21 Nisan 1967'deki askeri darbe ile Yunanistan'da sağ bir rejimin kurulması ve bu rejimin Amerika'ya dayanması Sovyetleri hiç memnun etmemiştir. Kıbrıs'taki 15 Temmuz 1974 Sampson darbesi ile Makarios'un düşürülmesi Sovyetlerin daha canını sıkmıştır. Çünkü Makarios bağlantısızlık politikası takip ettiği kadar, 1963-1964 Kıbrıs buhranında olduğu gibi, Türkiyeye karşı Sovyetlerle iyi münasebetler devam ettirmeye de ehemmiyet veriyordu. Bundan dolayı, Sovyetler, Sampson darbesi karşısında sert tepki göstermiş ve Makarios hükümetinden başka bir hükümeti tanımayacağını bildirmiştir.

Türkiye'nin 20 Temmuz müdahalesi karşısında da Sovyetler, herhangi bir tepki göstermemişler ve hatta bir bakıma anlayışla karşılamışlardır. Çünkü, Türkiye'nin müdahalesi ile, adada eski hukuki ve idari statünün tekrar yerleştirileceğini ve Makarios'un da adaya döneceğini ümit etmişlerdir. Yine bu sebepten, Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararını hararetle desteklemişlerdir.

Lakin, Birinci Cenevre Konferansı sonunda yayınlanan 30 Temmuz deklarasyonu Sovyetler için hayal kırıklığı doğurmuştur. Çünkü bu Deklarasyonda Makarios'tan hiç söz edilmiyordu.

Türkiye'nin 14 Ağustosta 2'inci Kıbrıs harekatını başlatması ve aynı gün Yunanistanın, NATO'nun askeri kanadından çekildiğini ilan etmesi, Sovyetlerin, gerek Türkiyeye karşı tutumlarında, gerek Kıbrıs politikalarında mühim bir değişiklik meydana getirmiştir. Yunanistan'ın NATO'dan çıkması Sovyetleri son derece sevindirmiş ve Türkiye ile münasebetleri bir soğukluk devresine girerken, Yunanistanla münasebetleri birdenbire gelişme göstermiştir. Sovyetlerin bu şekildeki tutumlarında rol oynayan faktör, Türkiye'nin adanın üçte birinden fazlasını ele geçirmesi ve adanın bir bakıma fiilen taksim edilmesi idi. Halbuki, Sovyetler adada iki ayrı milli toplumun varlığını kabul etmekle beraber, Kıbrıs'ın taksimine daima karşı gelmişlerdi. Onlara göre taksim demek, Kıbrıs adasının bir NATO üssü haline gelmesi demekti. Halbuki Makarios gibi birisinin liderliğindeki bağımsız ve bağlantısız bir Kıbrıs, adanın NATO üssü haline gelmesini önlemekteydi.

Sovyet Rusya, Türkiye ve Kıbrıs konusundaki tutum değişikliğinin ilk işaretini, bir kopyasını Türkiyeye de verdiği, 23 Ağustos 1974 tarihli Deklarasyonu ile ortaya koydu. Bu Deklarasyonla Sovyetler Kıbrıs meselesinin, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasından çıkarılıp milletlerarası platformlarda ele alınmasını istiyorlar ve şu noktalar üzerinde duruyorlardı:

1. Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararı gereğince, yabancı kuvvetler "Kıbrıs Cumhuriyeti'nden" derhal çekilmelidir. Yabancı kuvvetler dediği, Türk kuvvetleri idi.

2. Kıbrıs'a verilen garantilerin işlemez olduğu görüldüğünden, Garanti Antlaşması artık geçerli değildir. Dolayısıyla, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan'ın da bundan sonra artık müdahale hakları yoktur.

3. Kıbrrs meselesi bütün milletleri alakadar eden bir mahiyet kazandığı için, dünyadaki bütün siyasi eğilimleri temsil eden bir forumda ele almak gerekir. Bunun için de, böyle bir forum, Güvenlik Konseyi'nin 15 üyesi ile, Türkiye, Yunanistan ve bazı bağlantısız devletlerden meydana gelmelidir.

Sovyet teklifi, Türkiye'nin antlaşmalardan doğan haklarını bir kenara itiyor, antlaşmaları saymıyor ve Türkiyeyi, bir sürü devlet arasında herhangi bir devlet statüsüne getiriyordu. Kısacası, Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki kontrolunu tamamen ortadan kaldırıyor, buna karşılık Sovyet Rusyayı Kıbrıs meselesinde söz sahibi yapıyordu.

