1963-1964 Kıbrıs krizindeki Johnson mektubundan sonra, 1974 Kıbrıs krizi Türk-Amerikan münasebetlerine ikinci bir tahrip edici darbe indirmiştir. Bu ikinci darbenin tesiri ise, hem çok derin ve hem de çok daha uzun olmuştur. O kadar ki, Türk-Amerikan münasebetleri ancak 1981 yılından itibaren, yani Reagan idaresi ile kendine gelmeye başlayacaktır. Fakat bu iki hadisenin Türk kamu oyunda yarattığı güvensizlik faktörünün tamamen ortadan kalktığı söylenemez.

1974 Kıbrıs buhranının Türk-Amerikan münasebetlerine indirdiği darbe, Amerikan Kongresinin, bilhassa 5 Şubat 1975'ten itibaren Türkiye'ye tatbik ettiği silah ambargosu, yani Amerika'nın Türkiye'ye hiç bir şekilde silah yardımında bulunmamasıdır. NATO içinde müttefik durumunda bulunan iki devletten birinin diğerine silah ambargosu tatbik etmesi tarihte eşine rastlanmayan bir gariplik örneği olmuştur.

Mamafih bu ambargo meselesinde bazı gerçekleri de göz önünde tutmak gerekmektedir. Bu gerçeklerin birincisi, Türk-Amerikan münasebetlerinin daha 15 Temmuz 1974'deki Sampson darbesinden önce bir sarsıntı geçirmesidir. Türk hükümeti, 1971 Haziranında Nihat Erim hükümeti tarafından konan haşhaş ekimi yasağını, Temmuz 1974'den itibaren kaldırdı. Bu hadise, Amerikan hükümeti ve Kongre çevrelerinde büyük tepki ile karşılandı. Her ne kadar, Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümet, gerekli kontrol tedbirlerinin alınacağı hususunda Amerika'ya teminat vermiş ise de, daha o zaman Amerikan Kongresindeki eğilim, Türkiye'nin haşhaş ekimini serbest bırakmasına karşılık, Türkiye'ye silah ambargosunun tatbiki şeklinde olmuştu. Arkasından Kıbrıs buhranının patlak vermesi, Türkiye'nin adanın üçte biri üzerinde kontrol kurması ve Yunan lobisinin faaliyeti, Amerikan Kongresini daha da Türkiye'nin aleyhine çevirmiştir.

Ambargo meselesindeki gerçeklerden ikincisi ise, bu sırada Amerika'nın Vietnam bataklığına saplanmış olması ve Amerikan Kongresinin de Amerikan hükümetine, yani yürütme kuvvetine karşı güvenini kaybederek, dış politika üzerinde bir kontrol tesis etmiş olmasıdır. Bu ise Amerika Cumhurbaşkanının dış politika üzerindeki müessiriyetinin zayıflaması neticesini vermiştir.

Bir üçüncü faktör, daha önce de belirttiğimiz üzere, Watergate skandalının dallanıp büyümesi neticesinde, Başbakan Nixon'ın, 8 Ağustos 1974'de, yani birinci ve ikinci Kıbrıs harekatı arasında istifa etmiş olmasıdır.

Nixon'ın istifasından sonra, Amerikan Anayasası gereğince, Başkan Yardımcısı Gerald Ford Başkan olmuştur. Başkan Ford'un Türkiye'ye tatbik edilen ambargoyu önlemek hususunda her türlü çabayı harcadığı ve ambargonun konulmasından sonra da, kaldırılması için büyük çabalar harcadığı bir gerçektir. Fakat, Yürütme ile Yasama arasında, yani Başkanlık ile Kongre arasında, iyi ve verimli bir diyalog kurulamamış olması da, ambargonun bir talihsizliği olmuştur.

