1. #1
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734


    Dünyada ordu- siyaset ilişkisi hep mevcut olmuştur. Bu olay günümüz dünyasında da gizli veya açık olarak bütün devletler içinde mevcuttur. Önemli olan bunda tarafların birbirine olan üstünlüğüdür. Osmanlı devleti kurulduğundan beri var olan bu ilişki Osmanlı’nın yükselme dönemine kadar devletin yani padişahın gücü ve baskısı altındaydı. Ama Osmanlı ordusunun gelişen çağın şartlarına ayak uyduramayarak geri kalması ve savaşlarda yenilmesi sonucu aksi yönde ilerlemeye başlamış ve ordunun siyasete olan baskısı artmıştır.
    1826’’da Yeniçeri teşkilatının kaldırılması sonucu devlet idare gücünü paylaşmaksızın tekrar eline alabilmişti.Osmanlı ordusunu çağın şartlarına uydurmak için modern Harbiye mektepleri’nin açılması sonucu burada eğitim gören subay adaylarına çok iyi bir eğitim verimleşti. İyi bir eğitim alan subaylar ordunun başına geçmiş ve ülkenin kötü gidişatı karşısında siyasetle ilgilenmeye başlamışlardı. Ülkenin istibdat döneminden çıkarak, meşruti yönetime geçilmesi ile yeniden şaşalı günlerine döneceği subayların beyninde yer etmişti. Bunu gerçekleştirmek içinde sıkı bir çalışmaya başlanmış ve cemiyetleşmeye gidilmişti. Bunun sonucu ülkenin kaderinde önemli bir yere sahip olan, İ.T cemiyeti kurulmuştu. Bu cemiyet üyeleri meşrutiyet yanlısı olan ve istibdattan kaçıp Avrupa’ya giden Osmanlı aydınlarından etkilenmişlerdi. Bunun sonucu II. Abdülhamit bu subayları merkezden uzaklaştırarak Rumeli’ye sürmüştü. Cemiyet burada teşkilatlanmasını yaparak 1908 de II. Meşrutiyetin ilanını sağlamışlar ve böylece fiili olarak siyasete atılmışlardı.Aktif siyasette tecrübesizliğini gizlemeyen Cemiyet mensupları 1908 sonbaharında yapılan seçimlerde ezici bir çoğunluk kazanmasına rağmen hükümeti bizzat kurmaktan kaçınmış, kabineye belirli sayıda üye vererek kendini bir nevi hükümet stajına hazırlamıştı. Buna rağmen meclis çoğunluğuna ve ordu desteğine sahip olmanın verdiği üstünlükle, hükümetin genel siyasetine müdahale ediyor ve hatta Abdülhamid ricalinden sayılan Kâmil Paşa'yı 1909 Şubatında devirerek, kendi gücünün sınırlarını kontrol ediyordu.24 Temmuz 1908'de Zaferle çıktıkları bir seçimden sonra bile İttihatçılar, eski devrin ricaliyle ittifak etmek zorunda kaldıklarını fark etmişlerdi. Bu ahval karşısında İstanbul'da kendilerini güvende hissedebilmeleri için ittihatçıların düşünebildiği ilk tedbir, ordu desteğine müracaat ederek Rumeli birliklerinden bir kısmını İstanbul'a getirmek oldu, Avcı Taburları adı verilen birlikler İstanbul'da Taşkışla’ya yerleştirildiler. Zira bu sıra İstanbul, hiç alışık olmadığı bir yüksek siyasileşme içinde şaşkın günler geçirdi. Ne var ki İstanbul'da siyaset artık Yıldız sarayının yüksek duvarlarla korunan bir olgu değil, kaldırımlarda, meydanlarda ve hatta kıraathanelerde yapılır hale gelmişti. O güne kadar siyasette etkisiz eleman durumundaki sessiz ve mazbut kalabalıklar, gündelik siyasetin baş aktörü olmuştu.Meşrutiyetin ilanı ile 31 Mart arasındaki süre içinde orduda görülen siyasileşme belirtileri, mülazımlardan (teğmen) başlayarak Binbaşı rütbesine kadar uzanan küçük ve orta dereceli zabitleri etkilemiş görünmektedir. Sonraki günlerde, siyasîleşmenin nefer seviyesinden başlayarak askeri hiyerarşinin zirvesine kadar genişlemesi çok dikkat çekicidir.Ama bu bazı sorunları da beraberinde getirdi. Bürokratik kademelerde görülen başıboşluk, askeri hiyerarşide de yaşandı. Küçük rütbeli ama "İttihatçı" genç zabitler, İstibdadın maşası olmakla suçladıkları yüksek rütbeli zabitler karşısında umulmadık bir üstünlük kurarak onlara "meşrutiyet yemini" ettiriyor, askeri okul talebeleri bando-mızıka eşliğinde gün aşırı nümayişe çıkıyordu.
