KÜRESELLEŞEN ÇAĞIMIZ VE ÇALIŞMA HAYATI

Prof. Dr. Kamil TURAN


Turan, Kamil; Küreselleşen Çağımız ve Çalışma Hayatı; Kamu-İş Dergisi; Cilt: 3; Sayı: 3; Ocak 1994.

I. GİRİŞ
1980 li yıllardan itibaren insanlık, tarihinin kritik dönemlerinden birisini yaşamaya başlamıştır. Bu yeni dönem iki önemli olay karakterize etmektedir. Bunlardan birisi 1900 lü yılların tükenerek 2000 yılına yaklaşmanız; ikincisi ise soğuk savasın sona ermesi ile iki kutuplu Dünya ’mızın ABD’nin başını çektiği tek kutuplu Dünya haline gelmesidir.
Bu iki önemli gelişme başta tarih felseficileri olmak üzere, siyaset bilimcileri, iktisatçılar sosyal siyasetçiler, hukukçular, düşünür ve aydınlar olmak üzere, büyük insan kitlelerini de insanlığın tarihi ve geleceği üzerinde düşünmeye ve yeni görüşmeler üretmeye sevk etmektedir. Herkes geleceğimizin hangi istikamette istikrar bulacağı sorusuna kendi inançları çevresinde cevap aramaktadır.
Bu konuda farklı şeyler söylenmekle beraber, ortaya atılan bütün paradigmaların ( model, örnek) mutabık kaldıkları bir hususun gözden kaçmadığını belirtmek lazımdır. Hemen hemen herkes 2000 li yıllarda başlayacak tarihi dönemin yeni bir dönem olacağı ve bu dönemin insanlığın toplumlar içi ve milletlerarası ilişkilerini köklü bir şekilde değiştireceği inancını paylaşmaktadır.
İyimserler bu yeni dönemi sevinç çığlıkları ile selamlarken, kötümserler idrak ettiğimiz ve sonlarına geldiğimiz XX inci yüzyılın kötülüklerini bile aratacak bu yeni dönem karşısında kaygılarını dile getirmektedirler.
2000 li yılların önümüzde açtığı bu yeni tarihi dönem farklı şekillerde adlandırılmaktadır.
Eski ABD Başkanı G.Bush “Yani Dünya Düzeni “, F Capra “Büyük Dönüm Noktası”, Laszlo “Çatallanma veya Yol Ayrımı”, R. Garaudy “Tarihin Kırılma Anı”, Ali Bulaç “Eyamullah”( Allahın Günleri), F.Fukuyama ise,”Tarih Sonu” diye bu dönemi adlandırırken, diğer bazı düşünürler “Postmodern Durumu “, “Sanayi Ötesi Toplum”, “Bilgi Çağı”, “Geç Katalizim”, “Modernizm” veya “Globalleşme”, yani küreselleşme terimlerini kullanmayı tercih etmektedirler.
İleride bir kavram karmaşasına meydan vermemek için, tek kavramda karar kılarak, bu çalışma çerçevesinde, diğer kavramlar bir tarafa bırakılarak, küreselleşme teriminin kullanılması uygun olacaktır.
“Küreselleşen Dünya ‘da Çalışma Hayatında Yeni Arayışlar”a yer verilmeden önce, 2000 li yıllarda küreselleşen bir Dünya düzeni temsil edileceği tarih sürecin bir süreç olacağını açık bir şekilde yorumlamak gerekmektedir.
Bu yeni tarihi süreç bütün yönleri ile aydınlığa çıkarılmadan, çalışma hayatında yeni arayışları belirlemek mümkün değildir. Çünkü yeni çalışma ilişkileri düzeni Küreselleşen Dünyamızın yeni siyasi, iktisadi ve sosyal ilişkileri üzerinde inşa edildiği taktirde bir anlam ifade etmektedir.

II- KÜRESELLEŞEN DÜNYANIN TARİH FELSEFESİ BAKIMINDAN YAPISI
1- Kavram Olarak Küreselleşme
1980 yıllarından sonra kullanılmaya başlanan Globalleşme kelimesi,”glob” kelimesinden türemiştir. Glob kelimesi dilimizde küre, top, yuvarlak, arz küresi, Dünya karşılında kullanılmaktadır. Global kelimesi ise küresel, cihanşümul veya bütün Dünyayı kapsayan anlamına gelmektedir. Küresel ( Global ) kelimesinden hareket edilerek bugün toplum hayatının her alanında yeni kavramlar üretilmektedir; küresel Pazar, küresel şirket, küresel ürün, küresel yönetici, küresel işgücü, küresel kültür, küresel siyaset gibi kavramlar bunlardan sadece bazılarıdır.
