1. #1
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734


    OSMANLI DİPLOMASİSİ VE ELÇİLER

    Karşılıklı temsil ve sürekli elçilik anlayışı III. Selim’e kadar Osmanlı diplomasisine yabancı olmakla beraber gerekli durumlarda “fevkalade elçi” unvanıyla yabancı devletlere elçiler gönderilmekteydi. Bu elçiler Osmanlı Devleti’nin Batıyla haber ağını oluşturan Kırım hanları,Eflak-Boğdan voyvodoları, Dubrovnik Cumhuriyeti ve Erdel beyleriyle birlikte Osmanlı’nın dış iletişimini sağlıyorlardı. Osmanlı diplomasinin önemli bir ayağını oluşturan ve yabancı elçilere titizlikle uygulanan protokol kurallarına El-Kadimu Yüzaru denilmekteydi.

    18. yüzyılda elçiler temsil görevlerinin yanısıra Batıyı tanıma ve algılamada aracı rol üstlenmişlerdi.Şüphesiz elçilerin öneminin artmasında 17. yüzyılla birlikte yaşanan gelişmelerin önemli etkisi olmuştu. Osmanlı diplomasisinde karşılıklı eşitlik ilkesinin uygulanmaya başladığı dönem olması nedeniyle III. Murat’ın saltanatı önemli bir yere sahipti. Osmanlı idaresinin Lehistan ve Fas üzerindeki etkinliğinin genişlediği, İngilizlerle ticari ilişkilerin geliştirildiği bu dönemde Batı’da
    Avusturya, Doğuda İran ile girişilen mücadele mali ve sosyal yapıda sarsıntıya yol açtı. 14 yıl süren savaş sonunda 1606 Kasımında imza edilen Zitvatoruk Antlaşması barışı getirdiği gibi yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Budin Valisi Ali Paşa’nın temsil ettiği Türk tarafıyla Komorin Valisi Molar’ın temsil ettiği Avusturya arasında yapılan antlaşmaya göre o tarihe kadar Osmanlı padişahlarıyla aynı düzeyde kabul edilmeyen ve kendisine ‘kral’ diye hitap edilen imparatora bundan böyle ‘çesar’ denilmek suretiyle eşitlik ilkesi kabul ediliyordu. Zitvatoruk sonrası Osmanlı Devleti’nin uyguladığı ofansif savaş politikasını defansif savaş politikasına dönüştüren ikinci gelişme 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşmasıyla yaşanmıştı. Bundan sonra dış politikada dengeler göz önünde tutulmaya çalışılmış, rakip devletlerin tarafsızlığını sağlayabilmek için dışarıya elçiler gönderilmişti. Örneğin 1711’de Avusturya’ya Prens Eugen’e gönderilen elçi Seyfullah Ağa’nın görevi Osmanlı Prusya ilişkilerinin gerginleştiği ve savaş aşamasına gelindiği bir noktada Avusturya’nın tarafsızlığını sağlamaktı. Karlofça ve Pasarofça (1718) antlaşmalarını izleyen bir dizi ticaret,seyr-i sefain antlaşmalarıyla Avusturya, İngiltere, Fransa ve 1730 Belgrad Antlaşması’ndan sonra Rusya elçilikler konusunda Osmanlı Devleti’nde çağın diplomatik ayrıcalık ve güvencesini elde ettiler. Rusya Kaynarca Antlaşması’ndan sonra konsolosluk haklarını genişletti. Böylece bir İslam devleti ilk defa olarak Hıristiyan devletlerle eşit düzeyde diplomatik ilişki sistemine giriyor ve Westfalya esaslarına tabii oluyordu. 1718 sonrası ağırlık kazanan Batıyı tanıma çabaları elçilerin öneminin artmasını sağladı. Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın Paris’e yolladığı Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’ye verdiği talimatta yer alan “vesaiti ümrana ve maarifine dahi layıkıyla kesbi ittila ederek kabili tatbik olanları takriri” ifadesi bu anlayışın sonucuydu