    Tek kelime ile II. Meşrutiyetle birlikte açıldığı varsayılan hürriyet devri, bütün yerleşik toplumsal rollerin yeniden dağıtılması zaruretini ortaya koyuyordu. O günlerde Osmanlı ordusu disiplin ruhunu kaybetmişti. Osmanlı zabiti, hiç de alışık olmadığı bir yeni görevle, "içtimai tabiplik" göreviyle yüz yüze kalmıştı.

    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  2. #2
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    O günlerde, duruma hakim olması beklenen bütün güçler, Saray, Ordu, Zabıta teşkilatı ve Cemiyet duruma seyirci kalmanın çaresizliği içindeydiler. Sonunda Cemiyet, sokak gösterilerini idare eden faal üyeleri ve basın yoluyla bu başıboşluk devrini sona erdirmek için hareket geçti. Avcı Taburları, 1908 yılının Ekim sonlarında Selanik'ten getirilerek Mecidiyeköy'deki Taşkışla'ya yerleştirilmişti. Bu kışla, diğer kışlalara nazaran mevkii İtibariyle İstanbul'un merkezindeydi bu yüzden bu taburların sadece asayiş hizmetleri sağlamaktan başka bir görevi vardı.Avcı Taburu meselesinin Abdülhamid'in kendi sarayı çevresindeki kontrol gücünü ve sonuçta nüfuzunu kırmak amacıyla abartıldığını düşünmek mümkündür.Abdülhamid'in, bir nevi şahsi muhafız taburu olarak nitelenebilecek bu sembolik kuvvetlerin, oldukça kaba bir üslupta değiştirilmesi karşısında direnmemesi de ilginçtir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken husus, Cemiyet taraftarlarının İstanbul garnizonu içinde bizzat kontrol edemeyecekleri hiçbir askeri birlik bırakmamak noktasında gösterdikleri ısrardır.Nitekim Sadrazam Kâmil Paşa, bu birlikleri asıl görev yerlerine göndermek arzusunda bulunmuş ve hatta bu hususta II. Abdülhamid'in de desteğini almış olmasına rağmen Cemiyet'in anlaşılır gerekçelerle karşı çıkması yüzünden başarılı olamamışlardı.
    1908 Yılı sonlarında Sadrazam Kamil Paşa, İstanbul'daki avcı taburlarının yeniden Yanya'ya gönderilmesi konusunda Harbiye Nezareti'ne emir vermişti. Sadrazam'ın bu isteğine karşı Harbiye Nezareti, Yanya'ya asker sevkinin Erkân-ı Harbiye’nin yetkisinde bir iş olduğu, böyle bir ihtiyaç belirse bile hangi taburların gönderileceğine yine Erkân-ı Harbiye'nin karar vereceğini belirterek, bu isteği reddetmişti. Bu esnada Kamil Paşa'nın Harbiye ve Bahriye Nazırlarını değiştirmek istemesi, bu hadiseyle birleştirilmiş, Cemiyet ordu içindeki nüfuzunu kullanarak bu İsteğe engel olduğu gibi Meclis çoğunluğunu kullanarak 19 Şubat 1909 'da güvensizlik oyu vererek Sadrazamı görevinden almıştı. O gün, meclis-i mebusan'da oylama yapılırken donanmaya mensup birkaç zırhlının tehditkâr mahiyette demir atarak toplarını meclise doğru çevirmesi ve meclis koridorlarında sivil ve resmi kılıklı birçok İttihatçı zabitin gezinmesi gözlerden kaçmamıştı.İsyandan sonra teşkil edilen Divan-ı Harpler, Cemiyet'in yayın organı Tanin'e göre başkentte toplu temizlik yapılmasına yol açmıştı. İdare-i Örfîye uygulamaları ise kısa fasılalarla, dünya harbinin başlangıcına kadar uzamıştı. Divan-ı Harplerin, biraz da gözdağı vermek ve muhalefette yılgınlık uyandırmak amacıyla titizlik göstermeden karar aldığı ve uyguladığı anlaşılıyor. İsyana fiilen karıştıkları anlaşılan erat, halkın kolayca görebileceği meydanlarda asılmış, sair derecede rol oynadıklarından şüphe duyulanlar ise Rumeli'deki yol inşaatlarında çalıştırmak üzere gönderilmiş ve bunlara yol boyunca ağır hakaretler yapılmasına göz yumulmuştu.31 Martın en önemli sonuçlarından birisi de, İttihat ve terakki cemiyetine yeniden büyük bir nüfuz ve hayatiyet kazandırmış