1. #1

    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Mesajlar
    342


    Çocuklar Gençler Tartışıyor: Neyi, Nasıl, Niye Öğreniyoruz?

    Prof.Dr.Ayşegül ATAMAN
    GAZİ ÜNİVERSİTESİ GAZİ EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖZEL EĞİTİM BÖLÜMÜ

    Sayın Bakanım, Talim Terbiye Kurulu’nun Sayın Başkanı, saygıdeğer bilim insanları, sevgili gençler; “Öğrenmeyi Öğrenme” etkinliklerinin düzenlendiği bu iki günde, düzenleme kurulu benim de bir tebliğim olsun istedi. Bana geldikleri zaman şöyle bir öneride bulundum; hep biz ülkemizde yapmış olduğumuz toplantılarda, çocukların adına konuşuyoruz, çocuklar nasıl öğrenir, öğrenme stilleri nedir ve neyi, ne yaparlar; ama, biz hiç dönüp de, çocuklara bunu sormuyoruz; yani, “siz nasıl öğrenirsiniz” diye.

    Bu düşünü şöylece oluştu: Bundan epeyce yıl önce üstün zekalılarla ilgili yaptığım bir çalışmada, kaynak taramasında, Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuzey Denizi’nde balık avlamayla ilgili bir sorun yaşadıklarını, bu sorunla ilgili de ne düşünüldüğünü bir bilim adamına sorulduklarında; bilim adamının “ne Sovyetlerin ne de Amerikalıların görüşü beni ilgilendirmiyor, ben balıklar açısından olaya bakıyorum. Balıklar her iki tarafa da yakalanmak istemiyorlar” demiştir. Bu noktadan hareketle, biz hep çocuklar adına konuştuk; acaba, çocuklar bu işe ne diyor, önce onlardan bir duysak ve ondan sonra biz tebliğlerimizi oluştursak teklifinde bulundum. Düzenleme komitesi teklif benden gittiği için bu işin moderatörlüğünü bana verdi, teşekkür ediyorum.

    Şimdi, farklı yaşta ve farklı okullardan gençlerimizle bu konuyu ana hatlarıyla tartışacağız. Ben, şimdi, bu söyleşide bana eşlik edecek, pırıl pırıl gençleri tanıtmak istiyorum. Azra Kahvecioğlu (Maya Koleji, ikinci sınıf), Babür Bahçıvan (Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulu, üçüncü sınıf), Ece Özbilgiç (Erken Başarı Okulları, yedinci sınıf), Burçin Tefor (Namık Kemal İlköğretim Okulu, sekizinci sınıf), Meriç Can Usta (TED Ankara Koleji Özel Lisesi), Serkan Emirzeoğlu (Üniversite hazırlık)

    Efendim, şimdi, gençlerle konuşmadan önce bazı noktalarda sizleri bilgilendirmek istiyorum. Bu konuyu tartışırken bazı okullarda da kabaca bir ‘Çocuklar buna ne diyorlar?’ sorusuna baktık. Nasıl bir eğitim ortamı istersiniz, nasıl olsun sınıfınız, yeni bir şey öğrenirken neler yapmamız gerekir, öğretmenleriniz ne şekilde öğretir, ne şekilde öğretirse daha iyi öğreniyorsunuz? sorularını yönelttik bir grup öğrencimize.

    Öğrenciler sınıfta ders işlenirken, yeni bir şey öğrenirken öncelikli ihtiyaçlarını şöylece belirlemişler: sessiz bir ortam istiyoruz, iyi bir eğitim-öğretim alanı istiyoruz, kural ve dikkatimizi yönlendirebileceğimiz bir mekan olsun istiyoruz, her şeyin nedenini öğrenme ihtiyacı vardır, bunu istiyoruz, anlamlı konular bize öğretilsin istiyoruz, tekrar yapılsın istiyoruz, ders araç ve gereçlerini tam olarak istiyoruz şeklinde. Bir de küçük yaş gruplarını dikkate alacak olursak, gerekli ve yeterli oyuncaklarımız da yoktur. Genellikle Batıda üçüncü sınıfın sonuna kadar çocuklar oyun çağı çocuğu kabul edildikleri için öncelikle oynayarak öğrenmeleri esas alınır.

    “Nasıl daha iyi öğrenirsiniz?” diye sorulduğunda; eğlenerek; ancak, dersin kuralı ve ciddiyeti de olmalı. Araştırma ve örnek tartışmalar yaparak ve deneyerek, çağdaş öğretimle ancak öğrenebiliriz, disiplinli öğretmen, sosyal imkanlar, laboratuvar, sosyal imkanlar, teneffüs ve de bahçe. Evde de tekrar yaparız; ama, drama, resim, müzik, yazı, beyin fırtınası ve proje ile öğrenmek isteriz diyorlar.

    Peki, “Öğretmeniniz nasıl olsun?” dediğimizde de, öğrenciler anlayana kadar dersi tekrarlayan bir öğretmen olsun. Her şekilde iyi öğretmeye çalışsın, uzman öğretmen olsun, disiplinli ve kuralcı bir öğretmen olsun; ama, bize annemiz babamız gibi davranıp, bizi sevsin, güler yüzlü, şakacı ve mümkünse bütün dilleri bilsin diyorlar. “Okulunuzda neler olsun?” denildiğinde, bahçe olsun, çiçek olsun, ağaç olsun, laboratuvar olsun, spor sahaları, yaratıcı eğitim veren bir okul, yöneticiler bile öğrencileri ismen tanımalı, hey! diye hitap etmemeli diyorlar. Derslerin az olduğu, bir sürü eğlenceli yerlerin bulunduğu bir okul olsun, kaliteli öğretmenlerden oluşsun, okul duvarları da renkli olsun, bilgisayarlar geniş kapasiteli olsun, küçük bilgisayarlar değil, yemekler güzel çıksın, içinde mutlaka kanepeler de olsun ki rahatlıkla oturabilelim diyorlar.

    Öğrencilerimizin bir kısmı öğretmenlerinden çok mutlu, okullarından çok mutlu, bir kısmının da yoğun eleştirileri var. Şimdi, bunların neler olduğunu göreceğiz; ama, bir şeyi paylaşmadan söyleşiye geçmek istemiyorum. Bir sorumuz vardı “Sınıfta ders işlenirken en iyi ve en kolay nasıl öğreniyorsunuz, dersleri de dikkate alarak açıklayınız” diye sormuştuk. Öğrencimizin bir tanesi, Türkçe dersinde, kelime oyunları ve değişik hikayeler yazarak ‘sen olsaydın’ şeklinde ders işlenmesini istediğini söyledi. Matematik dersinde hesaplamalarla ilgili zeka oyunlarıyla pekiştirmeler yapılsın istiyor. Fen bilgisi dersinde hayvan ve bitki yetiştirme sorumluluğu ve gözlem evi gezileriyle ders yapılsın istiyor. Sosyal bilgiler dersinde dramalar ve bulmacalarla ders yapılsın istiyoruz şeklinde öğrenciler ana hatlarıyla derslerin nasıl yapılması gerektiğini de bize söylüyorlar. Bakalım buradaki gençler ne söyleyecekler.

    Öğrencilerimize sırasıyla söz vereceğim:

    Azra bize kendini tanıtır mısın? Kaç yaşındasın, kaçıncı sınıfın yeni bir şey öğrenirken, sence, bizim neye ihtiyacımız var? Öğretmen sana yeni bir konu anlatırken nasıl öğreniyorsun?

    AZRA – Adım Azra, soyadım Kahvecioğlu. 7 yaşındayım. Özel Ankara Maya İlköğretim Okuluna gidiyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra’cım sana sorsam biraz önce okudum, ablaların söylediği yanıtları. Yeni bişey öğrenirken neye ihtiyacımız var bizim sence?

    AZRA – Efendim?

    AYŞEGÜL ATAMAN – Yeni bir şey öğrenirken ne yapıyosun, yeni bir konuyu öğretmen sana söylediği zaman nasıl öğreniyorsun?

    AYŞEGÜL ATAMAN – Öğretmen sana söylediği zaman?

    AZRA - Hem dinleyerek hem de okuyarak öğreniyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Bütün arkadaşların da böyle mi öğreniyor?

    AZRA – Sanmıyorum...

    AYŞEGÜL ATAMAN – Nasıl öğreniyorlar?

    AZRA – Çoğunlukla onlar dinleyerek öğreniyorlar.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sen ne yapıyorsun öğretmenin yeni bir konuyu sana verdiği zaman?

    AZRA – Öğretmenim yeni bir konuyu bana verdiği zaman, eğer öğretmenim anlatırsa dinlerim. Önünüzdeki şeyi okuyun derse de okurum. Ne derse de yaparım.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Ne derse yaparsın, peki... Babür’cüm sen ne yapıyosun?
    yeni bir şey öğrenirken öncelikle.

    BABÜR – Biz yeni bir şey öğrenirken, öğretmen genelde ilk önce okutuyor, ondan sonra da anlatıyor ve bize de anlattırıyor. Böylece herkes dersi daha iyi anlamış oluyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sen iyi anlıyor musun bunları yaptığın zaman?

    BABÜR – Evet

    AYŞEGÜL ATAMAN – Başka bişey yapıyor musun?

    BABÜR – Başka birşey...genelde okuma ve öğretmen anlatma yaptırıyor, derste ilk önce bunu yapıyoruz. Biraz daha ilerlediğimizde de onun hakkında öğretmen bize sorular soruyor, yani sözlü sınav gibi. Derslerde bunları işliyoruz.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki...Ece senin için sorsam aynı şeyi; yani, yeni bir şey öğrenirken öncelikle ihtiyacımız nedir?

    ECE – Biz konuyu öğrenmeden önce, öncelikle bizim fikrimiz sorulmalıdır, bizim ne düşündüğümüz sorulmalıdır, biz, o konu hakkında neler biliyoruz. Bunu da beyin fırtınasıyla halledebiliriz, yapabiliriz. Bizim fikirlerimizi öğrenmeliler, biz okul hakkında neler düşünüyoruz, neler öğrenmek istiyoruz. Bunları ilk önce kendimiz tartışırız, daha sonra öğretmenin etkili anlatımıyla, bizim de katılımımızla, konuyu işleriz.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, sen dersin buna?

