Atatürk Dönemi’nde Dış Politika
Yurtta barış ve Dünyada barış politikası, Türk Millî politikasının önemli
parçalarından biridir ve Türk Milleti’nin dinamik idealine kavuşmasını
öngörmektedir26. Bu bir ilkedir. Bu ilkenin kararlı bir şekilde uygulanmasının
Türkiye’ye uluslararası alanda olumlu bir ortam sağladığı ve Türkiye’nin bu
sayede güvenilir ve istikrarlı bir devlet olarak daha kolay dostluklar kurduğu bir
gerçektir.
Yurtta ve Dünyada barış politikası; hem devletin içerisinde birlik ve
bütünlüğü sağlamayı, hem de dışarıda saygın ve sözüne güvenilir bir devlet
olarak konum elde etmeye çalışmayı amaçlayan bir politikadır. Bir taraftan
başka ülkelerin çıkarlarına saygı duymayı amaçlarken, diğer taraftan kendi millî
menfaatlerini korumak için istikrarlı ve caydırıcı bir güce sahip olarak dünyada
ülkeler ligindeki yerini sağlamlaştırmayı amaçlamaktadır. Kesinlikle, kendi
meselelerini geri plana iten ve her hal ve şartta tavizler vermeyi korunmak için
bir yol olarak seçen bir politika, Yurtta barış ve Dünya’da barış politikası,
dolayısıyla da Atatürk’ün politikası olamaz.

Atatürk’ün Konuşmalarında Dış Politika
Atatürk’ün dış politikayla ilgili yaklaşımı; tamamen akla, mantığa ve
sağduyuya dayanmakla beraber ülke çıkarlarını da temel alan bir yapıya sahipti.
Türkiye, o dönemde, dünyada milliyetçi, barışçı, gerçekçi, ittifaklar sistemine
dayanan, anti emperyalist ve anti sömürgeci özellikler taşıyan bir dış politikayı
benimsemiştir27.
Atatürk, 1923 yılında yaptığı bir konuşmada dış politikanın sağlam bir iç
bünye ile yakından alakalı olduğunu şu şekilde özetlemektedir: “Dış siyaset bir
toplumun iç bünyesi ile sıkı bir şekilde ilgilidir. Çünkü iç bünyeye dayanmayan
dış siyasetler daima mahkûm kalırlar. Bir toplumun iç bünyesi ne kadar
kuvvetli, metin olursa, dış siyaseti de o oranda sağlam ve dayanıklı olur.” Aynı
dönemdeki bir başka beyanında Gazi Mustafa Kemâl, yine en önemli unsurun iç
bünye olduğunu şu şekilde dile getirmiştir: “Dış siyaset, iç teşkilât ve iç siyasete
dayandırılmak zorunluluğundadır, yani iç teşkilâtın dayanamayacağı genişlikte
olmamalıdır. Yoksa hayali dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını
kendiliğinden kaybederler.” Ayrıca millî egemenlik konusunun dış politikanın
da temeli olacağını şu sözlerle ifade etmiştir: “Arzumuz dışarıda bağımsızlık,
içeride kayıtsız ve şartsız millî egemenliği korumaktan ibarettir.”28
Ayrıca, dış politikada kuvvetli olmanın iç siyasetle bağlantılı olması ve
millî sınırlar içerisinde millî egemenliğin temel olması konusunda şu görüşlere
de yer vermiştir: “Dış siyasette kuvvetli olabilmek için kuvvetli bir iç siyaset
lâzımdır... Ancak bir siyaset, bir devlet ve bir millet siyaseti olmadıkça
yaşayamaz. Takip olunması akla uygun olan siyaset milletin doğal kabiliyet ve
ihtiyacına uygun olanıdır. Bizim için ne İslâm Birliği ve ne de Turanizm mantıkî
bir siyasî prensip olamaz inancındayım... Artık Türkiye’nin devlet siyaseti millî
sınırları içinde egemenliğine dayalı bağımsız yaşamaktır. Bugünkü millî
hükümetimizin hareket kuralı budur.”29
Atatürk, uluslararası ilişkilerde esas olanın niyet ve genel çıkarlar adına
karşılıklı fedakârlık yapmak olduğunu düşünmektedir: “Milletlerarası
anlaşmazlıklar, ancak iyi niyetle ve genel çıkarlar adına karşılıklı fedakârlık
yolu ile halledilebilir.” 1921 yılındaki bir konuşmasında Gazi, hakkını
savunmak ile başka devletin hukukuna tecavüz etmenin çok farklı olduğundan
söz etmektedir: “Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur.
Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi savunuyoruz ve savunacağız.”
1937’de yaptığı bir konuşmada da politikada gerçekçilik konusunu şu şekilde
özetlemiştir: “Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya
hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt,
bağrından çıktığımız Türk Milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve
ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir.” 1930’daki bir
konuşmada da dış ilişkilerin iyi komşuluk ilişkilerine bağlı olduğunu aşağıdaki
cümle ile ifade etmiştir: “Komşuları ile ve bütün devletlerle iyi geçinmek
Türkiye siyasetinin esasıdır.”30
Gazi, saldırgan bir devlete karşı millet ve devletlerin ortak ve
kurumlaşmış savunmalarının şart olduğunu düşünmektedir. Bu düşüncesini de
aşağıdaki gibi açıklamıştır: “Eğer harp bir bombanın patlaması gibi, birden bire
çıkarsa, milletler harbe mani olmak için silahlı mukavemetlerini ve malî
güçlerini, saldırgana karşı birleştirmekte kararsızlık göstermemelidir. En süratli
ve en etkili tedbir; muhtemel bir saldırgana, taarruzunun yanına kâr
kalmayacağını açıkça anlatacak, milletlerarası teşkilâtın kurulmasıdır.” 1933’te
dış ilişkilerde barışın çok önemli olduğunu, barış ve refah anlayışının bütün
diğer toplumlara da gerekli olduğunu şu şekilde dile getirmiştir: “Dış
siyasetimiz, başlangıçta kendisine çizdiği hareket şeklinden asla sapmamıştır.
Dış siyasetimiz, daima milletlerin refahına sebep olan barış içinde, memleketin
gelişmesini amaç edinmiştir. Bu gelişmeyi, tam ve mutlak olarak, bütün
milletlere de dileriz.”31
Türk Milletinin uluslararası ilişkilerde iki köklü niteliğe sahip olduğunu;
bunlardan birinin saygın bir güce sahip olmak, diğerinin söz ve anlaşmalarına
olan bağlılığı olduğunu düşünmektedir: “Türk Ulusu iki köklü nitelikle
uluslararası ilişkilerde kendini göstermektedir. Bunlardan biri ulusumuzun
kendini savunmak için sarsılmaz bir azim sahibi olarak saygı duyulmaya değer
bir güçte olması, diğeri ulusumuzun dostluklarına ve antlaşmalarına, durum ne
olursa olsun, değişmez bir bağlılıkla uyacağına inanılmasıdır. Türk vatanı,
ulusun bu yüksek niteliklerinin güvenine dayanarak ilerlemektedir.” Dış
politikada saygınlığı dürüstlüğün sağladığını ve Türkiye’nin gelişiminin bu
şekilde mümkün olabileceğini ise aşağıdaki gibi beyan etmektedir: “Dış
siyasetimizde dürüstlük, ülkemizin güvenliğine ve gelişmesinin korunmasına
dikkat etmek prensibi hareketimize kılavuz olmaktadır. Köklü yenileşme ve
gelişmeler içinde bulunan bir ülkenin hem kendisinde, hem komşularında barış
ve huzuru ciddi olarak arzu etmesinden daha kolay açıklanabilecek bir durum
olamaz. Bu, samimi arzudan esinlenilen dış siyasetimizde, ülkenin korunmasını,
güvenliğini, vatandaşlarının haklarını herhangi bir saldırıya karşı bizzat
savunacak güce de, özellikle önem verdiğimiz noktadır. Kara, Deniz ve Hava
Kuvvetlerimizi bu ülkede barışı ve güvenliği koruyacak bir güçte bulundurmaya
bunun için çok önem veriyoruz.”32
Görüldüğü gibi Atatürk, milliyetçi, çağdaş ve güçlü bir Türk Devleti ve
bu devleti koruyacak caydırıcı bir Türk Ordusunun mevcudiyetiyle barışın tesis
edileceğini ve saldırgan devletlerin tecavüzlerinden uzak kalınabileceğini ifade
etmektedir.