Türetilen bu yeni kavramlarla toplumlara siyasi, iktisadi ve sosyal hayatlarında bugüne kadar ürettikleri ve kullandıkları bütün terminolojiler nitelikleri bakımından değişikliğe uğramaktadır. Günümüz anlayışında pazar, şirket, urun, yönetici, işgücü, kültür ve siyaset milletlerarası ( enternasyonal) bir nitelikte ifade edilirken, bu kavramlar küreselleşme ile beraber milletler üstü (Supranational) bir niteliğe yerlerini bırakmaktadırlar.
Bu değişikliğin diğer bir anlamı bütün milli kültürlerin yerlerini global kültürü temsil eden bir üstün kültüre terk etmeleri ve bu üstün kültüre uygun bir yaşama tarzını kabul etmek zorunda bırakılmalarıdır.
2- Küreselleşme Tarih Sürecinin Özellikleri
Birçok yazar ve düşünür 2000 li yıllarda ortaya çıkması beklenen bu yeni tarih sürecini farklı kavramlara adlandırmış, gelişini farklı cepheleriyle haber vermiş olmakla beraber, bu konuda tam anlamıyla ve bütün yönleriyle bir “Weltanschaung”, yani “Dünya Görüşü” ortaya koymaya çalışan düşünür Amerikalı yazar Francis Fukuyama’dır. Ayrıca Fukuyama’nın CIA’ya bağlı bir kuruluş olan Rand Corparation adına araştırma yapması ve tezleri ile eski Amerikalı Başkan Bush’un “Yani Dünya Düzeni” görüşünü destekler mahiyette bir yorum getirmesi, bu yazarın küreselleşme konusundaki görüşlerinin önemini arttırmaktadır.
Bu görüşlerini Japon asıllı bir Amerikalı olan Fukuyama, The Nitional İnterest dergisinde 1990 Ocak ayında yayınlanan “The End of History” Tarihin sonu’mu? İsimli makalesinde toplamış ve büyük bir ilgi görmüştür.
Fukuyama halen üzerinde tartışılan bu makalesinde aşağıdaki görüşlere yer vermektedir.
(i) Kendisi de bir hegelsi olan yazar tarihin seyrini Hegelin diyalektik felsefesi açısından değerlendirmektedir;
(ii) Yazara göre faşizmin ve Marksizm’in yıkılması liberalizmin haklılığını göstermiş ve bu olaylar liberalizmin tartışmasız zaferinin sonuçlarıdır;
(iii) Liberalizmin zaferi ile beraber tarihi diyalektik sona ermiş, ideolojiler ve ideolojik çatışmalar bitmiş, liberal demokrasiye dayalı yeni bir dünya düzeni ortay çıkmıştır. Herkes bu yeni düzenle bütünleşmek zorundadır;
(iv) Dünyada maddi güçler ideal güçlere galip gelmişlerdir;
(v) Tüketim kültürünün yaygınlaşması idealist kültürlerin yerleşme şansını ortadan kaldırmıştır;
(vi) Liberal ekonomiler kaçınılmaz olarak liberal siyaset anlayışını üreteceklerdir.;
(vii) Dünyada faşizm ve komünizm iflas ettiğine göre, liberalizm’in karşısında ancak din ve milliyetçiliğin bulunduğu söylenebilir;
(viii) Ancak İslamın Müslüman olmayan toplumlar için cazibesi olamadığından, milliyetçilik bağımsızlık istemenin ötesinde ciddi bir programa sahip olmadığından, ikisinin de liberalizme karşı bir mücadele sürdürmeleri mümkün değildir;
(ix) Tarihin sonunda bütün çelişkiler kalkacak, dünyanın ortak pazarlaşması, sürtüşmeleri geniş çapta ortadan kalkacaktır;
(x) Elektronik eşya üretim ve tüketiminde başı çeken ABD, Batı Avrupa, Japonya ve Uzak Doğu ‘nun kaplanları ancak bütünleşerek tarihin sonu dönemini temsil edecekler;
(xi) Küçük ve orta büyüklükteki devletlerle tüketim ekonomisi seviyesine ulaşamayan ülkeler, terörist yöntemlerle sürtüşmelerine devam edecekler ;
(xii) Dünyanın üzerindeki esrar perdesi kalkacak, tarihin sonunda bütün mücadeleler, bütün yüce amaçlar, mitler, insanın orijinal ve hayvani arzu ve iştahlarını tatmin etmekten başka bir işe yaramaz hale gelecekler;
(xiii) Tarihin sonunda başkaldıran ülkeler, çamurları içinde boğulup yo olacaklardır.