olmasıdır. Cemiyet çok kısa bir süre içerisinde Ahrar Fırkasına yokluğa mahkûm etmiş,Bab-ı Âli bürokrasisini sindirmiş, kamuoyunun sempatisini kazanmış, sarayı potansiyel bir muhalefet odağı olmaktan Çıkararak etkisizleştirmiş ve en mühimi ordunun kendisine verdiği desteğin boyutlarını ve ağırlığını sınama fırsatı bulmuştur. İsyanın mağduru durumunda kalmak, cemiyete ileriki siyasi hayatı için büyük öncelikler vermişti.Cemiyetin ordu kadar rahat nüfuz edemediği Osmanlı bürokrasisini yeniden biçimlendirme fırsatı, isyanı müteakip uygulamaya koyduğu memur kanunu ile mümkün olabildi. O günlerde bürokratik reform ihtiyacı ileri sürülerek müdafaa edilen uygulama aslında yeni kadroların cemiyet taraftarlarınca kullanılmasına zemin hazırlamıştı.1909 yılının Temmuz başıyla Ağustos sonu arasında birbirini takip eden üç kanatın çıkarılarak devletin askeri personel rejimi yeniden belirlendi. Yaş sınırlaması ve rütbe indirimi gibi iki esaslı araçla cemiyet ve onun ordu içindeki uzantıları, Abdülhamit devrinde haksız olarak verildiğine inanılan rütbeleri geçersiz saydılar.

    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  3. #3
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    Bu şartlar altında çalışmak istemeyenlere kolay emekli olma imkânı tanınmıştı. Bu kanunlar kapsamında orduda yapılan tasfiye, tahminen 1500, bazı kaynaklarda ise 1100’ü bulmaktadır.Mahmut Şevket Paşa, bir yandan siyasi sorumluluğu olmadan saraya ve hükümete çeki-düzen verirken, diğer yandan hükümetin emrinde olduğunu söylüyordu. Askeri diktatörlük suçlamalarını reddediyordu. Bu da ordunun bir anlamda siyasetin içinde olduğunu ve bu alanı terk etmeyeceğini gösteriyordu. Bu durum Mahmut Şevket Paşa'nın Harbiye Nazırlığı'na getirilmesinden sonra da devam etmiştir. Zira Mahmut Şevket Paşa, ordunun yardımı olmadan meşruti düzenin sürdürülemeyeceği, iç ve dış olayların da ordunun tümüyle siyasetin dışında tutulmasına uygun olmadığı kanısındaydı. Mahmut Şevket Paşa'ya göre, siyasal düzenin kurumları işlevlerini yerine getirmeye başladığında ve rejim düşmanlarının tasfiyesinden sonra ordu-siyaset ilişkisinde somut adımlar atılabilirdi.Bu yüzden ilk etapta ordunun siyasete karışmasına ılımlı bakıyordu.Ama git gide subayların siyasetle aşırı bir şekilde haşır neşir olmaları, orduyu ve askeriyeyi bırakıp bir nevi siyasetçi olmuşlardı.Bunun üzerine bu olumlu tavrını değiştirerek ordu – siyaset ikilisine sert bir karşı tutum içine girdi.Bunun üzerine Mahmut Şevket Paşa, ordunun konumu itibariyle siyasetle uğraşmaması sağlamak için mektepli subaylar üzerinde etkili olan Von der Goltz'u devreye sokarak gündeme getirmeye çalışmıştı. Meşrutiyetin ilanının üzerinden henüz üç gün geçmesine rağmen Von der Goîtz'a uzun bir mektup yazarak, subayların siyasetle uğraşmamaları için gazetelerde yazılar kaleme almasını istemiştir. Ama beklentisi aksi yönde gelişmiş, nitekim Von der Goltz, askerlerin siyasete karışması taraftarıydı. Bu yüzden Neue Freie Press'te buna ilişkin birçok yazı yayınlamıştı.Bu çabası’nın başarısız olması üzerine yeni arayışlara giren M.Şevket Paşa bu sıralardaki subayların siyasete olan müdahalesini şu örneğiyle belirtiyor; "Meşrutiyetin ilk günlerinde... Harbiye Nazırları, bir binbaşının, bir kaymakamın tavsiyesi üzerine tayin" edilmişlerdi. Bunun yanı sıra bazı subaylar, hükümete baskı yaparak birtakım gazetelerin yayınlarının sınırlandırılmasını istemişlerdi. Ordunun gittikçe politikanın içine gömülmesi Harbiye Nezareti'ni harekete geçirdi.