    BURÇİN – Bence de beyin fırtınası yoluyla öğrenme gerçekleştirilmelidir, bu yöntemle konu kavranmalıdır; yani, daha çok bizim ne düşündüğümüzün öğrenilmesi önemlidir. Daha sonra hocalar bize bilgiyi verdikten sonra, o verilen bilgiyi ne kadar alabilmişiz, tekrar dersin sonunda veya konunun sonunda o bilgiden neler alabilmişiz, nerelerden ve nasıl yararlanabiliriz şeklinde çeşitli diyaloglar kurulması gereklidir. Ben bu şekilde öğrenirim.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, Meriç Can sen nasıl yapıyorsun bu işi?

    MERİÇ CAN – Şimdi, yeni bir bilgi aldığımızda; bizim önce ‘bu bilgiyi bir şekilde nasıl kullanabilirim’ veya ‘bununla nasıl bir mantıksal, bazı tutarlı şeyler elde edebilirim’, ‘ben bunu günlük yaşamımda veya daha önce bildiklerimle veya daha önce sorguladıklarımla nasıl bağdaştırabilirim’ önce bu sorulara cevap vermemiz gerekiyor. Ondan sonra bizim burada almamız gereken eğitim, belirli bir yerde neyi öğreneceğimizin bize tek tek kalıplar halinde verildiği değil, ama öğrenciye bu şeyi öğrenme merakının verildiği etkin bir öğretim biçimi olmalı veya da ben bunu böyle öğrendiğim için böyle bir genellemeye gidiyorum. Bana sorarsınız, eğitimde eğer yeni bir şey öğretiliyorsa, bununla ilgili kaynaklar ve bizi meraka yönlendirebilecek, günlük yaşamdaki bazı problemlerin çözümlerine bu yoldan ulaşabilmemizi sağlayabilecek belirli noktalar verilmeli ve biz çağrışımlar yoluyla, özellikle de bu çağrışımlara çok dikkat çekiyorum; çünkü, bu bizi formel kalıpları direkt ezberlememizden uzak tutuyor, ezberlemekten kastım, burada kayıt etmek, belirli bir dayanak olmadan, bize bir dayanak sağlıyor ve bu bilgileri belirli bir yerde öğrenmeye devam edebiliyorum. Tabii, şöyle bir sorun da var. Şimdi, yeni bir bilgi öğrenmek diyoruz ama, bu yeni bilginin nasıl öğrenileceği belirli bir yerde kurallara tutunmuş durumda. Müfredat diye bir şey ortada ve bu müfredat sonuç olarak görünmeli; çünkü, bireylerin kendi ekonomik ortamında neler yapacağını sağlayabilmek için de, yani belirli bazı kalitelerini öğrenebilmek için de bunlar verilmek zorunda. O zaman, eğer bu bilgiler, kalıp halinde bize, yani nelerin verildiği bize kalıp halinde verilecekse, bari bunları bir mantıksal sıra içerisinde, yani kolaydan zora doğru giderek ve insanın sorgulama sürecine önem vererek, katılımcı bir eğitimle verilmelidir.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, Serkan sen ne diyorsun? Serkan biraz kendisinden bahsetsin, O üniversiteye hazırlanıyor. Bütün öğretimini bitirdi.

    SERKAN – Kanunu Lisesi öğrencisiydim, iki yıl önce öğretimi tamamladım, şu anda üniversiteye hazırlanıyorum. Benim ilk istediğim şey, bu devlet okulu mezunu olmamdan kaynaklanıyor; az önce arkadaşlarımızın sıraladığı şeyleri bize verebilecek öğretmenler istiyorum ben. Bu kapasiteye sahip öğretmenler istiyorum. İlk gereken bu; çünkü, size ne verilirse, onu alırsınız, yani sadece bu yeterli benim için. İlk önce iyi bir öğretmen, daha sonrasını ben yaparım.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Serkan öğretmene döndü, şimdi hepinize teker teker soruyorum; öğretmenlerinizden memnun musunuz? Babür senden başlayalım. En sevdiğin yanı ne, pek de hoşuna gitmeyen yanı ne?

    BABÜR – Öğretmenimizin en sevdiğim yanı dersleri anlatırken hep bizi güldürerek anlatıyor, bu benim çok hoşuma gidiyor, sınıftaki birçok arkadaşımızın da hoşuna gidiyor. Öğretmenimizin her şeyi iyi, sevmediğim bir yanı yok. Diğer arkadaşlarımın düşüncelerini bilemem ama, gördüğüme göre herkes seviyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Azra, sen?

    AZRA – Öğretmenimin dersi anlatarak ve iyice akla getirerek öğretmesi benim çok hoşuma gidiyor, benim de sevmediğim bir yanı yok.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Neler yapıyor öğretmenin derste, ders anlatırken?

    AZRA – Ders anlatırken, bize bazen canlandırma yaptırıyor, bazen de yapraklar hazırlayarak, anlatarak işletiyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sevmediğin yanı yok mu yani?

    AZRA – Yok

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sırayla gidelim....öğretmenlerinizden, beğendiğiniz özellikler beğenmediğiniz özellikler...

    ECE – Ben önce öğretmenlerimden çok memnunum. Benim en beğendiğim özellikleri yeniliklere açık olmaları. Hep böyle eski sistemde değiller, kuralcı, ezberci, bunlar hiç hoşuma gitmiyor, yani bunları hiç yaşamadım, iyi ki yaşamadım; ama, öğretmenlerim sayesinde, onlar yeniliklere açıklar. Yeni çağın eğitim sistemini araştırıyorlar, biliyorlar ve bize gösteriyorlar. Bunlar nasıl olabilir? Mesela bizim aktif olarak katılabileceğimiz derslerle, bizim canlandıracağımız dramalarla bu daha iyi pekişebilir. Ben böyle düşünüyorum.

    BURÇİN – Ben açıkçası bazı öğretmenlerimden memnun değilim; çünkü, bazı öğretmenler gerçekten yaşları doğrultusunda değil, evet, belli bir yaşı geçtikten sonra, herkeste olduğu gibi, kendi gelişimini bitirdiğine inanıyor, benim artık bundan sonra bir şey öğrenmeme gerek yok, ben zaten bilgileri veriyorum diye düşünüyor. Fakat, bazıları ileri yaşlarda bulunsalar bile, yeniliklere açık, öğretmeyi yeni çeşitlerle yapmaya çalışıyorlar. Ama, bence, bu yeniliklere açık olmayan, gelişimini tam olarak tamamladığını düşünen hocaları denetlemekle ilgili problemler olduğunu düşünüyorum. En azından, yani bir hoca gelişimini tamamladığını, öğrenciye bir şey veremediğini öğrenciye hissettiriyorsa, o hocanın devam etmemesi gerekiyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki neler yapıyor bu hocalar? Neden bu kanıya varıyorsun?

    BURÇİN – Bu tür hocalar şunu yapıyorlar; mesela, yeni bir fikir ortaya sunuyoruz, fikre karşı çıkmıyor fakat bizim görüşlerimize pek fazla önem vermiyor veya sadece bazı konulardaki görüşlerimize önem veriyor. Mesela beyin fırtınası yöntemini kullanmıyorlar ki, bu bizim en çok öğrenmemizi sağlayacak yöntem olduğuna inanıyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Zannediyorum sen dershaneye de gidiyordun. Orada farklı bir şey mi yapılıyor?

    BURÇİN – Evet aynı zamanda dershaneye gidiyorum. Orada farklı bir şey yapılıyor. Çünkü, kendilerini denetleyen bir insan var her zaman, daha disiplinli ve daha sıkı bir yönetim var, o yüzden hocalar ne olursa olsun, sizin görüşlerinize çok önem veriyorlar. Ayrıca, hocalar kendilerini sürekli geliştirmek zorunda olduklarının farkındalar. Dershanede yeniliklere daha açık oluyorsunuz; fakat, okulda da yeniliklere açık öğretmenler tabii ki, var. Bunlar farklı zaten ve bunları seviyorsunuz. Bence eğitim sisteminden dolayı yeniliklerin kendini bitirdiğini düşünen öğretmenler çok fazla.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sen ne düşünüyosun bu konuda?

    MERİÇ CAN – Şimdi, burada bazı hocalarımı seviyorum, bazılarını sevmiyorum diyeyim; ama, öğretmenlik mesleğine biraz baktığımız zaman, yani onlarla empati kurmaya çalıştığımda; gerçekten, öğretmenlik biraz zor bir iş. Benim için ideal öğretmen fikri, her öğrencinin kendi öğrenim stiliyle ve kendi kişiliğine göre davranan bir öğretmen biçimi. Tabii ki, her öğretmenin üzerinden geçen ve hele de bu ekonomik durumda ve büyük sınıflarda, kalabalık sınıflarla, her öğrenci ile teker teker ilgilenmesi, oturup, işte derslerini hazırlaması, ondan sonra bunları aktarması, anlamayanlarla bir daha uğraşması, sınıfın tümüyle ilerleyebilecek bir program getirmesi, bu programda geri kalan insanları ileriye çıkarmaya çalışırken, diğerinin programdan memnuniyetsiz kalışını telafi etmeye çalışması gerçekten çok zor bir durum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Kaç kişi sınıfınız?

    MERİÇ CAN - Bizim sınıf 26 kişi, ama ben daha önce devlet okulundan geldim, 71 kişilik bir sınıf idi. Bir de şu var; ben öğretmenlerimizin açıkçası dogmalardan uzak olmasını tercih ederim. Ama, şöyle bir durum da var; kitaplarla verilen bir de doğrular var ve siz bu doğrulara göre notlanıyorsunuz ve bu doğrulara göre toplumda belirli bazı sınıflara getiriliyorsunuz. Ben, eğer kendi sürecimde -ne cevap bulursam bulayım- eğer orada verilen cevabı, eğer ben veremiyorsam, o zaman, toplum beni belirli bir yerde doğruları bilmiyor şeklinde, beni uzaklaştırmış oluyor ve beni ona göre düşük bir seviyeye koyuyor. Bu nedenle, insanın belirli bir yerde sorgulama mekanizmasını bitiriyorsunuz. Burada hem ekonomik zorluklar var hem öğretmenin vermek zorunda olduğu belirli bazı doğrular var. Öğretmenlerimin, ben genellikle çağrışımlar yoluyla bunları öğretmesini ve bana merak edeceğim sorular vermesini, en azından, kendimce sorular bulmayı istiyorum; çünkü, kendimi ben meraklı biri olarak görüyorum; ama, kendi okuduğum sınıfta, böyle düşünmeyen ve belirli bir yerde iyi not alabilmek için veya bu eğitim sistemiyle toplum beni bir şekilde iyi bir yere koysun, ondan sonra ben kendimi ilerletirim diyen insanlar da var. Şimdi, ben eğitimimle tatmin olurken, o insanlar ne yapacaklar? Her insanın özel değerlendirilmesinde bir sorun olduğu kanısındayım.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Serkan senin sınıfın kaç kişilikti, mezun olduğun okulda?

