir devlet olmaya başlayan Japonya, dışa açılmaya başladıktan sonra Asya ana karasına bir çok gezginler ve gözlemciler göndermiş, çevresindeki ülkelerde olup bitenleri öğrenmeye ve anlamaya çalışmıştır. İlk seyahat ve gözlemlerin ardından, özellikle Çin topraklarında sözde kültürel amaçlı dernekler kurularak bölgeden sürekli ve sağlıklı istihbarat akışı sağlanmıştır. Çin’in etnik unsurları ve bu unsurların dinî yapılarının iyice anlaşılmasıyla, olası müttefikler içine Müslümanlar da katılmaya başlamıştır. Çünkü Çin Müslümanları, yani Tunganlar ve Türk (Uygur, Kırgız, Kazak) Müslümanları uzun süredir Çin yönetimleri ile sürtüşme hâlindeydi. Japonya elde ettiği veriler ışığında 19. yüzyıl sonlarına doğru İslâm politikalarını oluşturmaya başlamış ve doğal olarak bu politikanın içine Rusya Müslümanları da dâhil edilmişti. Bu yeni İslâm politikasını destekleyen ve hatta sponsor olan fanatik milliyetçi Japon dernekleri de Rusya Müslümanları ile resmî olmayan temaslar kurmuş, onlara Japon propagandası yapmakta oldukça başarılı olmuşlardır.
Japonlarla temasa geçerek, onların Rusya Müslümanları ile ilişki kurmalarını sağlayan ilk İdil-Ural Türkü Abdürreşit İbrahim efendi olmuştur. Gerçek bir mücadele adamı olarak tüm hayatını Müslüman Türk halklarının bağımsızlığına adamış olan İbrahim, sadece Asya’daki Müslüman Türk halklarının bağımsızlık mücadelesi tarihi açısından değil, taşıdığı Osmanlı vatandaşlığından dolayı, Türkiye tarihi açısından da önemli bir kişidir. Onun Türk-Japon ilişkilerindeki yeri de önemini arttırmaktadır.Rusya’nın baskılarını arttırmasıyla mücadelesine dayanak arayan İbrahim, uzun bir süre Osmanlı Devletinin desteği ile faaliyetlerini sürdürmüş, ancak dönemin Osmanlı İmparatoru II. Abdülhamid’in izlediği politika sonucunda yeni müttefikler aramak zorunda kalmıştır. İşte bu sırada Asya’da yükselmeye başlayan Japonya, Rusya Türklerinin ve Müslümanların kurtuluşunda, İbrahim için yeni bir ümit olmuştur.
Meiji Restorasyonu ile siyasî, ekonomik ve askerî alanlarda yenilikler yapmış olan Japonya, hızla güçlenmeye başlamış ve Rusya’nın rakibi hâline gelmiştir. Bu şartlar altında Abdürreşit İbrahim Japonya ile ilişkiye geçmiş, 1902 yılından itibaren birçok defa Japonya’ya giderek devlet adamları, üst rütbeli