    Diplomasi sahasında 6 Şubat 1836’da Hariciye Nezareti kuruluşuna kadar elçilerle ilgili yapılan en önemli girişim III. Selim döneminde yoğunluk kazanan ıslahat çabalarına paralel olarak Avrupa’nın büyük merkezlerinde daimi temsilciliklerin kurulması oldu. 1793 yılında Yusuf Agah Efendi’nin Londra’ya büyükelçi olarak tayin edilmesinin ardından Paris, Viyana ve Berlin gibi Avrupa siyasetinin belirlendiği büyük merkezlerde elçilikler kurulmuş ve bunlar 1821’e kadar görev yapmıştı. Ancak daimi görevle gönderilen elçilerin büyük bölümünün yabancı dil bilmemesi,Rum tercümanların, maslahatgüzarların etkisinde kalmaları kimi zaman sorunlar çıkarıyordu.Nitekim Yunan ayaklanmasının başladığı dönemde Rum maslahatgüzarların Babıâli’ye yanlış bilgiler aktarmaları sonucunda II. Mahmut bu görevlilerin hepsini birden azletti.

    Böylece Osmanlı ikamet elçilikleri muvakkaten ortadan kalkmış oldu. On üç yıl süren kesintinin ardından 1834’de aynı başkentlerde açılan daimi elçilikler son dönem Osmanlı diplomasisini belirleyen klasik denge politikasının uygulanmasında etkili oldular. Gerek özel görevlerle gönderilen fevkalade elçiler gerekse 1793 sonrasında daimi statüde görev
    yapan elçiler edindikleri izlenimlerle Batı imajının yeniden oluşumunda etkili olmuşlardır. Bu etkileşim Osmanlı cephesinde Batılılaşma hareketini gündeme getirirken, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere Batı’da Turguerie akımının doğmasına yol açmıştır. 1665’de IV. Mehmet’in Alman İmparatoru I. Leopold’e gönderdiği Elçi Kara Mehmet Ağa(ö. 1683) ve yaklaşık 150 kişiden oluşan elçilik heyetinin burada yarattığı etkiyi Batı kaynaklarında saptamak mümkündür. Evliya Çelebi Mehmet Ağa’nın sefareti sebebiyle bulunduğu Viyana’nın havasından çok etkilenmiş ve bölge insanlarının güzelliğini bu sihirli havaya bağlamıştır. Kadınların kılık kıyafetleri ve toplum içindeki saygınlıkları da onu etkileyen unsurlar arasındadır. Anlattığına göre “yolda bir kadın giderken, kral o kadına rast gelse eğer at üstünde ise kral, atın başını çekip durur ve kadın önünden geçer. Eğer kral yaya ise el kavuşturup durur ve kadın kralı selamlar, kral da başından şapkasını çıkarıp, kadına saygı gösterir ve kadın geçtikten sonra kral geçer. Bu diyarda ve diğer kafir ülkelerinde söz kadının olup, Meryem aşkına kadına saygılı olurlar”

    Elçilerin Batı’da yarattığı olumlu izlenimlerin yanısıra olumlusuz kimi davranışlarına da rastlanmaktadır. Süleyman Ağa’nın 4 Ağustos 1666’da Fransa’ya ayak basıp bir Türk töreniyle karşılanışı, kurumlu ağanın Fransız dışişlerini küçük düşürücü davranışları, Kral XIV. Louis’i ayağa kaldırmak istemesi, kralın debdebesinin en aşağı Türk padişahının atında bile bulunduğunu söylemesi Fransızların tepkisini çekmiştir. Moliere’nin le Bourgeois Gentilhomme’undaki Türk töreninin yazılmasında elçinin olumsuz davranışlarının etkili olduğu bilinmektedir. Türk- Fransız ticaretini geliştirme düşüncesiyle Fransa’ya gönderilen ve diplomatik nezakete aykırı davranışlarıyla Fransızları kızdıran Müteferrika Süleyman Ağa her şeye rağmen yazdığı sefaretnamede Fransa’da ilgisini çeken şeyleri aktarmaktan geri kalmamıştır. Çoğu kendi kültürüne ve sosyal yapısına yabancı gelmekle birlikte elçinin gördüklerinden etkilendiği anlaşılmaktadır.