“Tarih Sonu’mu?” başlığımı taşıyan bu makalesinde Fukuyama kendisine özgü bir tutarlılıkla küreselleşen Dünya’da iktisadi liberalizme ve demokrasiye dayalı yeni toplum ilişkilerinin ortaya çıkacağını haber vermektedir. Bu düzen “Evrensel ve Homojen Bir Devlet” tarafından yönetilecek. Bu devletin en çok liberal, en çok demokratik ve en çok elektronik eşya üreten ve tüketen devlet olacağını ima ederken, Başkan Bush’la mutabık kalarak, bu devletin ABD olacağımı ilave etmeye lüzum görmemektedir.

III. KÜRESELLEŞEN DÜNYA’DA TOPLUMLARIN ÖZELLİKLERİ
Francis Fukuyama ve Allen Bloom gibi yazarlara göre, demokrasi ve iktisadi liberalizmin temelleri üzerinde düzenlenecek toplum, sanayi ötesi şartlara göre tüketim kriterleri istikametinde yönetilecek, 2000 li yılların toplumu, bir anlamda cenneti yer yüzüne indirecektir. Bu belki Dünyayı yönetmeye hazırlanan ülke halklarının küçük bir yüzdesi için isabetlidir. Fakat asıl mesele küreselleşen Dünya’da Tarihin Sonu ve Yeni Dünya Düzeni anlayışının ortaya çıkaracağı hukuki, siyasi, iktisadi ve sosyal düzenlemelerde ortaya çıkmaktadır.
1-Küreselleşmenin Hukuki Düzeni
2000 li yıllardan sonra kamu hukuku düzeninde büyük değişikliklerin meydana geleceği, Dünyanın tek başkentten yönetileceğini, bunun yanında tek yasama organının kuralları koyacağını, tek bir yargı organının adalet dağıtacağını savunanlarda bulunmaktadır.
Nitekim tek kutuplu günlerin başlamasıyla Dünya’mızda meydana gelen bazı gelişmeler, yerleşmiş bir devletler hukuku düzeninin artık umursanmadığını göstermektedir. Milletlerin egemenlik hakkı kavramının Körfez Savaşında, son Cezayir seçimi ve onu takip eden askeri ihtilalde, Somali ‘ye yapılan müdahalelerde, Haiti ‘de bir kenara alınmıştır. Buna karşılık Azerbaycan topraklarının Ermeniler tarafından işgali, Bosna – Hersek ‘in Sırp ve Hırvat çetelerinin kanlı eylemlerine terk edilmesi, yeni bir Birleşmiş Milletler hukukunun icabı olarak kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.
Yeni Düzenin önderliğini ve ruhunu temsil eden ABD, Birleşmiş Milletler Teşkilatı, NATO, Avrupa Konseyi, La Haye Adalet Divanı, Dünya Bankası ve Milletlerarası Para Fonu aracılığı ile kurallar vazederek, Dünya’yı bu kurallarla yönetmektedir. Milletlerin iradesi, egemenlik hakkı ve bütün hukuku, Küreselleşen bu ortamda güç kaybına uğrayarak cılızlaşmaktadır.
2- Küreselleşmenin Siyasi Düzeni
Küreselleşen Dünya’da, zaferini ilan eden liberalizmle faşizm ve komünizm aynı düşünce sistemine dahil oldukları için, liberalizmin her an otoratarizme dönüşmesi, hatta örtülü şekilde emperyalizme yönelme eğilimi vardır.
