1. #1
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734


    OSMANLI’DA “ASİL KAN” ARİSTOKRASİNİN XIX. YÜZYILDAKİ
    YANSIMALARINA DAİR BİRKAÇ ÖRNEK: CENGİZ HAN VE
    RAMAZANOĞLU SOYU ( Özet )

    Doç. Dr. Mehmet Yavuz ERLER Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Samsun.


    Osmanlı Sultanlığı, soy ağacını Ertuğrul Gazi ile temellendirmiştir. Ahi Beyliği’nden Osman Gazi için gelin alınan Mal Hatun oluşturulacak olan asil soyun yeşereceği önemli bir mitolojik unsur olarak kabul görmüştür. Asalet
    sevdası, Osmanlı Sultanları ve şehzadeleri için gelin adaylarının belirlenmesinde önemli rol oynamıştır. Orhan Gazi’nin zevcesi Yarhisar Derebeyinin kızı Nilüfer Hatun’da bir anlamda Avrupa’nın “Mavi Kanını” taşımaktadır. Ancak bu geleneğin Kanuni örneğinde olduğu gibi asaletten güzelliğe ve gönül hoşluğuna kaydığı durumlarda vakidir. Gönül ilişkilerine dayalı asil soy dışından evlilikler,aristokrasi tarafından hoş karşılanmasa da sulbün erkekten geldiği yönündeki gelenek Osmanlı Sultanlarının evliliklerindeki kişisel tercihlerinin mazur görülmeleri sürecini de beraberinde getirmiştir. Ancak yine de Avrupa’da var ola gelen “Mavi Kan” geleneğinin Osmanlı Aristokrasisinde de “Kırmızı Kan”şeklinde yürütüldüğünü belirtmekte yarar vardır. Özellikle kardeşkanı dökmenin“devletin bekası” gibi tamamen dünyevi bir ihtirasla uygun bulunduğu II. Mehmet dönemi uygulamaları, asil kanın dokunulmazlığının aykırı bir ifadesi olarak ele alınabilir. II. Mehmet’in asil kanın üstünlüğünü sınırlama yönünde bulduğu formüle rağmen bu kanın, dökülmesi uğursuzluğa delalet olarak kabul görmeye devam etmiştir. Genç Osman’ın kanı dökülmesin diye Yedi Kule zindanlarındaki kementle boğdurulması örneğinden de anlaşılacağı üzere kanın kutsiyeti siyasi gerekçelere rağmen ayaklar altına alınmamıştır. Konu ile ilgili olarak ele alınabilecek bir diğer misal de Mengli Giray’ın bir kızı ile evlenen Selim Han ve onun asil kan üzerinde saltanat için gerçekleştirdiği uygulamalardır. Yavuz Selim Sultanın kardeşlerini boğdurtması fakat yeğenlerinin kanını yere dökenleri katlettirmesi de bu kutsi kabul edilen kanın dokunulmazlığının bir emaresidir.Özellikle kardeşi Korkut’u ihbar ederek boynunu kemende teslim eden on beş çoban Yavuz Selim’den ödüllerini almaya Bursa’ya gittiklerinde asil kan mensubu birine yapılan ihanetin bedelinin oldukça ağır olduğu gerçeğini anlamakta geç kalmışlardı. Yavuz Selim Teke’li Türkmen çobanların on beşini de Bursa-Teke yolu üzerine gelen geçene ibret olsun diye astırdı. Kısacası asil soydan gelenlere yönelik bu uygulama “bak ama görme, öldür ama kanını yere dökme” anlayışının bir Osmanlı modeli olarak kabul edilebilir.