Atatürk Dönemi Dış Politikasının Dayanakları, Uluslararası
Andlaşmalar ve İttifaklar


Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş diplomasisi, Millî Türk Devleti’ni,
milletlerarası alanda tanıtma uğraşı şeklinde olmuştur. Dönemin dış
politikasının da temel ilkesi, bağımsızlık üzerine kurulmuştur. Türkiye’nin
modern anlamda bir millî devlet olarak uluslararası platformda hukukî statü
kazanması ise, Lozan Konferansı ile gerçekleşmiştir.33
Lozan sonrasında dış politikada, uluslararası toplantılara katılma, devlet
başkanları seviyesinde ziyaret gibi faaliyetler yerine getirilmiştir. Ayrıca, iki
savaş arası dönemde, bağlantısızlık politikası yürütülmüştür. Diğer yandan
Türkiye’ye yönelik tehditlere karşı, uluslararası güç dengesi sisteminin kuralları
çerçevesinde ittifaklara girişilmiştir. Yine 1923-1930 yılları arasında daha çok
“Lozan’da halledilemeyen sorunların çözümü için harcanan çabalar ağırlıklı
olarak Türk Dış Politikasını meşgul etmiştir. Bunlar, İngiltere ile Musul Sorunu,
Fransa ile Kapitülasyonlar ve diğer sorunlar, Yunanistan ile Ahali
Mübadelesidir.”34
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, savaşın galipleri ile mağlupları arasında
kutuplaşma söz konusu oldu. Bir taraf, savaş sonrası oluşturulan uluslararası
düzenin devamını isterken, diğer taraf, kendilerine dikte ettirilen ve ağır şartlar
taşıyan anlaşmalara tepki göstererek statükoyu değiştirmek üzere, revizyonist
bir tutum benimsemişlerdir. Bu dönemde, iki çeşit dış politika dünyada mevcut
oluyordu: Revizyonist ve anti-revizyonist politika... Bu kutuplaşmada, Türkiye,
yenikler arasında olmasına rağmen, revizyonist bir politika izlememiştir.
Türkiye’nin böyle bir politika seçmesinde şüphesiz verdiği anti-emperyalist
mücadelenin zaferle sonuçlanması ve Lozan ile Sevr’in hükümlerini geçersiz
kılacak bir sonuca ulaşmasının büyük etkisi olmuştur.35
Atatürk Dönemi’nde (1920-1938) yapılan uluslararası siyasî anlaşma
sayısı, 70 dolayındadır. Bu kadar yüksek sayı, yeni kurulan cumhuriyetin barışçı
politikasını andlaşmalara dayandırmasıyla ilgilidir. Atatürk Dönemi’nde üç tür
andlaşmaya imza atılmıştır36:
1.Sınırların temel sorunlarının çözümü ve ilişkilerin düzeni ile ilgili
olanlar: 1920 Türkiye-Ermenistan, 1921 Türk-Sovyet, 1921 Türk-Fransız, 1923
Lozan, 1926 Türk-İngiliz (Musul); 1936 Montreux (Boğazlar); 1937-1939
Hatay ile ilgili Türk-Fransız Andlaşmaları.
2.Dostluk, iyi komşuluk, tarafsızlık, uyuşmazlıkların barışçı yoldan
çözümüne ilişkin andlaşmalar-ki sayıları en çok olan bunlardır.
3.İttifak ya da dayanışma nitelikli andlaşmalar: 1934 Balkan, 1936
İngiltere ile İtalya’ya karşı yapılan Akdeniz Anlaşması ve 1937 Sadabat Paktı
Dış politikanın önemli tarzlarından biri de Dünya barışı ve uluslararası
işbirliği için yapılan çok taraflı andlaşmalara ve örgütlere katılmadır. Bu tür
anlaşmalara örnek olarak bir çok anlaşma verilebilir: “1928 Briand-Kellogg
Paktı ve bunun Doğu Avrupa’da geçerli olmasıyla ilgili 1929 Litvinot
Protokolü; Ülkelere saldırının tanımı konusunda beş Doğu Avrupa Devleti,
Türkiye, İran ve Afganistan’ın hazırladığı 1933 Londra Sözleşmesi; Türkiye’nin
1932’de Milletler Cemiyeti’ne; 1935’de Adalet Divanı’na katılması; 1933’te
savaşın önlenmesi konusunda Rio de Janeiro Anlaşması; 1935’te Habeşistan
Savaşı üzerine Türkiye’nin Milletler Cemiyeti çerçevesinde İtalya’ya uygulanan
ekonomik yaptırımlara katılması; 1936’da başlayan İspanya İç Savaşı sırasında,
İtalya’nın Akdeniz’de denizaltı saldırılarına karşı Türkiye’nin 1937 Nyon ve
Cenevre Anlaşmalarına katılması.”37
Atatürk Dönemi’nde yapılan andlaşmaların özellikleri ise şunlardır38:
1.Yapılan bütün andlaşmalar barışı, dostluk ve işbirliği amacını
gütmektedir. İttifaklar da sadece savunma için olmuştur.