ABD ‘nin eski Roma’da ve Osmanlı imparatorluğunda olduğu gibi, Pax Romanum ( Roma Barışı) veya Cihan hakimiyeti ve Nizami Alem formüllerine karşı özlemi müşahede edilmektedir. Bu özlem Pax Amerikanın ( Amerikan Barışı) şeklinde formüle edilmektedir. Başkan Bush Yeni Dünya Düzeninde bu görüşünü dile getirmiş ve Körfez Savaşını uygulamıştır.
Demokrasi adına Irak Çökertilmiş ama Kuveytin, Sudi Krallığımı, Suriye’nin ve diğer Körfez ülkelerinin yöneticilerin haklarına demokrasinin kırıntısını vermeden iktidar olmalarına göz yumulmuştur. Fakat istenilen maddi amaca varılmıştır. Sonuç: Petrolün her varilinin fiyatı, 20 dolar civarında tutulmuştur.
Küreselleşen Dünyamızda küçük ve orta büyüklükteki devletler, bir siyasi klübe üye olmadıkları taktirde, kendi milli çerçeveleri içinde yaşayabilme şanslarını yitirebileceklerdir. Çünkü Küreselleşen dünya siyaseti katılımcı, çoğulcu ve medeni olmayıp, totaliter baskı ve yukarıdan buyurucu olma eğilimi içinde bulunmaktadır.
3- Küreselleşen Dünya’nın İktisadî Düzeni
Küreselleşmenin getirdiği iktisadi düzen, maddeci bir anlayış üzerine kurulmuştur. Sistem kalkınmayı değil büyümeyi amaçlamıştır.
Küresel boyutta sosyo-ekonomik değişimi gerçekleştirmek için sürekli üretim, dağıtım ve tüketim amacını ön plana almaktadır.
Milli ve milletler arası politikalarda üretim ve tüketim artışa büyüme, ölçü olarak alınmaktadır. Mal ve hizmet tüketiminin miktarı başarının ölçüsü olmaktadır.
Oysa bu iktisadi anlayış kalkınmayı geri plana itmekte, insanı tabiatın düşmanı haline getirerek ekolojik dengeyi bozmakta, vahşi rekabet yöntemlerini gündeme getirmektedir.
Bu düzenin sonucu olarak kuzeyli zenginlere, güneyli fakirlerin arasındaki mesafe açılmaktadır. Dünya nüfusunun %17 sini temsil eden zenginler, kaynakların %80 nini tüketirken, nüfusun %83 ünü temsil eden fakirler, kaynakların %20 sini tüketmektedir.
4-Küreselleşmenin Sosyal Düzeni
Fukuyama “Tarihin Sonu”nda ideallerin iflasını ilan etmiştir. Maddenin idealleri ebediyen yendiğini söylemektedir. İnsanla ilgili bütün güzel duygular yerlerini kazanca, zevke ve faydaya bırakacaklardır. Maddenin bu zaferine karşı koyanlar tarihin çamuru içinde terk edileceklerdir. Böylelikle eski kültürler bir bir yok olup silinecektir.
Tarihin sonuna ulaştıkları kabul edilen toplumlarda kölecilik, ırkçılık, sınıf yarılığı, zencilerin sefaleti geçmiş yılların kalıntıları olarak bu problemler kendi hallerine bırakılmaktadır.
Buna karşılık Küreselleşen toplumların sosyal ve kültürel düzeni, iletişim teknolojisi sayesinde denetlenecektir. Medyanın gücü arttıkça insanların şahsiyeti küçülecektir. Çünkü Medya hür insanların kendilerini ifade ettikleri bir odak noktası değil, çok uluslu iktisadi düzenlerin toplumlar üzerinde egemenliğini pekiştiren bir endüstri haline gelmiştir.
Sendikal hareketlerin Medyanın ettiği bu akımdan nasibini almaması mümkün değil.

IV- YENİ SOSYO-POLİTİK ARAYIŞLAR
Küreselleşen Dünyamızın yani şartları karşısında sosyo-politik arayışlara gereken, toplum olarak ne çağın geçeklerinden ne de müreffeh, gücü, barış içinde yaşayan bir Türkiye ideallinden feragat edilmemesi gerekecektir.