    23 Şubat 1909'da tüm ordulara bir genelge yayınladı. Harbiye Nezareti, genelgede, subayların politika ile ilgilenmemelerini, mitinglere gitmemelerini, nutuk çekmemelerini, askeri hiyerarşiye uymalarını, makale yazmamalarını ve tiyatro sahnelerine çıkmamalarını istedi. Mahmut Şevket Paşa, ordu siyaset konusunda büyük bir çelişki yaşamıştır. Bir yandan yoğun bir şekilde siyasi olaylara yön vererek politik kimliğini pekiştirirken, diğer yandan nüfuzunu kullanarak orduyu siyasetten arındırmaya çalışmıştır. Nitekim Hareket Ordusu karargâhında çalışan İsmet (İnönü) Bey’in kaleminden çıkan ordunun siyasetle uğraşmamasını içeren bir tebligatı, kendi imzasıyla tüm askeri birliklere göndermiştir. Daha etkili olmak için İstanbul ve Edirne'deki kışlaları gezerek subaylara, "siyasiyatla iştigalin memleket için ne kadar muzır olduğunu" anlatmıştır.Ordu ile siyasetin birbirinden ayrılması gerektiğini talep eden bu inanç, cemiyete üye bazı askerler tarafından daha yoğun bir şekilde dile getirildi. Bunlardan biri olan Kolağası Mustafa Kemal, İ.T'nin 1909 kongresinde ordunun kendi alanına çekilmesi gerektiğini çok net bir şekilde ortaya koymuştur: "Askerler cemiyet içinde kaldıkça ne partimiz, ne de ordumuz olacaktır. Subayların çoğu cemiyetten olan Üçüncü Ordu modern bir ordu sayılamaz. Orduya dayanan cemiyet de millet içinde kök salmamıştır, Cemiyet İçinde kalmak isteyenleri ordudan çıkaralım. Bundan sonrası için de kanuni hükümler koyalım." Bu tez, kongrede genel bir kabul görmüştür.
    Ancak kongre boyunca İ.T ile ordu arasındaki ilişkiye bir açıklık getirilmemiştir. Bu nedenle Mustafa Kemal gibi ordunun asli görevine dönmesi gerektiğine inananlar, kongreden sonra İ.T.ile ilgilerini kesmişlerdir. Öte yandan, "siyasiyata dalmış, ondan lezzet almış" subayların birden bire politika dışına itilmesi de iyi olmayacaktı. Bu nedenle yasal düzenlemeler yapılarak bir plan dairesinde hareket edilmeliydi. Bunun için ortam hazırlanmalıydı. Nitekim orduya yabancı subaylar getirterek sıkı bir eğitim devresini başlatmış ve disiplini sağlamaya çalışmıştır.

    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  4. #4
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    Ordudaki bu yeni eğitim anlayışıyla, askerleri siyasetin dışına itmeyi ummuştur. Elbette bu konuda başvurulan en etkin yöntem ordulara gönderilen talimatlar olmuştur. Nitekim 23 Şubat 1910'da Harbiye Nezareti tarafından ordu komutanlıklarına gönderilen bir tebligatta, "Zabitan-ı askeriyenin politika işleriyle iştigal etmemeleri" üzerinde durulmuştur.1910 yılının Mart ayında yayınlanan yeni bir talimatta ise; gazetelere makale yazan, siyasetle ilgilenen ve nutuk veren subayların şiddetli bir şekilde cezalandırılacağı açıklanmıştır. Bununla yetinmeye Harbiye Nezareti, 21 Nisan 1910'da subayların yapacakları yayınlar için kapsamlı bir düzenleme yapmıştır. Bundan böyle, subayların Padişah ve Harbiye Nezareti’nin emirlerine ve tasarruflarına karşı eleştiri yazısı yazmamaları, politik içerikli makale yayınlamamaları, askeri faaliyetlere yönelik "ifşa ve tenkit" İçeren makale ile risale kaleme almamaları ve emekli ile İhtiyat subaylarının dışında tüm askeri elemanların dergi ve gazetelerde başyazar ve yazı işleri müdürlüğü yapmamaları istenmiştir. Ayrıca teknik anlamda eğicim ve öğretime yönelik askerî yayınların İse, ordu komutanlıkları ve Harbiye Nezareti'nden izin alınarak yapılabileceği belirtilmiştir. Hatta bu düzenleme sonucu Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi tarafından basılan resmi yayınların da sıkı bir kontrole tabi tutulması kararlaştırılmıştır.
