Günümüzde Yeni Bir Öğrenme Modeli

Prof.Dr.Ruhi C. KAYKAYOĞLU *

BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ DEKANI ve REKTÖR YARDIMCISI

Özellikle Türkiye Zeka Vakfı yöneticilerine, Talim ve Terbiye Kurulu’nun değerli yöneticilerine böyle önemli bir toplantıya beni davet ettikleri için çok teşekkür ediyorum.

Çok değerli öğretmenlerim, değerli meslektaşlarım, değerli öğrenci arkadaşlarım; öğrenmeyi öğrenme gibi çok önemli bir konuyu, iki günlük bir sürede tartışmak oldukça zor tabii. Ben de böyle bir toplantıda sizlere kısa bir sunuş hazırladım. Bu sunuşumuzun altında, özellikle, Bahçeşehir Üniversitesinin son 5 senedir, kurucu dekan ve rektör yardımcısı olarak yaptığım görev sırasında edindiğim tecrübelerden ve ülkemizde öğrenmeyi öğrenme konusunda daha yapılacak birçok şeyin olduğunu düşünerek konuşacağım. Ben, 25 senelik bir makine mühendisiyim, onun için beni bir mühendis olarak dinlerseniz çok sevinirim. Eğitimciyim, ama mühendislik eğitimi üzerinde araştırmalarım var, o bakımdan sizlerle umarım dil bakımından olsun ve terimler bakımından olsun faydalı bir diyaloğumuz olur.

Sunum planım şöyle: İlk önce sizlerle son bir ay içindeki çarpıcı öğrenme haberlerini paylaşacağım. Daha sonra, bana göre, bizler öğrenmeyi öğrenmeyi tartışırken, en önemli konu, günümüz insanının yeterlilikleridir. İş dünyası nasıl öğrenim becerileriyle donatılmış bir insan bekliyor? Biz becerileri orta öğretimde ve özellikle yükseköğretimde nasıl sağlarız? Bu soruların cevaplarını verebilmek için 21’inci Yüzyılın insan özellikleri konusunda sizlerle çok kısa paylaşacağım bir iki slaydım var. Daha sonra, size sunacağım bir öğrenme modeli hakkında eğitimci meslektaşlarımın da çok iyi bildiği iki slayda geçeceğim.

Geçen ay içinde Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığım bir seyahat sırasında, Yahoo.com İnternet sitesinde çıkan çok enteresan bir habere rastladım. Ben bu haberi kestim ve sizinle paylaşayım dedim. Bu haberin başlığı “Akademisyenler artık kredi saat olayına son vermek için hazırlanıyorlar...” diye devam ediyor. Biliyorsunuz, 1900’lü yıllarda üniversitelerin hepsinde kredili sistem vardı. Üç kredi öğretim yüküdür. Artık, bu birazcık mazide kalacağa benziyor. Bu haberin içeriği de bununla ilgili. Acaba, insanlara kredi yüküne göre mi maaş verelim, kredi yüküyle onları yönlendirelim mi? diye soruyor haberde. Gelecekte herhalde böyle olamayacak; çünkü, akademik hayattaki değişim çok fazla. Bunun yerine, belki de, biz, akademisyenler yapmış olduğumuz akademik etkinlikler sonunda, ne kadar öğrenme sağlayabilmişiz? Öğrenciler bunlardan neler öğrenmişler? Bunları nasıl bir performansla geri yansıtabilmişler? Belki de, biz, akademisyenlerin maaşları, görevlendirmeleri, yükselmeleri buna göre düzenlenecek. Amerika’da bugünlerde bir tartışma var. Bir ay önce yaptığım gezide, 8-10 tane Amerikan üniversitesinde bu konuda incelemeler yapıldığına rastladım. Hatta biraz daha konuda derinleşirsek, Gardner Vakfının yaptığı bir çalışmada, burada gördüğünüz gibi, artık insanların başarılarının ölçülmesinde, yükselmelerde, öğrencilerin öğrendiklerinin performans değerlendirmesi olarak öğretmenlere dönüştürülmesinin önemli olduğundan bahsediliyor. Demek, artık, öğretme yerine bir öğrenme süreci bütün dünyada çok salgın bir şekilde gündemde. Bu birinci haberimdi.