Zafer sarhoşlu içinde bulunan Batının modernizm taraftarların mensup oldukları toplumların, içinde bulundukları adaletsizlik, gelir dağılımında eşitsizlik, ırkçı eğilimler, manevi değerlerin horlanması,alkolizm, uyuşturucu madde iptilası, tüketim çılgınlığı ve maddi zevk düşkünlüğü bu toplumların zaaflarını gösteren işaretlerdir. Tarihte bu zaaflarla yücelen hiç bir medeniyete rastlanmamıştır. Tam tersine bu zaaflar bir çöküşün işaretleridir. Başta Fukuyama olmak üzere modernistler, 2000 li yılların tarihinde ABD nin siyasi üstünlük objektiflerinden fazla, Oswald Spengler ‘in “Batı’nın Çöküşü” tezleri istikametinden baktıkları taktirde gerçeklere daha yakın olacaklardır.
Toplumumuzun çağı yakalaması, iktisadı kalkınmanın gerçekleşmesi, nimet ve külfetleri adilce paylaşan bir toplum dokusu meydana getirebilmesi için, çalışma ilişkilerindeki aksayan bazı mekanizmaların sağlıklı sosyal politikalarla gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Küreselleşen Dünya’mızın düzeni, çalışma hayatı açısından önemli sonuçlar ortaya çıkarabilecek bir doğrultuda gelişmektedir. Bu yeni düzenin çalışma hayatını derinde etkileyecek en önemli unsurları başında, liberalizmin mutlak zaferini ilan etmesi , korumacılık anlayışın ortadan kaldırılması, geniş Pazar kapsamı içinde ülkelerin kendilerine yer aramaları ve acımasız rekabetin bütün ülkelerin iktisadi politikalarına hakim olmasıdır.
Yukarıda belirtilen ve Küreselleşen Dünya’yı sembolleştiren bu dört kriterin, geleceğin çalışma hayatının kuralları üzerinde etkili olacağını ve işçi-işveren ilişkilerini bu kriterler doğrultusunda belirlemek lazım.
1. Sanayiinin Rekabet Gücü Artırılmalıdır
Dünya ‘da liberalizmin zaferinin en önemlisi sonuçlarından birisi, toplumların iktisadi hayatında korumacılık anlayışının sona ermesidir. Bu gelişmenin sonucunda bütün dünya ülkeleri iktisadi politikalarında Dünya’ya açılmak mecburiyetinde olduklarını anlamışlardır. Türkiye Avrupa Topluluğuna katılma hazırlıklarını 2000 li yıllarında başında sona erdirmeyi ve topluluğun üyesi olmayı planlamaktadır. Bu politikanın ön hazırlığı olarak, 1995 yılı sonunda gümrük birliği gerçekleştirilecek Avrupa Topluluğu ile mal mübadelesi konusunda teşekkül ettirilecek bir geniş Pazar sahasına dahil olacaktır. Böylelikle AT ülkeleriyle Türkiye ‘ninde dahil olacağı, geniş bir coğrafya içinde, acımasız bir rekabet dönemi başlayacak, bu rekabete dayanabilen kuruluşlar Dünya standartlarını yakalamayı başarırken, rekabete dayanamayanlar faaliyetlerini durdurmak zorunda kalacaklar.
Türk sanayiinin bu ortamdaki rekabete dayanabilmesi için ileri bir teknolojiyi kullanması, üretim ve verimi artırması, üretim kalitesini yükseltmesi ve pazarlardan hisse kaması gerekmektedir.
Yukarıda sayılan hususlar gerçekleşmediği taktirde, Türkiye ‘de işsizliğin artması toplumsal yapımızı tehdit edem büyük bir tehlike olarak çıkacaktır.
2. Enflasyon oranı makul bir seviyeye düşürülmelidir.
Yıllardan beri enflasyonist bir ortamda yaşayan Türk ekonomisinin en önemli sıkıntılarından birisi enflasyonun eseri olan bir iktidarsızlığın tehdidi altında yaşamasıdır.
Enflasyonun başlıca sebeplerinden olan kamu açıkları kapatılmadıkça, iç ve dış borçlanma miktarı azaltılmadıkça,Türk ekonomisinin AT ülkelerinin ekonomik yapılarıyla uyum sağlaması imkansız bir hale gelecektir.AT ülkelerinin enflasyonist oranları Yunanistan hariç,tek rakamla ifade edilirken Türkiye’de bu oranın %70 civarında seyir etmesi,Türkiye’nin tam üyeliğinin kabul edilmesinde büyük bir engel teşkil etmektedir.