    SERKAN – Pek hatırlamıyorum ama 30 - 35 kişilikti sanırım.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki bir konuyu öğrenirken neyi tercih ediyosunuz, okunmasını mı istiyorsunuz, siz mi okumak istiyosunuz, mutlaka görmeniz mi lazım yoksa materyali elinize aldığınız zaman dolanır mısınız, ne yaparsınız, nasıl öğrenirsiniz? Okuyarak mı, yazarak mı, resim yaparak mı, müzik dinleyerek mi? Babür sen nasıl öğreniyorsun?

    BABÜR – Biz, az önce de söylediğim gibi anlatarak öğreniyoruz.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sen kendin öğrenirken, öğretmen anlatırken değil. Bişey öğrenmen gerektiği zaman, anlatıldığında mı daha iyi öğreniyosun?

    BABÜR – Evet, genelde işlediğimiz konunun sonlarına doğru, biz mesela resim derslerinde, o konu hakkında resimler yapıyoruz, bu da bizi bilgiye götürüyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Kaç kişiydi sizin sınıfınız?

    BABÜR – Yaklaşık 41-42 kişi vardır. Ondan sonra, öğretmen genelde bir ödev verince, o konu hakkında şu konuyu araştırın diye veriyor genelde, araştırmalar yapıyoruz ve o konu hakkında bulduğumuz bilgileri yazarak öğretmenimize gösteriyoruz.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Çok mu yazıyosunuz, yazılı ödeviniz çok mu?

    BABÜR – Ödevlerimiz baş günlerde çok fazla değildi, ortalama idi, ama son günlere doğru bayağı ödevlerimiz düşüyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Artıyor mu, azalıyor mu?

    BABÜR – Artmıyor, iniyor, azalıyor gittikçe azalıyor? Öğretmen bazen zor şeyler verse de yapabiliyoruz.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra sen nasıl öğreniyorsun, daha kolay. Yazarak mı, okuyarak mı?

    AZRA – Dinleyerek...

    AYŞEGÜL ATAMAN – Dinleyerek, canlandırarak, resim yaparak, müzik?

    AZRA – Dinleyerek ve canlandırarak öğreniyorum daha iyi. Canlandırmada kendini o kişinin yerine koyarak empati kurabiliyorsun.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Başka ne yapıyosun?

    AZRA – Bazen de dinliyorsun. Dinleyince de daha kolay öğreniyosun.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki en çok hangi dersten ödevlerde sıkıntın var? Ödev var mı?

    AZRA – Ödev var.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Hangi dersten daha çok ödevin var?

    AZRA – İngilizce.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki aran nasıl İngilizceyle?

    AZRA – İyi.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Yazması çok mu?

    AZRA – Yazması çoğunlukla var.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Daha önce konuştuğumuzda pek yazılı ödevden hoşlanmıyordunuz değil mi? Aynı fikirde misiniz hala? Babür sen de sevmiyordun yazmayı.

    BABÜR – Ben yazmayı çok fazla sevmiyorum, ama kaptırdım mı, bir sayfa yazıyorum, yine de bir satır yazmış gibi oluyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, mesele kaptırman da di mi?

    BABÜR – Evet

    AYŞEGÜL ATAMAN – Azra sen canlandırıyorsun? Yazma?

    AZRA – Yazmayı seviyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sizler nasıl öğreniyorsunuz? Sizler daha yetişkinsiniz?

    ECE – Bence öğretmenin hangi öğrencisinin nasıl öğrendiğini bilmeli öğretmen ki öğrencisine ona göre ders verebilsin. Her okulda, her şekilde mümkün olmayabilir. Bizim sınıf 15 kişi ve bu mümkün olabiliyor. En azından gruplarla, yani hangi grubun nasıl öğrendiği, yani ben anlattığım zaman mı öğreniyor, okuduğu zaman mı öğreniyor, canlandırdığı zaman mı öğreniyor, müzikle ilgilendiği zaman mı öğreniyor, bunu bilmeli. Ben açıkçası, her şekilde öğreniyorum, ama bence en önemli olan; bizim katılımımız ve bizim canlandırmamız; çünkü, öğrendiğimiz konuları canlandırdığımız zaman hem kendimiz o anı yaşamış oluyoruz hem biz canlandırmış oluyoruz. Bence bu çok önemli. Ve de ödev olarak projeler bence çok gerekli; çünkü, bizim kendimiz seçtiğimiz konuyu, kendimiz evde araştırarak, kendimiz bularak, keşfederek öğrenmemiz çok önemli. Ayrıca, bu proje illa bilgi olmayabilir, bunun yanında o konuyla ilgili fıkra bulunur, oyun, öykü, fıkra gibi bunlarla birlikte projemizi daha da zenginleştirebiliriz ve bunu arkadaşlarımıza sunarken, arkadaşlarımız sıkılmaz, hem bilgi edinirler hem de eğleniriz. Ayrıca, ödevlerde bizim fikrimizin sorulması çok önemlidir. ‘Sence bu nasıl olmalı?’ diye katılımımız olmalı. Bizim fikrimiz çok önemli, çünkü öğrenen biziz. Hedef olan biziz, bizim karar vermemiz gerekiyor bence. Dolayısıyla, bu tür ödevler bizim ne düşündüğümüzü anlatır hem de öğretmenin bizim hakkımızda ne düşündüğünü daha iyi anlamasını sağlarız.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Burçin, sen?

    BURÇİN – Ben araştırarak daha rahat ve daha kolay öğrenebiliyorum. Ödevler meselesinde bence de araştırarak öğretilmelidir. Ödevler araştırma konusunda olmalıdır. Ders kitaplarını veya herhangi bir kitabı açtığımız zaman, onun tanımını yazmak olmamalı sadece ödev.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki ödevler araştırma türü mü oluyor, sana gelen ödevler?

    BURÇİN – Bazı derslerde evet ama sosyal bilgilerdeki ödevler fazla öyle olmuyorlar. Bunlar daha çok ezbere dayalı oluyor; yani, bizim düşünce gücümüzü kullanmamıza, araştırma gücümüzü kullanmamıza yönelik ödevler olmuyor. Daha çok fen bilimlerindeki ödevler bizim araştırmamıza dayalı oluyorlar.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sen fen’i de seviyodun di mi?

    BURÇİN – Evet, bence öğretmenler de bu konuya özen göstermelidirler. Çünkü, araştırmada, bizim hayal gücümüzü, bizim ne yapabileceğimizi belirler. Ben öyle olduğuna inanıyorum en azından. Bizim hayal gücümüzü sadece -mesela- elektriğin nerelerde kullanıldığı yönünde olmalı, sadece ısıtmada kullanılıyor olmamalı, bize bunu bırakmalıdırlar. Elektriğin nerelerde kullanılacağını biz araştırmalıyız. Belki farklı yerlerde kullanım alanları da bulabiliriz. Bence herşey bize bırakılmalı, araştırmamıza.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Evet...

    MERİÇ CAN – Verilenlere karşı benim onlara düşüncelerimi katabiilmem ve o düşüncelerimin sonuçlarına göre, onu bir şekilde yapmalıyım. Mesela elektrik konusu verildiği zaman ben bunu işte oradaki elektron denizindeki hareketten başlarım, ondan sonra ona göre belirli bazı yorum ve sonuçlara giderim, yani araştırarak yorum yaparım.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Araştırarak, yoruma doğru giderek.

    MERİÇ CAN – Ödevler konusuna gelince, benim bulunduğum müfredatta biraz daha farklı bir ödev sistemi işleniyor. Sürekli öğrencinin düşünme yetisine yönelik ödevler veriliyor. Örneğin, 4 000 kelimelik uzun bir tez yazıyorsunuz veya 1 000 kelimelik mesela dünya edebiyatına yönelik 3 tane kitap arasında eleştiren, düşünmeye dayalı tezler yazıyorsunuz. Fakat, benim ödevlerle ilgili şöyle bir sorunum var. Ben yazmaktan nefret eden bir insanım ve düşüncelerimi yazmaktan ziyade kendim sorgulayarak ve sözel bir şekilde kendim de tartışarak cevap vermeyi yeğliyorum. Hatta yazmak benim için o kadar şey bir şey ki, buna daha önce koşullanmışım, buna cevap bulamadım, defter bile tutmuyorum ve önüme sınav geldiğinde, bunun neden olduğunu açıklayınız deyince, açıkçası üşeniyorum. Yani, kalkıp da, sözlü bir şey olsa, öğretmenin karşısına geçsem, ben bunu sözlü bir şekilde anlatsam, o da beni anlasa, çok daha iyi olur.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Bitecek heralde bütün sorunlar, o zaman?

    MERİÇ CAN – Bir de şu var; ben öğrendiğimde, öğrendiğimi tekrarlamaktan ziyade öğrendiğimi uygulamaya daha çok önem vermeliyim. Öğrendiğimle etrafımdaki diğer merak ettiklerimle bağ kurabilmeliyim; yani, onlardan bazı felsefi sonuçlar çıkarabilmeliyim mesela. Onları sadece bir fen bilgisi olarak veya bir sosyal bilgisi olarak şeyi olarak değil, ne bileyim, herhangi bir siyasi olayla da bunun bir bağlantısı kurabilirim. Tamam çok komik görünebilir; ama, belirli bir yerde bir bağlantısı kurulabilir.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Serkan sen ne düşünüyosun?

    SERKAN – Ben daha çok tartışarak öğrenmeyi çok seviyorum; çünkü, tartıştığımız zaman nerelerde yanıldığımızı veya sizin doğrularınızın üstünde ne kadar doğru olduğunu daha iyi anlayabiliyorsunuz. Ben bunu dershanede öğrendim. Okulda çok fazla böyle tartışma ortamı bulamıyorsunuz. Hoca geliyor oturuyor, kitabı önünüze açtırıyor ve okumanızı istiyor. 45 dakikayı dolduruyor, kapıyı çekip gidiyor. Ödev konusunda ise, ben lisede 3 sene boyunca, benim ödevim sadece, misal sayfa 69, konuyu okuyun ve konunun sonundaki değerlendirme sonuçlarını okuyun oldu. Sadece bu kadar. Başka bir ödev şekli görmedim. İlköğretimde ise, sayfa sayısı değişiyordu bu hususta, o kadar.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki, okul nasıl olmalı, sınıf nasıl olmalı? Mevcut okulunuzdan, sınıfınızdan memnun musunuz? Okulun içinde neler bulunmalı? Babür okulunda mutlu musun?