    Şüphesiz Osmanlı sefirleri içinde gerek Batılı gerekse Türk tarihçilerin en çok ilgisini çeken şahsiyet Yirmisekiz Mehmet Çelebi’dir. III. Ahmet döneminde Fransa’ya gönderilen elçiyi çekici kılan yönü, seyahatinin gerçekleştiği dönemin Osmanlı’nın bir başka gözle Batıyı tanımaya çalıştığı ve Batı’nın yaşam normlarıyla tanıştığı çağ olmasıdır. Mehmet Çelebi Fransa dönüşü yazdığı ve III. Ahmet’e sunduğu sefaretnamesinde devlet ricalinin Batıyla ilgili düşüncelerinin olgunlaşmasını sağlamıştır. 7 Ekim 1720’de 400 kişilik bir heyetle Fransa’ya hareket eden Mehmet Çelebi 16 Mart 1720’de ulaştığı Fransa’da görevinin siyasi boyutu itibariyle başarılı olmasa da kültürel ilişkilerin geliştirilmesi bağlamında etkili olmuştur. Sefaretnamesini son derece zarif bir üslupla kaleme alan ve zengin betimlemelerle okuru cezbeden elçi Paris’e ulaşıncaya kadar konakladıkları her yerin özelliğini kaydetmiştir. Montpellier kentinde tacirlere ve seyyahlara kolaylık sağlamak amacıyla açılan ulaşım kanalları ve köprüler ona göre bölgede ticaretin gelişmesinin ve ekonomik zenginliğin başlıca sebebidir. Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin yolculuk güzergahında ve Paris’te dikkatini çekenler arasında kadınların toplumsal yaşamdaki konumları da bulunmaktadır. Aslında elçinin çevresinde bulunan kadınların büyük bölümü sosyal statüleri itibariyle yüksek zümreye dahil aristokrat kadınlardı ve bunların durumları taşra kadınlarından çok farklıydı. Yine de kadınların erkeklerle aynı mecliste kaçgöç olmaksızın yer almaları karşısında duyduğu şaşkınlık 10. yüzyılda Türkler arasında bulunan Arap seyyah İbn Fadlan’ın Türk kadınının Arap kadınından daha özgür olması karşısında duyduğu şaşkınlıktan farklı değildir.

    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  2. #2
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    Mehmet Çelebi’nin Fransa’daki izlenimlerini yansıtan Sefaretnamesi Osmanlı seçkinleri arasında ilgi uyandırdı. Avrupa ile bu türden alışverişler ilk kez sosyal ve kültürel hayat üzerinde bazı hafif etkiler doğurmaya başladı. 1721’de Paris’te Türk elçiliğinin başlattığı moda, İstanbul’da daha küçük ölçüde bir Frenk tarz ve modasıyla karşılık buldu. Fransız bahçeleri ve dekorasyonları, Fransız mobilyası saray çevrelerinde kısa sürede moda oldu. Ancak ziyaretin şüphesiz en önemli sonucu Türk Matbaacılığının temellerinin atılmasıydı. Mehmet Çelebi’nin oğlu Sait Çelebi ziyaret boyunca en çok basma sanatına ilgi duymuş ve İstanbul’a dönüşünde bir matbaanın kurulması için sadrazamın desteğini sağlamaya çalışmıştı. Bu matbaada basılan Avrupa devletlerinin tarihi ve coğrafyasıyla ilgili eserler Müslüman dünyada Rönesans sonrası oluşan yeni Batılı yaşam biçiminin ve düşüncesinin daha geniş tanınmasına olanak sağlayacaktı.