Ayrıca enflasyon oranındaki artış böyle devam ettiği taktide,Türk ekonomisinin büyüme oranında büyük düşüş meydana gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
3. Özelleştirme Politikaları Türkiye’nin Gerçeklerine Hitap Etmesidir
Yıllardan beri Türkiye ‘de özelleştirmeden bahsedildiği halde, tutarlı bir özelleştirme politikasının mevcudiyetinden bahsetmek mümkün değildir. Özelleştirmenin amaçları, çerçevesini ve özelleştirme sonucunda geliştirilmesi gereken sosyal politikaların düzenlenmesi konusunda bir açıklık mevcut değildir. Takip edilen yol ne olursa olsun, özelleştirmeyi kamu açılarının veya bütçe açığının kapatılmasının bir amacı olarak görmek, bu alanda düşünülmesi gereken en son çare olmalıdır. Çünkü özelleştirme konusunda Türk işçileri ve Türk müteşebbisleri konu dışı tutuldukları taktirde, özeleştirme bir taraftan halen çalışmakta olan yüz binlerce işçinin işsiz kalması ve işsizler ordusuna katılması sonucunu doğuracaktır.
Bu beklentilerin tehlikelerden ötürü, özelleştirilen kamu kuruluşlarında o kuruluşa çalışan hissedar yapılması ve Türk iş adamlarının enerjisinin özeleştirilen müesseselere kanalize edilmesi gerekmektedir. Bir taraftan bunlar yapılırken, özelleştirme politikamızda know-how ve yabancı sermaye getirecek kuruluşların ekonomimize getirecekleri güç kaynakları da göz ardı edilmemelidir.
4. İşsizlik oranı düşürülmelidir.
Türkiye’de beş milyon civarında işsizin bulunduğu resmi ağızlarca ifade edilmektedir. İşsizliğe karşı kararlı bir mücadelenin yapılması lazımdır. Nüfusun artışını kontrolü, iş gücü eğitimi, teknik ve mesleki eğitimin geliştirilmesi, müteşebbislerin yatırım yapmaya teşvik edilmesi ile iş ve işçi bulma kurumunun ıslahı bu mekanizmalardan en önemlileridir.
Ülkemiz kendi insan gücünün katkısını kullanarak ekonomik alanda Dünya’daki rekabet ortamında yerini almalıdır. İşsizlik oranının düşürülmesi halinde, Türk iş gücü ya da hizmet sektörüne yönelecek veyahutta Milletlerarası sermaye piyasasında kendisini değerlendirmenin yolunu arayacaktır. Bu iki halde de Türk ekonomisinin sanayileşme süreci giderek yavaşlayarak duracaktır.
1. Sosyal Güvenlik Sistemimiz Islah Edilmelidir
Türk sosyal güvenlik sisteminin bugünkü durumu ile mevcudiyetini devam ettirmesi, yarının toplumları için ulaşılması gereken sosyal politika normlarını uygulamamıza imkan vermemektedir. Milli sosyal güvenlik sistemimizin en önemli üç aşaması şunlardır. Birincisi işsizlik sigortası mekanizmasının daha kurulamamış olmasıdır.Behemehal Türk işçisinin işsizlik riskini teminat altına almak için işsizlik sigortası Kanun tasarısını yasama organından geçirmek lazımdır. Bu alanda ikinci açmazımız, milli gelirden sosyal güvenliğe harcanan oranın çok düşük olmasıdır. Bu sebepten sosyal sigortalar gibi kurumların sosyal güvenlik fonksiyonunu gerektirdiği gibi icra etmesi imkansız hale gelmektedir. Dolayısıyla milli gelirden sosyal güvenlik harcamalarına ayrılacak payların artırılması kazınılmaz hale gelmiştir.sistemimizin üçüncü açmazı ise, emeklilik yaşının bütün OECD ülkelerine göre çok düşük olmasıdır.bu ülkelerde kadın ve erkekler 60 ila 67 yaş arsında emekli olurken, Türkiye’de 43 yaşında emekli olmaları sosyal güvenlik fonlarını sorumsuzca israfı anlamına gelmektedir. Bu bakımda Türkiye’de emeklilik yaşının OECD ülke normları seviyesine çıkarılması yönünde adımlar atılması icap etmektedir.