    Mahmut Şevket Paşa, yayınlanan talimatlardan sonra, siyasetle uğraşmaya ve gazetelere yazı yazmaya devam edenleri ordunun kendi iç yönetmeliklerine dayanarak cezalandırmaya başlamıştır. Fakat bunlar çok hafif cezalar olduğu için caydırıcı olmamıştı.Bu kararlı tutum, kısmen, 1912 yılı bahar aylarında yapılan ikinci devre Meclis-i Mebusan seçimleri sırasında gösterilmiştir. Tüm uyarılara rağmen ordudaki bazı subayların çeşitli siyasi cemiyetlerin güdümünde seçim çalışmalarına katıldığı haberleri yayılmıştır. Bunun üzerine hükümet, tüm subayların seçim işlerine karışmasını ve cemiyetlerin propagandasını yapmasını yasaklamıştır. Kararlılığını göstermek için oturduğu mahalle muhtarı ve imamıyla birlikte yoğun bir seçim propagandası yapan bir bahriye subayını divan-ı harbe vermiştir.21 Temmuz 1912'de hükümeti kurmakla görevlendirilen Gazi Ahmet Muhtar Paşa, siyasi gruplar arasında bölünen bir ordu miras almıştı. Zira ordu, İttihatçı, itilâfçı ve Halaskâran olmak üzere çeşitli siyasi gruplara ayrılmıştı. Hükümet, Meclis'in feshini sağladıktan sonra ordu-siyaset ilişkisine bir çerçeve kazandırmaya çalıştı. Öncelikle Meclis'in feshi üzerine İttihatçılardan gelebilecek direnişleri engelleyebilmek için 6 Ağustos 1912'de İstanbul'da İdare-i Örfiye ilan etti. Aynı tarihte Birinci Kolordu Komutanlığı da bir beyanname yayınlayarak çok geniş bir yasaklar listesini kamuoyuna duyurdu. Yeni hükümet, her türlü siyasi faaliyeti sıkı bir kontrol altına almıştı. Subayların ve erlerin açık alanlarda halka karşı konuşmasını, ordunun lehinde ve aleyhinde makale yazmasını ve her türlü askeri konularda demeç vermesini yasaklamıştı.Osmanlı Devleti'nde de Önümüzdeki seçimlerden itibaren emekli askerler hariç tüm subay ve erlerin, seçimlerde oy kullanmamaları istenmiştir.
    Bu görüşler Şuray-ı Askeriye'ce olumlu karşılanmıştı. Bunun üzerine Hükümet, 5 Ekim 1912'de Meclis-i Mebusan açıldığında yasalaşmak üzere subay ve erlerin askerlik hizmetleri süresince oy kullanmamalarını içeren geçici bir yasanın çıkartılmasına karar vermiştir. Hükümet, yasa metnini yürürlüğe koyarak askerlerin sahip olduğu demokratik bir hakka son vermiştir.Hükümet, aynı gün ordu-siyaset konusunda kapsamlı bir adım daha atmıştır. Mahmut Şevket Paşa döneminde yasalaşmayan askerlerin siyasetle uğraşmasını yasaklayan kanunu tekrar ele almıştır. Hükümet, düzenlemeyi "Askeri Ceza Kanunu'na Müzeyyel Kanun-ı Muvakkat" adlı yasayla yapmıştır. Bu geçici yasa, subayların açık bir şekilde parti ve siyasi nitelikli cemiyetlerin kurulmasına yardımcı olmalarına, siyasi nitelikli gösteri ve toplantılara katılmalarına, makale yayınlamalarına ve söylev vermelerine yasak getirmişti. Bunlara uymayanlar ordudan atılacaktı. Küçük zabit, onbaşı ve erler ise üç aydan altı aya kadar hapis cezasına çarptırılacaktı. Bu eylemlerin gizli yapılması halinde subayların ayrıca mahkemeye verilmesi, küçük zabit, onbaşı ve erlerin de altı aydan bir yıla kadar hapisleri mümkün olacaktı.Bu yasal düzenlemeler, teorik açıdan meşrutiyetin ilanından sonra çokça tartışılan ordunun siyasetten çekilmesi konusuna açıklık getirmişti. Ağır cezalar içermesi nedeniyle caydırıcı olması bekleniyordu. Ancak son dört yıl boyunca ordunun İ.T. ve muhalefet arasında iktidara gelmenin en Önemli unsuru sayılması, düzenlemeleri etkisizleştirmişti. Ayrıca bu kararları alan hükümetin ordu içerisindeki bir grubun siyasi çalışmaları sonucu iktidara tırmanması, olumlu sonuç alınmasını engellemişti. Nitekim uygulamada da başarılı olunamamıştı. Zira Balkan Savaşı'nda yaşananlar, bunun en iyi kanıtını oluşturmuştu. Subaylar arasında sürdürülen particilik anlayışı, ordunun savaş yeteneğini azaltmış ve savaştan ordunun siyasi hesaplaşmalara taraf yapılmasının bedeli, oldukça ağır bir şekilde ödenerek çıkılmıştır.
