12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN TÜRK SİYASİ TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

Fehmi AKIN Yrd. Doç. Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü,


Demokrat Parti (DP) 7 Ocak 1946’da kuruldu. 1946 Mayısında yapılan belediye seçimlerini boykot etse de 21 Temmuz 1946’da yapılan erken genel seçimlere katılarak 66 milletvekili çıkardı. Kurulmasından tam bir yıl sonra birinci büyük kongresini yaptı. 7 Ocak 1946’dan 12 Temmuz 1947 Beyannamesine değin geçen bir buçuk yıllık süre DP ile iktidar partisi CHP arasında zaman zaman şiddetini artıran gerginliklere sahne oldu.

12 Temmuz Beyannamesi

DP Birinci Büyük Kongresi ve hemen ardından yapılan Muhtar seçimlerinden kısa bir süre sonra iki parti arasında adım adım tırmanan gerginlik “Aldogan Olayı”ndan sonra zirveye ulaştı. İnönü, 6 Haziran’da,İngiltere’den yeni dönmüş olan Fuat Köprülü’yü telefonla arayarak kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. İki saat süren görüşmede Köprülü,İngiltere izlenimlerini anlattı, sonra da Türkiye’deki iç politika konusuna girdi. Köprülü’nün en çok yakındığı konu, yöneticilerin baskısıdır. Köprülü ayrıca, halkı ayaklandırma gibi, ihtilale teşvik etme gibi konuların şiddetle aleyhinde olduğunu ekledi.Bu arada, DP Ankara İl Başkanı Üzeyir Avunduk ve işadamı Vehbi Koç’un iki parti arasında arabuluculuk girişiminde bulundugu görülmektedir. İnönü, Avunduk ve Koç’la görüştüğünü, daha sonra da 7 Haziran’da Bayar’a randevu verdiğini anılarında anlatır. Bayar, görüşme sırasında yine yöneticilerin baskısına değindi. Partisine mensup olanların dövüldüğünü, tehdit edildiğini, islerinden çıkarıldığını anlattı.

Muhtar seçimleri sırasında yaşanan olayları gündeme getirdi. 21 Temmuz seçimlerinden söz ederek yüzlerce milletvekilinin kendilerinden haksız olarak alındığını söyledi. İnönü’nün buna, bazı haksızlıkların olmuş olabileceği, ancak bunların Meclis’teki komisyonlarda görüşülüp karara bağlandığı biçiminde karşı çıktığı görülüyor. İnönü bir de Bayar’a “Meclis çoğunluğunu haklı olarak CHP’nin kazanmış olduğundan şüpheniz var mı?” sorusunu yöneltince Bayar’ın, zaten yeteri kadar aday göstermediklerini, dolayısıyla çoğunluğun CHP’de olacağını söylemesi anlamlıdır. Bayar, aynı görüşmede, partisine hakim olduğunu, aşırıların hakkından gelecek güce sahip olduğunu belirtmiştir. Bayar bir de, ordunun politikaya karıştırılmasının tümüyle aleyhinde olduğunu göstermeye çalışmıştır. İnönü, görüşmenin sonunda bir çıkar yol bulmaya çalışacağını ve görüşmelerin süreceğini söylüyor. İnönü, Bayar’la görüşmesinin hemen ardından Peker’le bir araya geldi ve Bayar’ın “bundan sonra baskı yapılmayacağı” yolunda bir genelge çıkarılmasını arzu ettiğini hatırlattı. Peker’in ise buna yanaşmadığını ve kendisine, şimdilik görüşmelerin kesilmesinin daha doğru olacağını söylediğini aktarıyor İnönü.