6. Toplu İş Sözleşmesi Düzeyi Gözden Geçirilmelidir
Türkiye’de toplu iş sözleşmeleri iş yeri ve işletme düzeyinde yapıldığı için, işçi ve işveren tarafları ve kuruluşları enerjilerini toplu iş sözleşme yapma yolunda tüketir hale gelmişleridir. Çalışma hayatının toplu iş sözleşme dönemlerinde büyük zaman ve emek kaybına uğraması, her dönem birbirinden kopuk yüzlerce toplu iş sözleşmesi müzakeresinin yapılması, çalışma başarımızı istikrarsızlığa sürükleyen en önemli sebeplerdendir.
Halbuki ülkemizde grup toplu iş sözleşmeleri uygulanmasının yapılması, kamu işyerlerinde kamu işveren sendikalarının Türk-İş konfederasyonu ile zirvede müzakereler yürütülmesi toplu iş sözleşmelerinin zirvede yapılması ne kadar büyük kolaylıklar ortay çıkardığını göstermektedir.Bu bakımdan yapılacak hukuki düzenlemelerle, grup toplu iş sözleşmelerinin kanuni bir düzene oturtularak daha fazla geliştirilmesi , işçi ve işveren konfederasyonlarına toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi verilerek ve iş kollarının ihtiyacı ek protokolle belirtildikten sonra, özel sektörde ve kamu sektöründe zirve sözleşmelerinin yapılması çalışma barışının devamlılığını sağlayacak, işçi ve işveren kuruluşlarının sendikal alanlarda daha etkili bir şekilde faal olmalarına imkan verecektir.
7. Ekonomik Ve Sosyal Konsey Kurulmalıdır
Çalışma hayatımızın etkili bir şekilde organize olması, ekonomik hayatla çalışma hayatı arasında vazgeçilmez ilişkilerin kurulması, işçi- devlet-işverenlerin çalışma hayatının muhtelif politikalarında mutabakat halinde bulunmaları için bir Ekonomik Sosyal Konseyin kurulması lazımdır. İdari ve mali yönden özerk, işçi- devlet-işveren temsilcilerinden teşekkül ettirilecek bu Konsey, ücret, fiyat, ekonomik istatistikler, sosyal politikalar ve ekonomik politikaları konusunda tavsiye kararları centilmen anlaşmalarıyla zamanla tarafların itibar ettikleri alışkanlıklar haline gelmektedir.
Dünya’mızın geçmiş birtakım değer yargılarını bir tarafa bırakarak, yeni bir oluşum içinde olan günümüz şartlarına uyabilmemiz için, yukarıda çalışma hayatının belirtilen alanlarında reform ruhu içinde atlımlar yapmak, ancak bizi özlediğimiz refah ve barış içindeki güçlü Türkiye imajına ulaştırabilir. Aksi halde, 1960 lı yılların kalıntısı olan bugünkü çalışma ilişkileri düzeni ile önümüzde açılan yeni cağı yakalamamız imkansız denecek kadar zor olacaktır.
V. SONUÇ
Küreselleşen Dünya’mızın düzenini, karamsarlar tek bir güçlü devletin hegemonyası altında yönetilecek bir Dünya olarak tanımlanırken, bu yeni düzende küçük ve orta büyüklükteki devletlerin siyasi yönden teslimiyet içerisine gireceklerini, iktisadi yönden sömürüleceklerini,derin bir kültür kaybıyla karşı karşıya gelebileceklerini ileri sürmektedirler. Bu karamsar dünya görüşü , bazı yönleri ile gerçeği ifade ettiği halde, insanlığın iyimser olması için aslında bir çok sebep bulunmaktadır.
2000 li yılların küreselleşen Dünyası biraz gayret ve biraz iyi niyetle bir mutluluk Dünyası da olabilir. Bu yeni düzenin insanlığa kazandıracağı üç önemli ilke vardır. Siyasi anlamda demokrasi, bütün toplumlara bağımsızlık ve hürriyeti, iktisadi bakımdan serbest piyasa ekonomisi refahı ve sosyal bakımdan iç ve dış barış ilkesi, huzuru getirebilir. Ülkemizde bu yeni çağın üç temel ilkesi göz önünde tutarak iktisadi, siyasi ve sosyal hayatımızı da bu istikametlerde yeniden düzenlememiz halinde, geleceğin Türkiye için vaat ettiği büyük umutlara ulaşmamamız mümkün olacaktır.

Yazının Alındığı Yer: http://www.sosyalsiyaset.com/documents/kamil_turan.htm