İkinci bir haberim daha var. Bizim kurum olarak temasta olduğumuz bir Hindistan firmasının geçen aylarda, bana yaptıkları bir ziyarette vermiş olduğu bir makaleden alınmış bir resim gösteriyorum. Bu resimde 3 tane Hintli çocuk, Hindistan’ın bir eyaletinde köy meydanındaki çok eski bir duvarın içine konmuş bir bilgisayarla oynuyorlar. Bu o kadar, dışarıdan bakıldığı gibi cazip gelmiyor. Köy meydanına bir bilgisayar koymuşlar; ama başında da, aynen oradan aldığım makalede, “en küçük bir müdahale olmadan öğrenme” başlığı altında Hindistan’lı bir şirketin çok büyük bir proje yürüttüğü haberi yer alıyor. Buradaki çocuklar köy meydanına konulmuş olan bilgisayar kullanımını hiç bilmiyorlar, İngilizce de bilmiyorlar. Şirket Hindistan’da 50’ye yakın köyde bu yöntemi uyguluyor. Köy meydanında duvarın içine bilgisayarı koyuyor, daha sonra bilgisayarı uzaktan izliyor, çocuklar bu bilgisayarı kendi kendilerine öğreniyorlar. Sonuçta 6 hafta içinde bu çocuklar hiçbir müdahale olmadan, öğretmenleri bir şey öğretmeden, resim çizmeyi öğrenmişler, kelime işlem yapmayı öğrenmişler, bizim bildiğimiz o ofis programları mantığı içindeki birçok şeyi yapar hale gelmişler. Bu süreci 6 hafta içinde yapmışlar ve hiçbir müdahale de yok. Öğrenciler sadece kendileri öğrenmişler. Burada gördüğünüz gibi bunlar küçük çocuklar, 8 yaşındalar. Benzer bir örnek daha var, yine bu da bir başka köyden alınmış. Bunu niye yaptınız diye sorduğum zaman; Hindistan biliyorsunuz yıllık yazılım ihracatı 20 milyar dolara yakın olan 2008 yılı itibariyle 50 milyar doları hedefleyen -ki, bizim bugünkü ihracatımızdır - bir ülke ve çok da fakirler, bizden de fakirler. Ama bu yöntemle çocukları çok iyi bilgisayar okur yazarı haline getirdiklerini söylüyorlar.

Bu sabah uçakla gelirken, yine ülkemizin çok önemli bir yazılım şirketi, Logo’nun genel müdürü ile beraberdim. Dedi ki “bizim şirket yaşlanıyor, yaş ortalaması 28 olması gerekirken, 30 oldu, zaten yeni eleman almaya gerek de yok, alacağımız elemanlar 15 ile 18 yaşlarında olmalı; çünkü, işin içinden bu yaşta insanlar çıkabiliyor” . Mühendisler çıkamıyor...

Bu örnekleri çoğaltabiliriz, sizlerin de çok deneyimleri vardır, artık insanlara; bu yeni yüzyıl düzeninde sonsuz olan bilgi okyanusundan, istediğiniz anda, istediğiniz kadar, sınırsız erişebildiğiniz bu havuz içinden faydalanmasını bizim öğretebilmemiz lazım. Bunu yaptığımız zaman da -slaytlarda da gördüğünüz gibi- özellikle, öğrenmenin de yüksek motivasyonu olması gerekiyor. Bana göre, motivasyon; eğitim almak, sürekli eğitmek, bunun yanında ekonomik olarak daha mutlu olmak, daha motive olmak, daha çok para kazanmak, insanlara daha faydalı olmak, çevreye daha faydalı olmak demek. Sonuç olarak ülkenin ileri gitmesidir amacımız. Ben öğrenmeyi öğretmenin bu motivasyonun içinde olmasını düşünüyorum.

Başka bir sorunumuz da, karşımızdaki çocukların hepsi 1982 ve sonrası doğumlular. Benim çocuklarım da öyle, eminim sizlerin de vardır. Bu milenyum çocukları, bizlere hiç benzemiyorlar. Bunların cep telefonları var, avuçiçi bilgisayarları var, pc’leri var. Biz bunlara sınıfta oturtup, bir şey öğretemeyiz ve öğretmek de imkânsızdır. Bu çocuklar kendi yöntemlerini kendileri buluyorlar, aynen Hindistan’daki çocuklar gibi. Bunları eğitecek öğretmenlerimizin de, bu tür çocuklarla uğraşmaları için öğrenmeyi öğrenmiş olmaları gerekiyor. Bu kapsamda öğrenmeyi motive edecek, bana göre, günümüzde 5 temel nokta var.