    BABÜR – Okulumdan çok mutluyum, okulumda bir değişiklik olmasını istemiyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Bahçeniz var mı okulunuzda?

    BABÜR – Bahçemiz var, çok büyük bir bahçemiz var, bir tören alanımız var.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Spor alanınız var mı?

    BABÜR – Spor alanımız...bahçede yapıyoruz ama salonumuz ayrı bir yerde.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Başka..? Laboratuvarlarınız? Çiçekleriniz?

    BABÜR – Genelde çok fazla bir yeşillik yok, ama arka tarafta biraz ağaç var. Yeşillikler yok, çok az bir durumda yeşillik var. Okulumuz çok güzel bir yer, ama okulumuza biraz daha ağaç ve çim ekilmesini isterdim.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Daha fazla ağaç olsun istiyosun...

    BABÜR – Evet aslında çim ekildi ama daha çıkmadılar. Ondan sonra okulun içi çok güzel ve sorun yok.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sandalyelerin, sıraların rahat mı?

    BABÜR – Evet rahat, bazıları kırık. Ama bu bizi rahatsız etmiyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Kırıklar seni rahatsız etmiyor?

    BABÜR – Evet, bir çoğu sırada çok fazla kırık vardı ve alt yerleri yoktu. Onlar değiştirildi ve şu anda depoda bekletiliyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sınıfınızda neler var, sınıfın içinde?

    BABÜR – Sınıfımızın içinde öğretmen masası, dolap, resim şeridi, 3 tane panomuz var.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Neler var panoda?

    BABÜR – Genelde yazı ve resim kağıtları vardı ama yazılar biraz arttığı için resimleri tamamen çıkardık. Bir tanesini ortaklaşa kullanıyoruz.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sen sabahleyin mi gidiyordun okula, öğleden sonra mı?

    BABÜR – Öğleden sonra.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sabahleyin ne yapıyordun?

    BABÜR – Sabahleyin etüde gidiyordum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Saat kaçta gidiyordun, yedi buçukta mı?

    BABÜR – Yedi buçukta değil de yedi gibi etütde oluyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Okula ne zaman gidiyorsun?

    BABÜR – Okula da on iki buçuk gibi gidiyoruz.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Oradan eve ne zaman geliyordun Babür?

    BABÜR – Oradan eve altı gibi...altıyı on geçe evde oluyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sonra ne yapıyorsun, altıyı on geçeden sonra?

    BABÜR – Altıyı on geçeden sonra annem çalıştığı için genelde geç geliyor, yedinin üzerinde.

    AYŞEGÜL ATAMAN – O zamana kadar ne yapıyorsun?

    BABÜR – Oturuyorum, televizyon seyrediyorum, bazen de uyuya kalıyorum, sonra uyanıyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Ödevler etütde mi yapılıyor?

    BABÜR – Ödevler etütde yapılıyor ve ödevlerde hiçbir zorlanma olmuyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sana kolay geliyor.

    BABÜR – Evet. Genelde ben ödevlerime çok düşkün biriyim, ödevimi yapamaz olduğum zaman, çok üzülürüm ve yapabileceğim bir şey ise, okulda yapabilirim, şiir ezberlemem varsa, evde yapamazsam, genelde okulda ezberliyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra, sen memnun musun okulundan, neler istiyosun?

    AZRA – Okulumun içi çok güzel, ben içinden memnunum da bahçede fazla katılık var yani çok yeşillik yok. Ben daha çok yeşillik olmasını isterim.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Ağaç ve yeşillik istiyorsun...başka neler olsun istiyorsun okulda?

    AZRA – Okulda daha teknolojik şeyler olsun istiyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Mesela?

    AZRA – Mesela televizyon var, ama her katta yok, her katta olsa daha iyi olur.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Bilgisayarlar nasıl, yeterli mi? Çok çalışıyor musun orada?

    AZRA – Bilgisayar yeterli. Bilgisayarda ben çok çalışmıyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki başka ne istiyorsun?

    AZRA – Başka bir şey istemiyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sınıfınızda neler var?

    AZRA – Sınıfımızda üç tane pano var, birisinde Atatürk ile işlediklerimiz var, birisinde etkinlikler olarak yaptığımız şeyler var, üçüncüyü de ortaklaşa kullanıyoruz.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sen tam gün gidiyorsun değil mi okula? Sabahleyin kaçta gidiyorsun?

    AZRA – Evet, sabah 08.35’te derslerimiz başlıyor, saat 16.10’da bitiyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Ondan sonra ne yapıyorsun?

    AZRA – Sonra ödevim varsa ödevlerimi yapıyorum, ödevim yoksa da evde oynuyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Neler oynuyorsun mesela?

    AZRA – Evde atarim var.

    &#39; ÇALIŞMADAN, ÖĞRENMEDEN, YORULMADAN, RAHAT YAŞAMANIN YOLLARINI ALIŞKANLIK HALİNE GETİRMİŞ MİLLETLER; EVVELA HAYSİYETLERİNİ, SONRA HÜRRİYETLERİNİ VE DAHA SONRA DA İSTİKBÂLLERİNİ KAYBETMEYE MAHKUMDURLAR...&#39;<br /><br />Mustafa Kemal ATATÜRK

  2. #2

    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Mesajlar
    342

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sizler nasıl okul istersiniz?

    ECE – Bence okul bizim rahat edeceğimiz ve her türlü araştırma için veya başka şeyler için imkanlarımız olmalı, bilgisayar, televizyon, video olmalı. Video da çok önemli. Çünkü izleyerek öğrenmek çok önemli. İngilizce dersi varsa, film izleyerek kulağını geliştirirsin veya tarihsel olayların kasetlerini izleyebiliriz. Onun dışında sınıflarımızın konforlu olması gerekiyor. Diğer okullardaki sıraları ben hiç beğenmiyorum, değiştirilmesi gerekiyor. Mesela bence sıra ve sandalye ayrı olmalıdır. Diğer okullardaki sıraları hiç beğenmiyorum. Rahat edebilmemiz gerekir. Sınıfın geniş olması lazım. Bir de ben burada formaya değinmek istiyorum. Bizim okulda biz serbest giyiniyoruz ve biz bundan çok memnunuz. Rahat edebiliyoruz, istediğimiz gibi giyinebiliyoruz, zorunluluk yok, istediğimi giyinebiliyorum, rahat ediyorum. Güzel bir şey, bütün okulların böyle olmasını diliyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki ilave birşeyler olmalı mı okulunda? Herşey tamam mı okul binası içinde?

    ECE – Spor salonu var, ama bana göre biraz yetersiz, daha güzel olmalı. Ben aslında okulumdan çok memnunum, güzel bir okul. Önemli günlerde gösteriler yapıyoruz; fakat, veliler sığmıyor, daha büyük bir konferans salonu lazım; ama, yine de ben çok memnunum.

    BURÇİN – Sınıfta U sistemi kullanılması gerekiyor, öğretmenle bire bir göz temasının olması gerekiyor. Sınıfın ücra köşeleri oluyor. Biz 40 kişiyiz, bu nedenle öğretmenle temas biraz zor olabiliyor. Ayrıca, serbest kıyafet meselesine katılıyorum, doğru bir şey; ama, benim okulum devlet okulu, ben alabilirim veya bir başka arkadaşım alabilir, ama herkesin serbest giyebileceğine inanmıyorum yani. Mesela okulda daha çok böyle bir alan oluşmaya başlayacak, birisi giyiyor ben de giyeyim olacak. Açıkçası devlet okullarında karşıyım. Pantolon gibi okul kıyafetlerine uygun şeyler giyilir.

    ECE – Benim bir önerim var o zaman forma veya okulun kıyafeti daha rahat olmalı, yani daha kullanışlı olmalı. İlla siyah etek, gri etek gibi zorunluluk olmamalıdır.

    BURÇİN – Bende katılıyorum. Mesela insanlar sınırlandırmaların arkasına geçmek isterler. Bir şeye zorlanıyorsak, en ufak bir fırsatta veya günde onun dışına çıkmayı isteriz. Buna katılıyorum. Bizim okulda 6’ncı sınıflardan itibaren sınıf mevcudu 20 kişiye düşürüldü. Bu yönteme inanıyorum, iyi olacak. Okulda yeterince öğrencinin teknolojiden yararlanması da biraz öğretmenlere bağlı bir şey bizim okulda. Gerekli materyallerimiz var fakat öğretmenin derste onu kullanımıyla ilgili bir sorundur. Bazı öğretmenler dersini sadece sınıfta işlemeyi severler; yani, bununla ilgili teknolojiden yararlanmak istemeyen öğretmenler var; fakat bazıları da ellerinden geldiği kadar bizi dinliyorlar, bizim çeşitli uğraşlara yönelmemizi istiyorlar, etkinliklerde bulunmamızı istiyorlar. Bunların artırılması gerekiyor. Öğrenci sadece öğretmenin anlatmasıyla, sadece kitabı okuyarak veya başka bir şekilde anlayamaz. Bazılarının görsel olarak anlama yetisi daha fazladır. Bazısı duyarak daha iyi anlayabilir. Ayrıca, bizim okul müfredat kitapları gerçekten güzel. Bize sürekli sorular soruluyor, deneyler yapılıyor, daha çok düşünmeye itici kitaplar olmuştur. Fakat, eğitim sistemi buna yönelik bir şey değil, biz sınavlara zorlanıyoruz ve sınavlarda hiç kimse bize sizin bunun hakkında fikriniz nedir diye sormuyor. Mesela liselere giriş sınavı, en önemlisi üniversite sınavı gibi. Bence ya eğitim sistemini değiştirmeliler, bizim düşüncelerimize uygun bir sistem getirmeliler. Ki bu çok zor. Kitapları da biraz uygun bir şekilde yazılması lazım.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sınavlar nasıl olmalı o zaman?

    BURÇİN – Sınavlar olmamalı bence, okulda en azından öğretmenler kendileri bir sınav yapmalılar. Küçük sınavlar yapmalılar, fakat bizim not ortalamamız önemlidir. Öğrencinin başarısının daha fazla bir etkisi olmasına inanıyorum. Sınavda bazı insanlar başarılı olamayabilir. Bu sınavda kesinlikle başarılı olmak zorundayım dediğiniz zaman, daha çok hata yaparsınız veya daha çok heyecanlanmanızdan dolayı daha çok kaybedersiniz, daha rahat olan öğrencilere göre daha çok zorlanırsanız diyeyim. Bence bu eğitim sistemi yanlıştır.