11 Haziran’da İnönü, Bayar’la yeniden bir araya geldi ve yakınma konularını hükümet kanadına ilettiğini söyledi. İnönü, ayrıca bundan sonraki görüşmenin iki tarafın da hazır bulunduğu bir biçimde yapılması önerisinde bulundu ve Bayar, bu öneriyi yerinde buldu. 14 Haziran’da bu doğrultuda taraflar bir araya geldi. Görüşmede iktidar kanadını Peker’le birlikte CHP Genel Başkan Yardımcısı Mümtaz Ökmen temsil ediyordu. Bayar ise yalnız gelmeyi yeğlemişti. Başta İnönü, iki tarafı da dinleyip bir çıkar yol bulmayı amaçladığını söyledi. Sonra Bayar söz aldı. Bayar, her zaman olduğu gibi en büyük sorunun yöneticilerin baskısı olduğundan dem vurdu. Yakındıkları konular hakkında iktidarın hiçbir işlem yapmadığını söyledi. Başbakan ise, bunun doğru olmadığını, şikayetlerin üzerine gidildiğini fakat yüzde 90’ının doğru çıkmadığını ifade etti. Ökmen de onu onayladı. Başbakan ayrıca, muhalefetin ihtilal metotlarından yakındı. “Üç aya, altı aya kadar iktidara geleceğiz. Nasıl geleceğiz, geldiğimiz zaman görürsünüz” gibi sözlerin başka anlamı olamayacağını söyledi. Bayar, bu iddiaları şiddetle reddetti ve söz konusu ihtilal iddialarına dayanak oluşturan olayların seçimlerin hemen ertesinde yaşanan “infial”lerden ibaret olduğunu vurguladı. İnönü ise, iki tarafın da söylediklerinin önemli olduğunun altını çizerek yine de anlaşmaya engel bir durum görmediğini söyledi. İnönü, bu sırada Peker’e, Bayar’ı hoşnut etmek için ne yapılabileceğini sordu ise de Peker’den tatmin edici bir yanıt alamadı.

Görüşmenin özeti sudur: Bayar, şikayet konularını sıralayarak, hükümetten, baskı yapılmayacağına ilişkin bir genelge yayınlamasını istemektedir. Peker ise, böyle bir genelgenin şimdiye dek baskı yapıldığı anlamı çıkarılabilecek bir itiraf gibi anlaşılmasından korkmaktadır. İki taraf arasındaki diyalog bu noktada tıkanma göstermektedir. İnönü ise, Bayar’ın bütün hırçınlığına ve Peker’in de bütün vurdumduymaz tavırlarına rağmen pes etmemekte ve iki taraf arasında ortak noktalar bulmaya çalışarak, sonuna kadar hakemlik tutumunu sürdüreceğinin işaretlerini vermektedir. İnönü, Bayar’ı 10 Temmuz günü yeniden kabul etmiş, bu görüşmede “beyanname” üzerinde uzlaşmaya varılmıştır. İnönü’den beyanname örneğini alan Bayar, DP Genel İdare Kurulunu toplantıya çağırdı. Bayar, toplantıda o güne dek yaptığı görüşmeleri anlattı ve bildiri örneğini okudu.Bu noktada DP önde gelenleri ikiye ayrıldı. Üyelerin bir bölümü bildiriyi olumlu karşılarken, bir bölümü de karşı çıkıyordu. Partideki ılımlı kanat,bildirinin DP’ye yönelik baskıyı ortadan kaldırması bakımından yararlı olacağını vurguluyorlardı. “Müfrit”ler ise, İnönü’nün devlet başkanlığı ile parti başkanlığından hiç birisini bırakmadan demokrasi oynamak istediğini iddia ediyor ve bildirinin kabul edilmemesini, görüşmelerin kesilmesini istiyorlardı.