Yürütme kısmında da Dışişleri Bakanlığı ile Savunma Bakanlığı Türkiye'yi desteklemiş ve ambargoya karşı çıkmışlardır. Her ikisi de Türkiye'nin stratejik ehemmiyetine ağırlık verdiği için, ambargonun Türkiye üzerinde yapabileceği kötü tesirden ve Türkiye'nin menfi tepkisinden korkmuşlardır. Nitekim, biraz aşağıda göreceğimiz gibi korktukları da gerçekleşmiş ve ambargo tesirlerini günümüze kadar ulaştırmıştır.

Nihayet belirtilmesi gereken son bir nokta da, Türkiye'ye tatbik edilen ambargo meselesinde Kongre denildiği zaman, Senato ile Temsilciler Meclisi arasında bir fark gözetilmesi gerektiğidir. Dış politikaya hakim bir organ olarak Senato, Türkiye'nin stratejik ehemmiyetini kavradığı için, ambargo meselesinde daha yumuşak hareket ettiği halde, Temsilciler Meclisi, bir bakıma, Vaşingtondaki rum ve yunan lobisinin esiri olmuştur. Ambargonun 1975 Şubatından 1978 Eylülüne kadar sürmesinde en mühim faktör Temsilciler Meclisi olmuştur.

Amerikan ambargosunun kısa hikayesi şöyledir: Türkiye'nin Kıbrıs harekatında Amerika silahlarını kullanmış olması, Kongre tarafından tepki ile karşılanmış ve Kıbrıs'ta barışçı bir çözümü kabul edinceye kadar, Türkiye'ye silah satılmaması hususunda, 1974 Eylülünden itibaren Kongrede bir faaliyet başlamıştır. Başkan Ford bu faaliyetleri başarısızlığa uğratmak için çok çaba harcamıştır. Fakat 17 Aralık 1974'de Senato'nun ve 18 Aralık 1974'de de Temsilciler Meclisi'nin kabul ettiği 93-559 sayılı kanunla, 5 Şubat 1975 tarihinden itibaren Türkiye'ye silah ambargosu tatbikine engel olamadı. Aralık 1974'de kabul edilmiş olan bu kanuna göre, 5 Şubat 1975 tarihine kadar Türkiye ateş-kese riayet eder ve Kıbrıs'a yeni asker ve Amerikan silahı sevketmez ise, ambargo tatbik edilmemesini, aksi takdirde tatbik edilmesini istemiştir. Türkiye için bu mümkün olmayınca, silah ambargosu da 5 Şubat 1975'de yürürlüğe girmiştir.

Ambargo kararı ile, Türk-Amerikan münasebetleri Kıbrıs meselesine bağlamış oluyordu. Kıbrıs meselesi bu münasebetlerin ağırlık merkezi yapılıyordu. Bu, Amerika için gayet garip bir tutumdu. Öte yandan, bir müttefik öbür müttefikini cezalandırmış oluyordu. Bu da garip bir ittifak münasebeti idi. Nihayet, Türkiyeyi ve Türk kamu oyunu en çok üzen de, Amerika'nın, yıllardanberi rumların yaptıklarını ve Yunanistan'ın kışkırtmalarını bir tarafa atıp, Kıbrıs-Türk varlığını kurtarmak için harekete geçen Türkiyeyi suçlu gibi muameleye tabi tutması idi.

Ambargo tatbik edildiği tarihte, Türkiye'ye sevkedilmesi gereken 200 milyon dolarlık askeri malzeme vardı.

Amerika'nın silah ambargosuna Türkiye'nin cevabı ise, 13 Şubat 1975'de Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kuruluşu olmuştur. Bu gelişme ile, Türkiye'nin Kıbrıs'taki durumu daha da sağlamlaşmış olmaktaydı.

Bundan sonra Türkiye ile Amerikan Kongresi arasında bir mücadele başlamıştır, denebilir. Başkan ve Yürütme de, ikisi arasında arabuluculuk yapmak gibi bir duruma girmiştir. Bu sebeple, Başkan bir yandan Kongreyi yumuşatmaya çalışmış, bir yandan da Türkiye'nin de Kıbrıs konusunda bazı tavizler vermesini sağlamaya gayret etmiştir.