    AYŞEGÜL ATAMAN – ...Değişmesi lazımdır. Peki Meriç Can sen bize...devlet okulu ile koleji kıyaslarsan, neler söyleyebilirsin?

    MERİÇ CAN – Bir kere devlet okulu ile özel okul arasında, gerçekten, ekonomik bakımdan ve ekonominin getirdiği bazı dinamikler konusunda çok büyük farklılıklar var. Bir kere devlet okulunda kesinlikle öğretmen öyle bir görevdedir ki, öğrenciye öğretecek, yetiştirecek, akşamleyin kendi sorunlarıyla uğraşacak, sınıflar soğuk, hiçbir şekilde bir materyal yok, kitaplar sınıfın yarısının elinde, o kitapları bölüştürmeye uğraşacak, 70 kişi var, 70 kafadan ses çıkıyor, bunlarla uğraşacak, onları susturmaya çalışacak, bir sonraki gün bir daha gelecek, tahtaya yazacak, bir sürü öğrenci var, hiçbirinin isimlerini bile bilmiyor ve her öğrenciye sonuçta her öğrenci disiplinsizlik yaptığında, onlarla bir iletişim kuramadığı için, onları belirli bir yerde tutmak zorunda. Bu hepimizde var. Orada öğretmen misyonu var. Ben burada öğretmeni küçümsemek için söylemiyorum, gerçekten, çok değerli öğretmenler var. Belirli bir yerde, bir anda, iletişimsizlikten dolayı cezalandırma yoluna gidebiliyor. Bu cezalandırma fiziksel yoldan ve öğrencinin psikolojik durumunu bozacak şekilde olabiliyor. Çünkü, burada öğrenciye bir değer verme olayı pek söz konusu olmuyor; ama, özel okullarda da şöyle bir sorun var: Sadece öğrencilerin kendi işlerine yarar olanlarına değer gösteriyorlar; yani, özel okullarda da pragmatik bir yaklaşım görüyoruz. Devlet okullarındaki sayılara indirgeyici anlayışı burada pragmatik bir anlayış olarak görüyoruz. Bu sefer de imkânlar ve her türlü olanak, sadece, belirli bir yerde zeki olduğunu düşündüğümüz insanlara verilirken, diğer kişilere sadece bu özel okulda okudukları için bir pazarda olmanın zevkini yaşıyorlar. Çünkü, biliyorsunuz özel okullar artık, nerede olursa olsun, bir yerde kendinizi pazarlama yolu; çünkü, ekonomik sistem öyle bir durumda ki, insanlar kendilerini belirli bir yerde hazırladıktan sonra yarışa katılıyorlar ve bu yarışta sizin etiketleriniz, sizin kişiliğinizden daha önemli bir konuma ulaşıyor;

    AYŞEGÜL ATAMAN – Etiket sağlıyor yani? Peki okulları kıyaslarsan yapısal olarak...

    MERİÇ CAN – Tabii, bizim okulumuzun bütün imkânlar konusunda beni açıkçası tümüyle tatmin edebilecek bir yer olduğuna kesinlikle inanıyorum ve kendimi çok şanslı görüyorum bu konuda; fakat, bu kadar imkân verildikten sonra bunları öğretmenlerin ne kadar kullanacağı da büyük bir sorun. Devlet okulundan bahsedersem, sıralar kırık, sobayla ısınan bir okul, müdür elinde kızılcık sopasıyla sabahleyin bekleyip, hastalıklı öğrencileri dövüyor, ondan sonra laboratuvar dediğiniz, ders aletleri yapım merkezinden gelmiş eski birkaç şeyler, orada yerlerde. Kütüphane derseniz, bir zamanlar bir bağış kampanyası yapmışlar, o kitaplar yerlerde. Tuvaletleri temizleyecek insan yok; çünkü, okulun ödeneği yetmiyor. Tuvaletlerden sürekli koku geliyor. Sürekli hastalıklar ve salgınlar var. 70 kişilik iyi havalandırılmamış sınıflarda karbondioksit seviyesi yüzünden sürekli uykusu gelen insanlar, oksijen eksikliğinden dolayı sürekli uykusu gelen insanlar, belirli bir yerde ödenek yetmediği için ve sürekli bu sorunlarla uğraşırken, psikolojik olarak veya ruhsal olarak kendisinde bazı sorunlar hisseden öğretmenlerin, öğrencilere yaptığı davranışlar. Özel okula geldiğimde; birçok imkân ve belki dünya standartlarının çok çok üstünde bir ortam; çünkü, bunlar bize para karşılığı sunuluyor ve parayı verdiğiniz zaman bütün imkânları elde edebiliyorsunuz. Bunlara neler dahil; işte çok gelişmiş laboratuvarlar, işte bilgisayardır, İnternettir, çok gelişmiş bir kütüphane, her türlü uzman kadro ve işte rehberlik merkezi var, yani aklınıza gelebilecek her türlü popüler kavram var. Ama, bunlar ne kadar kullanılıyor veya çocuklar bu ortama nasıl koşullandırılıyor. Ben bizim okulun veya bütün okulların ilköğretim sistemlerini açıkçası pek beğenmiyorum. Neden; çünkü, ilköğretim okullarında verilen sistem şu; dört işlem öğretilir, çocuğa altı tane sayfa verilir, bir sürü dört işlem olur bunun üzerinde, Ali’nin yaşı Fatma’nın yaşının sekiz fazlasıdır, dört sene önce, sekiz sene sonra iki katıdır, Ali ile Fatma’nın yaşını bulursunuz. Bunları yapan öğrenci, belirli bir yerde yanlış yaptığında, hem ailesi hem de öğretmeni tarafından sorgulanır ve bir yerde çocuk kendini bir problem çözme makinesi olarak görmeğe kendini koşullar.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Öyle mi Azra’cım, abinin söylediği gibi mi? 4 işlem yapıyorsunuz, sayfalar dolusu ödevler...

    AZRA – Hayır.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Babür, siz de?

    BABÜR – Bizim öğretmen bize fotokopi gibi şeyler vermiyor ödev olarak.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Vermiyor, ne yapıyor?

    BABÜR – Genelde matematik kitaplarından şu sayfayı deftere yapın veya kitabın üzerine yapın diyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Başka ne diyor? Kaç sayfa veriyor ödevi?

    BABÜR – Genelde birin üzerine çıkmadı.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Sizde Azra, kaç sayfa veriyor?

    AZRA – Bir iki tane veriyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Fazla vermiyor, demek ki değişme var bazı okullarda?

    ECE – Ben bir şey söylemek istiyorum. Bence bu da dahil, ödev dediğin işte şunu okuyup, şunun özetini çıkarmak değil. İşte 4 işlemi öğretip, şakır şakır yapmak değil bence. Onunla ilgili problem çözmek gerekir. Böyle sayfalarca ödev çok saçma. Ben mesela sosyal bilgilerden tarihi öğrendiğim zaman onu kitaptan okuyup, sonra özetini çıkarmakla ben böyle öğrenemem ve arkadaşlarımda genelde de böyle öğrenildiğini düşünmüyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Meriç Can seni tamamlayalım sonra Serkan.

    MERİÇ CAN – Öğrenmenin misyonlarından biri de bence sosyal eğitimdir. İnsanların birbirleriyle iletişimini sağlamamız ve insanların, eğer, burada, Zeka Vakfı Başkanımız Sayın Emrehan Halıcı’nın dediği gibi, insanın otokontrolünü sağlayacaksak, belirli bir yerde empatiyi de geliştirmemiz ve insanların bir yerde tanışmasını, onların da birey olduğunu, onların da istekleri olduğunu kavramamız lazım. Peki, bu eğitim sistemi bir ikilem yaşamakta. Sınavlar ve her bireyle ilgilenme. Bir acelemiz var; çünkü, herkes yarışta, herkes bir yerde üst noktaya çıkmak istiyor, herkes en iyiye ulaşmayı istiyor, herkes en çok puana, paraya ulaşmak istiyor. Çünkü, çoğu alamazsanız geride kalırsınız, ölürsünüz, toplumun empoze ettiği bu. Bu ikilem altında insanların sosyal eğitimine ne kadar önem veriliyor?.. İlkokuldan başlayarak çocuklar belirli bir yerde etkinliklere katılıyorlar. Meteoroloji gezisine gittik, hadi çocuklar kompozisyon yazın, bilmem ne videosu izledik, hadi bakalım özet yazın gibi ödevlerle, insanı eve hapsediyorsunuz ve diğer insanlardan izole ediyorsunuz. Mesela ilkokul 3’teki kardeşimden biliyorum, sınıfımızda neler vardır deniyor. Kardeşim sen sınıfında neler olduğunu bilmiyor musun; bunu hayat bilgisi dersinde yazmanın ne mantığı var! Okulumuzda dolap, masa, bilmem ne.... Bunları görmüyor musunuz? Ondan sonra öğrenciyi etrafındaki varlıklardan ve çevresinden uzaklaştırıyoruz. İşte kış başlangıcı 23 Aralık. Aralıkta kış olduğunu bilmiyor musun, bunu gözlemleyemiyor musun? Belirli bir yerde insanı dışarıdaki varlılardan uzaklaştırarak, onu bir defter kitaba koşullandırmayı sağlıyoruz ve çocukluk evresi psikolojik olarak gerçekten çok önemlidir. Gerçekten telafisi mümkün olmayan sorunlara yol açıyor ve bir yerde eğer düzeltme yapılacaksa, önce ilkokula önem verilmeli ve insanların sosyal olması sağlanmalıdır. Ondan sonra o kıyafet sorununda, birinin ekonomisi iyidir, biri daha güzel giyinir, biri en güzel olmaya çalışır, işte bunların da önüne geçilmeye çalışılır. İnsanlar kendi otoahlak mekanizmalarını kullanarak diğerlerinin de durumlarına empati ile yaklaşabilir ve bir çözüme ulaşabilir diyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Serkan itirazların var galiba?