Bu teklifi gayet Tabi Yunanistan'ın işine geliyordu ve Atina Sovyet teklifini hemen destekledi. Amerika, Sovyet teklifi için yararı olmayan bir teklif deyimini kullandı ve Kıbrıs meselesinin en iyi şekilde, İngiltere, Türkiye, Yunanistan ile Kıbrıs-Türk ve Kıbrıs-Rum toplumları arasında çözümlenebileceğini bildirdi. Türkiye ise, 27 Ağustos 1974 günü Sovyetlere verdiği bir notada, Sovyet teklifi hakkındaki görüşlerini bildirdi. Türkiye cevabında, Sovyet teklifini reddederek, Kıbrıs meselesinin böyle kalabalık toplantılarda ele alınmasının işi uzatmaktan başka bir işe yaramıyacağını, bilhassa Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin, başka devletlerin politika ve statüleri hakkında karar vermeye kalkmalarının devletlerin bağımsızlığı açısından tehlikeler yaratabileceğini, Türkiye'nin hem Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararına ve hem de 30 Temmuz Deklarasyonuna bağlı bulunduğunu, adada barış ve güvenliğin sağlanmasının Türk kuvvetlerinin sayısının azaltılmasını, kolaylaştıracağını ve Türkiye'nin "uygun zamanlarda" ve "kademeli şekilde" azaltmaya gideceğini belirtti.

Sovyetlerin Kıbrıs meselesini "enternasyonalize" etmek hususundaki çabalarının günümüze kadar devam ettiğini söylemek mümkündür. Aynen Orta Doğu barışı meselesinde yaptıkları gibi, Kıbrıs meselesinde de seslerini duyurabilmek ve sözlerini dinletebilmek için, yeri geldikçe bu görüşlerini ortaya atacaklardır.

Diğer taraftan, Sovyetlerin bu yeni görüş ve teklifinin Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna da tesir ettiği söylenebilir. Zira Genel Kurul, 1 Kasım 1974'de aldığı 3212 sayılı kararda, bütün devletleri Kıbrıs'a müdahaleden kaçınmaya çağırırken, Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki bütün yabancı kuvvetlerin süratle geri çekilmesini, kuzey Kıbrıs'tan güneye kaçmış olan bütün rum mültecilerin yerlerine geri dönmeleri için gerekli acil tedbirlerin alınmasını istiyor ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasal düzeninin Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarının bir meselesi olduğunu belirterek, bu toplumları, "eşit şartlar altında" yapılacak görüşmelerle, "tarafların, serbestçe ve karşılıklı olarak kabul edebilecekleri bir siyasi çözüm" bulmaya davet ediyordu.

Güvenlik Konseyi de 13 Aralık 1974 günü aldığı 365 sayılı kararla, Genel Kurulun 3212 sayılı kararını desteklemiştir.

Genel Kurul kararı bir noktada Türkiye'nin lehine unsurlar taşıyordu: O da, Kıbrıs-Türk toplumunu rum toplumu ile eşit seviyeye getiriyor ve bulunacak siyasi çözüm için de Türk toplumunun da kabulünü temel şart yapıyordu. Bunun dışında, Garanti antlaşmasından söz etmediği gibi, Türkiye'de de dahil bütün devletleri Kıbrıs Cumhuriyetine müdahale etmemeye davet ediyordu. Hatta o kadar ki, anayasa düzeni işi, toplumların kendi işidir, başka devletler, yani Türkiye, karışmasın deniyordu. Bir de rum mültecilerin yerlerine dönmeleri için acil tedbirlerden söz ediliyordu ki, bunun da muhatabı Türkiye idi. Nihayet, 3212 sayılı kararın, aynen 23 Ağustos tarihli Sovyet Deklarasyonunda olduğu gibi, Kıbrıstan daima Kıbrıs Cumhuriyeti diye söz etmek suretiyle, Kıbrısın bağımsızlığını vurgulaması da, esasında Türkiye'ye yöneltilmişti.

Buna rağmen, 117 oyla kabul edilen bu karara, zamanın Türk Dışişleri Bakanı'nın da müsbet oy vermesi, kamu oyunda tartışma konusu yapılmıştır.

Sovyetlerin Türkiye'ye karşı bu tutumları Türk kamu oyunda çok fazla tesir etmemiştir. Çünkü, Türkiye, Kıbrıs meselesi dolayısıyla, en büyük darbeyi müttefiki Amerika'dan yemiştir.

Kaynak : Fahir ARMAĞANOĞLU - 20.Yüzyılın Siyasi Tarihi