    Mahmut Şevket Paşa'nın ölümünden sonra, Ahmet İzzet Paşa, Harbiye Nazırı olur. Balkan Savaşı yenilgisinin sorumluları olarak nitelendirilen alaylı subayların tasfiyesi konusu ele alınır. Ahmet İzzet Paşa, kendi kuşağının bu şekilde ordudan uzaklaştırmasına istekli görünmez. Yarbay Enver Bey'e "ölümüne bağlı" fedaî genç subaylar, Harbiye Nazırlığı'na Enver Bey'in geçmesini ısrarla istemişlerdir. Ahmet İzzet Paşa, Talat ve Halil Beylerin önerisiyle 2 Ocak 1914'te görevinden İstifa eder. Bu durumda Yarbay Enver Bey, Tuğgeneralliğe yükseltilerek Harbiye Nazırı olur.Birinci Dünya Savaşı'nın öncesinde Genelkurmay Başkanı da olan Enver Paşa; 2 Mareşal, 3 Orgeneral, 30 Korgeneral, 95 Tuğgeneral ve Tümgeneral, 184 Albay, 236 Yarbay, 236 Binbaşı, 4 Kolağası (Önyüzbaşı), 4 Yüzbaşı, 4 Üsteğmen ve 2 Teğmenden oluşan çok sayıda subayı emekliye sevk ederek, tanımlanan şekliyle, orduyu, yaşları ilerlemiş ve gayri muktedir anasırdan tecrit etmiştir.Bu uygulama o dönemde ve daha sonraları çok eleştirilmiştir. Elbette yanlışlıklar yapılmadığı iddia edilemez; ama I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı ordularında görülen önemli başarılar, genelde bu dinamizmin sonucu olarak değerlendirilmelidir. I. Dünya Savaşı'nda tüm orduya Enver Paşa'nın getirdiği disiplin hâkim olmuştur. Kurtuluş Savaşı'nda ordu, dönemin koşulları gereği siyasetin içinde olmuştur. Bu yüzden ordu ve siyaset hiçbir zaman birbirinden tam olarak ayrılamamıştır
    MUSTAFA ÖZDEMİR
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

Benzer Konular

  1. İttihat ve Terakki dönemini anlatan kitap
    Konu Sahibi sinan08 Forum Kitap Tavsiye ve Tanıtımları
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 29.Mart.2010, 19:09
  2. İttihat ve Terakki Dönemi
    Konu Sahibi Evliya Çelebi Forum XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti Araştırmaları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 31.Ocak.2009, 21:38
  3. 1923-1938 Atatürk Dönemi Dış Siyaset
    Konu Sahibi ziberkan Forum 20. Yüzyıl Başlarında Dünya Ders Notları
    Cevap: 1
    Son Mesaj : 20.Eylül.2008, 00:43
  4. Türkiye'de Kurulan İlk Siyasi Parti - İttihat ve Terakki -
    Konu Sahibi ilteriş Forum XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti Araştırmaları
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 06.Mart.2008, 17:00
  5. II. Abdülhamid ve İttihat-Terakki Arasındaki Fark
    Konu Sahibi ilteriş Forum II. Abdülhamid
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 31.Mayıs.2007, 14:09

Bu Konu için Etiketler

Giriş