    Fransız etkisinin gelişiminde Paris’e giden Osmanlı elçilerinin aktardıklarının yanısıra İstanbul'da görevli Fransız diplomatların çalışmaları da belirleyici olmaktaydı. Bunlar arasında Fransa’yı 1728’den 1741’e kadar temsil eden Marquis de Villeneuve ile ordunun modernizasyonunda önemli katkılarda bulunan ve sonradan İslam dinini benimseyerek Humbaracı Ahmet Paşa olarak anılan Comte de Bonneval’nın özel bir yeri bulunmaktadır.

    Osmanlı elçileri için siyasi görevle gittikleri Avrupa devletleri aynı zamanda dünyadaki gelişmelerden haberdar oldukları birer okul işlevi görüyordu. Bu bilinçle hareket eden elçilerden biri de “her fırsat ve imkanda bir şeyler öğrenmek, her elçinin en faydalı vazifesidir” diyen Ahmet Resmi Efendi’ydi. 1757 yılında III. Osman’ın ölümü üzerine tahta çıkan Sultan III. Mustafa’nın cülusunu haber vermek üzere Viyana (Nemçe)’ye gönderilen Ahmet Resmi Efendi Viyana’ya ulaştığında Avrupa’da Yedi Yıl Savaşları sürmekteydi. Ahmet Resmi Efendi dönüş sonrası kaleme aldığı sefaretnamesini seleflerinden farklı olarak yalnızca yolculuk sırasında yaşadıklarına dayalı bir anı kitabı olarak değil, buradaki siyasi ve ekonomik yapıyı tahlil etmeye çalışan bir elçi duyarlılığıyla hazırlamıştır. Yolculuk ayrıntılarının anlatıldığı ilk bölümün ardından gelen “Tefsil-i Memalik-i Nemçe” adlı bölümde memleketin ve hükümetin tasvirine girişir. Buradaki ticari ilişkiler de elçinin dikkatinden kaçmamaktadır. Her ne kadar Osmanlı ile kıyaslama yaptığı yerlerde elçinin ifadelerinde geleneksel bakışı yansıtan bir üsten bakış varsa da içten içe duyduğu hayranlık ortadadır: “Bunlar her ne kadar bolluk ve refah içinde yaşayan insanlar gibi görünmekte iseler de, aslında devletlerini idarede müsrif olmayıp gayet namuslu ve aklı başında davranırlar. Gelir toplamak için hile yoluna sapmayı düşünmezler, para harcamakta ve ihracat meselelerinde, israftan boş yere para vermekten kaçınır,para biriktirme ve azla yetinme kurallarını elden bırakmazlar…” Ahmet Resmi Efendi Avusturya ile Prusya arasında yaşanan çatışmaları yorumlamaktan geri durmaz. Ona göre bu savaşların nedeni azimli ve yiğit olarak nitelendirdiği Friedrich’in topraklarını genişletme konusundaki ihtirasıdır.

    Ahmet Resmi Efendi’nin Viyana ziyareti sırasında kazandığı deneyim altı yıllık bir sürenin sonunda görevlendirileceği Berlin sefaretinde etkisini gösterecektir. Bu ziyaretin görünürdeki nedeni iki ülke arasında 1761’de imzalanan ticaret antlaşması sonrasında Prusya kralının gönderdiği hediyelere karşılık vermekti. Ancak ziyaretin gerçekleştiği dönem göz önünde tutulduğunda asıl amacın basit bir nezaket ziyaretinden öte olduğu anlaşılmaktaydı. Her şeyden önce Osmanlı Padişahı, Friedrich’in ittifak konusunda samimiyetini sınamak istemekteydi. Konu Osmanlı Devleti’nin karşı karşıya olduğu nazik konum açısından önemliydi. 1739’da Avusturya ile imzalanan antlaşmanın süresinin tamamlanmış olması, Lehistan kralı III. Augustus’un ağır hastalığı karşısında büyük devletlerin kendisine halef belirleme konusundaki çelişkili ve müdahaleci tavırları Osmanlı idaresini endişelendirmekteydi. Bu konularda nabız yoklamaya yönelik olarak gerçekleşen ziyarette Ahmet Resmi Efendi, Prusya kralına Osmanlı’nın Lehistan kralının seçimine yönelik herhangi bir müdahaleyi tanımayacağını bildirerek, Prusya-Rusya ittifakının Osmanlı aleyhine olmaması konusundaki dileği iletecekti. Berlin sefareti sırasındaki gözlemlerine dayanan sefaretnamede Ahmet Resmi Efendi’nin ‘ötekine’olan bakışında ciddi bir değişiklik gözlenmemekle beraber üslup olarak daha bir rahat olduğu hissedilir. Lehistan’ın yanı sıra Kuzey Denizi ve Baltık’taki ticari merkezleri geniş biçimde anlattığı sefaretnamesinde özellikle denizlerden ticari amaçlarla yararlanmanın buralardaki olumlu etkisi üzerinde durur. Sefaretname incelendiğinde yazarın Alman birliğinin gerçekleşmesinden tam bir asır önce birliğe giden sürecin arkasındaki etkenleri doğru bir şekilde saptadığı görülür. Deneyimli sefirin Sadrazam Muhsin-zade Mehmet Paşa’ya takdim ettiği bir risalede yıldızların kişiler üzerindeki etkisinden söz ederek Rusya’nın başarılarını yıldızların özel durumuna bağlaması bu gerçeğe işaret etmektedir.