Bunlardan birincisi, bizlerin hep söylediği, özellikle, mühendislik alanında konuştuğumuz, ama diğer alanlara da çok kolayca adapte edebileceğimiz, bizim 21’inci Yüzyıl Temel Becerileri diye adlandırdığımız, bireylerin birtakım Temel Becerileri var. Bu temel beceriler, artık, günümüzde uluslararası bir standarda dönüşmüş. Bu temel beceriler içinde; dijital okur yazarlık var, iletişim okur yazarlığı var, takımdaşlık okur yazarlığı var, kültürel ve küresel okur yazarlıklar var. Bu temel becerileri verecek bir öğrenmeyi öğrenme modeli bulmamız lazım.

İkinci nokta ise, temel öğrenme becerileri ki, burada da birtakım beceriler var; çünkü, 1982’li çocuklarımız ve şu andaki günümüz insanları aynı yöntemlerle öğrenmiyorlar. Herkes farklı öğreniyor. O zaman artık öğretmen 5-10 sene içinde bir koç olacak, öğretmen olmaktan çıkacak; çünkü, öğretmenlik ki, hepimiz öğretmeniz, bu salonda öğretmen adaylarımız var, artık öğretmenliğin 1900’lü yıllardaki profili de değişti. Koç olmaları da çok doğal, çünkü birazdan göreceksiniz ki, artık yeni gelen nesil ve dünyadaki bilgi toplumu olma hevesi, bize bunu gerektiriyor. Öğrenme becerilerimizi çok iyi bulmamız gerekiyor.

21’inci Yüzyıl araçlarını karşımızdaki öğrenciler bizden daha iyi kullanabiliyorlar.

21’inci Yüzyıl kavramları, okur yazarlığı, insan yeterliliği de bu konuda son derece önemli.

21’inci Yüzyılın beklentilerini, içeriğini anlamak ve bunu yaratıcı çalışmalarda kullanmak diğer önemli bir yeterlilik..

Daha sonra da, en son nokta; tabii ki, bu öğrenilenleri değerlendirebilme veya bu yeni araçlarla insanları değerlendirebilme, onları ölçme, kredilendirme, akredite etme, bir yerde 21’inci Yüzyılın temel becerilerini yansıtıyor ve bunların hepsini topladığımız zaman, bu 6 küme, bize 21’inci Yüzyıl insan profilini oluşturuyor.

Bunlar işin teorik kısmı ve hepiniz bunlara aşinasınız. Biz, üniversitemizin kuruluşu sırasında ve özellikle yeni öğrenci bulma, üniversitedeki ders müfredatlarımızı düzeltme sırasında öğrenme stillerine çok kafa yorduk. Çünkü, insanların aynı şekilde öğrenmediğini biliyorduk. Aslında, bütün dünyada öğrenme stilleri ve öğrenme duygusu da bizlerin bilgisayar dediğimiz devrimle gündeme geldi. Gördüğünüz gibi en çok araştırmaların 1980’lerden sonra, özellikle, 1982 yılından sonra yoğunlaştığını biliyoruz. Bu araştırmalardan bir tanesi, özellikle, literatürde Kolb öğrenme stilleri diye geçen araştırmadır. Benim iki sene önce kurumumuzda kurduğum, Uğur Kariyer Merkezi’nde kullandığımız ve “Öğrenme Stilleri Testi” diye adlandırdığımız; insanlar nasıl öğreniyorlar, acaba biz bireylerin isimlerinin karşısına, onların nasıl öğrendiğini yazabilir miyiz; yani, bir insan, birisine kartını verdiği zaman, kartta; ben bireysel öğrenebilirim, ben tecrübeyle öğrenebilirim, ben her yolla öğrenebilirim diyebilir mi? Acaba öğrenme her yaşta değişebilir mi sorusuna cevap vermek için özellikle, lise talebeleri üzerinde şu anda yoğun bir araştırma yürütüyoruz. Fakat, tabii, bu teoriler o kadar fazla ki, İnternette bu kaynaklara kolayca erişilebilir. Bunların bir tanesi Kolb ve özellikle ikincisi olan Gardner çoklu zeka teorileri, günümüze damgasını vurmuş. İnsanların üzerinden çok durduğu ve değişik gruplara da aktarılabilecek çoklu zeka öğrenme yöntemleri var.