    Asil soydan gelenlerle ilgili olarak elde ettiğimiz bazı sınırlı arşiv verileri tarihin XIX. Yy Osmanlı aristokrat tablosunu tamamen ortaya çıkarmasa da bir bütünün kesitleri hakkında ipuçları sunmaktadır. Öncelikli olarak Osmanlının Cengiz Han soyundan geldiğini tasvip ettiği Kırım Hanlık sülalesi ile ilgili olarak düzenlenen maaş defterini irdelemekte yarar vardır. Soyu sopu Cengiz Hana dayandırılan Kırım Hanlarından Devlet Giray Sultanın kanını taşıyanların Osmanlı sarayı tarafından sırf asil kana mensup olmalarından dolayı maaşa bağlandıklarının bir kanıtı olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca 1837 yılında düzenlenen bu belgeden Kırım Hanının akrabalarına yapılan maaş ödemelerine bir hayli önceki bir tarihte bağlandığı belirtilebilir.
    Kırım Hanlığının Rus Çarlığı tarafından işgali sonrasında Osmanlı Devletine sığınan Kırım Hanı ve akrabaları Osmanlı tarafından kabul görmüş ve asaletlerine yaraşır bir şekilde himaye edilerek dünyalıkları Saray tarafından karşılanmıştır. Gerçekte Osmanlı asil kan taşıyan aristokrasiye sırf bu amaçla mı sahip çıkmıştır. Yoksa bu kanı kendi kanının bir güvencesi olarak mı himaye etmiştir? sorusunun iyi irdelenmesi gerekir. Özellikle “Sülale-i Cengiziye” mensuplarının kız çocukları, oğulları, zevceleri, valideleri ve hatta kaynanalarının kaydedildiği ve maaşa bağlanıldığını belirten bu defter Sarayın tasvip ettiği gelin ya da damat adaylarının belirlenmesinde de kullanılmış mıdır? Sultanın akrabaları izdivaçlarında asil kabul edilen Cengiz soyu ile bir irtibat tesis etmişler midir? Henüz bu sorunun cevabını verecek verilere ulaşmak mümkün olmamakla birlikte ihtimalleri zorlamada bir beis olmayacaktır. Sonuçta Osmanlı aristokrasi ve asil soyuna denk bir soy olarak Kırım Hanlık sülalesi mensupları kabul ve himayeye mazhar olmuşlardır.

    Asil soydan gelen ve saraya liyakat ta kusuru olmayan bir başka hanedan mensubuna dair belge de Ramazanoğulları ile ilgili olandır. Ramazanoğulları hanedanı Osmanlı’ya ilhak etmekle “asil kanını (kırmızı kan)” Osmanlı hanedanının himayesinde muhafaza etmeye devam etmiştir. Ramazanoğulları hanedanı asil soya mensubiyetin sunduğu bir imtiyazla Osmanlı Devlet yönetiminde üst düzey görevlerde de yer almayı başarmıştır.

    O halde saray ya doğrudan Osmanlı hanedanı mensubu ya da dolaylı yoldan himayesi altına aldığı hanedan mensuplarından birisini Sarayı temsilen üst düzey görevlere getirmede tereddüt etmediği gibi bunu bir olağan devlet uygulaması olarak ta ele almış olmalıdır. Ramazanoğulları hanedan mensubu olan dilekçe sahibi Osmanlı Sarayının olağan asil soy mensuplarına tanınan maaş uygulamasından dolayı hak talebinde bulunmaktadır.

    Sonuç itibariyle Osmanlı Saltanatını oluşturan hanedanın sınırları içinde yer alan başka hanedan mensupları ile ilgilendikleri ve Sarayın bir parçası olarak algıladıkları iddia edilebilir. Elde ettiğimiz belgeler her ne kadar XIX. yy ve hatta XX.yy başlarına tarihlendirilseler de içerikleri geçmişe yönelik izler taşımaktadır. Osmanlı’da ki saltanatın yalnız olmadığı sınırları içerisinde yer alan ve tarihe karışan diğer saltanat aileleri ile uyuşum içerisinde bulunduğu gerçeği tespit ettiğimiz belgelerin altında daha da belirginleşmektedir.

    O halde; asil soyun kanının rengini teba ve reaya karşı değiştiren süreç doğaya aykırı bir mitoloji ürünü olarak kabul edilmelidir. Cumhuriyet rejimi mitlerle değil insan doğasına uygun olanı şu sözlerle perçinlemektedir: “Muhtaç Olduğun Kudret Damarlarındaki Asil Kanda Mevcuttur”. O halde asalet, yalnızca bir hanedan mensubuna değil damarlarındaki asil kanın farkında olan her âdemoğlu için doğal bir gerçekliktir.
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  2. #2

    Üyelik tarihi
    13.Haziran.2009
    Yaş
    52
    Mesajlar
    124

    bu ta göktürklerden gelen bir gelenektir yerdeki han gök tanrının temsilcisi sayılır ve kanı kutsal addelilir ve dökülmez denildiği gibi ok yayı ile öldürülür yani boğulurdu
    DÜNYA OSMANLININ ADALETİNE MUHTAÇ...

Giriş