    SERKAN – Şöyle başlamak istiyorum; sayısal derslerle sözel dersleri karıştırmamanız gerekiyor. Sözel dersler için arkadaşlara katılabilirim; ama, sayısal derslerde pratik yapmanız gerekiyor. Eğer üç sayfa çarpanları çalışmazsanız, iş çabukluğa geldiğinde, pratiğe geldiğinde acaba kaçtı diye düşünürsünüz. Onun için sayısal derslerde ilk önce pratik önemlidir. İkincisi, elbise konusunda ise, etek istemiyoruz denildi, pantolon verildi, çok güzel bir şey pantolon, daha sonra da pantolonun renklerine taktık; siyah mı olsun, sarı mı, kırmızı mı olsun gibi. Benim üstümdeki şeyin rengi bana rahatlık vermiyor açıkçası. Eğer, beni çok fazla sıkmıyorsa, benim üzerimde rahat duruyorsa, benim için yeterli, rengine bakıp rahat olmuyorum ben. Bunu da söylemek istedim. Okuluma gelince: Devlet okullarında bilgisayar odası var, kocaman bir oda, ama içi boş. Az önce bakanımız bir anlaşma yapacağından bahsetti, geçmiş hükümetler de çok anlaşma yaptı; ama, popülist yaklaşımlardan başka hiçbir şey değil bu. Şu ayrımı da yapmak istiyorum; az önce, arkadaşımız bir devlet okulu örneği verdi, benim devlet okulum buna göre değil, o kadar kötümser olamam. Bu kadar kötü okullarda varmış. Ben okulları şöyle ayırt ediyorum: Başkentin sağında kalan okullar ve solunda kalan okullar; sağında kalan okullar, yani Doğudakiler, arkadaşımın dediğine yakın olabilir; ama, zaten öyle olması isteniyor. Onların eğitilmeleri istenmiyor; çünkü, onlar eğitilirse, biliyorlar ki, bu ülkede çok şey değişecek. Her şeyin önüne geçilecek, bu kadar popülist yaklaşımlar olmayacak. O yüzden, onlara eğitimi bilerek götürmüyorlar diye düşünüyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sence iyi bir okulda bulunması gereken şeyler nelerdir?

    SERKAN – Şöyle söyleyeyim; fen dersi için laboratuvar olması gerekiyor. Müzik dersi için müzik odası olması gerekiyor. Spor eğitimi için beden salonunun olması gerekiyor. Her etkinliğin karşısında, ona ait bir odanın olması gerekiyor ve o etkinliğin gerektiği araçlarla ders işlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki hepinize aynı soru, iyi bir öğretmen nasıl olur?

    SERKAN – Bence iyi bir öğretmen, bana göre genç olması gerekiyor. Neden olduğunu açıklayayım. Gerçi aramızda yaşı ilerlemiş hocalarımız da var ama öğretmenlerin yaşı ilerledikçe, gençlerle arasındaki bağ kopuyor; çünkü, bir zaman sonra, yeniliğe açık olmuyorlar. Tabii, ben devlet okulları için konuşuyorum; çünkü, devlet okullarının verdiği sistemin verdiği rahatlıkla, hocalar da artık kendini geliştirmek için çaba sarf etmelerini gerektirmiyor. Öncelikle genç olması gerekiyor; çünkü, genç olduğu zaman, öğrencilerle tartışabiliyor, tartışmak istiyor, yeni şeyler kazanabileceğini biliyor; ama, yaşı ilerlemiş ve bilgi birikimini geçmişte bırakan öğretmenler, her şeyin iyisini ben biliyorum ya da siz bana ne verebilirsiniz ki, tam bir diktatör olarak, elinde defteri kitabı dolaşıyorlar.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Bir tek yaşı senin için çok önemli, genç olsun.

    SERKAN – Bunun dışında başka özellikleri de olması gerekir. Başta, aldığı eğitim de çok önemlidir. Genç olduğu için bilgileri zaten daha taze oluyor ve yeni sistemin getirdiği, yeni teknikleri öğrenerek, bunları öğrencilerine vermek istiyor. Dinamik olmalı, beynini kullanmayı bilsin ve öğrendiklerini bize aktarabilsin. Bunlar benim için yeterli.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Meriç Can, sen?

    MERİÇ CAN – Serkan’ın dediklerine ben biraz eklemek istiyorum. Bir kere benim için iki tip öğretmen vardır. Biri benim dinazor olarak tabiir ettiğim öğretmenler...

    SERKAN – Genelde devlet öğretmenleri bu statüye giriyor.

    MERİÇ CAN – Evet...Bir yerde öğretmen bana mutlak doğruyu vermemeli. Mesela elimde bir kitap olsun, sosyal, matematik, fen...bana burada verilen bir şeyi, mesela İstanbul’da gemilerin karadan yürütülmesi konusu olsun, bu doğrudur, bunun üzerinde kaynak diye bir şey yok, belki arkasında var, ama hiç kimse buna bakmıyor veya ne bileyim, fen bilgisinde bitkilerin çimlenmesi şu ortamda olmaz. Neden olmaz; yani, bunu hangi kaynağa yahut gözleme dayanarak söylüyorsun? Bana burada neleri sayıltı olarak alıyorsun? Burada bunu derken ki mantığın ne? Ben bunun aksini belki çok daha mantıklı bir şekilde derste ifade edebilirim; ama, deney sonucu öyle değildir. Bunun sebebini söyleyebilmek gerekir; yani, öğretmen, sadece kitapta gördüğü mutlak doğruyu anlattıktan sonra, nedenini sorduğunda, karşınızda afallayıp kalan biri olmamalı veya size kalkıp da, gidip araştır, benim böyle bir merakım yok dememeli; çünkü, bu öğrencinin sonuçta merak motivasyonunu da karartıyor. Bir yerde öğretmen bütün fikirlere açık, yani bir fikir dinamizmi olan ve gençlerin kendi psikolojik durumunu öngörebilecek, yani onlar gibi düşünebilecek biri olmalı. Arkadaşımız “genç olmalı” dedi, o da doğrudur. Ondan sonra bir yerde teknolojiyi ve onun getirdiklerini etkin biçimde kullanabilen, bunları günlük yaşama aktarabilen, bize günlük yaşamdan sorular sorabilen, özellikle fen dersleri için söylüyorum ya da sosyal derslerde, şimdi ki olaylarla, geçmişteki olaylar arasında belirli bazı bağlantılar kurarak ve sorularımızı her zaman cevaplamak zorunda da değiller; yani, ben neden böyle oluyor dediğim zaman, mutlaka o bana cevap verme durumunda değil. O zaman da ben karşımdaki öğretmeni, biraz ben ilahlaştırıyorum açıkçası. O her şeyi bilen oluyor; ama, mutlak doğruyu bildiriyor ve ben de o doğruları sınavda tekrarlıyorum. Böyle bir öğretmenden ziyade kendisi de araştırıp, sonucunu bulabilecek, bana elindeki dönütlerle destek olabilecek ve bu sonuçlara göre böyleymiş, gerçekten bana mantıklı geliyor diyebilecek ve kendisinin de bir insan olduğunu bana gösterebilecek bir şey vermesini istiyorum. Bu kitapları yazanlar da insanlar, sonuçta bütün bu bilim araştırmalarını yapanlar da insanlar, bütün o sözel kavramları ortaya çıkaranlar da insanlar ve onların da duygu, düşünce ve zayıflıkları var. Ben bu zayıflıkları görmek istiyorum. Bu fikirlerin değişimini görmek istiyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Burçin, sen?

    BURÇİN – Ben ilköğretimde okuduğum için öğretmenimin yaşı bana göre büyük olması doğal. Burada söylenenlerde haklılar, öğretmen genç olmalı. Genç olunca size daha yakın olabiliyor, size kendi bakış açınızdan da yaklaşabiliyor; fakat, bazen kendini gerçekten yaşı ilerlemiş, fakat gerçekten sizin gibi olabilen, sizin yaşınıza inebilen, konuya ve bilgiye hâkim ve kendini halen tamamlamadığına inanan öğretmenler var. Lisede olsam belki bakış açım değişebilir; fakat, bence böyle. Öğretmen öncelikle konuya hâkim olması gerekiyor; yani, ben ona niye diye sorduğumda ki, her zaman doğru cevabı vermek zorunda değil, fakat, en azından onun da bu konuyla ilgili bir fikir yürütmesini isterim açıkçası. Ben fikir yürütüyorum, ben o konu hakkında sorgulamalar yapıyorum. Neden öğretmenim, bana öğreten kişi de böyle yapmasın!.. Nedenleri araştıran bir öğrenci olarak beni yetiştirmelidir diye düşünüyorum. Bence en önemlisi, öğretmenin, öğrenciye “neden” sorusunu sordurabilmesidir. Neden diye sorduğu zaman, onun gerçek nedenini öğrenebilirsiniz. Ayrıca, genç öğretmenlerde biraz şu da var: Kendi problemlerini sınıfta yansıtmıyorlar, ama ileri yaştaki örğetmenler, kendi çocuk ve eşleri oluyor, kafaları meşgul oluyor, trafikte gelirken bir şeye sinirleniyorlar, bunları öğrenciye biraz yansıtıyorlar. Genç öğretmenler hiçbir problemi yansıtmıyorlar veya sizin de probleminiz olduğu zaman sizi çok daha iyi anlayabiliyorlar. Bir de genç öğretmenlerin şu yanı da çok iyi oluyor; bir şeye çok çabuk tepki göstermiyorlar veya bir şeye çabukça neden bu soruyu bilemedin, al sana eksi 1 falan demiyorlar. Bence bu avantajları var. Şimdilik iyi öğretmen genç öğretmen kötü öğretmen yaşlı öğretmen diye bir ayrım yapmıyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Ece, sen?

    ECE – Benim için iyi öğretmen kim dersek; ben, önce öğrenirken, mutlaka onun neden, niçinini bilmeliyim. Bunu bilirsem değerlendirme yapabilirim, düşünebilrim. Onun için öğretmene sorarım ve öğretmen gerektiği yerde cevaplar. Gerektiği yerde de şöyle yapması gerektiğini düşünüyorum: Bizde, birlikte deneyerek görmeliyiz. Mesela, neden işte şu ortamda bitki çimlenir. Bunu birlikte görebiliriz, bir bitki yetiştirebiliriz. Bunu birlikte görebiliriz, farklı ortamlara koyarak ne tür durumlarla karşılaştığımızı görebiliriz. Bunu birlikte yapabiliriz; hem kendisi bize katkı sağlar hem de biz kendimiz görürüz. Bu nedenle öğretmen kendisi de cevaplar ama böyle birlikte araştırma yapmamız gerektiğini, bu ortamı hazırlaması gerektiğini düşünüyorum veya biz neden deyince bizim akıl yürütmemizi, bizim düşünmemizi de sağlayabilir. Zaten, biz neden diye soruyorsak, o konuyu düşünmüşüzdür. Acaba bu neden diye içimizden geçirmişizdir ve bunun da nedenini anlamak için hep beraber, akıl yürüterek, tartışarak, birbirimizin fikirlerini görerek, daha iyi öğrenebiliriz. Dediğim gibi deney yapabiliriz. Bu çok önemli bir şey; çünkü, bu deneyi hem biz yapmış oluruz, böylece bir gurur duyarız hem de daha iyi öğreniriz. Mesela, işte şununla şunu karıştırsam, bu eder diye görebiliriz. Mesela ben şeyden çok etkilenmiştim; fen dersinde laboratuvarda demir tozu ile kükürt tozunu karıştırıyorduk ve bunun nasıl ayrılabileceğini düşünüyorduk. Birlikte tartıştık, düşündük, ama doğruyu bulamadık. Bunu nasıl gördük; üzerine mıknatıs tuttuk, demir tozunu çekti. Bunu biz yaptık. Herkes grup halinde, herkes kendisi yaptı, biz gördük. Bu çok etkileyici bir şey. Ben bu bilgiyi hayatım boyunca unutacağımı zannetmiyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Azra’cım senin için iyi bir öğretmen nasıl olmalı?