Şu anda, ben size bu sunuyu yaparken, bir sunum aracı kullanıyorum. Burada resim programı kullanıyorum, biraz da ofis paketlerinden yararlanıyorum, aslında, bunu çıkartan insanların hepsinin, bunu yapan Microsoft şirketinin çoklu zeka ile öğrenim üzerine bir yazılım geliştirdiğini görüyoruz. Bu o kadar bilinçli yapılmış ki, arzu edenler bunu kolaylıkla izleyebilirler. Siz bir ofis paketiyle birlikte her şeyi öğretebilirsiniz. Çok bilinçli olarak seçilmiş, insanları özel öğrenme araçlarına, mantıksal öğrenmelerine, görsel öğrenmelerine yönlendirebilirsiniz ve burada gördüğünüz gibi içe dönük, dışa dönük öğrenen kişilere dönük, her türlü teknolojiyi günümüzde bulmak mümkün.. Demek ki, 21’inci Yüzyıl insanı öğrenme stillerini bilmemiz gereken önemli bir nokta.

Tabii, bu stillerin sizde hepsi olabilir, birkaçı olabilir, değişebilir, 12-13 yaşlarında baskın olarak bir yöntemle öğrenebilirsiniz, daha sonra değişebilir, hedefleriniz farklı olabilir, çevreniz değişebilir, birleşik modlarda öğrenebilirsiniz. Müzik dinleyerek ve müziksel ritimlerle öğrenebilirsiniz. Resimle öğrenebilirsiniz. Hindistan’daki örnekte olduğu gibi dokunarak, elleyerek ve yanılarak, öğrenme yollarına gidebiliriz. Bunun dışında birbirimize danışarak da öğrenebiliriz.

Demek ki, sınıf ortamında, alışılagelmiş öğrenme, artık günümüzde yeterli değil. Değişik stiller bulmamız gerekiyor. O zaman, ben yeni bir öğrenme modeli hayal edeyim, dedim. Bu öyle bir model olsun ki, herkesi öğrenmeye teşvik etsin. Herkes öğrenmek istesin. Öğrenmeyi çok eğlenceli hale getirsin. Öğrenmeyi eğlenceli hale getirmeliyiz; ancak, çocuklar eğlenceli şeyleri öğrenebiliyorlar. Anılarınıza bakarsanız, hep eğlencelerini hatırlarsınız; ama, okuduğunuz bazı kitapları hatırlamazsınız. Onun için öğrenmeyi eğlenceli hale getirmenin bir yolu olması lazım. Bu da o kadar çabuk ve basit yapılıyor ki size bir örnek vereyim. Benim oğlum şu anda Amerika’da eğitim görüyor. Fizik dersinde, serbest düşmede, yumurtayı bir balkondan hocanın kafasına atıyorlar. Hoca yürüyor, o yumurtayı zamanlıyarak atıyor ve hangi zamanlama ile hangisi hocayı vuracak diye inceleme yapıyorlar. Bu bir eğlencedir, onu öğrenen öğrenci hiçbir zaman serbest düşme ve doğrusal hareketi unutmayacaktır. Biz doğrusal hareketin denklemini çok iyi yazabiliriz. Ama bir hocanın başına yumurta atma şeklinde bir deney yapsaydım, bir öğrenci olarak onun formülünü hiç unutmazdım. Demek işimizi eğlenceli hale getirerek yapmamız gerekiyor.

Çoklu zeka stilleri dediğimiz, biraz evvel saymış olduğum, sizlerin de çok iyi bildiği, öğrenme stillerinin çoğunu öğretirken kapsamamız gerekiyor. Hangi konuyu hangi stille anlatacağını öğretmen bilemez, öğrenci de bilemez. Fizik dersi başka türlü anlatılabilir, edebiyat dersi farklı anlatılabilir. O zaman hayal ettiğim bu model, “öğrenci ile öğrenci, öğrenci ile öğretmen arasındaki işbirliğini teşvik etsin”, aynen örneğini verdiğim bir sitede yapılan uygulama gibi.

Bu model, aynı zamanda, öğrenci-öğrenci, öğretmen-öğretmen arasında etkileşimi ve bağlılığı geliştirsin. Öğretmen öğrencisinden birtakım şeyler isteyebilsin, öğrenci tartışarak bir konuyu bulabilsin, öğrenciyle beraber deney yapabilsin, öğretmeni olmadığı zaman da evde deney yapabilsin, raporunu yollayabilsin. Bizleri senelerdir konuştuğumuz öğrenci merkezli bir eğitime teşvik etsin.