    18. yüzyıl imparatorluğun çehresinin değişmeye başladığı ve değişimin adeta zorunluluk olarak algılandığı bir dönemdir. Klasik nasihatname geleneğine bağlı yazarlardan, Avrupa’nın değişik yerlerinde kısa süreli elçilik görevinde bulunmuş elçilere kadar devlet ricalinin bir bölümü değişime yön verirken, askeri sınıf gelişmelerin sınırlarını belirliyordu. Kimi zaman geleneğin ciddi direnişiyle karşılaşsa da Batılı kurumlarla tanışma bu dönemde başlayacaktır. Kanuni sonrasında geliştirilen ilişkilerden ötürü Fransa Osmanlı’nın karşısındaki başlıca modeldir. İmparatorluğun idari ve askeri kurumlarını ıslah etme amacını güden Nizam-ı Cedid hareketinin öncüsü III. Selim henüz şehzadeliği sırasında Fransa’yla ilişkilerini geliştirmenin yollarını aramıştır. Fransa’ya olan ilgisinin nedeni ilişkilerin gerginleştiği Rusya’ya karşı bu devletin desteğini sağlamaktı. Şehzade Selim babası III. Mustafa’nın bu ülkeyle olan dostane ilişkisi, Nemçe ve Rusya’nın Osmanlı üzerindeki amaçlarına karşı Fransa’yı güvence olarak görmesi gibi etkenlerin yönlendirmesiyle amcası Sultan I. Abdülhamit’ten gizli olarak Fransa Kralı XVI. Louis ile iletişim kurmanın yollarını aramıştır. Bu nedenle Baron de Tott’un öğrencilerinden İshak Bey’i Paris’e göndermiştir. Resmi bir görevle olmasa bile İshak Bey’in Fransa’da bulunması iletişimde kolaylık sağlayacaktı. Fransa’nın İstanbul’daki elçisi Couffier’in İshak Bey daha hareket etmeden evvel Şehzade Selim’e yazdığı mektuba göre İshak Bey’e en yeni kara ve deniz savaş teknikleri öğretilecek, Fransa’nın en önemli kaleleri, tophane ve tersaneleri gezdirilerek savaş tatbikatları izletilecekti.

    Tüm bunlar Batılılaşmayı yalnızca askeri alandaki teknik yenileşme olarak algılayan dönemin Osmanlı devlet adamları için önemli bir kazanç olacaktı. Ancak sonuç beklenen gibi gerçekleşmedi 1786 yazında Fransa’ya giden İshak Bey burada tam bir sefahat hayatına dalmış ve hayal kırıklığı yaratmıştı.