2.Türkiye hiçbir gizli andlaşma imzalamamıştır.
3.Türkiye andlaşmaların geçerliliğinin korunmasında elden gelen titizliği
göstermiştir.
Atatürk, barışa ve insanlığa katkıda bulunmayı ideal haline getirmiştir ve
güvence altına almak için, işbirliği ve birlikte hareket edilmesinin esas olacağını
ifade etmiştir. Bunları temin etmek için de zamanında, etkin, kalıcı andlaşmalar
yapıp, dostluklar kurmayı uygun görmüştür.
Atatürk, Dış Türklere savaş döneminde bile ilgisiz kalmamıştır. Dış
Türklerle ilgili olarak 1920’de önce Bekir Sami Bey başkanlığında bir heyet,
daha sonra Ali Fuat Paşa başkanlığında bir heyet, Moskova’ya gönderilmiştir.
Bu heyetten sonra gönderilen ikinci heyet, ilmî araştırma amaçlı olup
Türkistan’la ilgilenmeyi de ihmal etmeyen sefaret heyeti niteliğini taşıyordu.39
Ankara’da 1921’e kadar sadece üç devletin temsilciliği bulunuyordu.
Bunlar; Afganistan, Azerbaycan ve Sovyet temsilcilikleriydi. Ali Fuat Paşa
başkanlığındaki Türk sefaret heyetinin Moskova’ya hareketinden bir müddet
sonra, Ankara’ya Buhara Cumhuriyeti heyeti dördüncü sefaret heyeti olarak
geldi. Buhara Cumhuriyeti, Bolşevik İhtilâli’nden sonra kurulmuştu ve Sovyet
Şuralarına dahil edilmişti. Buhara Cumhuriyeti’nin ileri gelenleri, Anadolu’daki
İstiklâl mücadelesiyle yakından ilgilenmekteydi. Ankara’ya iki kişilik bir elçilik
heyeti gönderen Buharalılar, dört adet ilginç hediye ile birlikte gelip, Gazi
tarafından Çankaya Köşkü’nde kabul edilmişlerdi. Bu hediyeler Timur’un
Kur’an-ı Kerim’i, Buharalı kılıçcıların yaptığı üç tane pala şeklindeki kılıçtı.
Atatürk, 17 Ocak 1921’de TBMM kürsüsünde, Buhara Heyeti ile ilgili şu
sözlere yer veren bir konuşma yapmıştır: “Muhterem arkadaşlar! Türkistanlı
kardeşlerimiz Sakarya Zaferi münasebetiyle bize üç kılıç ve bir de Kur’an-ı
Kerim göndermişler. Türk Milleti adına kendilerine teşekkür ederim. Bu
mukaddes kitabı, Türk Milleti’ne hediye ediyorum. Bu üç muazzezlerden
(kılıçlardan) birini ben aldım, ikincisini Batı Cephesi Kumandanı olarak İsmet
Paşa’ya verdim, üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum. Bu kılıç, İzmir’e
giren ilk kumandanın beline takılacaktır.”40 “Atatürk’ün bu sözleri TBMM
üyelerince büyük bir tezahüratla karşılanmıştır. Atatürk’e sunulan Kur’an-ı
Kerim, Hacı Bayram Camii’ne verilmişti. Şimdi ise, TBMM Kütüphanesi’nde
muhafaza edilmektedir. Kılıçlardan iki tanesini, Atatürk ile İsmet Paşa, 26
Ağustos 1922 taarruzuna hazırlanırken giydikleri kaputun üzerine takmışlar ve
bu halde Akşehir’de fotograf çektirmişlerdi. Bu resim, tarih kitaplarına geçmiş
olup herkesin malûmudur. Üçüncü kılıç, İzmir’e ilk giren süvari zabiti Şeref
Bey’e bizzat Atatürk tarafından takılmıştır. Türk ve Afgan Andlaşmaları ile
Afgan ve Sovyet Andlaşmalarıyla tanındığı belirtilen Buhara Cumhuriyeti’nin
elçileri Ankara ziyaretlerinden sonra, Moskova’ya çağrıldılar ve bir müddet
sonra öldürüldüler. Bu olay üzerine, Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Rahmi