“12 Temmuz Beyannamesi” adıyla ünlenen bildiri, 11 Temmuz günü radyoya ve Ajans’a verilmiş, 12 Temmuz günü ise ulusal gazetelerde yayımlanmıştır. İnönü’nün bu bildirisi, muhalefete verilen güvenceler açısından çok önemlidir. İnönü, bildiride önce, iktidar ve muhalefet kanadıyla yapmış olduğu görüşmeleri hikaye etmiş, sonra da iki taraftan beklentilerini açığa vurmuştur. İnönü, bildirinin amacını, iki taraf arasında düğümlenen ilişkileri yansız konumuyla çözmek olarak açıklıyor. Ona göre,şu aşamada kimin haklı kimin haksız olduğunu ortaya koymanın bir yararı yoktur. İnönü, aşırıya kaçmakla birlikte iki tarafın da yakınmalarında haklılık payı olduğu kanaatini taşımaktadır. İnönü’nün bu sözlerinden,Peker’e rağmen, muhalefetin dillendirdiği baskı iddialarını kabul ettiği anlamı çıkıyor. İnönü, iki partiye de eşit uzaklıkta olduğunu, “ihtilalci bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotları ile çalışan muhalif partinin, iktidar partisi şartları içinde çalışmasını sağlamak gerekir” sözleriyle ortaya koyuyor.İnönü’ye göre, “meşru ve kanuni siyasi partilere karşı tarafsız ve eşit muamele mecburiyeti, siyasi hayat emniyetinin temel şartıdır”. Ancak siyasi partiler de, mensuplarının ya da öyle görünen özel amaç sahiplerinin “şirretliklerini pervasız olarak tesirsiz bırakmak hususunda” dikkat göstermelidirler.

İnönü’nün varmak istediği sonuç, iki partinin birbirlerine güven duymalarını sağlamaktır. “Muhalefet, teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadığından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediğinden emin bulunacaktır”. Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi, 12 Temmuz Bildirisi, ülkenin geri dönülmez bir biçimde çok partili yasama geçmiş olduğunu ortaya koyan bir belge niteliğindedir. Beyannamenin Yankıları ve Sonuçları Bildirinin yayımlanmasından sonra, parti başkanlığından çekileceği söylentileri ortalıkta dolaşmaya başlayınca İnönü, bunu yalanlama gereği duydu. CHP İzmir Bölge Müfettişi Kamran Örs’ün Genel Merkeze yazdığı 18 Temmuz 1947 tarihli raporda Örs, bildirinin İzmir ve çevresinde uyandırdığı yankıları anlatmıştır. DP’liler, İnönü’nün yüksek hakemliğinden dolayı sevinçlidir. “Her vesile ile edep ve terbiye sınırlarını asan zehirli ve mütecaviz dillerini kısmışlardır”. Rapora göre bildiri, tarafsızlar üzerinde olumlu bir etki yapmış olsa da, CHP’ye mensup olanlar üzerinde o denli olumlu bir izlenim bırakmamıştır. Çünkü CHP’liler,İnönü’nün Genel Başkanlıktan ayrılmasını istememektedirler. “DP’lilerin İnönü’yü “harp dışı” ilan etmesi yani ona dokunulamayacağına hükmetmesi ise, bundan sonra hücumların, kin ve husumetlerin bir taraftan CHP’ye, öte yandan Peker Hükümetine yönelmesine neden olacaktır.” DP’lilerin istedikleri yasalar Meclis’ten geçerse, bu kez de, “eski kanunlarla bu Meclis’in devamı demokratik sayılamaz” savıyla Meclis’in yenilenmesi mücadelesine başlayacaklardır. Örs’e göre, İnönü’nün, Parti Başkanlığından ayrılma düşüncesinin kendisinin içten isteğinden çok, Bayar’ın baskısı sonucu oluştuğu hakkında DP’lilerin şaşmaz bir kanaatı vardır. İnönü’nün Genel Başkanlıktan ayrılmasının, DP’nin daha anlayışlı ve daha makul bir doğrultuda ilerlemesine yardımı dokunacağı kuşkuludur. Ayrıca, eğer bu çekilme gerçekleşecek olursa, üç sene sonraki seçimde CHP iktidarı kaybedecektir. Öte yandan bu çekilme, örgütün bünyesinde şiddetli bir kriz doğuracaktır. “İlk zamanlarda, dağılmalar, firarlar olacaktır, bocalama olacaktır. Fakat kalanlar daha mütecanis ve daha mistik bir bağlanışla partiyi kuvvetlendirmeye çalışacaklardır.” Örs’e göre, eğer, bundan sonraki seçimi DP kazanır da, çok zayıf bir olasılıkla İnönü’yü Cumhurbaşkanı yapmak isterlerse, İnönü’nün bunu kabul etmeyerek azınlıkta kalan partisinin başına geçmesi gerekir. Bu durum, CHP’yi kısa zamanda iktidara götürecek en kestirme yoldur.