    İmparatorluğun en buhranlı dönemlerinde Batı’da elçilik görevi yapan Osmanlı temsilcileri bazen bulundukları ortamın sıkıntılarından ve gördükleri muamelenin uygunsuzluğundan şikayet etmekten geri kalmamışlardır. Ancak bunu yaparken dahi kendi kültürleriyle karşılaştırma ve üstünlüğü ortaya koyma kaygısı ön plandadır. Bu türden eleştirilere yer verenlerden birisi 1787-1789 yılları arasında Madrit’te elçilik yapan Vasıf Efendi’dir. Sadrazamın özel katipliği görevinde bulunmuş olan, yazdığı tarihiyle Osmanlı tarih yazıcılığı içinde önemli bir yer edinen Vasıf Efendi eserinde öncelikle burada uygulanan ve yabancılar için adeta bir işkence haline dönüşen karantina uygulamasından duyduğu ıstıraptan söz etmekte, kendisine gereken ilginin gösterilmediğinden şikayet etmektedir.
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  3. #3
    raltar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ağustos.2007
    Yaş
    53
    Mesajlar
    734

    III. Selim, Ebubekir Ratip Efendi’yi Nemçe’ye (Avusturya) gönderdi. 9 Kasım 1791’de Şumnu’dan hareket eden elçilik heyeti 22 Aralıkta Erdel’in merkezi olan Sibin’e vardı. Gezmiş olduğu askeri akademi ve mühendishaneden oldukça etkilenen Ebubekir Ratip Efendi 1753 yılında İmparatoriçe Maria Theresia tarafından kurulan Orientalische Akademie’de doğu dillerini mükemmel düzeyde konuşan genç doğubilimciler karşısında duyduğu hayranlığı yazdığı bir şiirle dile getirmişti. Elçinin burada tanıştığı oryantalist adaylarından birisi de yazdığı mufassal tarihiyle Osmanlı tarih yazımında yeni bir dönemin kapılarını aralayan Joseph Hammer von Purgstall’di. Ebubekir Ratip Efendi sefaretnamesinde Viyana’da gördüğü ve ilgisini çeken gelişmeleri geniş betimlemelerle anlatır. Ona göre Avrupa’da vergisini veren ve yasalara uyan birine kimse karışamaz. Kimseye başkalarının evine, işine, giyecek ve yiyeceğine karışma hakkı tanınmamıştır.Alınan vergiler makbuz karşılığında toplanmakta olup aksi durumlarda şikayet hakkı bulunmaktadır. Sefaretnamede ekonomik zenginlik ve bunun kaynakları ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Ebubekir Ratip Efendi’nin aktarımıyla Avrupa devletleri ülkelerinin parası dışarı çıkmasın diye yerli mallara özel önem verdikleri gibi yabancı malların ülkeye gelmesi konusunda seçici davranırlar. Aynı nedenle memleketin hemen her yerinde imalathaneler kurarak işinde ehil ustalar yetiştirirler. Söz konusu durum Avusturya’ya özgü olmayıp tüm Avrupa ülkeleri için söz konusudur. Ebubekir Ratip Efendi’nin Avrupa devletleriyle ilgili kaleme aldığı bir diğer eseri ise sefaretnamesi kadar tanınmamakla beraber önem taşıyan Tuhfet’üs-Sefare adlı çalışmadır. Ratip Efendi, Sultan Selim’in veliahtlığından beri bütün arzusunun askeri ve mali örgütün günün gereksinimlerine uygun olarak ıslahı olduğunu bildiğinden Nemçe, Prusya, Rusya ve Fransa devletlerinin idari teşkilatlarından söz eden bu eseri yazmıştır. Yalnızca gözleme dayanmayıp içindeki ifadelerden ciddi olarak üzerinde çalışıldığı anlaşılan 600 sayfalık çalışma III. Selim’in ıslahatlarında yol gösterici olmuştur.