    AZRA – Öncelikle bilgili olması lazım, hareketli olması lazım ve artık benim için yaşının önemi yok... Çünkü, yaşı ilerlemiş öğretmenler anormal öğretmen değildir ki, öğretmen öğretmendir.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Ne yapmalı o yaştaki öğretmenler de, iyi yanları ne yaşlı öğretmenlerin?

    AZRA – Yani onlar da normal genç öğretmenler gibi öğretmendir, normal öğretirler yine.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Normal öğretirler... peki başka ne yapmalı iyi bir öğretmen?

    AZRA – İyi bir öğretmen, daha disiplinli olmalı ve güler yüzlü olmalı.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Babür’cüm senin için iyi bir öğretmen nasıl olmalı?

    BABÜR – Benim için iyi bir öğretmen... ben öğretmenin yaş farkına bakmıyorum. Öğretmen bilgili olmalı, güler yüzlü olmalı, çok kaba olmamalı, en ufak bir yanlışta öğrencilere kızmamalıdır.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Ece birşey söylemek istiyor.

    ECE – Ben de yaş farkına bakmıyorum ama belki de arkadaşın dediği gibi biz daha bilmiyoruz. Liseye geçmediğimiz için bilmiyorum onun için pek değerlendirme yapmayacağım.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki yaş konu dışı, demek ki ergenlik döneminde yaş daha çok ön plna çıkıyor.

    BABÜR – Öğretmenim ben de bir şey söyleyeceğim. Öğretmen bir de biri ona bir şey sorunca bilmelidir, hemen cevap vermek zorunda değil; ama, yine de cevabı vermesi gerek.

    ECE – Ben yine bir şey ekleyeceğim. Konuyu işledikten sonra bize soru sorduğunda biz eğer cevap veremiyorsak veya ödevleri yapamıyorsak, öğretmen bize kızacağına, bence biraz da kendinde hatayı aramalı; çünkü, demek ki, kendisi de öğretememiş.

    BABÜR – Öğretmenim ben de katılıyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Evet Babür de katıldı senin bu fikrine.

    AZRA – Ben de.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Evet Azra da katıldı buna, başka var mı katılan bu görüşe?

    BABÜR – Bizim öğretmenimiz zaten böyle bir öğretmen. Dersimizi yapamadığımız zaman kızmıyor, ben neyi unuttum diye düşünüyor ve sonra onu öğretmeye çalışıyor.

    BURÇİN – Ben de bir şey eklemek istiyorum. Ben dershane ile okulu karşılaştırmak istiyorum; çünkü, mesela, dershanede girdiğimiz sınavlarda hangi sorunun ne kadar yapıldığını, hangisinin ne kadar yapılmadığı veya hangi derslerin daha çok yapıldığı veya yapılmadığı araştırılıyor, istatistik yapılıyor. Bu bence çok önemli. Öğretmenler girdikleri derse, bu soruyu niye yapamadınız demiyorlar. Demek ki, niye bu konuyu niye anlayamadınız diyerek, konuyu bir kere daha tekrar ediyorlar ama okulda hiçbir zaman öğretmen suçlu olmuyor, her zaman öğrenci suçlu oluyor. Yapamadıysan demek ki, çalışmamışsın, demek ki, dersi iyi dinlememişsin. Tabii bunun dışında istisna öğretmenler var, bu konuyu bir daha anlatalım, demek ki, bir şeyleri eklemeyi unuttum diyenler de var. Gerçekten, birilerini denetleyecek bir organ olduğu zaman, mesela işte dershanelerde yönetim daha sıkı olduğu için, öğretmenler biraz daha disiplinli oluyorlar; fakat, okulda böyle bir şey olmadığı için, milli eğitim de fazla ilgilenmediği için, böyle oluyor.

    ECE – Ben sınavlarla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Lise sınavı ve üniversite sınavı, bizim hayatımızı kesinlikle belirlememeli. Ben, eğer, üniversite sınavını kazanamamışsam, yani o benim hayatımı belli etmemeli. Hayatımda ben sadece iki sınava çalışamam ki... O benim hayatımın amacı olmamalı.

    BABÜR – Öğretmenim, bizim öğretmenimiz de hayat bilgisinden veya Türkçe’den okuma ödevi verince, eğer, sınıfta okuyamıyorsa, kötü okuyorsa, suçu kendinde aramıyor, direkt okuyan kişiye yüklüyor.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Son olarak, yine hepinize bir soru: Niye öğreniyoruz biz?

    BABÜR – Öğrenmezsek, istediğimiz mesleğe giremeyiz; çünkü, mesleklere girmek için, ilk önce okul diplomasını alıyorlar, ona göre sokuyorlar.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sen ne olmak istiyorsun Babür?

    BABÜR – Kaptan.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Kaptan olacaksın, Azra Niçin öğreniyoruz?

    AZRA – Öğrenmek yararlı bir şey; çünkü, Türkiye’den ayrıldığınızda, diyelim yabancı dil eğitimi. Orada ne yapacağız ki biz?.. Birşey yapamayız.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Onun için öğrenmemiz lazım.

    AZRA – Ve işlere giremeyiz, istediğimiz mesleğe de giremeyiz.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sen ne olmak istiyorsun?

    AZRA – Bilim adamı.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Hangi bilimde?

    AZRA – Fen biliminde.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Ne yapacaksın fen biliminde?

    AZRA – Fen biliminde bir sürü buluş yapacağım.

    BABÜR – Türkiye’den ayrılıp, başka bir ülkeye gittiğimizde, orada ne yapacağımızı bilmemiz lazım, nasıl hareket edeceğimizi bilmemiz lazım, bunların hepsi de öğrenmeye bağlı.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki sizler gençler?

    ECE – Kesinlikle bildiğim bir şey var: Ben niye öğreniyorum, ben sınavlar için öğrenmiyorum. Bunu biliyorum. Şimdiki bilgilerimi sadece üniversite sınavında başarılı olayım diye öğrenmiyorum. Gerçi üniversite sınavı benim geleceğimi tamamıyla etkiliyor; ama, niye öğreniyoruz dersek, biz kendimiz için öğreniyoruz.

    BURÇİN – Ben öncelikle bir şey söylemek istiyorum; evet, gerçekten, biz kendimiz için öğreniyoruz; fakat, ülkemizde kendimiz için öğrenip, öğrenmemek pek bir şey fark etmiyor açıkçası; çünkü, üniversiteye girmişsen, iyi bir üniversitede okumuşsan, çok bilgili bir insan, gerçekten kendini geliştirmiş diyorlar. Bir üniversiteye girememiş olsa bile insan, kendini yine geliştirebilir. O zaman işte, insanların ilk bakış açısı, giremeyen için, evet bu kendini geliştirememiştir oluyor. Sadece sınava bağlıyorlar. Aslında, böyle olmamalı. Fakat, ülkemizde bu böyle. Yapacak şeyler var; ama... Fakat, ben açıkçası sınavlar için bilgi öğreniyorum, başka yapabilecek bir şey yok şu anda. İkinci veya üçüncü sınıfta bunun farkına vardıkları zaman, Azra ve Babür’ün farkına varması bile çok önemli bir şey. Demek ki, ikinci sınıftan beri bu empoze ediliyor, demek ki, onlar da farkındalar, yani bu yaştan itibaren ve biz de farkındayız.

    BABÜR – Eğer, öğrenmezsek, meslek hayatımızda ve normal hayatımızda önümüze çıkan zorlukları aşamayız ve hayatın bir köşesinde kalırız.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Evet Meriç Can.

    MERİÇ CAN – Ben, bu konuya insanların verdiği veya benim kendi mantığımla bulabildiğim cevapları vermek istiyorum. Bunlar benim için benceler değil, benceyi en son söyleyeceğim. Biz öğreniyoruz, çünkü herkes öğreniyor. Bu bir süre efekti. Onlar öğreniyor, o zaman ben de öğrenmeliyim. Öğrenmezsem mutsuz olacağım, toplumun dışına itileceğim. İkincisi, ben öğreniyorum; çünkü, bir yerde yaşamımı sürdürmek zorundayım, yaşamımı sürdürmek için bir işe ihtiyacım var. Bu iş için gerekli bazı becerilere ihtiyacım var. Ben bu becerileri öğrenmek zorundayım ki, yaşamımı sürdürebileyim ve yaşamımdan tatmin olabileyim. Ben öğreniyorum; çünkü, belirli bir yerde, öğrenmemi sağlayarak bir yerde bu becerilerimi kullanabileceğim ve insanlarla etkileşimimi sağlayabileceğim. Bana sorarsanız, ben öğreniyorum; çünkü, kendimde bir kişilik oluşturabilmek istiyorum, bu kişiliğimi yaşamak istiyorum ve kendimdeki bazı yetileri ve kendimdeki sorgulama gücümü ortaya çıkararak, kendi öznel dünyamda, kendimi tatmin edebileceğim, mantıksal tutarlılığı olan, bir dünyayı, kendime kurabilmek ve diğer insanları da düşünerek, onlarla beraber katılımcı bir çözüme ulaşmaya çalışıyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Serkan?

    SERKAN – Ben öğrenmeyi ikiye ayırıyorum. Ortaokul ve lisedeki öğrenme. Bunlar tamamen sınav için öğrenmektir, tamamen sınava bağlı öğrenmelerdir. İkincisi de, üniversite öğrenimidir. Orası da yaşayabilmek için, ayakta kalabilmek için ve belli bir yere gelebilmek için öğreniyoruz. Gerekli olan asıl bilgiyi üniversitede alıyoruz, branşımız doğrultusunda. O aldığımız bilgilerle bir yere geliyoruz. Ortaokulda aldığımız bilgiler çok fazla yaşamla etkili değil. Ben günlük hayatımda Osmanlı bana gerekmiyor; ama, sınava girerken gerekiyor. O yüzden ortaokulda sınav için üniversitede yaşamak için öğreniyorum.