Anlaşıldığı kadarıyla, 12 Temmuz Beyannamesi, CHP’liler arasında, İnönü’nün Genel Başkanlıktan ayrılacağı ve parti gelecek seçimlerde iktidarı kaybetse bile devletin basında kalmaya devam etmeyi düşündüğü yolunda kuşkular uyanmasına neden olmuştur.12 Temmuz niçin önemlidir? Çünkü bu tarih, iki parti arasındaki gerginliğin yerini yumuşamaya bırakmaya başladığı tarihtir. İnönü, açıkça arabuluculuğa soyunmuş, CHP Genel Başkanı olmasına rağmen iki partiye de eşit uzaklıkta duracağına ilişkin söz vermiştir. Öte yandan bu tarih, iki partide de aşırıların güç yitirdiği ve partilerinden dışlanmasına kadar varan bir sürecin başlangıcını oluşturması itibariyle de önemlidir. Ancak içeride bu olup bitenleri dış ilişkilerden soyut değerlendiremeyiz. İçerideki bu gelişmeler, ABD ile ilişkilerdeki ilerleme ve yardım kararı çıkmasıyla koşut değerlendirilmelidir. Beyannamenin imzalandığı gün Ankara’da, ABD ile Türkiye arasında ABD’nin Türkiye’ye yapacağı yardıma ilişkin bir anlaşma imzalanması rastlantı değildir. 12 Temmuz, İnönü’nün CHP Genel Başkanı gibi değil,cumhurbaşkanı gibi davrandığı bir olaydır. 12 Temmuz’la İnönü, partiler üstü bir duruşla iki partiye de eşit uzaklıkta olduğunu ifade etti. 12 Temmuz ile yönetenler çok partili süreci tescil ettiler ve muhalefetin sürekliliğini güvence altına aldılar. Yani 12 Temmuz, geçiş sürecinin geri dönülemez bir süreç haline dönüştüğünün bir belgesidir. 12 Temmuz ile ülkedeki ihtilal havası ortadan kalktı. Siyasi tansiyon yumuşadı. Bu aynı zamanda adı konmamış bir siyasi sözleşmedir.

12 Temmuz’la muhalefetin yasal yöntemlerle çalışması durumunda iktidar partisinin olanakları içinde etkinlikte bulunabileceği belirtildi. Böylece meşru olmayan muhalefete izin verilmeyeceği açıkça vurgulanmış oldu. Hangi muhalefetin meşru olduğunu belirleme yetkisi ise, iktidar seçkinlerine aitti. Meşru olduğuna karar verilen muhalefet, rejimin varlığını tehlikeye düşürmeyeceğine inanılan muhalefetti. Bir diğer husus da, CHP’nin muhalefetin varlığını kendisi için tehlikeli görmediğini deklare etmiş olmasıdır.

İnönü, daha sonraları 1 Kasım 1949’da Meclis’i açış konuşmasında 12 Temmuz Beyannamesi’nin iktidarla muhalefetin karşılıklı yükümlülüklerini ve sorumluluklarını ifade etmek için yazıldığını ve iyi sonuçlar verdiğini söylemiştir. İnönü, bu bildirinin tek taraflı bir borç senedi gibi anlaşılmasının niteliğine ve yazılış amacına aykırı olduğunu belirtmiştir

12 Temmuz Bildirisinin en önemli sonuçlarından birisi, iki partide de aşırıların tasfiye edilme sürecini başlatmış olmasıdır. Aslında bu sürecin daha İnönü ile Bayar arasındaki görüşmeler devam ederken, Haziran ayında başladığı da söylenebilir. Haziran’da DP Haysiyet Divanı, Dr. Mustafa Kentli’nin partiden çıkarılmasına, General Rasim Altug ve Harun Dikmen’e ihtar cezası verilmesine karar verdi. 12Temmuz’la birlikte muhalefetin iyice meşruiyet kazanmasında, DP’den ayrılan “müfrit”lerin tutumunun da etkisi oldu. DP’den ayrılan bu kişiler, kurdukları oluşumlarla, DP’yi “merkez”e çekmiş oldular.