    Avrupalı devletlerin idari teşkilatlarının analizine ve adapte edilebileceklerin aktarımına dair önerilere 18. yüzyılda kaleme alınan başka sefaretnamelere de rastlanmaktadır. 1790 yılında Prusya’ya gönderilen Ahmet Azmi Efendi’nin sefaretnamesinde Babıâli’nin alması gereken önlemler; rüşvetin kaldırılması, devlet kademelerine iş bilenlerin getirilmesi, maaşların adaletli dağıtılması, ordu ve donanmanın iyi yetiştirilmiş vaziyette ve her an savaşa hazır bulundurulması olarak sıralanmıştır.

    Osmanlı elçileri Batı’nın değerlerini tanımlama konusunda ortaya koydukları yeteneklerini, kimi zaman Avrupalı meslektaşlarının diplomasi oyunlarını kavramakta gösterememişlerdir. Bunun en tipik örneği ilk daimi elçilerden olan Esseyit Ali Efendi’dir. 1797’de Fransa’ya gönderilen Ali Efendi, Directoire hükümetinin ve General Bonaparte’nin Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki önemli bir limanı olan Mısır’la ilgili planlarını sezememişti. Elçilik görevi boyunca Dışişleri Bakanı Talleyrand ve Baş Tercüman Codrika’nın ustalıkla yürüttükleri politikayı anlayamayan ve bir diplomatın sahip olması gereken birikime sahip olmayan Ali Efendi, Fransa’nın 1798’deki Mısır seferini Babıâli’ye bildirememiş bunun sonucunda padişahın sert tepkisine maruz kalmıştı. Aynı basiretsiz tavrı barış görüşmelerinde de sürdürünce Paris’e gönderilen Amedi Galip Efendi bu görevi yerine getirmişti.

    19. yüzyılın başında Osmanlı-Fransız ilişkilerini olumsuz etkileyen Fransa’nın Mısır macerası sonrasında gerginliği yumuşatmak ve ilişkileri yeniden kurmak amacıyla Fransa’ya gönderilen Mehmet Sait Halet Efendi’nin ‘Kafiristan’ dediği bu ülkeyle ilgili yorumları gelenekçi çevrelerin Batıya bakışını ortaya koymak açısından ilgi çekicidir. Elçi, Frenklerden bahsederken, “akıl bakımından bizim kayıkçılarımız seviyesinde olduklarını, politikalarının gayet kaba olduğunu, bizim gibi şeci askerlere ve vükelaya sahip olmadıklarını, hayvanat-ı acibe gibi”askerleri bulunduğunu iddia ediyor. Fransızların kralları olmadığından devlet olamadıklarını, “it derneği” denilmeye layık bir hükümet şekli kurmuş olduklarını, Bonaparte’nin görevlendirmiş olduğu bakanların ‘eşkıya sergerdeleri’ gibi olduklarını, Talleyrand’ın ‘papaz bozuntusu’ ve devletlerarası münasebetlerde ‘cahil’ olduğunu ileri sürüyor. Buna karşılık aynı elçilik heyeti içinde yer aldığı halde Halet Efendi gibi düşünmeyen, farklı bir şekilde yaklaşım sergileyenler de bulunmaktadır. Divan-ı Hümayun katiplerinden Nazmi Efendi’nin Babıâli’ye sunduğu raporlarda büyükelçinin aksine olumlu ifadelere yer verilmesi dikkat çekmektedir. Napoleon’un kişiliği, askeri yapı ve disiplin konularındaki aktarımları padişahın ufkunu açacak nitelikte olup, Paris’teki askeri okullar hakkında yazdıkları ilginçtir.

    1838’de sefaret başkatipliği göreviyle gittiği Paris’ten seleflerinden Halet Efendi’nin aksine çok etkilenmişe benzeyen Mustafa Sami Efendi, Paris halkını zevk, safa ve gösterişe düşkün bulmakla beraber namuslu, alçakgönüllü, vatan ve millet sevgisiyle dolu olarak nitelendirir. Burada gördüğü din ve mezhep konusundaki hoşgörü takdir ettiği bir durumdur.Gözlediklerinden gelişmiş bir toplumun ancak eğitilmiş insanlarla sağlanabileceği sonucunu çıkardığından eğitim üzerinde özellikle durur. Sefaretnamesinde Avrupa’dan övgü dolu ifadelerle bahseden Mustafa Sami Efendi pozitivist zihniyeti benimseyen geleneğin ilk örneklerinden biridir. Ortaylı’ya göre Tanzimat arifesinde Osmanlı bürokratının pragmatik ve gözlemci Batıcılığını ifade eden bu portre, bizdeki bir ‘Batıcı’ tipinin ilk örneklerinden sayılabilir. Mustafa Sami Efendi’nin risalesinin Tanzimat ricali üzerinde etkisinin olduğu anlaşılmaktadır.