    ECE – Asıl bilgiyi üniversitede öğreniyoruz. Bence, öğrencinin yetenekleri, neye yatkın olduğu, ortaokuldan hatta birinci sınıftan itibaren bilinmeli. Diğer okullarda çok fazla kişi olduğu için olmayabilir; ama, bence, öğretmeni Azra’nın neye yetenekli olduğunu bilmeli, resim ise resme yönlendirmeli, müzik ise müziğe yönlendirmeli. Bu küçük sınıflardan başlamalı. Mesela, ortaokulda Türkçe dersinde öykü yazmak, hem bize çok faydalı olur hem de çok güzel öykü yazarsa, öğretmeni, bu çocuk yazarlığa yatkınmış, benim onu bu yönde eğitmem gerekir diye bunu bilmesi lazım. Küçük yaşlarda yeteneklerine göre yönlendirilmemiz lazım.

    BABÜR – Öğretmenim şimdi her şey öğrenmekten geçiyor, yürümek hatta konuşmak için bile öğrenmemiz lazım. Öğrenmezsek bu dünyada, hayatta hiçbir şey yapamayız.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Çok doğru, aferin sana. Evet Serkan.

    SERKAN – Arkadaşımızın söylediği şu anki Avrupa’daki sistem. İlkokul ve ortaokulda, ne üzerinde yetenekli ise, oraya yönlendiriliyor. Eğer iyi bir öykü yazabiliyorsa, ileride yazarlığa yöneltiliyor. Eğer, fen dersi iyi ise, ilerisi için bilim adamı olması gerekiyor. Bunun için sistemi baştan sona değiştirmemiz gerekiyor. Bizim teknik ve meslek liselerinin önünü tıkamamamız gerekiyor. Bu ülkenin sadece mühendislere ihtiyacı yok, mühendislerin altındaki teknikerlere mühendislerden daha fazla ihtiyacı var. İlk önce bunu görmemiz gerekiyor. Mühendisliğin verdiği etiketle hayatımızı sürdüremeyiz.

    BURÇİN – Ben de kesinlikle katılıyorum. Şu andaki eğitim sistemimize göre, doktor olmak isteyen bir insan daha gerekli bu hayatta; fakat, bir müzisyen veya herhangi bir teknik bilimlerde çalışmak isteyen bir insan, daha az önemsizmiş gibi gösteriliyor, bu da ne olursa olsun, benim yeteneğim ne olursa olsun, mesela yeteneğim müziğe yatkınsa bile, beni biraz daha bilime bağlayarak, diğer bilim dallarına yöneltiyor. İnsanlar istedikleri yerlere gelemiyorlar bu eğitim sistemimizden dolayı.

    BABÜR – Öğretmenim ben bir şey söylemek istiyorum.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Peki Babür söyle.

    BABÜR – Bu hayatla ilgili, meslek hayatımızda ilgili bir şey öğrenmek istiyorsak, ilk önce bunları kendimize öğretmemiz lazım. Kendimize öğretmeden kimse bize bir şey öğretmez.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Evet esas bizden geçiyor.

    BABÜR – Evet

    AYŞEGÜL ATAMAN – Azra var mı senin söyleyeceğin bir şeyler bu konuda?

    AZRA – Artık yok.

    ECE – Benim bir önerim var. Benim dediğim gibi, eğer bu sınıfta olmuyorsa, bence şu olabilir; okullarda çeşitli yarışmalar, işte etkinlikler düzenlenmeli. Nasıl olmalı; okul içinde resim yarışmaları, öykü yazma yarışmaları, bu tür yine yeteneğe bağlı olan, kişinin yeteneğini ortaya çıkaracak etkinlikler yapılabilir. Eğer, o sınıfta olmuyorsa, okulda bu şekilde bir şey yapılabilir.
    AYŞEGÜL ATAMAN – Okul bunu halleder diyorsun. Son sözlerimizi söylüyoruz, süremiz tamam oluyor. Evet Meriç Can.

    MERİÇ CAN – İlk başta burada bütün etkinlikler başlamadan evvel öğrenmemiz gerektiği; çünkü, öyle olmazsa, ekonomik yarışta bizim geri kalacağımız söylendi. Eğitim üzerindeki genel sorunlara baktığımızda, sürekli bir ekonomik paradigması var ortalıkta. Neden; çünkü, hepimizin burada ekonomik gelir düzeyleri farklı. Özellikle Serkan arkadaşımın ve benim söylediklerim gerçekten çok çok farklı ekonomik durumlardan dolayı ortaya çıkan şeyler. Bir yerde eğitimin bütün zorlukları da, insanın ekonomik durumundan ve ekonomik yarıştan ortaya çıkıyor. Biz, insanları burada sınavla bilgiye hazırlarken ne yapıyoruz; biz insanları bir yarışa koşulluyoruz. Biz, insanlara tamam sen onu öğren, öğrenebilirsin, biz sana yeteri kadar imkân veriyoruz diyoruz; ama, biz o insana yeteri kadar zamanı veremiyoruz. Çünkü, bir yarış var. Yarışın amacı nedir; her zaman en önde ve en kısa sürede olmalı. Peki, bu en kısa süre nerede? Bu en kısa süre olmadığı için, ben kalkıp, sayısalda bir fizik kuralı verilir, ben bunlarla ilgili 100-150 tane test sorusu çözmek zorundayım. Bazı arkadaşlar 300-400 tane çözmek zorunda. Çünkü, o kadar çok çeldirici veriliyor ki, sınav sisteminde insanların yarışta kazanmasını sağlayan şeyler, 180 tane soru, 180 dakika, her soruda bir sürü çeldirici, kıyıda köşede gizlenmiş kelimeler, her kelimenin belirli başka anlamları, dershanelerde ve okullarda verilen, bu yarışmayı kazanmamız için gerekli tiyolar. Mesela burada verilen şu kelime, burada veya şurada aslında bu anlama da gelebilir, burada olur, ama o sınavda verilen kalıp budur.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Kalıpların öğretilmesi...

    MERİÇ CAN – Kalıpların önüne geçemiyoruz; çünkü, zaman yok.

    BURÇİN – Daha eğitim sistemimi bile, bazı şeylerin ne olduğunu belirleyememişken, mesela, geçen girdiğim bir sınavda, virüsler canlıdır diye bir soru çıkmıştır. Ben canlı olarak değerlendirdim; fakat, bir test çözüyordum, bu sefer de cansız olarak değerlendirmişler. Ben bunu hocama sorduğum zaman, bu soruda böyleydi, bu soruda böyle oldu... Kendi eğitim sistemimiz bile bunu belirleyememişken, bize sormaları bence çok saçma. Bizden her şeyi belirlememizi istiyorlar.

    AYŞEGÜL ATAMAN – Teşekkür ederim.

    Daha gençlerin söyleyeceği çok şey var; ama, iki gün bunlar tartışılacak. Ben yeni bir ekleme yapıp, yeni bir yoruma gitmiyorum, hepsinin söyledikleri çok açıktı.

    İzlediğiniz için çok teşekkür ediyoruz arkadaşlarım adına.



    Prof.Dr.Ayşegül ATAMAN:1969 yılında Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Özel Eğitim ve Okul Psikologluğu ve Rehberlik Bölümü'nden mezun olmuştur. A.Ü. Eğitim Fakültesi Özel Eğitim Alanı'nda yüksek lisans yapan Ataman; A.Ü. Eğitim Fakültesi Özel Eğitim Alanı, Üstün Zekalılar Bölümü'nde doktorasını tamamlamıştır. 1982 yılında A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi, Özel Eğitim Bölümü'nde yardımcı doçentlik yapan Ataman; 1983 yılında A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Özel Eğitim Alanı, Üstün Zekalılar Bilim Dalı'nda doçent; 1989 yılında ise G.Ü. Eğitim Fakültesi'nde profesör olarak görev yapmıştır. 1970-1984 yılları arasında A.Ü. Eğitim Fakültesi Özel Eğitim Bölümü'nde öğretim elemanı olarak çalışan Ataman; 1984 yılında G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi'nde, öğretim üyesi olarak görev almıştır. 1978-1979 yılları arasında Cambridge Üniversitesi'nde alan incelemesi yapan Ataman; Columbia Üniversitesi Leta Hollingworth Üstün Zekalı Çocuklar Merkezi'nde gözlem ve incelemelerde bulunmuş; ardından Columbia Üniversitesi Teachers College'de 'Visitor Scholar' olarak çalışmıştır. Ataman, 1984-1987 yılları arasında G.Ü. Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri'nde bölüm başkanlığı yapmış ve 1992-1993 yılları arasında da G.Ü. Eğitim Bilimleri Enstitüsü'nün kurucusu ve müdürü olarak görev almıştır. 1992-1995 yılları arasında G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi'nde dekanlık görevini yürüten Ataman, MEB'in hizmetiçi kurslarında öğretim üyeliği de yapmıştır. Prof. Dr. Ayşegül Ataman; 1998 yılından bu yana Gazi Eğitim Fakültesi Özel Eğitim Bölümü, Görme Engelliler Eğitimi Anabilim Dalı Başkanlığı görevini sürdürmektedir. Ataman, pek çok derneğin yönetim birimlerinde de görev almıştır.
    &#39; ÇALIŞMADAN, ÖĞRENMEDEN, YORULMADAN, RAHAT YAŞAMANIN YOLLARINI ALIŞKANLIK HALİNE GETİRMİŞ MİLLETLER; EVVELA HAYSİYETLERİNİ, SONRA HÜRRİYETLERİNİ VE DAHA SONRA DA İSTİKBÂLLERİNİ KAYBETMEYE MAHKUMDURLAR...&#39;<br /><br />Mustafa Kemal ATATÜRK

Benzer Konular

  1. Sitemize Nasıl Ulaştınız?
    Konu Sahibi ilteriş Forum Bahçe-Kantin
    Cevap: 4
    Son Mesaj : 22.Nisan.2009, 17:54
  2. Nasıl Bir Tarihçi?
    Konu Sahibi ziberkan Forum Çöp Kutusuu
    Cevap: 5
    Son Mesaj : 12.Ocak.2009, 22:44
  3. Okula gitmeyen çocuklar için yeni proje
    Konu Sahibi ahugur74 Forum Eğitim Haberleri
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 04.Eylül.2008, 14:13
  4. Niye Osmanlı’ya İhanet Ettik?
    Konu Sahibi ilteriş Forum Hikayeler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 31.Mayıs.2007, 14:22

Giriş

Giriş