Bir de, bu model günümüzde sınırsız öğrenme imkanlarını sunmalı. Toplum içinde yaşayarak öğrenmeyi teşvik etsin, sorumlulukları daha küçük yaştan başlatsın, burada örneğin aşağıda vermiş olduğum elektronik köy projesindeki yapılan bir öğrenme uygulaması gibi. Bir de son derece önemli, öğrenciyi kendini keşfederek öğrenmeye teşvik etsin.

Bir öğrenci bir konuyu öğrenirken, örneğin matematik öğrenirken, yüzde hesaplarını öğrenirken, yine gerçek hayattan bilgi alsın.

O zaman bütün bu konuştuklarımızı topladığımızda, bu amaçladıklarımızı öğretebilmemiz için ben yeni bir paradigma değişikliğine gerek olduğunu düşünüyorum. Birçok ülke bu değişikliğe şu anda gitmiş durumda, ama, biz, hâlâ ülkemizde bu paradigma değişikliğine tam olarak ne başladık, ne heveslendik ne de yapmak için ortak bir konsensüs yaratabildik. Ama ben bunun geç de olsa yapılması gereken bir nokta olduğuna inanıyorum. Bu yeni paradigma, bana göre, klasik sınıfta öğretmenin çok öne çıktığı eğitimin yerine, biraz daha öğretmenin arkada durduğu, bunun yerine öğrenmenin büyük bir kısmının teknolojinin desteğiyle -bu anlattığım bilgisayar destekli eğitim de değil- gerçekleşen yeni bir paradigma olmalı.

Böyle bir paradigmanın, yani “bilgisayarın sağladığı iletişimsel yöntemlerle öğrenme”nin, yeni bir öğrenme modeli olarak dünyada geliştiğini izliyoruz. Bence böyle bir modelin ülkemiz insanı için de, çocukları için de, son derece uygun olacağı düşüncesindeyim. Bu yeni öğrenme paradigmasının elemanları ise, sizlerin çok iyi bildiği; e-posta, sürekli tartışma ortamları, bunun yanında, yine bu teknolojiye uygun senkron haberleşme, benzeşim ve hepimizin çok iyi bildiği dijital teknoloji imkanları. Bu kadar teknolojik imkanla, bu kadar güzel tespit edilmiş noktalarda, acaba bir şeyler yapmada geç mi kalıyoruz? Ben bu sorunun cevabını, sizlerin önümüzdeki günlerde düşünmenizi ve buradaki sayın yöneticilerinde düşünmesini çok kalpten istiyorum. Geç mi kalıyoruz; pek de kalmıyoruz; ama, yarın geç kalabiliriz. çünkü, bunların çoğunu dün yapmalıydık.

Teşekkür ederim.


Prof.Dr.Ruhi C. KAYKAYOĞLU

Lisans ve yüksek lisans derecelerini Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makina Mühendisliği Bölümü'nden (1978 ve 1980) almıştır. Doktora derecesine yönelik eğitimini, Lehigh University (A.B.D.) Makina Mühendisliği Bölümü'nde tamamlamıştır (1984). İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’ne yardımcı doçent (1985) olarak atanmıştır. 1987 yılında aynı fakültede doçent olan Kaykayoğlu, profesörlük ünvanını (1993) İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makina Mühendisliği Bölümü'nden almıştır. 1991 yılından beri Hava Harp Okulu part time öğretim üyesidir. Akademik kariyerinin yanı sıra, İ.T.Ü. Uzay Bilimleri ve Teknolojisi Bölümü’nde bölüm başkan yardımcılığı, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’nde teknik müdür yardımcılığı, İstanbul Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü'nde bölüm başkanlığı yapmıştır. NATO Araştırma Fonu ve ABD Hava Kuvvetleri araştırma projelerini yönetmiştir. Japonya, Hokkaido Üniversitesi’nde (1995) 8 ay misafir öğretim üyesi olarak araştırmalar yapmıştır. Birçok ulusal şirkette bilim, teknoloji ve insan kaynakları eğitim danışmanlığı görevini yürüten Prof. Dr. C. Ruhi Kaykayoğlu'nun; İngilizce, Japonca ve Türkçe hazırlanmış 130'u aşkın makale, kitaba katkı, tebliğ ve araştırma raporu yayınlanmıştır.