    Divan-ı Hümayun kaleminden yetişen Londra ve Viyana sefirliklerinin yanısıra 1840 Londra Konferansı’nda görev yapan Mehmet Şekip Efendi Avrupa’da dalga dalga yayılan devrim havasının Viyana’ya kadar ulaştığını belirttiği tezkiresinde eylemleri ‘edepsizlik’ eylemcilerin ve halkın bağımsız yargı, serbestiyet, meşruti hükümet gibi taleplerini ‘zararlı şeyler’ olarak nitelendirir. 1848 Devrimleri’nin Osmanlı sefirinin satırlarından yansıması emperyal bir dayanışmayı anımsatacak biçimde Metternich yanlısı bir havadadır. Şekip Efendi olayların ardındaki nedenleri aramaktan çok gelişim sürecini tasvir etmekle yetinir. Bu anlamda bakış açısı 1908 devrimi karşıtlarının o dönemi anlatırken kullandıkları üsluba şaşırtıcı şekilde benzemektedir.

    19. yüzyılın Osmanlı Devleti açısından genel karakteristiğini devletin kurtuluşuna dair üretilen çözüm önerileri oluşturacaktır. Batılılaşma hukuk ve devlet bürokrasisi başta olmak üzere toplumsal yaşamı biçimlendirmeye başlarken, Batı’nın kurumları ve kültürel unsurlar gündelik yaşamın içine girmeye başlayacaktır. Bu dönemde elçilik göreviyle Avrupa’da bulunmuş bürokratların kaleme aldıkları eserler yine belirleyici rol üstlenecektir. Özellikle Sadık Rıf’at Paşa’nın yazmış olduğu Avrupa Ahvaline Dair Risale özel bir önem taşımaktadır. Burada savunduğu ve ortaya koyduğu ilkelerle Tanzimat Fermanı’nın hazırlanış sürecinde etkili olduğu anlaşılan Sadık Rıf’at Paşa Avrupa devletlerinin gelişmişlik nedenini “insan haklarına saygılı hukuk devletini” kurmada gösterdikleri başarıya bağlar.

    Benzeri nitelikli yorumlara Tanzimat Fermanı ve sonraki dönemin biçimlenmesinde önemli bir rolü olan Mustafa Reşit Paşa’nın yazdıklarında da rastlanması şaşırtıcı değildir. “...Biz medeniyetsiz hiçbir şey asla olamayız. O medeniyet de,sadece Avrupa’dan bize gelebilir.” diyen Mustafa Reşit Paşa, Batı’nın Osmanlı devlet ricali arasında değişen imajını ortaya koymada en çarpıcı örnek olacaktır.
    Namık Sinan Turan
    Dr. İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı

    OSMANLI DİPLOMASİSİNDE BATI İMGESİNİN DEĞİŞİMİ VE ELÇİLERİN ETKİSİ
    (18. ve 19. Yüzyıllar) (Makaleden alıntıdır.)
    Başlıgıg yükündürtümüz,tizligig sökürtümüz / Başlıya başeğdirdik,dizliye diz çöktürdük.

  4. #4

    Üyelik tarihi
    26.Eylül.2009
    Yaş
    45
    Mesajlar
    51

    Geçmişte kellelerini kaybetme pahasına üstlendikleri vazifeyi yerine getirmek konusunda büyük fedekarlıklar göstermiş oldukları için onları burada rahmetle anıyorum.

Giriş