Başkan Ford'un Kongre nezdindeki çabaları bir ara netice verir gibi olmuş ve Senato, Başkan'ın 20 Şubatta yaptığı bir teklifi, nihayet 19 Mayısta ele alarak, 40'a karşı 41 oyla, başkana ambargoyu kaldırma yetkisini vermiştir. Fakat Senato'nun bu kararının Temsilciler Meclisince de kabulü gerekiyordu. Fakat Temsilciler Meclisi yerinden bile kımıldamadı. Hiçbir harekette bulunmadı. Bunun üzerine Türkiye, 17 Haziran 1975 günü Amerikaya verdiği bir nota ile, Türkiye'deki 20 kadar Amerikan üssünün statüsü hakkında Türkiye ile 30 gün içinde müzakereye girmediği takdirde, "yeni bir durum"un doğacağını bildirdi.

Türkiye'nin bu teşebbüsü tesirli oldu ve Senato'nun 19 Mayısta bir oy farkı ile kabul ettiği kanunu, Temsilciler Meclisi 24 Temmuzda ele aldı. Çok çetin tartışmalardan sonra, Temsilciler Meclisi, ambargonun kaldırılmasını 206 oya karşı 223 oyla reddetti. Ertesi günü, yani 25 Temmuzda Türk hükümeti, Amerikaya verdiği bir nota ile, 3 Temmuz 1969 tarihli Türk Amerikan Savunma İşbirliği Anlaşmasını (Defense Cooperation Agreement-DCA), 26 Temmuz 1975 tarihinden itibaren yürürlükten kaldırdığını ve Türkiye'deki bütün Amerikan üs ve tesislerinin bu tarihten itibaren Türk Silahlı Kuvvetlerinin "kontrol ve gözetimi" altına gireceğini bildirdi. Ve Türkiye bu üs ve tesisleri kontrol ve gözetimi altına aldı.

Türk-Amerikan münasebetleri kopmamış, fakat kopma noktasına çok yaklaşmıştı.

Türkiye'nin bu kararlı tutumu, Temsilciler Meclisini bir dereceye kadar yumuşattı. Yaz tatilinden sonra Temsilciler Meclisi, 6 Ekimde kabul ettiği bir kararla, 5 Şubat 1975'den önce anlaşması yapılmış ve parası Türkiye tarafından ödenmiş olan 185 milyon dolarlık askeri malzemenin sevkine izin verdi. Fakat, aynı zamanda, Başkandan da, her 60 günde bir Kongreye Kıbrıs meselesi hakkında rapor vermesini istiyordu.

1976 başından itibaren hava biraz yumuşamaya başladı. Türkiye 1976 Şubatında Kıbrıs'tan 2.000 kişilik bir kuvveti çekeceğini açıkladığı gibi, toplumlararası görüşmeler de tekrar başladı. Bu görüşmeler Birleşmiş Milletlerin gözetiminde yapılıyordu. Bu sistem bugüne kadar devam etmiştir.

Bu yumuşama atmosferi içinde, Türkiye'nin üslere el koymasından sonra başlayan müzakereler de müsbet neticelendi ve 26 Mart 1976'da üsler konusunda yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi, ambargonun kalkmasına ve Kongrenin tasdikine bağlanmıştı. Ayrıca, bu anlaşma gereğince Amerika Türkiyeye dört yıllık bir dönem için 1 milyar Dolar askeri yardım yapacak ve bunun 200 milyon doları da hibe şeklinde olacaktı.