Bey’lerden oluşan ve Buhara’ya gönderilen Türk elçileri, Batum’dan geri
dönmek zorunda kalmıştır.”41
Balkan Paktı ile, önceleri sulh ve sükun sağlanmıştır. Çünkü Atatürk’ün
düşünce sistemine uygun hükümler geçerliliğini sürdürmekteydi. Ancak daha
sonraki gelişmeler, Atatürk’ün düşünce sisteminden sapıldığı için, ülkelerarası
işbirliği anlamını yitirmiştir. “1936’dan sonra Avrupa’da buhranlar şiddetlendiği
zaman, Balkan Devletleri, Atatürk’ün öngördüğü sıkı bir işbirliği ve barış
zihniyetiyle hareket etmiş olsalardı, II.Dünya Savaşı’na giden olaylar ve bundan
sonraki gelişmeler, bambaşka bir yön alabilirdi ve daha da önemlisi, kendilerini
kurtarabilirlerdi. Atatürk’ün kollektif barış ve güvenlik politikasının ikinci bir
eseri de, Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında 1937’de yapılan Sadabat
Paktı olmuştur. Atatürk’ün ‘kayda değer sulh eserlerinden biri’ diye
nitelendirdiği bu pakt onun başlangıçtan beri Doğu’da izlemiş olduğu dostluk,
iyi komşuluk ve yakınlık politikasının bir sonucudur. Sadabat Paktı ile, bu
unsurlar, kağıt üzerine de geçirilmek suretiyle, daha güçlü bir duruma
getirilmiştir.”42
Sadabat Paktı’na Atatürk, çok önem vermiştir. Bu önemle ilgili ilginç bir
yaklaşım örneği olarak, Musul Meselesi bile rafa kaldırılabilmiştir. Atatürk, bir
Misak-ı Millî toprağı olmasına rağmen ve Musul’un üzerinde o derece ısrarlı
olduğu halde, “güvenlik ve iyi komşuluk” düşüncesiyle, Musul’un Irak
sınırlarında kalmasını kabul etmiştir. Irak ile ilişkilerde, özellikle Musul bir
mihenk taşı yapılmamıştır. Atatürk, Irak ilişkilerini tam bir barış çerçevesiyle
ele almıştır. O, Irak Kralı Faysal’ın 1931’de Ankara’yı ziyareti sırasındaki bir
konuşmasında, Türk-Irak münasebetlerinin unsurlarını şu şekilde özetlemiştir:
“Bugünkü karşılıklı menfaatleri ve dahili, harici sulh ve sükûn siyasetleri ve
münasebetleri, Irak ile Türkiye’yi birbirine yaklaştırmaktadır.” Atatürk, bölge
paktlarına özellikle önem vermiş ve bunları genel barışın korunmasında etkili
vasıtalar olarak görmüştür. 1935’te bir yabancı gazeteciye verdiği demecinde,
savaşın yaklaştığını ve barışın korunması gerektiğini şu ifadelerle beyan
etmiştir: “Mamafih halihazırda en müstacel ihtiyaç, komşu memleketlerin
birbirlerinin hususi ihtiyaçlarını ve meselelerini görüşmeleridir. Bundan başka
mantıkavî misaklar; sulhün muhafazası için kıymetlerini şimdiden ispat
etmişlerdir.”43
Balkan ve Sadabat Paktları ile Atatürk, Türkiye’nin etrafına bir barış ve
güvenlik çemberi meydana getirdiği ve getirmek istediği kadar, Türkiye’ye
doğusunda ve batısında bir üstünlük ve prestij sağlamıştır. Bu, Atatürk dış
politikasının kısa bir zamanda almış olduğu büyük mesafeyi de ifade
etmektedir.44
Buna göre, Atatürk’ün Dış Politikasının Temel İlkeleri şunlardan
oluşmaktadır45:
1. Gerçekçilik
2. Bağımsızlık
3. Barışçılık
4. Güven Politikası ve İttifaklar Sistemi
5. Batıcılık
6. Akılcılık

Mustafa TALAS*