1976 Başkanlık seçimlerini Jimmy Carter kazandı ve Başkan Carter da Kıbrıs meselesi ve bilhassa Türk-Amerikan münasebetlerinin üstüne düştü. Fakat ambargoyu kaldırmak hususunda Başkan Carter da başarılı olamadı. Bu arada, 1977 sonunda Süleyman Demirel Başkanlığındaki hükümet parlamentoda azınlığa düştü ve çekildi. 1978 başından itibaren Bülent Ecevit başkanlığındaki C.H.P. hükümeti işbaşına geldi. Ecevit hükümetinin dış politikası bazı enteresan durumlar göstermeye başladı. Başbakan Ecevit bir yandan Kıbrıs'ta bir takım tavizler verirken, Sovyet Rusyayı Türkiye için bir tehlike olarak görmediğini söylüyordu. Tabi bu sözler Amerika'nın kulaklarını okşayacak sözler değildi. Başbakan Ecevit'in 1978 Haziranında Sovyet Rusyaya yaptığı ziyarette, Sovyetlerle 23 Haziran 1978'de bir Siyasi Belge imzalaması, Amerika için herhalde daha da can sıkıcı idi. Esasında, bu siyasi belgenin muhtevası pek mühim değildi. 17 Nisan 1972'de yayınlanan Türk-Sovyet "İyi Komşuluk Deklarasyonu"ndan pek farklı olmayıp, Türk-Sovyet münasebetlerini esas itibariyle 1975 Helsinki Deklarasyonuna dayandırmakta idi. Mühim olan, Belge'nin kendisinden ziyade, Ecevit'in Sovyetlere karşı tutumu idi. Bu tutumun NATO çevrelerinde tepki ile karşılandığı da bir gerçektir.

Belki bu tepkiler neticesi, belki de ambargonun bir an önce kalkmasının çok mühim bir askeri zaruret olması dolayısıyla, Ecevit hükümeti 1978 Temmuzunda Kıbrıs konusunda mühim bır taviz verdi. Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı Rauf Denktaş, 20 Temmuz 1978 günü yaptığı bir açıklamada, toplumlararası görüşmeler başlar başlamaz ve gelecekteki statüsü hakkındaki her türlü haklarını saklı tutmak şartiyle, Kıbrıs'ın Maraş bölgesine 35.000 rum göçmenini kabul edebileceğini ve geçici bir idare kurulabileceğini bildirdi. Söz konusu bölge, Maraş'ın tamamı değil, belirli bir kısmı idi.

Bir yandan atılan bu adım, öte yandan Başkan Carter'in çabaları neticesinde, 26 Temmuz 1978'de Amerikan Senatosu, 1 Ağustos 1978'de de Temsilciler Meclisi ambargoyu kaldırma kararı aldılar. Bu husustaki 95-384 sayılı kanun, 26 Eylül 1978'de Başkan Carter tarafından imzalanarak yürürlüğe girdi. Böylece 1975 Şubatındanberi devam eden ambargo hikayesi de sana erdi. Fakat tartışması bundan sonra da devam edecektir.

Savunma İşbirliği Anlaşmasına gelince: Ecevit hükümeti, 26 Mart 1976 anlaşmasındaki 1 Milyar dolarlık askeri yardımı az buldu. Gerekçesi ise, söz konusu miktar dört yıl için olduğuna göre ve dolar da her yıl bir miktar değer kaybettiğinden, yardım miktarı yükseltilmeliydi. Gerçek sebep bu mu idi, bir şey söylenemez. Yalnız şu var ki, Ecevit hükümeti 1979 yılı sonunda istifa edip, yerine Süleyman Demirel başkanlığındaki AP hükümeti geldiğinde ambargonun kalkmasından bir buçuk yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, savunma işbirliği konusunda Amerika ile hala bir anlaşma meydana gelmemiş idi. Demirel hükümeti, 1979 sonunda işbaşına geldiği halde, yeni Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (Defense and Economic Cooperation Agreement-DECA), 29 Mart 1980'de imzalandı.

Kaynak : Fahir ARMAĞANOĞLU - 20.Yüzyılın Siyasi Tarihi